ORTADOĞU VE KESKİNLEŞEN EMPERYALİSTLER ARASI ÇELİŞKİLER
Amerikan
emperyalizmi haftalardan beri Irak’ı silahlı çatışmayla tehdit
ediyor. Bunun için gerekli
hazırlıkları aleni olarak yaptı. Savaş narasını sıklaştıran
ABD Başkanı Clinton, BM’yi de Irak’a karşı “sert ve
belirgin” eyleme geçmeye davet etti. Aslında bu, davetten ziyade
açık bir talepti. ABD’nin savı açıktı: “Gizli
zehirli gaz depolarını açığa çıkartmak üzereyken, Irak,
BM-Teftiş Heyeti’nin belli alanlara girmesini
yasakladı”!
Amerikan
emperyalizmi, zehirli gaz savı ile dünya halklarının desteğini
kazanmayı ve onun eylemine karşı gelecek olan devletleri de teşhir
etmeyi amaçlıyordu. Ama unutturulmak istenen ve dünya kamuoyunun
unutmadığı gerçekler var: Halepçe katliamının sorumlusu Saddam
Hüseyin. Peki, binlerce Kürt’ün öldürüldüğü bu katliamda
kullanılan zehirli gazı kim üretti ve Irak’a sattı? Nükleer,
biyolojik ve kimyasal silahların en önemli üreticisi ve bir
numaralı silah tüccarı ABD değil mi?
Körfez’deki,
somutta da ABD-Irak arasındaki şimdilik söz düellosuyla,
diplomatik manevralarla devam eden gelişmenin esas nedeni, Irak’ın
hala kimyasal silaha veya bu türden silah üretecek olanağa sahip
olup olmadığı değil. Hayır. Clinton, yeni kimyasal silah
depoları keşfedildiği (!) için BM’yi, Irak’a karşı silaha
sarılmaya çağırıyor. Bunun esas nedeni, keskinleşen
emperyalistler arası çelişkilerin bugünkü aşamadaki
sonuçlarıdır. Çok uluslu veya uluslararası tekellerin stratejik
hammadde olan petrol üzerine çelişkileri/rekabetleri
keskinleşmiştir. Burada söz konusu olan, Ortadoğu petrolleri
üzerinde daha fazla pay kapma ve aynı zamanda emperyalist
ülkelerin, stratejik önemi olan Ortadoğu’da nüfuz sahibi olma
mücadelesidir. Bunun ötesinde, son dönemlerde doların değer
kazanması da (1 Dolar=1,89 Mark) Amerikan ihracatında hızlı bir
gerilemeye neden olmuş, dünya pazarında rekabet keskinleşmiş ve
ABD, bir savaşla aleyhine olan durumu lehine dönüştürmeyi
amaçlamıştır. Böylelikle, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından
sonra “kurulan barışçıl dünya düzeni”nde tek süper güç
olan Amerikan emperyalizminin önder konumu, yeniden güçlendirilmiş
olacaktı. Ama “evdeki hesap çarşıya uymadı” ve ABD, yedi
sene önceki Körfez Savaşında bulduğu desteği bulamadı.
İngiltere dışında hiçbir AB ülkesi, öncelikle de Ortadoğu’da
hegemonya peşinde koşan Almanya ve Fransa, silaha sarılmaya
yanaşmadı. ABD’nin niyetine Çin ve Rusya da karşı çıktı.
Bölge ülkeleri de buna yanaşmadılar ve ABD yalnız kaldı.
Halkların
ve ulusal kurtuluş mücadelelerinin bastırılması, kana boğulması
söz konusu olduğunda bu emperyalist güçler, hemen anlaşabiliyor
ve ortaklaşa harekete geçebiliyorlar. Ama sorun nüfuz sahası ve
hegemonya olunca kendi aralarındaki çelişkiler belirleyici oluyor.
Şimdiki durum bunu açıkça gösteriyor. Dünyayı yeniden
paylaşmayı talep etmek ve bunu fütursuzca dile getirmek açısından
“yeni” olan Alman emperyalizmi, yeni bir “çöl fırtınası”nı
reddetti. Ne de olsa, Amerikan ekonomisinin zayıf durumundan
yararlanarak ihracatını 1996’nın Haziran ayına göre %23
oranında artırmıştı. Alman tekelleri şimdilik yeni
sömürgeciliğin silahlı mücadele yönteminden ziyade, “barışçıl”,
iktisadi yöntemini kullanarak sızmayı ve kendine bağımlılığı
geliştirmeyi doğru buluyor. Ama aynı Alman emperyalizmi, silahlı
müdahale söz konusu olursa, seyirci kalmayacağını ve Alman
ordusunun buna katılacağını da vurguluyor; silah gücüne dayanan
paylaşım sofrasından dışlanmaya hiç niyetli değil.
Rusya’nın
müdahalesi ve bu müdahalenin sonucu bir taraftan Ortadoğu’da söz
sahibi olmak isteyen haydutların sayısını artırırken, diğer
taraftan ABD’nin bölgedeki sarsılmaz gözüken konumunu sarstı.
Eski dönemi, revizyonist blokun dağılmasından önceki dönemi
anımsatan bir durum ortaya çıktı veya gelişme bu yönde.
Revizyonist
blokun dağılması tarihsel sürecin güncel miladı. MÖ veya MS
kavramı, günümüzde tarihsel gelişmeleri açıklayabilmek için
revizyonist blokun dağılmasından önceki ve sonraki dönemi ifade
ediyor. Soruna bu milat açısından bakalım:
Tarih,
her dönemdeki Ortadoğu krizinin, birbiriyle iç içe geçmiş çok
sayıda unsurunun olduğunu göstermiştir. Tarihsel, siyasi,
ekonomik, askeri, kültürel, sosyal vs. Bütün bu sorunlar, içinden
çıkılamayacak gibi karmaşıktır. Bu sorunların hepsi
çözülebilir sorunlardır. Bunun için dış müdahalenin olmaması,
bölge halklarının kardeşliğe, karşılıklı güvene dayanan
ilişkilerinin gelişmesi ve egemenliği gerekir. Ama her iki koşul
da bölgede yok. Yerli hakim sınıfların şovenist politikaları,
Arap, Türk, Kürt, Yahudi vb. ulusların ve toplumların birbirini
anlamalarının önünde en büyük engel durumundadırlar. Bunun
ötesinde en önemli sorun dış müdahaledir. Bölge, stratejik
konumundan ve sahip olduğu hammaddeden (petrol) dolayı, sürekli
emperyalist ülkeler arasında sürdürülen rekabet alanı olmuştur.
Emperyalist devletler, bölge halklarının ve ülkelerinin
içişlerine müdahale etmişler, devletleri birbirine karşı
kışkırtmışlar, bölgede karşılıklı çıkarlara saygı
temelinde devletler arası ilişkilerin ve bölge halkları arasında
da dost, kardeş ilişkilerin gelişmesini engellemişlerdir. Bütün
bunları, kendi emperyalist çıkarlarını geçerli kılmak için,
kendi aralarındaki talan ve nüfuz mücadelesinde daha iyi konumda
olmak için yapmışlardır.
Emperyalist
güçler arasında o dönemde yayılmacı ve hegemonyacı politikanın
önde gelen temsilcileri iki
süper güçtü; Amerikan emperyalizmi ve Sovyet sosyal emperyalizmi.
İngiltere, Almanya, Fransa gibi diğer emperyalist güçler (ve Çin
gibi sosyal emperyalist ülke) iki süper gücün gölgesinde
kalıyorlardı. Ama bu, bu emperyalist ülkelerin hegemonyacı
olmadıkları, nüfuz alanı peşinde koşmadıkları anlamına
gelmez.
Ortadoğu
halklarının ve de devletlerinin yaşadıkları trajedilerin
nedenini esas itibariyle dış güçlerin emperyalist çıkarlarında
aramak gerekir. Ortadoğu sorununda esas neden, örneğin devlet
olarak ne İsrail’dir ne de Irak’tır. Şüphesiz yerel devletler
de sorunun şu veya bu yönde gelişmesinde önemli, hatta
belirleyici rol oynamışlardır. (Örneğin Körfez Savaşının
nedeni, Irak’ın bölgesel güç olma dürtüsü ve bu dürtüyü
gerçekleştirmek için zamanın olgunlaştığından hareketle
Kuveyt’i işgal etmesi ve buna başta ABD olmak üzere bütün
emperyalist ülkelerin karşı çıkmalarıydı.) Bölge devletleri,
bölgede nüfuz sahibi, önde gelen emperyalist güçlerin birer
aktif aracı olmuşlardır. Dar anlamda Ortadoğu’da İsrail, her
dönem Amerikan emperyalizminin çıkarlarını ifade eden bir devlet
olmuştur. Suudi Arabistan da aynı konumdaydı/konumdadır.
İsrail’in takip ettiği ve gerçekleştirdiği politika, Amerikan
emperyalizminin bölgedeki stratejik çıkarlarına tekabül eder. Bu
politika, diğer emperyalist güçlerin çıkarlarına da genel
olarak tekabül etmektedir. İsrail ile birçok Arap ülkesi
arasındaki dönem dönem silahlı çatışma boyutlarına varan
çelişkiler, bölgeyi istikrarsızlaştırıyordu. İstikrarsızlaşan
bölge, dışarıdan yardım bekler konuma geliyordu. Emperyalist
güçler “yardım” elini uzatmakta geç kalmadılar. AET, başta
İsrail olmak üzere bazı Arap ülkeleriyle anlaşmalar imzalarken,
sosyal emperyalist Sovyetler Birliği, kargaşadan, istikrarsızlıktan
en çok yararlanan emperyalist güç oldu. Her halükarda, Ortadoğu
krizlerinin esas nedeni, başta iki süper güç olmak üzere
emperyalist devletler ve onların çıkar çatışmalarıydı. Bu
güçler, hakimiyetlerini devam ettirmek veya nüfuz alanlarını
birbirlerinin aleyhine değiştirmek, bölgedeki siyasi, ekonomik ve
askeri üstünlüklerini sürekli kılmak için hem bölge ülkelerini
öne sürerek birbirine karşı mücadele ettiler ve hem de bölgedeki
antiemperyalist, ulusal kurtuluş mücadelelerini bastırdılar.
Şüphesiz ki, bu ne Amerikan emperyalizminin ne de Sovyet sosyal
emperyalizminin Ortadoğu için özel politikalarıydı. Bu
politika, özgün şekillenmesi nasıl olursa olsun, emperyalizme
özgü bir politikaydı/politikadır; talan ve tahakküm ve başka
ülke ve halkları köleleştirmek.
Emperyalistler
arası çelişkilerin her dönem Ortadoğu’da keskin olması,
bölgenin ekonomik, askeri ve siyasi açıdan stratejik öneminden
kaynaklanmaktadır: Ortadoğu’da emperyalistler arası rekabette
belirleyici neden, petrol ve bölgenin stratejik-askeri konumudur.
Bölge, petrolden ve askeri stratejik konumundan dolayı dünyanın
her paylaşımından veya yeniden paylaşım için talebin her
yükseltilişinde emperyalistlerin göz diktikleri ilk alan olmuştur.
Emperyalist ekonomi ve savaş makinası, petrol olmaksızın uzun
ömürlü olamaz. Bölge karadan, denizden ve havadan işgal altında
tutulmaksızın; yani bölge sıçrama tahtası olarak
kullanılmaksızın Asya’ya, Afrika’ya, sıcak denizlere uzanmak
pek kolay değildir. Hal böyle olunca bölgeyi önemli kılan
ekonomik ve askeri-stratejik olguya biraz yakından bakalım.
Ortadoğu’nun
toplam ihracatında petrol ve bir kısım yan ürünlerin payı
1980’de %95’ti. Bu oran 1985’te %85’e, 1990’da %77’ye ve
1994’te %69’a düşer. Yani bölgenin toplam ihracatında
belirleyici bir rol oynar. İhracatta petrolün payının düşmesi,
başka ülkelerde petrol üretildiğinin ve pazarlandığının
ifadesidir. Petrol piyasasında rekabetin keskinleşmesi, petrol
üreten Ortadoğu ülkelerinin efendi tespitinde seçim olanağını
daraltan bir neden olarak görülmelidir. Petrolün önemini üretici
ülkeler bazında belirtirsek: Suudi Arabistan’ın ihracatında
petrolün payı, 1982’de %96’dan 1993’te %80’e düşer.
Birleşik Arap Emirlikleri ihracatında petrolün payı, 1978’de
yaklaşık %99’dan 1993’de %98’e düşer. Suriye’nin
ihracatında maden sektörünün payı, 1982’de %52’den 1992’de
%61’e çıkar. Kuveyt’in ihracatında petrolün payı, 1977’de
%76 ve 1984’te de %55 olarak gerçekleşir. Irak’ın ihracatı
tamamen petrolden oluşmaktaydı. Aynı durum İran için de
geçerlidir.
Petrolün
alıcıları da bellidir. Bunlar daha ziyade emperyalist ülkelerdir.
Örneğin Fransa’nın ithalatında petrolün payı 1989’da %8.7
ve 1995’te %6.7 oranlarında gerçekleşir. Aynı yıllarda bu pay,
Almanya’nın ithalatında %7.5 ve %6.3 oranlarında, Japonya’nın
ithalatında %20.6 ve %16 oranlarında, ABD’nin ithalatında %11.3
ve %8.1 oranlarında, Türkiye’nin ithalatında da %20.3 ve %12.8
oranlarında gerçekleşiyordu.
Bölge
ülkelerindeki hakim sınıflar, halkın, emekçilerin düşmanı
emperyalizme göbekten bağımlıdır. Bunu dış ticaret
ilişkilerinde de görüyoruz. Örneğin İran’ın ithalatında
Sovyetler Birliği hariç Avrupa’nın payı, 1985’te %51.4,
1990’da %52.7 idi. İhracatında Sovyetler Birliği hariç
Avrupa’nın payı, 1988’de %52 ve 1989’da da %46.6 idi.
İsrail’in ihracatında ABD’nin payı,
1985’te %20.5, 1991’de 18; AB’nin payı, aynı yıllarda %44 ve
%51’di. İhracatında ise ABD’nin payı -keza aynı yıllarda-
%34 ve %31; AB’nin payı %31 ve %28 idi. Ürdün’ün ithalatında
AB’nin payı 1986’da %34 ve 1994’de %33, ihracatında da
Sovyetler Birliği hariç Asya ülkelerinin payı 1986’da %70 ve
1994’de de %59’du. Suudi Arabistan’ın ithalatında AB’nin
1985 ve 1993’teki payı %34; SB hariç Asya ülkelerinin payı,
1985’te %33 ve 1993’te de %31 idi. Kuzey Amerika’nın payı ise
-aynı yıllarda- %17.5 ve %22.2 idi. Bu ülkenin ihracatında AB’nin
payı, 1986’de %32 ve 1994’te %23; K. Amerika’nınki %17 ve
%19; Sovyetler Birliği hariç Asya ülkelerininki de %24 ve %51
oranlarındaydı. Suriye’nin ithalatında AB’nin payı 1985’te
%30’dan 1994’te %37’ye çıkar. Sovyetler Birliği hariç
Avrupa’nın payı da 1985’te %47 ve 1994’te de %45 olarak
gerçekleşir. Bu ülkenin ihracatında AB’nin payı -aynı
yıllarda- %43’ten %56’ya; Sovyetler Birliği hariç Asya
ülkelerinin payı, %7’den %27’ye çıkarken, SB hariç
Avrupa’nın payı %74’ten %58’e düşer. Birleşik Arap
Emirlikleri’nin 1984-1993 arası ithalatında AB ve Sovyetler
Birliği hariç Avrupa’nın payı %30 civarındıydı.
Bu
veriler, bölge ülkelerinin emperyalist güçler tarafından ne
denli bir kıskaç altına alınmış olduğunu gösteriyorlar.
Revizyonist
blokun dağılması, Orta Asya ülkelerinin ve başka ülkelerin
önemli petrol yataklarına sahip olmaları, Ortadoğu’nun önemli
petrol kaynağı olmaktan çıktığı anlamına asla gelmez. Daha
çok ülkenin petrol üreticisi olarak dünya pazarına açılması,
bu alandaki rekabeti keskinleştirir. Orta Asya, Azerbaycan
petrolleri üzerine oynanan oyun, bu alanda sürdürülen rekabet
bunu göstermiyor mu? Gösteriyor.
Emperyalist
güçler; ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Rusya, Japonya ve Çin
daha fazla petrol alanına sahip olmak için uluslararası planda her
türlü aracı kullanarak kıyasıya mücadele ediyorlar. Bu
mücadele, gerektiğinde bölgesel savaşlarla da sürdürülüyor.
Körfez Savaşı bunun en son, en çıplak örneğidir.
Belirttiğimiz
gibi, Ortadoğu, stratejik-askeri açıdan da büyük bir öneme
sahiptir. Ortadoğu’nun önemi petrol bazında görece olabilir,
ama stratejik-askeri açıdan bu, mutlak bir önemdedir. Asya’yı,
Afrika’yı ve okyanusları birbirine bağlayan kara, deniz ve hava
yolları bölgede buluşuyorlar/kesişiyorlar. Akdeniz’i Hint
Okyanusu ve Avrupa’yı Asya ile bağlayan Suveyş Kanalı da
bölgededir. Emperyalist güçler, bu stratejik-askeri bölgeye
sürekli sahip olmak istemişlerdir. Bölgeye yerleşerek, askeri
üsler kurarak, talan ve tahakküm politikalarını gerçekleştirmek,
ilerici, devrimci halk hareketlerini bastırmak istemişlerdir ve
bunu, her dönem çeşitli emperyalist güçler gerçekleştirmiştir.
Bölgenin askeri haritası bu gerçeği tam olarak yansıtmaktadır.
Bölgenin her tarafı kara, deniz ve hava üsleriyle doludur:
Revizyonist blok dağılmadan önce bölge, ABD ve Sovyetler Birliği
tarafından adeta ikiye bölünmüştü ve bu emperyalist ülkelerin
orduları karşı karşıya duruyorlardı. Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra BM şemsiyesi altında Amerikan ordusu, esas
emperyalist askeri güç olarak bölgeye yerleşti.
Amerikan
emperyalizminin Ortadoğu politikası, bölge halklarını baskı
altında tutmayı, yerli işbirlikçilerinin iktidarını ebedi
kılmayı, diğer emperyalist güçlerin etkisini kırmayı esas
almaktadır. Amerika’nın Ortadoğu politikası, bölge halklarını
ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel geriliğe mahkum etmeye,
bölgenin yarı-yeni sömürge konumunu devam ettirmeye hizmet
etmektedir. Talan ve tahakküm politikalarını gerçekleştirmek
için ABD, emperyalist zora başvurmaktan, askeri güç kullanmaktan,
yani savaşmaktan çekinmeyeceğini defalarca kanıtlamıştır.
Örneğin 1958’de Lübnan’a müdahaleden Körfez Savaşına ve
son krize kadar olan bölge tarihi, ABD’nin, çıkarlarını
korumak için savaşacağını yeteri kadar göstermektedir. ABD
emperyalizmi, bölgede kendi aleyhine herhangi bir gelişmeyi anında
bastırmak için, uygun askeri tedbirler de almıştır. Körfez
Savaşı sonrasında Türkiye’ye yerleştirilen çok uluslu “Çekiç
Güç”ün tarihi eskidir. ABD, çok önceleri, Basra Körfezi’nde
kendi aleyhine bir gelişmeye hemen müdahale etmek için “Çevik
Güç”ünü kurmuştu. ABD, daha ‘80’li yılların başında
bölgeyi “ulusal çıkarlarının bölgesi”
olarak ilan etmişti. Amerikan emperyalizmi, bölgeyi Pakistan’dan
Türkiye’ye, İsrail’e, oradan Suudi Arabistan’a ve Afrika’ya
uzanan bir askeri üs ve filo çemberi altına almıştı. Bu kontrol
bugün üs sayısı çoğaltılarak daha yoğun olarak
sürdürülmektedir. Revizyonist blokun dağılmasından önce diğer
süper güç olan Sovyet sosyal emperyalizmi de aynen Amerikan
emperyalizmi gibi hareket ederek bölgede kendi “ulusal çıkarlar
alanı”nı oluşturmaya çalışmıştı. ‘80’li
yıllarda Sovyet modern revizyonistleri bölgeye 30 milyar dolar
tutarında silah satarak (bunların arasında 2300 savaş uçağı ve
19 bin roket de vardı) ve 12 bin kadar askeri personel göndererek
“ulusal çıkarlar”ını ifade ediyorlardı.
Revizyonist
blok
ve hemen onun arkasından da Sovyetler Birliği dağıldı. Ama
Ortadoğu açısından değişen önemli bir şey olmadı. Sadece,
geçici olarak Rusya geri çekilmiş oldu ve meydan tamamen ABD
emperyalizmine kaldı. Ama tek süper güç olan ABD’nin kurmak
istediği “yeni dünya düzeni” anlayışı da uzun sürmedi. O
zamana kadar maddi temelleri var olan “bütün
ülkelerin emperyalistlerinin genel ittifakı”,
bütün ülkelerin emperyalistlerini genel olarak ABD’nin şemsiyesi
altında revizyonist bloka karşı birleştiren koşullar ortadan
kalktı ve merkez kaç eğilimi bütün ülkelerin emperyalistlerini
karşı karşıya getiren eğilim hakim oldu. Bu eğilimin hakim
olması eşit olmayan gelişmenin ve emperyalistler
arası rekabetin çok keskinleştiği anlamına gelir.
Revizyonist
blokun çökmesi ve dünyanın, revizyonist dünya kapitalist dünya
olarak ikiye bölünmüşlüğünün, bu temelde ittifak
oluşumlarının ortadan kalkması ve bütün emperyalist ülkeler
arasında “it dalaşı”nın bütün çıplaklığıyla ortaya
çıkması, Lenin’in bir tespitini bir kere daha doğrulamıştır.
14
Mayıs 1918’de Lenin “Dış Politika Üzerine Rapor”unda şöyle
diyordu:
“...
iki eğil im var: Bunlardan birisi bütün emperyalistlerin
ittifaklarını kaçınılmaz yapıyor. Diğeri ise bir emperyalisti
diğerinin karşısına dikiyor. Hiçbirisi sağlam temele dayanmayan
iki eğil im.” (Lenin; C. 27, s. 363,“Bericht über die
Aussenpolitik”).
Bu
eğilimlerden ilki, revizyonist blokun var olduğu dönemde bu bloka
karşı, klasik kapitalist dünyada emperyalistlerin ABD şemsiyesi
altında ittifaka gitmeleri anlamına geliyordu.
“Bütün
ülkelerin emperyalistlerinin genel ittifakı, ekonomik kapitalist
ittifaka dayanan bu ittifak, dünya tarihinin birçok büyük, gözde
kesitlerinin kanıtladığı gibi, anavatan tanımayan, sermayenin
savunulması için doğal ve kaçınılmaz olan ittifak, emekçilere
karşı ittifakın korunmasını, bütün ülkelerin
kapitalistlerinin birliğinin korunmasını, anavatanın çıkarlarını
halkın çıkarlarından üstün tutan ittifak.” (Lenin; agk.,
s. 359).
İkinci
eğilim ise, revizyonist blokun dağılmasından sonra gelişmeye
başladı.
“Kapitalizmin
bu temel eğiliminin (ilk eğilim
kastediliyor. PD) bir istisnası ... emperyalist savaşın,
şimdi bütün dünyayı kendi aralarında paylaşmış olan
emperyalist güçleri ... birbirine düşman gruplara, düşman
koalisyonlara bölmüş olmasıdır. Bu düşmanlık, bu mücadele,
bu ölüm-kalım dalaşı, belli koşullarda bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakını olanaksız kılıyor” ve “bütün
ülkelerin emperyalistlerinin genel ittifakı ... politikanın itici
gücü ...” olmuyor (Lenin; agk., s. 359-360-363).
Bu
ikinci eğilimin, revizyonist blokun dağılmasından sonra ne denli
gelişmiş olduğunu emperyalistler arası rekabetin keskinleşme
boyutları yeteri kadar göstermektedir. Ortadoğu’da sürdürülen
emperyalistler arası rekabet, hegemonya mücadelesi bunun en güncel
ve tipik örneğidir.
“...
Kapitalizm koşullarında sömürgelerin, çıkar ve nüfuz
alanlarının vs. paylaşımı için katılanların gücünden, genel
ekonomik, mali, askeri vb. gücünden başka bir şey düşünülemez.
Ama katılanların gücü, dengesiz değişir. Çünkü kapitalizm
koşullarında tek tek işletmelerin tröstlerin sanayi dallarının
ve ülkelerin eşit bir gelişmesi olamaz” (Lenin; C. 33, s.
300, “Emperyalizm…”, Alm.).
Emperyalist
ülkelerin Ortadoğu üzerindeki rekabetlerinin gelişme durumunu ve
rekabet eden ülkelerin konumlarını dış ticaret ilişkilerinde de
görüyoruz:
İran’ın dış ticaretinde emperyalist
ülkelerin payı
|
||||||
Ülke ve bölge | İthalatında | İhracatında | ||||
1968
|
1977
|
1992
|
1968
|
1973
|
1989
|
|
AB |
52
|
43,3
|
49,8
|
27,8
|
3,4
|
44,7
|
ABD |
16,5
|
16,2
|
-
|
4,0
|
0,3
|
-
|
Almanya |
21,0
|
19,3
|
24,5
|
2,0
|
1,7
|
4,6
|
Japonya |
9,4
|
16,1
|
12,0
|
32,1
|
0,7
|
13,5
|
Fransa |
6,5
|
4,7
|
0,3
|
1,9
|
0,4
|
7,2
|
İngiltere |
12,7
|
7,1
|
5,5
|
18,1
|
0,5
|
5,3
|
İtalya |
6,0
|
5,6
|
9,4
|
1,7
|
0,4
|
6,4
|
SB/Rusya |
3,2
|
1,9
|
-
|
2,0
|
1,6
|
0,2
|
Kaynak: Yearbook of International Trade Statistics; 1977/I, 1983/I, 1988/I ve 1995/I. |
İsrail'in dış ticaretinde emperyalist ülkelerin payı | ||||||||
Ülke ve bölge |
İthalatında
|
İhracatında
|
||||||
1970
|
1980
|
1990
|
1994
|
1970
|
1980
|
1990
|
1994
|
|
AB |
47,1
|
35,5
|
49,5
|
51,1
|
37,8
|
39,9
|
35,2
|
28,3
|
ABD |
22,2
|
19,2
|
17,9
|
18,0
|
19,2
|
17,5
|
28,8
|
31,1
|
Almanya |
12,0
|
9,9
|
11,8
|
10,5
|
8,6
|
10,2
|
5,9
|
5,0
|
Japonya |
4,3
|
1,5
|
3,6
|
4,1
|
4,2
|
4,2
|
7,2
|
5,8
|
Fransa |
4,2
|
3,8
|
3,9
|
4,5
|
5,0
|
5,4
|
4,8
|
3,4
|
İngiltere |
15,7
|
8,6
|
8,5
|
8,5
|
10,6
|
8,4
|
7,0
|
5,0
|
İtalya |
5,2
|
4,4
|
6,1
|
7,8
|
-
|
5,1
|
4,2
|
3,0
|
SB/Rusya |
-
|
-
|
0,1
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
Kaynak: Yearbook of International Trade Statistics; 1977/I, 1983/I, 1988/I ve 1995/I. | ||||||||
Ürdün’ün dış ticaretinde emperyalist
ülkelerin payı
|
||||||||
İthalatında
|
İhracatında
|
|||||||
1970
|
1980
|
1990
|
1995
|
1970
|
1980
|
1990
|
1995
|
|
AB |
33,7
|
38,4
|
28,3
|
33,2
|
5,0
|
3,6
|
6,3
|
8,0
|
ABD |
11,2
|
8,6
|
17,4
|
9,4
|
-
|
1,6
|
4,6
|
3,9
|
Almanya |
9,0
|
8,9
|
8,6
|
8,5
|
-
|
-
|
-
|
-
|
Japonya |
5,9
|
7,2
|
3,2
|
3,6
|
0,1
|
2,4
|
-
|
-
|
Fransa |
2,5
|
7,2
|
5,7
|
4,6
|
-
|
-
|
-
|
-
|
İngiltere |
13,4
|
7,8
|
5,0
|
4,6
|
-
|
-
|
-
|
-
|
İtalya |
3,4
|
6,4
|
3,9
|
5,4
|
-
|
-
|
-
|
-
|
SB/Rusya |
-
|
0,8
|
0,7
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
Kaynak: Yearbook of International Trade Statistics; 1977/I, 1983/I, 1988/I ve 1995/I. |
Suudi Arabistan’ın dış ticaretinde
emperyalist ülkelerin payı
|
||||||||
İthalatında
|
İhracatında
|
|||||||
1970
|
1980
|
1990
|
1993
|
1970
|
1980
|
1990
|
1994
|
|
AB |
30,2
|
34,6
|
36,0
|
33,8
|
38,8
|
34,9
|
-
|
20,6
|
ABD |
18,3
|
20,1
|
17,5
|
21,1
|
0,9
|
15,5
|
24,9
|
18,5
|
Almanya |
9,9
|
9,1
|
7,7
|
7,1
|
2,0
|
3,0
|
-
|
4,8
|
Japonya |
10,1
|
18,1
|
16,4
|
12,9
|
21,3
|
17,4
|
-
|
16,0
|
Fransa |
2,2
|
5,5
|
4,2
|
4,2
|
6,3
|
9,2
|
-
|
5,3
|
İngiltere |
6,8
|
6,5
|
12,0
|
11,1
|
7,6
|
3,5
|
-
|
-
|
İtalya |
4,5
|
7,4
|
4,9
|
5,2
|
10,8
|
6,1
|
-
|
5,1
|
SB/Rusya |
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
-
|
Kaynak: Yearbook of International Trade Statistics; 1977/I, 1983/I, 1988/I ve 1995/I. | ||||||||
Suriye’nin dış ticaretinde emperyalist ülkelerin payı | ||||||||
Ülke ve bölge |
İthalatında
|
İhracatında
|
||||||
1970
|
1980
|
1990
|
1994
|
1970
|
1980
|
1990
|
1994
|
|
AB |
26,9
|
35,1
|
40,1
|
33,0
|
-
|
63,3
|
41,5
|
55,7
|
ABD |
3,5
|
5,3
|
10,7
|
5,8
|
-
|
4,3
|
0,8
|
1,2
|
Almanya |
7,0
|
10,8
|
9,0
|
8,5
|
-
|
-
|
2,2
|
2,5
|
Japonya |
6,0
|
3,9
|
3,3
|
10,1
|
-
|
-
|
-
|
-
|
Fransa |
4,8
|
6,1
|
12,7
|
5,0
|
-
|
3,0
|
12,8
|
12,4
|
İngiltere |
4,1
|
3,3
|
2,6
|
3,6
|
-
|
-
|
2,0
|
5,3
|
İtalya |
6,7
|
8,7
|
6,4
|
8,7
|
-
|
55,3
|
28,2
|
27,0
|
SB/Rusya |
7,9
|
1,1
|
2,8
|
-
|
8,7
|
5,6
|
32,7
|
-
|
Kaynak: Yearbook of International Trade Statistics; 1977/I, 1983/I, 1988/I ve 1995/I. | ||||||||
Türkiye’nin dış ticaretinde emperyalist
ülkelerin payı
|
||||||||
Ülke ve bölge |
İthalatında
|
İhracatında
|
||||||
1970
|
1980
|
1990
|
1995
|
1970
|
1980
|
1990
|
1995
|
|
AB |
44,9
|
28,7
|
41,8
|
47,5
|
48,1
|
43,0
|
53,2
|
51,3
|
ABD |
19,4
|
5,7
|
10,2
|
10,4
|
9,6
|
4,4
|
7,5
|
7,0
|
Almanya |
18,5
|
10,6
|
15,7
|
15,5
|
19,9
|
20,8
|
23,6
|
23,3
|
Japonya |
2,9
|
-
|
5,0
|
3,9
|
-
|
-
|
-
|
-
|
Fransa |
3,6
|
4,9
|
6,0
|
5,6
|
6,7
|
5,6
|
5,7
|
4,8
|
İngiltere |
9,9
|
4,0
|
4,5
|
5,1
|
5,7
|
3,6
|
5,7
|
5,3
|
İtalya |
7,9
|
3,9
|
7,7
|
8,9
|
6,6
|
7,5
|
8,5
|
6,7
|
SB/Rusya |
4,4
|
2,4
|
5,6
|
-
|
5,0
|
5,8
|
4,1
|
5,7
|
Kaynak: Yearbook of International Trade Statistics; 1977/I, 1983/I, 1988/I ve 1995/I. |
Birleşik Arap Emirlikleri’nin dış
ticaretinde emperyalist ülkelerin payı
|
||||||||
Ülke ve bölge |
İthalatında
|
İhracatında
|
||||||
1973
|
1980
|
1990
|
1993
|
1973
|
1980
|
1989
|
1993
|
|
AB |
24,7
|
34,2
|
31,0
|
26,0
|
39,6
|
27,5
|
8,7
|
10,8
|
ABD |
15,9
|
12,6
|
9,1
|
7,8
|
7,0
|
8,3
|
7,3
|
2,7
|
Almanya |
-
|
5,8
|
7,5
|
6,3
|
10,1
|
5,2
|
0,9
|
3,0
|
Japonya |
19,5
|
17,6
|
14,2
|
14,0
|
30,8
|
35,6
|
28,0
|
3,7
|
Fransa |
4,0
|
5,7
|
3,5
|
3,7
|
16,6
|
10,0
|
-
|
-
|
İngiltere |
16,7
|
14,3
|
9,9
|
7,1
|
6,8
|
3,3
|
1,1
|
2,3
|
İtalya |
1,9
|
3,7
|
4,5
|
4,4
|
2,5
|
2,7
|
-
|
-
|
SB/Rusya |
0,3
|
0,1
|
0,1
|
-
|
-
|
0,1
|
-
|
-
|
Kaynak: Yearbook of International Trade Statistics; 1977/I, 1983/I, 1988/I ve 1995/I. |
Bölge
ülkelerinin dış ticareti, özellikle de ihracatı oldukça
dengesiz gelişiyor. İthal eden ülkelerin, bölge ülkeleri
ihracatındaki paylarının olağanüstü değişmesi bunu
gösteriyor. Bizi ilgilendiren ihracat verilerinden ziyade ithalat
verileridir. Yani söz konusu bu emperyalist ülkelerin, bölge
ülkeleri ithalatındaki paylarıdır. Bu veriler, başta ABD,
Almanya ve bunları takip eden Japonya, Fransa, İngiltere ve İtalya
arasında bölge üzerindeki rekabetin ne denli keskinleşmiş
olduğunu gösteriyorlar. Ülkeden ülkeye farklılık gösterse de
ABD’nin payında genel bir gerileme ve Almanya’nın payında
genel bir artma var. Bu iki emperyalist ülkenin, bazen de
Japonya’nın payları birbirine daha ziyade yakınken, diğer
emperyalist ülkelerin payları da daha düşük oranlarda birbirine
yakın. Burada emperyalist ülkelerin bölge üzerinde sürdürdükleri
rekabetin iki boyutunu görüyoruz: Rekabet daha ziyade ABD-Almanya
arasında ön planda keskinleşiyor. Diğer emperyalist ülkelerin
bölge üzerindeki rekabetleri ise daha ziyade geri planda devam
ediyor. Bundan dolayıdır ki, ABD ve Almanya’nın
tavrı/politikaları belirleyici olurken, diğer emperyalist
ülkelerinki etkileyici oluyor.
Lenin,
yukarıda belirtiğimiz yazısında şöyle diyor:
“Müttefik
halklar ile savaş tehdidi ve Almanya ile uzlaşma ültimatomun
formunda var. Ama bu, birkaç gün içinde değişebilir. Bu, her an
değişebilir, çünkü bugün Japonya’ya karşı düşmancıl olan
Amerikan burjuvazisi, yarın Alman burjuvazisi ile uzlaşabilir.
Onların temel çıkarları yerkürenin paylaşım çıkarlarıdır,
toprak beylerinin, sermayenin çıkarlarıdır. İfade ettikleri
gibi, ulusal onurlarının ve ulusal çıkarlarının teminatıdır”
(Lenin; agk., s. 363).
Günümüzdeki
emperyalistler arası ilişkiler böyle bir gelişmeyi gösteriyorlar.
Revizyonist blok varken, dünyayı paylaşma çıkarları, Sovyet
sosyal emperyalizmine karşı emperyalist ülkeleri bir araya
getiriyordu. Bu blok yıkıldı ve bu emperyalist ülkelerin de
uzlaşma zorunluluğu ortadan kalktı. Daha sonra ABD ve Rusya, belli
bir taktiksel yaklaşım içinde oldular. Bu yaklaşım, Rusya’nın
zayıflamış gücünden ve ABD’nin AB’ye karşı rekabetinden
kaynaklanıyordu. ABD’nin Orta Asya petrollerine göz dikmesi ve
Rusya’nın çıkarlarını doğrudan tehdit etmesi, Amerikan-Rus
taktiksel yaklaşımının da sona ermesi anlamına geliyordu. Son
ABD-Irak krizinde Rusya, ortaya koyduğu tavırla, yeniden ve güçlü
olarak dünya politikasında söz sahibi olduğunu açıklamış
oluyordu. En son olarak Alman Başbakan Kohl ile Yeltsin’in
görüşmesi ve Rusya-Almanya ve Fransa arasındaki bir üçlü
zirvenin örgütlenmesinin gündeme getirilmesi, Amerikan
emperyalizmine karşı alınan açık bir tavrın ifadesi oldu. Bu
zirvenin fikir babası ve bu üç emperyalist gücün taktiksel
yaklaşımının örgütleyicisi Alman emperyalizmidir. Tek başına
Almanya, ne Ortadoğu’da ve ne de dünyanın başka bir yerinde ABD
karşısında tutunacak güce henüz sahip değil ve bunun ötesinde
tek başına adım atmaya da niyeti yok. Fransa’yı ve başka
emperyalist, gelişmiş kapitalist ülkeleri yedeklemek için bunu
yapmak zorunda. Ama Rusya ve Fransa’yı yedekleyen bir Almanya, ABD
karşısında güçlüdür ve dünyanın yeniden paylaşımında
belirleyici adımlar atabilir. Tabi, Lenin’in dediği gibi, bu
taktiksel yaklaşımlar her an değişebilir. Bugünün “dostları”
yarın düşman, bugünün birbirine düşman olanları yarının
“dostları” olabilirler. Son yedi senelik emperyalistler arası
ilişkilerin seyri bunu gösteriyor.
Rusya,
son çıkışıyla Ortadoğu’da gözünün olduğunu, bölgeye özgü
Çarlık ve modern revizyonist dönemlerden kalma emperyalist
yayılmacı politikasında hiçbir şeyin değişmediğini göstermiş
oldu.
Ortadoğu
üzerinde emperyalistler arası rekabette, SB’nin dağılmasından
önce olduğu gibi, bir bloklaşmanın, ABD ve Rusya’nın önderlik
ettiği bir bloklaşmanın oluşması pek olası değildir. Bu en
azından bugünün sorunu değildir. Ama ABD dışında her
emperyalist ülke, Ortadoğu’da tek başına, amaçladığı
yayılmacılığı gerçekleştiremeyeceğini bildiği için çıkış
yolunu ABD’ye karşı ortak tavırda arıyor. Yani ABD’ye karşı
bölgemizde, taktiksel bir ittifakın unsurları Almanya, Fransa ve
Rusya’dır. Çin ve Japonya bölge üzerinde rekabetlerini şimdilik
tek başlarına götürüyorlar. Çin ile Rusya arasındaki taktiksel
yaklaşım veya “sıcak” komşuluk ilişkileri de sona erdi.
Çünkü Çin de, Rusya’nın “arka bahçem” dediği Orta Asya
petrollerinde söz sahibi oldu.
Almanya
ve Fransa, AB var olduğu ve Avrupa’nın AB bazında birliği söz
konusu olduğu müddetçe, dünyanın yeniden paylaşımı konusunda
birbirini dışlayan adımları atmaları pek olanaklı değildir. En
fazlasıyla, anlaşamama durumunda birisinin diğerine tabi olması,
AB çerçevesinde birinin diğerini sürüklemesi söz konusu olur
ki, bu durumda sürükleyici olan Almanya’dır.
O
halde, en azından bugünkü koşullarda dünyayı yeniden paylaşım
dalaşında Almanya ve Fransa’nın aynı tarafta yer alacaklarından
hareket etmek gerekir. Her iki emperyalist ülkenin çıkarları,
bugünkü süreçte onları karşı karşıya getirmiyor, ortak
hareket etmelerine neden oluyor.
Almanya-Fransa
ve Rusya’nın olası yakınlaşması karşısında ABD ve Çin’in
olası bir yakınlaşması söz konusu olabilir. Bu durumda Rusya
çember altına alınmış olacaktır.
Her
halükarda Ortadoğu ülkelerinin çeşitli emperyalist güçlerin
yanında saflaşma süreci hızlanacaktır. Bir tarafta ABD,
İngiltere, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan diğer tarafta
Rusya-Almanya-Fransa, Suriye, Lübnan, Irak. En azından Suriye ve
Irak, Rusya’nın bölge üzerinde söz sahibi olduğunu
göstermesinden sonra daha cüretkar bir şekilde antiamerikancı
olacaklardır. Tabi bu durumda, böyle bir saflaşma olduğunda
ABD’nin İran politikasında da önemli değişmeler olacaktır.
Her iki taraf İran’ı kendi yanına çekme mücadelesini
verecektir.
Her
halükarda hem ABD ve hem de Rusya-Almanya her aracı, her olanağı
kullanarak Ortadoğu’da ABD nüfuzunu kırmaya, kendi
hegemonyalarını gerçekleştirmeye çalışacaklardır.
Tabi
bu arada olan, bölge halklarına, Kürt ulusal mücadelesine
olacaktır. Birbiriyle rekabet içinde olan emperyalist ülkeler,
tutarlı antiemperyalist, devrimci mücadeleyi, ulusal kurtuluş
hareketini kanla boğmakta tereddüt göstermeyeceklerdir.
Ortadoğu’da
tarih, adeta tekerrür ediyor.
(Önümüzdeki
sayıda Ortadoğu’daki son siyasal gelişmeleri inceleyerek yazıyı
sürdüreceğiz)
Proleter
Doğrultu, Sayı 14, Ocak-Şubat 1998.