“Küreselleşme” Kavramı Üzerine
Birkaç
seneden beri, daha doğrusu revizyonist blokun çökmesinden bu yana
emperyalist burjuvazinin dilinden düşürmediği ve empoze ettiği
en önemli kavram, “küreselleşme” kavramıdır. Emperyalist
çıkarları ifade eden bu kavram giderek devrimci literatürde de
kullanılmaya başlandı. Adeta moda oldu. Sanki bu kavramın
karşılığı yokmuş gibi, sanki bu kavramın yerine daha önceleri
başka kavramlar kullanmıyormuşuz gibi, sanki bu anlamda kendimizi
ifade etmede bir eksiklik varmış gibi hareket edilerek burjuvazinin
bu kavramı devrimci literatüre yerleştirildi. Aynı kavramdan,
burjuvazinin ne anladığı, devrimcilerin ne anladığı da her
zaman açıklanmadığı için bilmeyenler açısından, burjuvazi
ile devrimcilerin ortak bir lisan buldukları görüşünün doğma
tehlikesi gündeme geldi.
Emperyalist
burjuvazi, revizyonist blokun yıkılışından sonra dünya pazarını
ve kap it al ist düz en in hakimiyetini ifade etmek; başka, geçmiş
şeylere çağrışımsız ifade etmek için yeni bir kavram ortaya
attı. Emperyalist burjuvaziye göre sosyalist sistem yıkılmıştı,
1917 Ekim devrimiyle bütünselliğini kaybeden dünya yeniden
bütünleşmişti. Teknoloji dev adımlarla gelişmiş, ülkeler
arasında ekonomik ilişkiler kapsamlaşmıştı. Belli bir dünya
düzeni (iki kamplı dünya düzeni) yıkılmış, yeni bir dünya
düzeni kurulmuştu veya kuruluyordu. Bu düzende iki veya çok
kamplılık değil bütünlük, kapsamlı oluşluk esastı. Bütün
bunları ifade etmek için bir kavram gerekliydi: “Globalleşmek”!
Görünüşte
ülkeler arasında barış, dostluk, umut ifade eden, baskının,
sömürünün artık olmadığını, özgürlüğün bütün dünyada
hakim olduğunu ifade eden veya burjuvazinin bu içeriği verdiği
bir kavram. Bu kavram sınıf çelişkilerini içermiyor, tam tersine
sınıf ahengini, ülkeler arasında ahenkli ilişkileri lanse
ediyor.
“Globalleşme”
kavramıyla emperyalist burjuvazi, neoliberal politikasını güya
gizliyor. “Globalleşme” kavramının Marksist literatürde çok
isabetli karşılığı vardır: Yeni sömürgeciliğin
kapsamlaştırılması, uluslararası işbölümü, sermayenin
(üretimin) uluslararasılaşması. Burada “yeni” olan, yeni
sömürgecilik kavramıdır. O da, daha ziyade II. Dünya Savaşı’ndan
sonra; klasik sömürgeciliğin çökmesinden sonra sömürgeci
ilişkileri tanımlamak için kullanılmaya başlanmasından dolayı
“globalleşmek” kavramının Marksist literatürdeki anlamı olan
ve sürekli kullandığımız uluslararası işbölümü ve
sermayenin (üretimin) uluslararasılaşması kavramı eskidi mi de
yeni kavram kullanmak kaçınılmaz oldu?
Kavramın
içeriği nesneldir veya daha genel anlamda söylersek; kavram ve
kategoriler nesnel dünyayı kendi bağlam-ilişkileri- gelişmeleri
içinde yansıtmak zorundadır. Öyleyse kavram ve kategoriler nesnel
dünyanın fotoğrafıdırlar. Buna göre “Globalleşmek” neyin,
hangi nesnel dünyanın fotoğrafını veriyor? Burjuva ideolojisinin
emperyalist çıkarların. Peki içeriği böyle olan bir kavram,
sınıf mücadelesinin hangi sorununun teorik ola ak açıklanmasına
yarıyor veya proletarya açısından sınıf mücadelesinin hangi
nesnel gerçekliğini ifade ediyor? Proletarya açısından hiçbir
şey ifade etmediği gibi, kavram/anlayış kargaşası yaratıyor.
Emperyalist
burjuvaziye göre “globalleşme”, her alanda tekelci sermayenin
çıkarlarının hakim kılınmasıdır. Burada emperyalizmin
ideologları kesin bir ayrım yapıyorlar. Hiçbir emperyalist ülke
diğer emperyalist ülkeyi globalleşmeye davet etmiyor veya kendi
aralarındaki ilişkilerde globalleşme söz konusu olmuyor. Ama ne
zaman ki bağımlı ve yeni sömürge ülkeler söz konusu olursa,
işte o zaman globalleşmekten söz ediliyor. Tekelci sermayenin; çok
uluslu şirketlerin çıkarları, özgür sömürüleri için
“globalleşme” adına dayatmalar başlıyor. Örneğin
özelleştirme.
Yapılan
propagandaya inanılacak olursa dünya, “global bir köy” olacak
kadar globalleşmiş! İşin gerçek yönü ise, bunun kocaman bir
yalan olduğudur. “Globalleşme” kavramının Marksist
literatürdeki karşılığı olan uluslararası işbölümü
kavramını ele alarak bunu açıklayabiliriz. (Uluslararası
işbölümü –oldukça genel anlamda tanımlarsak– kapitalist
ülkeleri kapitalist dünya ekonomisinde birleştirir, rekabet içinde
geliştirir ve rekabet sonucunda güçlenen ülkeler diğerlerini
kendilerine bağımlı kılarlar ve bağımlı ülkeler gelişmiş
ülkelerin hammadde ve tarım ürünleri kaynağı ve sanayi ürünleri
için de pazar alanı olurlar. Böyle doğan ve gelişen işbölümüne,
uluslararası işbölümü diyoruz.)
İşbölümünün,
ilkel komünal topluma kadar uzanan tarihini bir kenara bırakın,
soruna kapitalizmde işbölümünden başlıyorlar. Marks, Engels,
Lenin ve Stalin, çeşitli vesilelerle bu konu üzerinde
durmuşlardır. Klasik sömürge ve yarı sömürge ve yeni sömürge
ekonomilerinin doğuş nedeni, kapitalizm koşullarında uluslararası
işbölümünün bir sonucudur. Öyleyse; emperyalizm koşullarında
bağımlı, yeni sömürge ülkelerin ekonomisinin gelişmesi ve
uluslararası işbölümü sıkı bir bağ içindedir.
Biri,
diğerinin sonucudur. Örneğin Türkiye ekonomisinin emperyalizme
bağımlılığı uluslararası işbölümünün sonucudur. Ama
globalleşen dünyadan bahsedersek, bu ilişki ve sonuçlar ve ortaya
çıkan çelişkileri göremeyiz.
Uluslararası
iş bölümü her bir ülkenin nihayetinde de bütün dünyanın
kendini dünya pazarında ifade etmesidir. Bu ifade edişin derecesi
ne kadar yüksekse, işbölümünün derecesi de o kadar yüksektir.
Öyleyse; üretimin uluslararası planda pazarlama derecesi,
uluslararası işbölümünün derecesidir.
Buradan
hareketle, dış ticaret ne kadar artarsa, uluslararası işbölümü
de o kadar yoğunlaşır sonucuna varırsak, büyük bir hata yapmış
oluruz. Örnek: Türkiye ve Yunanistan her yıl 5 milyon dolarlık
meta üretmiş olsunlar ve her bir ülke bu ürünün bir milyonluk
kısmını mübadele etsinler (dış ticaret). Bu durumda her bir
ülke meta ihtiyacının % 20’sin i (1: 5X100=% 20) uluslararası
işbölümüne göre karşılıyor demektir. Belki bir zaman sonra
her iki ülkenin üretim değeri 15 milyona, meta mübadeleleri de
1.5 milyon dolar çıkmış olsun, bu durumda dış ticaret artmış
olur. Ama işbölümü derecesi artamaz, % 10’da kalır
(1.5:15X100=%10). Öyleyse dış ticaretin artması burjuvazinin,
özellikle de Demirel’in bahsettiği gibi globalleşmenin
yoğunlaşması anlamına gelmiyor. Yeni dış ticaret anlayışı=
uluslararası işbölümü değil, uluslararası işbölümü,
ihracatın üretime oranıdır. Örnek, bütün dünyada bir senede
100 TL’lik üretim yapıldıysa ve bunun 15 TL’lik kısmı dünya
pazarına sürüldüyse (ihracat) o seneki Uluslar arası işbölümünün
derecesi % 1 5 ’ tir. (15:100x100=%15). Yani 100 TL’lik üretimin
15 TL’lik kısmı globalleşmiş. Gerçek verilerle ifade edecek
olursak, dünya üretiminin 1850’de %11.4’ü, 1870’de %18.2’si,
1900’de %21.6’sı, 1913’te %23.7’si, 1940’da %14.5’i,
1950’de %18’i ve 1965’te %23.9’u dünya pazarına sunulmuş.
Bu oranların her biri o yıldaki uluslararası işbölümünün
derecesini ifade ederler. (Elimizde güncel durumu hesaplamaya
yarayan veri olmadığı için geçmiş dönemi ifade etmekle
yetindik, ama başka bir vesileyle güncel gelişmeyi ifade eden
oranlar da yayınlanır. Ama meselenin üzerinde fazla bir şeyin
değiştiğini sanmıyoruz.)
Bu
duruma göre 1880’de 14.9 milyar dolarlık bir üretim yapılmış
dünya çapında, bu miktarın 1.7 milyar dolarlık kısmı dünya
pazarına çıkmış. 1965’te ise dünya üretim değeri 286.1
milyar dolar, dünya pazarına çıkan kısım ise 68.5 milyar dolar.
“Globalleşme” kavramı bu veriler ve onların sonuçları olan
hiçbir çelişkiyi ifade etmiyor, tam tersine kapatıyor.
Uluslararası
işbölümü kapitalizmde rekabet demektir. Kapitalizmde uluslararası
işbölümünün tarihi eşit olmayan ekonomik gelişmenin ve
rekabetin tarihi, ta kendisi demektir.
“Globalleşme”
kavramı emperyalistler arası rekabeti gizliyor. Uluslararası
ekonomik ilişkilerin belli bir dostluk-karşılıklı anlayış,
belli bir ahenk içinde geliştiğini vurguluyor. Gerçek tam da bun
un tersi. Gerçek veriler bazında uluslararası işbölümünün
derecesi 1965’te %23.9’dur. Bunun bugün %25 olduğunu düşünelim,
o halde dünya pazarlarında sürdürülen bütün rekabet, bu %25’i
içinde en fazla payı alma rekabetidir. Belli hammaddelerin ötesinde
hiçbir ülke açısından uluslararası işbölümü derecesi yüzde
yüz olamaz. Her ülke üretiminin ancak belli bir kısmını dünya
pazarına sürebilir. O halde; yüzde yüze varan bir uluslararası
işbölümü, veya üretilen bütün ürünlerin hepsinin dünya
pazarına çıkartılması durumu yoktur. Ve bugün sanayi üretimi
bir kere ülkenin tekelinden çıkmış, bir çok ülke sanayi
üretimi yapar ve bunu ihraç eder duruma gelmiştir. Demek oluyor ki
dünya pazarında rekabet eden ülkelerin sayısı giderek artmıştır.
Son uç: Her ne kadar görülmese de dünya pazarlarındaki mevcut
rekabet eski dönemlere nazaran daha da keskindir.
“Globalleşme”
kavramı revizyonist blokun yıkılmasından sonra dünyanın fiziki
bütünselliğini ifade ediyor. Ama fiziki bütünselliğine kavuşan
her dünya pazarı içinde görece pazar için sürdürülen
rekabetten hiç bahsetmiyor. Bunu içermiyor. İçeremez, çünkü
burada globalleşmeyi reddeden; dışlayan eğilimler söz konusudur.
Yani bölgeselleşme!
Ortada
bir NAFTA var, bir AB var, Güney Doğu Asya’da yeni bir oluşum
var. Bütün bu bölgeselleşme olguları, globalleşmeye ters düşen
olgulardır. O halde; dünya, emperyalist burjuvazinin anlattığı
gibi hızla globalleşmiyor, tersine hızla bölgeselleşiyor. Bu
kaçınılmaz bir gelişme. Çünkü globalleşme, sermayenin
diyalektiğine aykırıdır. Bu süreç bir noktaya kadar gelişir; O
nokta dünyanın yeniden paylaşılması için savaşın başladığı
noktadır. Dünya hakimiyeti için mücadele eden hiçbir emperyalist
güç, dünyanın kendisi dışında bir güç tarafından
globalleştirilmesine; hakimiyet altına alınmasına asla müsaade
etmez. O halde; “globalleşme” emperyalistler arası rekabetin
şiddetle sürdürülmesinin bir ifadesidir. Globalleşme talidir,
bölgeselleşme esastır. Her ne kadar her gün, “globalleşme”
eğilimi ön planda gözüküyorsa da, belli başlı emperyalist
ülkelerin bölgeselleşme eğilimi esastır.
Kautsky’nin
“ultra-emperyalizm” anlayışıyla “globalleşme” kavramı
arasında Çin Seddi yok.
“Globalleşme”,
barış, dostluk, anlayış ittifakı üzerine yükseliyor. Ama bu
geçici bir dur um un ifadesi. Nasıl ki; Lenin’in dediği gibi
“Ultra-emperyalist ittifaklar... bütün emperyalist güçler
arasında bir nefes alma dönemi ise”, globalleşme de bugün
aynı ittifakın farklı bir kavramla ifade edilmesidir.
“Globalleşme”
ile ifade edilen hiçbir şey yeni değildir. Öyle anlaşılıyor
ki, birtakım gelişmeler kendilerini ifade edebilmek için yeni bir
kavramın doğmasını bekliyorlardı. Kavram doğdu ve bütün
gelişmelerin önü açıldı. Globalleşme kavramından önce
emperyalist ülkeler arasında, dünya pazarında, ahlakta, kültürde,
demokraside, mali spekülasyonlarda, savaşlarda, işsizlikte başka,
ilişkiler/boyutlar/yasalar/anlayışları mı geçerliydi? Değişen
ne? Değişen, kapitalizmin genel krizinin kendisi değil, bu krizin
keskinleşmesi ve yeni bir aşamasına geçilmesidir.
Örneğin
işsizlik; işsizliğin Uluslar arası planda artması ve
kronikleşmesi yeni değil ki. Bu 20’li yıllardan beri görülen
bir süreç.
Örneğin
mali spekülasyon; bu spekülasyonun tarihi, kapitalizmin tarihi
kadar eski. Ayrıca mali spekülasyona yatırılan para hiç de
globalleşmiyor, tersine bölgeselleşiyor, belli para merkezlerinde
toplanıyor.
Sermayenin,
üretimin uluslararasılaşmasının sonuçları belli. Sermaye,
faaliyetinde sınır tanımıyor. Ama onun kaynağı sınır tanıyor.
Tanımak zorunda, aksi takdirde Amerikan, Alman, Japon vb.
sermayesinden ve bunların arasındaki rekabetten bahsetmenin hiçbir
anlamı yok. Esas olan, sermayenin ve üretimin dünya ekonomisinin
uluslararasılaşmasıdır. “Globalleşme” işte, sermayenin
/üretimin veya kapitalist üretim biçiminin uluslararasılaşmasının
emperyalist karakterini kapatıyor.
Belirttiğimiz
gibi, emperyalist burjuvazi, “globalleşme” kavramıyla baskı ve
sömürüyü, talanı, işsizliği, ahlaki alanda çürümüşlüğü,
sermayenin çıkmazını gizliyor, dünyayı “cennet” olarak
göstermeyi amaçlıyor. “Globalleşme” kavramıyla
emperyalistler arası çelişkiler sözümona ortadan kaldırılıyor.
Bu çelişkilerin yerini “dostluk, barış, anlayış” ilişkileri
alıyor. “Globalleşme” kavramıyla bağımlı, yeni sömürge
ülkelerin emperyalizme daha sıkı bağımlılığı, bu ülkelerin
her alanda talanı gizleniyor.
Marksist
literatürde globalleşme, kapitalizmin genel krizinin 1989/90’dan
sonraları revizyonist blokun yıkılmasından sonraki gelişmesini
ifade eder. Marksist literatürde bu gelişmeyi ifade edecek yeteri
kadar kavram vardır. Anlattığımız nedenlerden dolayı
“globalleşme” kavramı dikkatli kullanılmalıdır.
Proleter
Doğrultu, Sayı 14, Ocak-Şubat 1998.