deneme

1 Ocak 1998 Perşembe

“Küreselleşme” Kavramı Üzerine


Küreselleşme” Kavramı Üzerine

Birkaç seneden beri, daha doğrusu revizyonist blokun çökmesinden bu yana emperyalist burjuvazinin dilinden düşürmediği ve empoze ettiği en önemli kavram, “küreselleşme” kavramıdır. Emperyalist çıkarları ifade eden bu kavram giderek devrimci literatürde de kullanılmaya başlandı. Adeta moda oldu. Sanki bu kavramın karşılığı yokmuş gibi, sanki bu kavramın yerine daha önceleri başka kavramlar kullanmıyormuşuz gibi, sanki bu anlamda kendimizi ifade etmede bir eksiklik varmış gibi hareket edilerek burjuvazinin bu kavramı devrimci literatüre yerleştirildi. Aynı kavramdan, burjuvazinin ne anladığı, devrimcilerin ne anladığı da her zaman açıklanmadığı için bilmeyenler açısından, burjuvazi ile devrimcilerin ortak bir lisan buldukları görüşünün doğma tehlikesi gündeme geldi.

Emperyalist burjuvazi, revizyonist blokun yıkılışından sonra dünya pazarını ve kap it al ist düz en in hakimiyetini ifade etmek; başka, geçmiş şeylere çağrışımsız ifade etmek için yeni bir kavram ortaya attı. Emperyalist burjuvaziye göre sosyalist sistem yıkılmıştı, 1917 Ekim devrimiyle bütünselliğini kaybeden dünya yeniden bütünleşmişti. Teknoloji dev adımlarla gelişmiş, ülkeler arasında ekonomik ilişkiler kapsamlaşmıştı. Belli bir dünya düzeni (iki kamplı dünya düzeni) yıkılmış, yeni bir dünya düzeni kurulmuştu veya kuruluyordu. Bu düzende iki veya çok kamplılık değil bütünlük, kapsamlı oluşluk esastı. Bütün bunları ifade etmek için bir kavram gerekliydi: “Globalleşmek”!
Görünüşte ülkeler arasında barış, dostluk, umut ifade eden, baskının, sömürünün artık olmadığını, özgürlüğün bütün dünyada hakim olduğunu ifade eden veya burjuvazinin bu içeriği verdiği bir kavram. Bu kavram sınıf çelişkilerini içermiyor, tam tersine sınıf ahengini, ülkeler arasında ahenkli ilişkileri lanse ediyor.

“Globalleşme” kavramıyla emperyalist burjuvazi, neoliberal politikasını güya gizliyor. “Globalleşme” kavramının Marksist literatürde çok isabetli karşılığı vardır: Yeni sömürgeciliğin kapsamlaştırılması, uluslararası işbölümü, sermayenin (üretimin) uluslararasılaşması. Burada “yeni” olan, yeni sömürgecilik kavramıdır. O da, daha ziyade II. Dünya Savaşı’ndan sonra; klasik sömürgeciliğin çökmesinden sonra sömürgeci ilişkileri tanımlamak için kullanılmaya başlanmasından dolayı “globalleşmek” kavramının Marksist literatürdeki anlamı olan ve sürekli kullandığımız uluslararası işbölümü ve sermayenin (üretimin) uluslararasılaşması kavramı eskidi mi de yeni kavram kullanmak kaçınılmaz oldu?

Kavramın içeriği nesneldir veya daha genel anlamda söylersek; kavram ve kategoriler nesnel dünyayı kendi bağlam-ilişkileri- gelişmeleri içinde yansıtmak zorundadır. Öyleyse kavram ve kategoriler nesnel dünyanın fotoğrafıdırlar. Buna göre “Globalleşmek” neyin, hangi nesnel dünyanın fotoğrafını veriyor? Burjuva ideolojisinin emperyalist çıkarların. Peki içeriği böyle olan bir kavram, sınıf mücadelesinin hangi sorununun teorik ola ak açıklanmasına yarıyor veya proletarya açısından sınıf mücadelesinin hangi nesnel gerçekliğini ifade ediyor? Proletarya açısından hiçbir şey ifade etmediği gibi, kavram/anlayış kargaşası yaratıyor.

Emperyalist burjuvaziye göre “globalleşme”, her alanda tekelci sermayenin çıkarlarının hakim kılınmasıdır. Burada emperyalizmin ideologları kesin bir ayrım yapıyorlar. Hiçbir emperyalist ülke diğer emperyalist ülkeyi globalleşmeye davet etmiyor veya kendi aralarındaki ilişkilerde globalleşme söz konusu olmuyor. Ama ne zaman ki bağımlı ve yeni sömürge ülkeler söz konusu olursa, işte o zaman globalleşmekten söz ediliyor. Tekelci sermayenin; çok uluslu şirketlerin çıkarları, özgür sömürüleri için “globalleşme” adına dayatmalar başlıyor. Örneğin özelleştirme.

Yapılan propagandaya inanılacak olursa dünya, “global bir köy” olacak kadar globalleşmiş! İşin gerçek yönü ise, bunun kocaman bir yalan olduğudur. “Globalleşme” kavramının Marksist literatürdeki karşılığı olan uluslararası işbölümü kavramını ele alarak bunu açıklayabiliriz. (Uluslararası işbölümü –oldukça genel anlamda tanımlarsak– kapitalist ülkeleri kapitalist dünya ekonomisinde birleştirir, rekabet içinde geliştirir ve rekabet sonucunda güçlenen ülkeler diğerlerini kendilerine bağımlı kılarlar ve bağımlı ülkeler gelişmiş ülkelerin hammadde ve tarım ürünleri kaynağı ve sanayi ürünleri için de pazar alanı olurlar. Böyle doğan ve gelişen işbölümüne, uluslararası işbölümü diyoruz.)

İşbölümünün, ilkel komünal topluma kadar uzanan tarihini bir kenara bırakın, soruna kapitalizmde işbölümünden başlıyorlar. Marks, Engels, Lenin ve Stalin, çeşitli vesilelerle bu konu üzerinde durmuşlardır. Klasik sömürge ve yarı sömürge ve yeni sömürge ekonomilerinin doğuş nedeni, kapitalizm koşullarında uluslararası işbölümünün bir sonucudur. Öyleyse; emperyalizm koşullarında bağımlı, yeni sömürge ülkelerin ekonomisinin gelişmesi ve uluslararası işbölümü sıkı bir bağ içindedir.

Biri, diğerinin sonucudur. Örneğin Türkiye ekonomisinin emperyalizme bağımlılığı uluslararası işbölümünün sonucudur. Ama globalleşen dünyadan bahsedersek, bu ilişki ve sonuçlar ve ortaya çıkan çelişkileri göremeyiz.

Uluslararası iş bölümü her bir ülkenin nihayetinde de bütün dünyanın kendini dünya pazarında ifade etmesidir. Bu ifade edişin derecesi ne kadar yüksekse, işbölümünün derecesi de o kadar yüksektir. Öyleyse; üretimin uluslararası planda pazarlama derecesi, uluslararası işbölümünün derecesidir.

Buradan hareketle, dış ticaret ne kadar artarsa, uluslararası işbölümü de o kadar yoğunlaşır sonucuna varırsak, büyük bir hata yapmış oluruz. Örnek: Türkiye ve Yunanistan her yıl 5 milyon dolarlık meta üretmiş olsunlar ve her bir ülke bu ürünün bir milyonluk kısmını mübadele etsinler (dış ticaret). Bu durumda her bir ülke meta ihtiyacının % 20’sin i (1: 5X100=% 20) uluslararası işbölümüne göre karşılıyor demektir. Belki bir zaman sonra her iki ülkenin üretim değeri 15 milyona, meta mübadeleleri de 1.5 milyon dolar çıkmış olsun, bu durumda dış ticaret artmış olur. Ama işbölümü derecesi artamaz, % 10’da kalır (1.5:15X100=%10). Öyleyse dış ticaretin artması burjuvazinin, özellikle de Demirel’in bahsettiği gibi globalleşmenin yoğunlaşması anlamına gelmiyor. Yeni dış ticaret anlayışı= uluslararası işbölümü değil, uluslararası işbölümü, ihracatın üretime oranıdır. Örnek, bütün dünyada bir senede 100 TL’lik üretim yapıldıysa ve bunun 15 TL’lik kısmı dünya pazarına sürüldüyse (ihracat) o seneki Uluslar arası işbölümünün derecesi % 1 5 ’ tir. (15:100x100=%15). Yani 100 TL’lik üretimin 15 TL’lik kısmı globalleşmiş. Gerçek verilerle ifade edecek olursak, dünya üretiminin 1850’de %11.4’ü, 1870’de %18.2’si, 1900’de %21.6’sı, 1913’te %23.7’si, 1940’da %14.5’i, 1950’de %18’i ve 1965’te %23.9’u dünya pazarına sunulmuş. Bu oranların her biri o yıldaki uluslararası işbölümünün derecesini ifade ederler. (Elimizde güncel durumu hesaplamaya yarayan veri olmadığı için geçmiş dönemi ifade etmekle yetindik, ama başka bir vesileyle güncel gelişmeyi ifade eden oranlar da yayınlanır. Ama meselenin üzerinde fazla bir şeyin değiştiğini sanmıyoruz.)

Bu duruma göre 1880’de 14.9 milyar dolarlık bir üretim yapılmış dünya çapında, bu miktarın 1.7 milyar dolarlık kısmı dünya pazarına çıkmış. 1965’te ise dünya üretim değeri 286.1 milyar dolar, dünya pazarına çıkan kısım ise 68.5 milyar dolar. “Globalleşme” kavramı bu veriler ve onların sonuçları olan hiçbir çelişkiyi ifade etmiyor, tam tersine kapatıyor.

Uluslararası işbölümü kapitalizmde rekabet demektir. Kapitalizmde uluslararası işbölümünün tarihi eşit olmayan ekonomik gelişmenin ve rekabetin tarihi, ta kendisi demektir.

“Globalleşme” kavramı emperyalistler arası rekabeti gizliyor. Uluslararası ekonomik ilişkilerin belli bir dostluk-karşılıklı anlayış, belli bir ahenk içinde geliştiğini vurguluyor. Gerçek tam da bun un tersi. Gerçek veriler bazında uluslararası işbölümünün derecesi 1965’te %23.9’dur. Bunun bugün %25 olduğunu düşünelim, o halde dünya pazarlarında sürdürülen bütün rekabet, bu %25’i içinde en fazla payı alma rekabetidir. Belli hammaddelerin ötesinde hiçbir ülke açısından uluslararası işbölümü derecesi yüzde yüz olamaz. Her ülke üretiminin ancak belli bir kısmını dünya pazarına sürebilir. O halde; yüzde yüze varan bir uluslararası işbölümü, veya üretilen bütün ürünlerin hepsinin dünya pazarına çıkartılması durumu yoktur. Ve bugün sanayi üretimi bir kere ülkenin tekelinden çıkmış, bir çok ülke sanayi üretimi yapar ve bunu ihraç eder duruma gelmiştir. Demek oluyor ki dünya pazarında rekabet eden ülkelerin sayısı giderek artmıştır. Son uç: Her ne kadar görülmese de dünya pazarlarındaki mevcut rekabet eski dönemlere nazaran daha da keskindir.

“Globalleşme” kavramı revizyonist blokun yıkılmasından sonra dünyanın fiziki bütünselliğini ifade ediyor. Ama fiziki bütünselliğine kavuşan her dünya pazarı içinde görece pazar için sürdürülen rekabetten hiç bahsetmiyor. Bunu içermiyor. İçeremez, çünkü burada globalleşmeyi reddeden; dışlayan eğilimler söz konusudur. Yani bölgeselleşme!

Ortada bir NAFTA var, bir AB var, Güney Doğu Asya’da yeni bir oluşum var. Bütün bu bölgeselleşme olguları, globalleşmeye ters düşen olgulardır. O halde; dünya, emperyalist burjuvazinin anlattığı gibi hızla globalleşmiyor, tersine hızla bölgeselleşiyor. Bu kaçınılmaz bir gelişme. Çünkü globalleşme, sermayenin diyalektiğine aykırıdır. Bu süreç bir noktaya kadar gelişir; O nokta dünyanın yeniden paylaşılması için savaşın başladığı noktadır. Dünya hakimiyeti için mücadele eden hiçbir emperyalist güç, dünyanın kendisi dışında bir güç tarafından globalleştirilmesine; hakimiyet altına alınmasına asla müsaade etmez. O halde; “globalleşme” emperyalistler arası rekabetin şiddetle sürdürülmesinin bir ifadesidir. Globalleşme talidir, bölgeselleşme esastır. Her ne kadar her gün, “globalleşme” eğilimi ön planda gözüküyorsa da, belli başlı emperyalist ülkelerin bölgeselleşme eğilimi esastır.

Kautsky’nin “ultra-emperyalizm” anlayışıyla “globalleşme” kavramı arasında Çin Seddi yok.

“Globalleşme”, barış, dostluk, anlayış ittifakı üzerine yükseliyor. Ama bu geçici bir dur um un ifadesi. Nasıl ki; Lenin’in dediği gibi “Ultra-emperyalist ittifaklar... bütün emperyalist güçler arasında bir nefes alma dönemi ise”, globalleşme de bugün aynı ittifakın farklı bir kavramla ifade edilmesidir.

“Globalleşme” ile ifade edilen hiçbir şey yeni değildir. Öyle anlaşılıyor ki, birtakım gelişmeler kendilerini ifade edebilmek için yeni bir kavramın doğmasını bekliyorlardı. Kavram doğdu ve bütün gelişmelerin önü açıldı. Globalleşme kavramından önce emperyalist ülkeler arasında, dünya pazarında, ahlakta, kültürde, demokraside, mali spekülasyonlarda, savaşlarda, işsizlikte başka, ilişkiler/boyutlar/yasalar/anlayışları mı geçerliydi? Değişen ne? Değişen, kapitalizmin genel krizinin kendisi değil, bu krizin keskinleşmesi ve yeni bir aşamasına geçilmesidir.

Örneğin işsizlik; işsizliğin Uluslar arası planda artması ve kronikleşmesi yeni değil ki. Bu 20’li yıllardan beri görülen bir süreç.

Örneğin mali spekülasyon; bu spekülasyonun tarihi, kapitalizmin tarihi kadar eski. Ayrıca mali spekülasyona yatırılan para hiç de globalleşmiyor, tersine bölgeselleşiyor, belli para merkezlerinde toplanıyor.

Sermayenin, üretimin uluslararasılaşmasının sonuçları belli. Sermaye, faaliyetinde sınır tanımıyor. Ama onun kaynağı sınır tanıyor. Tanımak zorunda, aksi takdirde Amerikan, Alman, Japon vb. sermayesinden ve bunların arasındaki rekabetten bahsetmenin hiçbir anlamı yok. Esas olan, sermayenin ve üretimin dünya ekonomisinin uluslararasılaşmasıdır. “Globalleşme” işte, sermayenin /üretimin veya kapitalist üretim biçiminin uluslararasılaşmasının emperyalist karakterini kapatıyor.

Belirttiğimiz gibi, emperyalist burjuvazi, “globalleşme” kavramıyla baskı ve sömürüyü, talanı, işsizliği, ahlaki alanda çürümüşlüğü, sermayenin çıkmazını gizliyor, dünyayı “cennet” olarak göstermeyi amaçlıyor. “Globalleşme” kavramıyla emperyalistler arası çelişkiler sözümona ortadan kaldırılıyor. Bu çelişkilerin yerini “dostluk, barış, anlayış” ilişkileri alıyor. “Globalleşme” kavramıyla bağımlı, yeni sömürge ülkelerin emperyalizme daha sıkı bağımlılığı, bu ülkelerin her alanda talanı gizleniyor.

Marksist literatürde globalleşme, kapitalizmin genel krizinin 1989/90’dan sonraları revizyonist blokun yıkılmasından sonraki gelişmesini ifade eder. Marksist literatürde bu gelişmeyi ifade edecek yeteri kadar kavram vardır. Anlattığımız nedenlerden dolayı “globalleşme” kavramı dikkatli kullanılmalıdır.

Proleter Doğrultu, Sayı 14, Ocak-Şubat 1998.