deneme

1 Temmuz 1998 Çarşamba

TÜRKİYE EKONOMİSİNDE TOPLUMSAL TOPLAM ÜRÜN VE ULUSAL GELİR HESAPLAMALARI



TÜRKİYE EKONOMİSİNDE TOPLUMSAL TOPLAM

 ÜRÜN 
 
VE ULUSAL GELİR HESAPLAMALARI


1-Burjuva Politik Ekonomi Açısından

Her toplumsal sınıfın; her üretim biçiminin kendine özgü bir politik ekonomisi vardır. Ve her bir politik ekonomide, ekonominin gelişme seyrini gösteren kıstaslarda da belli farklılıklar söz konusudur. Örneğin kapitalizmde –burjuva politik ekonomide– ekonominin gelişme seyrini gösteren bir dizi kıstas, hakim sınıf olan burjuvazinin çıkarlarına hizmet eder. Burjuvazi, rakamlarla/verilerle oynamanın ötesinde, ekonominin gelişme seyrini ele veren göstergeleri kendi sınıfsal çıkarına hizmet edecek bir şekilde düzenler. Bu türden bir düzenlemeyi Toplumsal Toplam Ürün (TTÜ) ve Ulusal Gelir (UG) hesaplamalarında da görmekteyiz.

TTÜ, burjuva politik ekonomide Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) diye tanımlanır. Nedir bu TTÜ veya GSMH veya da; burjuva ve Marksist-leninist politik ekonomi açısından TTÜ, GSMH ve UG ne anlama gelirler? Sorunu Türkiye ekonomisi somutunda ele almadan önce bu kavramların tanımlamasını yapalım.
Birkaç tanımlama örneği.
"Gayri Safi Milli Hasılası, bir ulus tarafından belli bir devre (genellikle bir yıl) içinde üretilen nihai (yani tekrar satılamayan) mal ve hizmetlerin piyasa fiyatına göre hesaplanan kıymetine eşittir." (Doç. Dr. Dündar Sağlam, "Türkiye Ekonomisi Yapısı ve Temel Sorunları", 1976, Ankara, s. 98)

Dr. Sağlam, UG'yi de şöyle tanımlıyor; "Milli geliri bir ülkede belli bir dönemde (genellikle bir yıl içinde) mal ve hizmetler üretiminden doğan üretim faktörleri gelirlerinin toplam parasal değeri olarak tanımlamak mümkündür." (Agk., s. 94)

Dr. Haluk Cillov ulusal geliri şöyle tanımlıyor:
"Milli gelir, muhtelif iktisadi sektörlerin, istihsale (üretime) ilave ettikleri net kıymeti veya ekonomi dahilinde faaliyette bulunan muhtelif (çeşitli) istihsal (üretim) amillerinin (faktörlerinin) istihsalleri mukabilinde (karşılığında) elde ettikleri gelirlerin mecmu (toplam) kıymetini ifade eder. Yani milli gelir, istihsal amillerinin, sermaye ve teşebbüsün (girişimin) ücret, kar, faiz ve rant şeklinde elde ettikleri gelirlerin toplamıdır." ("Türkiye Ekonomisi, İstanbul 1970, s. 113, parantez içinde Türkçeleştirme bize ait).

Bu tanımlama birkaç sayfa sonra aşağıdaki gibi ifade ediliyor.
"Milli gelir, belirli bir yılda çeşitli iktisadi faaliyet dallarında istihsal edilen mal ve hizmetler.." (s. 117)

H. Cillov, GSMH'yı da şöyle tanımlıyor;
"...Bir ülkede üretilen toplam mal ve hizmetlerin piyasa fiyatı ile değeri, GSMH rakamını vermektedir." (Agk., s. 120).

Başka bir örnek;
"Belli bir yılda çeşitli ekonomik faaliyet dallarında üretilen mal ve hizmetler, o yılın cari fiyatlarıyla çarpılmak suretiyle Türkiye'nin yurt içi geliri hesaplanmıştır. Bu rakama, dış alım gelirleri ilave edilince, piyasadaki cari fiyatlarla Türkiye Milli Geliri'ne ulaşılır." (Prof. Dr. Koray Başal, "Türkiye Ekonomisi", 1994, İzmir, s. 64)

"Üretim yönünden milli gelir,..rakam bir ülkede tarım, sanayi, ticaret ve diğer sektörlerde gelirin doğuşu sırasında...hesaplanmaktadır." (Agk., s.62).

Prof. Dr. Kenan Gürtan'ın ulusal gelir tanımlaması da şöyle;
"Milli gelir, bir yıl zarfındaki milli üretimin, yani beşeri ihtiyaçların tatminine elverişli...mal ve hizmetlerin topyekün nakti ifadesi olmaktadır." ("Türkiye'nin Ekonomik Yapı Problemleri", C. I, İstanbul 1984, s. 104)

"Gayri Safi Milli Hasıla... muayyen bir devre (yıl) zarfında milli ekonomide istihsal edilen mal ve hizmetlerin (katma değerlerin) piyasa fiyatı ile ifade edilmiş topyekün nakti kıymetidir" (Agk., s. 132).

Prof. Dr. Sabri F. Ülgener'in tanımı;
"Milli gelir,...bir milleti meydana getiren fertlerin belli bir dönemde (genellikle bir yıl içinde) yarattıkları mal ve hizmetlerin toplam değeri olarak tarif edilmiştir" ("Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme", İstanbul, 6. baskı, baskı tarihi belirsiz, s. 20).

"Gayri Safi Milli Hasıla,...millet ekonomisinin bir devre (yıl) zarfında iktisadi faaliyetlerinin sonucunu,...ham (brutte) şeklinde, yani istihsal teçhizatında aşınma ve eskimeye göre herhangi bir indirme yapılmadan o yıl meydana getirilmiş mal ve hizmetlerin toplamı halinde gözönüne alınır....Bahis konusu mallar,...bilcümle tüketim malları, kapital mallar ve hizmetlerdir." (Agk., s.25).

Orhan Hançerlioğlu'nun tanımı;
"Gayri Safi Milli Hasıla, …bir ulusun bir yıl içinde ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarla dile getirilen değerlerinin toplamı... Bir ulusun üretebildiği bütün mal ve hizmetler bu deyimin kapsamı içindedir" ("Ekonomi Sözlüğü", Aralık 1995, s. 228).

"Ulusal gelir, ...çağdaş anamalcı (kapitalist-PD) ekonomiciler bu iki alana (tarım ve sanayi) karşılığında ücret ödenen bütün hizmetleri de katmaktadırlar." (Agk., s. 439)

Orhan Hançerlioğlu, sözlükleri Türkiye'de yaygın kullanılan bir yazar. Diğerleri ise, Türkiye üniversitelerinde hocalık yapmış olan veya hala hoca olan profesörler. Bütün bu ve bahsetmediğimiz daha bir dizi yazar-Prof. Anadolu coğrafyasında burjuva politik ekonomiyi akademik anlamda da olsa yaygınlaştıran ve yüksekokullarda öğreten unsurlardır. Bu yazarların yukarıya aktardığımız anlayışları, her ne kadar, kendi başlarına birer kişisel tanımlamalarsa da, bir bütün olarak burjuva politik ekonominin yansıtılmasıdır. Aynı kavrayış devletin resmi kurumları olan "DPT" ve "DİE"de de hakimdir.

Bu tanımlamalardan esas olan, maddi değerlerin üretim değerinin yanısıra hizmet sektörünün de GSMH ve UG hesaplarına katılmasıdır. Bu tanımlamalardan hareketle varılan sonuç şudur; hizmet sektöründe de değer üretilmektedir. Bu, açıkça, böyle ifade edilmese de varılan sonuç böyledir. Nihayetinde sözkonusu olan bir ulusun bir yıl içinde ürettiği gelirlerin toplamıdır ve bu toplam içinde hizmet sektörü de gelir üreten bir bileşim olarak görülmektedir.

Yukarıya aktardığımız tanımlamalarda önemli bir kargaşa yok. Düşünülen, açık ve net olarak ifade ediliyor. Esas kavram kargaşası, ulusal gelir ve "Safi milli hasıla" tanımlamalarında kendisini gösteriyor.

Bunu göstermek için yine yukardaki yazar-alıntı sıralamasına göre hareket edelim:
Dündar Sağlam:
"Milli geliri, bir ülkede belli bir dönemde... mal ve hizmetler üretiminden doğan üretim faktörleri gelirlerinin toplam parasal değeri olarak tanımlamak mümkündür." (Agk., s. 94)
"Safi Milli Hasıla (SMH)= GSMH.- Amortisman miktarı (A)" :SMH=GSMH- A.

"Safi Milli Hasıla'dan, dolaylı vergiler düşüldükten sonra, üretim faktörü sahiplerinin o yıl hizmetleri karşılığı elde ettikleri gelirin toplamı, milli geliri teşkil eder. Bir memlekette mevcut işletmelerin belli bir devre (genellikle bir yıl) içinde üretim faktörü sahiplerine sağladıkları ücret, maaş, faiz, kira, rant, kar, temettü gibi gelirler toplandığı zaman milli gelir elde edilir" (Agk., s. 99).

Sayfa 94'teki milli gelir tanımlamasında SMH; GSMH ayrımı yapılmıyor. Bu tanımlama, bu haliyle GSMH'yı milli gelir ile eş anlamlı olarak ele alıyor.

Sayfa 99'daki tanımlamada ise 94. sayfadaki tanımlama kavram olarak daraltılıyor, doğru olarak Ulusal Gelir SMH ile eş anlamlı ele alınıyor ve SMH(UG)=GSMH-A deniyor. Ama bu SMH içinde maaşlara, ticaret kârlarına, temettüye yer veriliyor. Yani maddi değerlerin yaratılmadığı alanlardaki gelirlere hal böyle olmasına rağmen yazar, Milli geliri tanımladığı paragrafın hemen altında şöyle diyor: "Üretken faaliyetin karşılığı olmayan gelirler bu kavrama (Milli gelir kavramı kastediliyor-PD) dahil değildir." (Agk., s. 99) Yazar, ticaret sektörünü, anlaşılan o ki, "üretken faaliyet" alanı olarak görüyor ve bu alandaki gelirleri de milli gelirden sayıyor. (Bkb, s. 110-111). Ortaya çıkan durum şu; yazar, her ne kadar, doğru olarak "üretken faaliyet"ten, SMH=GSMH-A’ dan bahsetse de, burjuva politik ekonomi anlayışına sadık kalarak maddi değerlerin üretilmediği alanları da GSMH ve UG hesaplamasına katıyor ve yukarıya aktardığımız gibi kavramları birbirine karıştırıyor, çelişik tanımlama yapıyor ve GSMH-MG ayrımına pek önem vermiyor.

Haluk Cillov;
"Belirli bir yılda çeşitli iktisadi faaliyet dallarında istihsal edilen mal ve hizmetler, o yılın cari fiyatlarıyla çarpılmak suretiyle Türkiye'nin yurt içi geliri hesaplanmıştır. Bu rakama dış alan gelirleri ilave edilince, piyasadaki cari fiyatlarla Türkiye Milli Geliri'ne (Safi Milli Hasıla) ulaşılır." (Agk., s.117)

Bu tanımlamaya göre, ülke içindeki üretime "dış alan gelirleri ilave edilince ... Safi Milli Hasıla" elde ediliyor. Yazar iki sayfa sonra başka bir tanımlama yapıyor:

"Bir ülkede çeşitli üretim dallarında yaratılan gelirlerin toplamı,...'milli gelir' rakamını vermektedir. Buna ülke içerisinde ödenen vasıtalı vergiler ile üretime katılan istihsal vasıtalarının amortisman (eskime ve aşınma) payını ilave edersek 'piyasa fiyatlarına göre hesaplanmış gayri safi milli hasıla' rakamını elde ederiz." (Agk., s.119)

Sayfa 119'daki milli gelir tanımında "dış alan gelirleri"nden bahsedilmiyor. Ve aynı yerde GSMH tanımına amortisman payının -bu doğrudur- yanısıra vasıtalı vergiler de dahil ediliyor.
Bu da H. Cillov'a özgü bir tanımlama.

Koray Başal;
-"Bir ülkede çeşitli üretim dallarında yaratılan gelirlerin toplam, milli gelir rakamlarını vermektedir. Buna ülke içinde ödenen vasıtalı vergiler ile üretime katılan üretim vasıtalarının amortisman payını ilave edersek, piyasa fiyatlarına göre hesaplanmış Gayri Safi Milli Hasıla rakamını elde ederiz." (Agk., s.67)

H. Cillov ile K. Başal'ın tanımlamaları hemen hemen aynı. (Bkz. H. Cillov, s.119, K. Başal, s. 67)
-"Belli bir yılda çeşitli ekonomik faaliyet dallarında üretilen mal ve hizmetler, o yılın, cari fiyatlarıyla çarpılmak suretiyle Türkiye'nin yurt içi geliri hesaplanmıştır. Bu rakama, dış alım gelirleri ilave edilince, piyasadaki cari fiyatlarla Türkiye milli gelirine ulaşılır." (K. Başal, Agk., s.64).

Bu tanımlamada H. Cillov'ın tanımlamasının tıpa tıp aynısıdır. (Bkz- H. Cillov, s. 117)
Her iki yazarın ortak noktası:
-GSMH tanımlamasının yanlışlığı
-UG tanımlamasının yanlışlığı.

Kenan Gürtan:
Bu Prof. önce UG ve GSMH'yı eş anlamlı kullanıyor: "Milli gelir, milli ekonominin muayyen bir zaman süresi (genellikle bir yıl) zarfındaki icratının (faaliyetinin) yani istihsal edilen (üretilen) mal ve hizmet şeklindeki iktisadi kıymetlerin topyekun nakti ifadesidir." (Agk., s. 104).

Bu ulusal gelir tanımlaması sayfa 132'de GSMH tanımlamasına dönüşüyor: "Gayri safi milli hasıla...muayyen bir devre (yıl) zarfında milli ekonomide istihsal edilen mal ve hizmetlerin (katma değerlerin) piyasa fiyatı ile ifade edilmiş topyekun nakti kıymetidir. Bu... amortismanları ve vasıtalı vergileri de ihtiva eder."

Her iki tanımlamada yer alan "topyekun" kelimesi, kavram olarak gayri safiliğin bir ifadesidir. Yazar buna rağmen önce, "milli gelir" diye GSMH'yı tanımlıyor ve sonra GSMH'yı tanımlıyor ve bu tanımlamaya amortismanları (doğru olarak) ve de vasıtalı vergileri de katıyor.

Bu kavram kargaşası ve yanlış tanımlama yetmiyormuş gibi, K. Gürtan, safi milli hasıla ve milli gelir arasında da belli bir farklılık görüyor ve ona göre tanımlama yapıyor:

"Safi milli hasıla...Gayri safi milli hasıladan, istihsal faaliyetinde kullanılan bütün sabit sermayenin aşınma payına tekabül eden amortismanları düşmek suretiyle elde edilen kıymettir. Şu halde:

Safi milli hasıla = Gayri safi milli hasıla-Amortismanlar...

Milli gelir, safi milli hasıladan vasıtalı vergiler toplamını düşmek suretiyle elde edilen kıymettir...

Milli gelir= safi milli hasıla-vasıtalı vergiler." (Agk., s.132)

Kavram olarak SMH ve UG, eş anlamlıdır. Ama K. Gürtan, bu kavramları yukarıdaki gibi farklılaştırıyor.

SMH=GSMH-Amortismanlar hesabı doğrudur. Ama bu yazar da diğerleri gibi aynı anlayışla hareket ediyor:

-GSMH ve UG kısmen birbirine karıştırılıyor.

-GSMH ve UG içinde maddi değerlerin üretilmediği sektörlere (hizmet-ticaret) yer veriliyor.

-GSMH ve UG hesaplarından vergilerden bahsediliyor. (Sanki bütçe hesabı yapılıyor)

-UG hesabında, ülke içi-ülke dışı gelir hesapları yapılıyor. (H. Cillov ve K. Başal)

Sabri F. Ülgener:
"Milli gelir, bir milleti meydana getiren fertlerin belli bir dönemde (genellikle bir yıl içinde) yarattıkları mal ve hizmetlerin toplam değeri olarak tarif edilmiştir." (Agk., s.20).

S.F. Ülgener, burada milli gelir kavramı altında esasen GSMH'nın tanımını yapıyor. Ama sayfa 25'te de GSMH'nın tanımını şöyle yapıyor: "Gayri safi milli hasıla,...millet ekonomisinin bir devre (yıl) zarfında iktisadi faaliyetlerinin sonucunu,...ham (brutte) şeklinde...yani mal ve hizmetlerin toplamı halinde göz önüne alır. Bahis konusu mallar,...bilcümle tüketim malları, kapital malları ve hizmetlerdir."

"Safi milli hasıla, gayri safi milli hasıladan aşınma ve eskime payının indirilmesi ile elde kalan miktar safi milli hasılayı verir" (Agk., s. 27).

S.F. Ülgener, sayfa 20'de yaptığı "milli gelir" tanımından farklı bir "milli gelir" tanımını sayfa 29'da yapıyor.

"Milli gelir, safi milli hasıladan vasıtalı vergiler çıkartıldıktan sonra, üretim faktörlerinin o yıl prodüktif hizmetleri karşılığı elde ettikleri gelirler toplamına varılır ve buna milli gelir denir."

S.F. Ülgener de milli gelir, GSMH, SMH gibi kavramları birbirine karıştırıyor. Bazen yukarıda aldığı gibi, milli gelir kavramı altında GSMH'yi tanımlıyor. Yaptığı SMH hesabı içinde vasıtalı vergilere yer veriyor ve sonra SMH'den hareketle milli gelir hesabı yapıyor.

Bu iktisat hocaları, cahil oldukları için böylesi kavram kargaşası yaratmıyorlar. Onlar, soruna burjuva politik ekonomi açısından yaklaştıkları için farklı tanımlamalar yapıyorlar. Anlayışın mantıksal sonucu karşımıza farklı tanımlamalar olarak çıkıyor.

Temel yanılgı, GSMH hesabına hizmet sektörünün de dahil edilmesinden doğuyor. Belirttiğimiz gibi, bu sektörde (ticaret, bankacılık, turizm vs.) hiçbir şekilde üretim yapılmıyor. Yani ulusal zenginliğe veya ulusal maddi değerlere yeni yaratılan bir maddi değer katılmıyor. Aksine, bu sektördeki parasal miktar, GSMH'yi yeni; TTÜ'yü olduğundan daha fazla gösteriyor. Çünkü bu sektörde dolaşan parasal miktar, aslında ulusal gelirin harcanması ve dağılımıdır: UG, değişken sermayeden (işçi ücretleri) ve artı değerden oluştuğuna göre hizmet sektöründeki miktar, işçilerin harcamalarından ve sanayi kapitalistinin eline geçen toplam artı değerin, sanayi kapitalisti + ticaret kapitalisti + bankacılık + toprak beyi arasındaki paylaşımıdır. Ve bu miktar, bu kapitalistler arasında paylaşılmadan önce artı değer olarak maddi değerleri üretim sektöründeki kapitalistin (sanayi kapitalisti) eline geçtiği için daha baştan toplu olarak bilinmektedir. Dolayısıyla hizmet sektöründeki miktar, değişken sermayeden ve artı değerden kaynaklanmaktadır. Ve bu miktar (yaratılan yeni değer veya UG) hizmet sektöründe ne kadar çok dolaşırsa, el değiştirirse; berberden terziye, terziden ayakkabıcıya, oradan fırıncıya, lokantacıya vs. hizmet sektöründeki "gelir"ler de o derece artmış olur. Birinci ve temel yanlış, GSMH hesaplamasının bu yönünde kaynaklanıyor.

GSMH hesabında - burjuva politik ekonomi açısından– her ne kadar farklı hesaplama yoksa da, ulusal gelirin hesaplanmasında farklı yöntemler izlenmektedir.

Ulusal gelir hesabında kavram kargaşasına yol açan temel neden hesap metodlarının farklı olmasından kaynaklanmaktadır.

Ulusal gelir hesaplarında burjuvazi üç yöntem kullanmaktadır. Üretim, dağıtım ve harcama açısından UG hesaplamaları. Bu UG'i hesaplama yöntemleri açısından yukarıda adı geçen Prof. iktisatçılar aynı görüşte oldukları için anlamı temsilen buraya Dr. Sağlam'ın görüşlerini aktaracağız:

- Üretim yoluyla UG hesabı (UG'nin doğuşu):
"Bu hesaplamada takip edilen yol, ekonominin cari mal ve hizmet üretimini ölçülmesidir. Üretim yoluyla hesaplanan milli gelir, üretim sektörlerinin yarattıkları katma değerler toplamını ifade eder. Üretim yolu ile milli gelir ve büyüklüklerin hesabında bir ekonomide üretim birimleri veya aynı mal ve hizmetleri yapan birimlerden meydana gelen faaliyet kollarının gayri safi üretim değerlerinden hareket edilmektedir. Bir faaliyet kolunun gayri safi üretim değeri, bu faaliyet kolunda üretilen mal ve hizmetlerin, satış veya piyasa fiyatları ile değerlendirilmesi ile elde edilir." (Agk., s. 95).

- Gelir yoluyla UG hesabı (UG'nin dağılışı)
"Bir ülkede belli bir yıl içinde yaratılan gelirler kâr, maaş ve ücretler, kira ve faiz adı altında üretim faktörleri arasında paylaşılır. Vergiler, sosyal sigorta ödemeleri gibi karşılığında hiçbir mal ve hizmet elde edilemeyen ödemeler transfer ödemeleri olup faktör gelirleri içine girmezler. Bir ülkenin milli geliri, o ülke vatandaşlarının (o ülkede bir yıldan fazla kalan yabancı uyrukluların o ülkede ettikleri faktör gelirleri dahil) geliridir. Bir ülke vatandaşlarının milli gelirine varmak için o ülke içinde doğan faktör gelirlerine net dış alım faktör gelirlerinin eklenmesi gerekir." (Agk., s. 97).

- Harcama yoluyla UG hesabı (UG'nin kullanılışı):
"Bundan önceki iki yöntem gelirin doğuşu ve üretim faktörleri arasında paylaşılması ile ilgili idi. Harcama yolu ise doğan, sonra da üretim faktörler itibariyle şahsileşen gelirin mal ve hizmetler itibariyle nihai kullanımını gösterir.
Üretilen mal ve hizmetlerin bir kısmı yıl içinde ara malı olarak başka mal ve hizmetlerin bünyesine girerken bir kısmı da üretim sürecinden geçmeyerek, doğrudan doğruya tüketime (devlet veya özel kesimde ) sermaye malı olarak yatırıma, yıl içinde kullanılmayarak stoklara ve ihracata gidebilir. Bu türden kullanımlara 'nihai kullanım' denilir. Nihai denmesinin nedeni, bu malların yıl içinde başka bir sınai işlem görmeyerek tüketici yatırımcı ve ihracatçı gibi nihai alıcılar tarafından satın alınmalarıdır" (Agk., s. 97/97).

Bu yöntemlerin zayıf noktaları hakkında da aynı kitapta şöyle deniyor-üretim yoluyla UG hesaplamasında.
"Üretim yolunda en büyük güçlük, mükerrer saymalardan kaçma ve cari fiyatlarla ifade edilen değerlerin tahmini noktalarında toplanır. Ayrıca; mal istatistiklerinin hesaplanması nispeten kolay olmakla beraber, hizmetler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Evlerde üretilip, tüketilen mal ve hizmetlerin değerlerini tahmin etmek ise hiç kolay değildir. Bu nedenler dolayısıyla üretim yolu ile milli geliri tahmin etmede çeşitli boşluklar mevcuttur" (s. 96-97).

- Gelir yoluyla UG hesaplamasında;
"Gelir yolu, ile milli gelirin hesabında ücret bordrolarından, gelir vergisi beyannamelerinden, aile bütçeleri üzerinde yapılan araştırmalardan yararlanılır. Bu kaynakların güvenilirliği ülkeden ülkeye değişir. Ücret gelirlerinin belli bir merkezde kayıt edilemediği gelir vergisi beyannamelerinin çok sınırlı kaldığı, aile bütçesi anket ve monografilerinin yetersiz olduğu ülkelerde bu yöntem yolu ile milli geliri tahmin etmek mümkün değildir" (s. 97).

- Harcama yoluyla UG hesaplamasında:
"Bu yöntem yolu ile milli gelirin sıhhatli bir şekilde tahmini, istatistiki verilerin yeterlilik durumuna sıkıca bağlıdır. Burada tüketici harcamalarını yansıtıcı istatistiklere, banka hesabı carileri ile hisse senedi ve tahvil alım satımlarında görülen değişmeleri belirten istatistiklere lüzum vardır" (s. 98).

Türkiye'de ulusal gelir hesapları genellikle üretici (üretim yoluyla) bazında hesaplanmakta. Ama son yıllarda harcama yoluyla hesap yöntemine doğru bir kayış görülmektedir. Ulusal gelirin tanımı, piyasa ve faktör fiyatlarına göre de değişiyor, ki bu, ulusal gelirin hacmini de doğrudan etkilemektedir. "Şayet herhangi bir global kemiyet (milli gelir rakamı) vasıtalı vergileri de ihtiva ediyorsa, piyasa fiyatları ile vasıtalı vergileri ihtiva etmiyorsa üretim faktörleri ile ifade edilmiş demektir. Bilindiği gibi devlet, istihsal edilen mal ve hizmetleri satış (piyasa) fiyatına bir vasıtalı vergi (gümrük vergileri tüketim vergileri, satış vergileri vs.) ilave eder, yani onların piyasa fiyatlarını suni olarak şişirir. Buna mukabil, bazı mal ve hizmetlerin istihsalini kolaylaştırmak teşvik etmek veya ucuza satılmasını temin etmek için onlara nakdi yardımda (sübvansiyon) bulunur. Diğer bir manada topladığı vasıtalı vergilerin bir kısmını iade eder. Binaenaleyh vasıtalı vergiler, piyasa fiyatları üzerinde birbirine zıt yöndeki bu iki tesir safi bakiyesi kadar bir rol oynar. Yani mili gelir hesaplarındaki vasıtalı vergiler bu vergilerin safi hasılatını gösterir" (K. Gürtan, Agk., s. 133).
Yukarıda vasıtalı vergilerin dahil edildiği ve edilmediği ulusal gelir hesaplaması bu verginin oynadığı rolden kaynaklanmaktaydı.

Türkiye'de ulusal gelir hesaplamalarında "eski" ve "yeni" olmak üzere iki yol izlenmiştir. Her iki yol arasındaki fark şöyledir: "Her iki seri arasındaki bariz fark, esasta eski seride sektör gelirleri faktör fiyatları ile hesaplanmakta, vasıtalı vergiler ve amortismanlar ayrıca gösterilip buna eklenmekte iken yeni seride gayri safi hasılaya ve piyasa fiyatlarına geçilmiş olmasıdır. Kısaca eski seride faktör fiyatları ile safi hasılaya ağırlık verilirken yeni seri piyasa (üretici ve alıcı) fiyatları ile gayri safi hasıla üzerine kurulmuştur. Bu suretle yeni seride amortisman unsuru ana tablolarda kaybolmuştur…
Eski hesaplarda katma değerler faktör ve piyasa fiyatları olarak iki fiyatla değerlendirildiği halde yeni hesaplarda piyasa fiyatları, biri 'üretici' diğeri 'alıcı' olmak üzere iki ayrı fiyat şeklinde düşünülmüştür. Üretici fiyatı, üreticinin satış fiyatıdır. Alıcı fiyatı ise üretici fiyatına ulaştırma (nakliyat) ve ticaret sektörlerinin payları da ilave edilerek bulunan, yani bir malın tüketici veya alıcı eline geçtiği anda buna ödenen fiyattır" (Agk., s. 147).

Türkiye’de ulusal gelir hesaplarına 1971'den sonra yeni seriye göre yapılmış ve geriye kalan yıllar (1923-1971) sonradan yeni seri bazında yeniden hesaplanmıştır.

Bir de A. Başer Kafaoğlu'nun değerlendirmesine bakalım. Kafaoğlu, GSMH hesaplamasına şiddetle karşı çıkıyor, bu hesap yöntemiyle alay ediyor ama GSMH'yi de burjuva politik ekonomi anlayışına göre tanımlıyor. O şöyle diyor:
"Peki nedir Gayri Safi Milli Hasıla... çeşitli akademik tanımlar yapılabilir. Ama burada kısa ve anlaşılır bir tanım verelim. GSMH, bir yıl içinde bireylerin para olarak ifade edilen gelirlerinin toplamıdır. Yani insanların elde ettikleri gelirlerin toplamıdır, ama yeter ki bu gelir para ile ifade edilmiş olsun. Zaten ilk saçmalık burada ‘yani para ile ifade edilme’ koşulu ile başlar. Özellikle hizmet sektöründe işler hemen karışır." (Serbest Piyasa Ekonomisi Yalanlar-Hileler, Ekim 1995, s.12).

Kafaoğlu, burjuvazinin GSMH anlayışını hem eleştiriyor ve hem de GSMH'dan burjuvazinin anladığını anlıyor. Bu iktisatçının da yukarıdakilerden GSMH'yı tanımlama açısından hiçbir farkı yoktur. Ama Kafaoğlu'nun bir özelliği, GSMH hesaplamasını yeni bir yöntem sanmasıdır: O, GSMH'yı kastederek şöyle diyor: "Aslında terim yenidir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Amerikan iktisatçısı ünlü profesör Simon Kuznets tarafından bulunmuştur" (Agk., s.11).

Ama bu türden hesaplamalar hiç de yeni değildir. Ulusal gelir hesaplamaları tarihte ilk kez W. Petty (Marks, klasik burjuva politik ekonomiyi Petty'nin çalışmalarıyla başlatır) tarafından yapılmıştır. (1623-1687) G. King de (1648-1727) aynı yönde çalışmalar yapmıştır. Fizyokratların (F. Quesnay, R. Baudeau, Turgot, Mirabeau vb.) çalışması da bilinmektedir. Örneğin François Quesnay'in "Tableau economique"ini -ekonomi tablosu- Marks neredeyse övgüyle ele almıştır. (Bkz., C. 26, s. 272, Alm.) Quesnay, hazırladığı tabloda Fransa'nın yıllık brüt üretimini (Toplam sermayenin yeniden üretim ve dolaşım süreçlerinin şekillendirilmesi) hesaplamaya çalışmıştır. A. B. Kafaoğlu, bütün bunları bir kenara bırakarak ulusal gelir hesaplamalarını 40-50 sene öncesinden başlatıyor. Kapitalist sınıf; burjuva politik ekonomi daha önceleri hesap tutmuyor muydu, gelirini giderini bilmiyor muydu? A.B. Kafaoğlu'na göre bilmiyordu.

2- Marksist-Leninist Politik Ekonomi Açısından

Marksist literatürde veya da Marksist-leninist politik ekonomide GSMH diye bir kavram yoktur. En azından burjuvazinin; burjuva politik ekonominin anladığı anlamda bir GSMH yoktur. Bu kavramın yerini marksist literatürde toplumsal toplam ürün veya da brüt ürün (BÜ) alır. GSMH ve TTÜ veya BÜ arasında bağlayıcı, önemi haiz olan farklılık vardır. Yukarıda GSMH'nın tanımını ve içeriğini verdik. Şimdi soru şu: TTÜ veya BÜ dendiği zaman anlaşılması gereken nedir? TTÜ ve BÜ bir ülkenin belli bir zaman dilimi içinde -diyelim ki bir yıl- ürettiği maddi değerlerin, malların toplam kütlesini ifade eder. Bu ürün kütlesi realize edilerek- satılarak- meta formundan para formuna dönüştürülmüş olur. TTÜ değer açısından üç bileşenden oluşur:

a- Değişmeyen sermaye: Toplumsal toplam ürünün bu kısmı, yeniden üretim sürecinde tüketilen üretim araçlarının (hammadde, enerji, makinalar vs. ) yenilenmesi veya yerine getirilmesi için kullanılır. Bu kısmı S ile belirtelim.

b - Değişken sermaye: Toplumsal toplam ürünün bu kısmı, yani değişken sermaye, işçi ücretleri adı altında üretimde çalışan işçilere ödenen miktardır. Bu kısmı d ile belirtelim.

c – Artı değer: Toplumsal toplam ürünün bu kısmı, üretim sürecinde işçiler tarafından yaratılan ve kapitalist tarafından el konan yeni değerdir. Bu kısmı da a ile belirtelim.
Bu durumda TTÜ= s+d+a olmaktadır.

Görüyoruz ki, M-L politik ekonomi, TTÜ hesaplamasında veya en kaba anlamıyla "GSMH" hesaplamasında maddi değerlerin üretimini yegane kıstas olarak alıyor veya maddi değerlerin üretilmediği sektörleri esas olarak alıyor veya maddi değerlerin üretilmediği sektörleri –örneğin hizmet sektörü– hesap dışı bırakmayı temel kıstas olarak almaktadır. Bu, TTÜ veya "GSMH" hesaplamasında Marksist-leninist politik ekonomi ve burjuva politik ekonomi arasındaki temel sınıfsal kıstastır. Ulusal gelirin tanımına gelince;

"Toplumsal toplam ürün içinde yeniden üretilen değerin cisimleştiği kesimi, ulusal (ya da halk) geliri oluşturur. Demek oluyor ki kapitalist toplumda ulusal gelir, yıl içinde tüketilen üretim araçlarının değeri çıkartıldıktan sonra geriye kalan toplumsal toplam ürünün değerine eşittir. Ya da başka türlü ifade edilirse: O değişken sermaye ile artı değerin toplamına eşittir. Doğal biçimine göre ulusal gelir, bireysel tüketim için üretilen maddelerin toplam kütlesi ve üretilen üretim araçlarının üretimini genişletilmesi için kullanılan kesimdir. Böylece ulusal gelir kendini, bir yandan yıl içinde yeni yaratılan değer miktarı alarak ve diğer yandan da toplumsal toplam ürünün kendisinde yeni değerin cisimleştiği parçası şeklindeki çeşitli türden maddi varlıklar kütlesi olarak ortaya kor." (SSCB Ekonomi Enstitüsü Bilimler Akademisi, Politik Ekonomi Ders kitabı, s. 225, Alm.).

Bu durumda ulusal gelir şöyle oluyor: UG= d+a

Görüyoruz ki, Marksist-leninist politik ekonomi UG hesaplamasında maddi değerlerin üretiminden hareket etmektedir ve bu hesaplamada esas olan, yegane kıstas, işçi sınıfı tarafından üretim sürecinde üretilen yeni değerdir. Demek oluyor ki UG hesaplamasında burjuva politik ekonomi ve M-L politik ekonomi arasında orta bir nokta yoktur. Her politik ekonomi UG'yi kendi sınıfsal çıkarına göre hesaplamaktadır.

"Kapitalizmde çok sayıda meta üreticileri, köylüler ve zanaatçılar vardı ve onların çalışmasıyla da keza toplumsal toplam ürünün bir kısmı üretilir. Bundan dolayı sözkonusu zaman dilimi içinde köylüler ve zanaatkarlar tarafından yeni üretilen değer de bir ülkenin ulusal gelirine dahildir.
Toplumsal toplam ürün ve dolayısıyla ulusal gelir de, maddi üretim dallarına çalışan işçiler tarafından üretilir. Buna maddi değerlerin üretildiği bütün dallar –sanayi, tarım, inşaat, transport vs.– dahildir.
Devlet aygıtının, kredi sektörünün ticaretin (üretim sürecinin dolaşım alanındaki devamını teşkil eden ticari operasyonlar hariç) vs.nin dahil olduğu üretici olmayan dallarda ulusal gelir üretilmez" (Agk., s. 225)
Görüyoruz ki; "GSMH" ve UG'in burjuva ve Marksist yorumu, üretildiği ve üretilmediği alanlar oldukça açık saptanıyor.

Sorunu karşılaştırmalı olarak gösterirsek:


Tabii ki hesaplamalar birbirinden bu denli farklı olunca varılacak sonuçlar da o denli farklı olacaktır.

3 - Ekonominin Gelişmesini Gösteren Bazı Kıstasların Anlamı

- Ekonomik gelişme kıstası olarak GSMH: Burjuva politik ekonominin bir kavramı olan GSMH, kapitalist ekonominin gelişmesini göstermede genel bir kıstastır; ekonomik gelişmeyi kaba hatlarıyla gösterir. Ekonomik gelişmenin temel kıstası, yeni değerlerin üretilip üretilmediğidir. GSMH, hem yeni değerlerin veya maddi değerlerin üretildiği sektörleri hem de hiçbir değerin üretilmediği sektörleri kapsamına almakta ve zaten tespit edilmiş olan değerin (ulusal gelir) kişisel ve yatırım harcamaları olarak dolaşımını ve ticaret, banka kârları ve toprak kirasını yeniden hesaba katarak, ulusal gelir miktarının dolaşım/ tüketim aşamasını şişirmektedir. Örneğin, insanlar berbere ne kadar çok giderlerse GSMH da o derece artar. Ama burada hiçbir değer yaratılmıyor, olan, sadece insanların ulusal gelirden ücret, maaş vs. olarak aldıkları paranın bir kısmını berbere vermiş olmalarıdır. Ve onların berbere verdikleri miktar, ulusal gelir içinde yer aldığı için o miktarı yeniden hesaba katmakla yeni bir değer yaratılmış olmuyor, sadece GSMH, şişirilmiş oluyor. Bu nokta göz önünde tutularak GSMH, başka kıstaslarla birlikte-örneğin sanayi- ekonominin gelişmesini göstermede bir veri olur. GSMH, başka kıstaslarla birlikte ele alındığında genel bir gösterge olmaktan çıkartılabilir.

Şu da bir gerçek; bir ülkede, artı değerin, yeni bir değerin yaratılmadığı alanları kapsayan hizmet sektörünün gelişme seviyesi, o ülkede ticaretin; metaların dolaşımını, genel olarak para sirkülasyonunun gelişmesini ele verir. Hizmet sektörünün gelişmesini ele verir. Bu aynı zamanda kapitalist ilişkilerin gelişmesinin bir ifadesidir. Hizmet sektörünün gelişmişlik veya gelişmemişlik durumu bu anlamda bir önem kazanır.

- Ekonomik gelişmenin kıstası olarak milli gelir: Burjuva politik ekonomi açısından milli gelir de aynen GSMH gibi, ekonominin gelişmesini göstermede genel bir kıstas olmanın ötesine pek geçmez. Burjuva iktisatçıları –baş tarafta da gösterdiğimiz gibi– her ne kadar GSMH-Milli gelir- SMH gibi kavramları bazen birbirine karıştırıyorlar ve farklı faktörleri hesaba katarak farklı içerikli sonuçlara varıyorlarsa da esas olan şudur: GSMH'dan amortismanlar çıkartıldıktan sonra geriye kalan, milli gelir veya SMH oluyor. Bu geriye kalan içinde hizmet sektörü de var. Dolayısıyla kapitalizmde milli gelir veya SMH hacmi, amortismanların çıkartılmasıyla daraltılmış, amortismanların miktarı kadar daraltılmış –GSMH olarak yukarıda– ekonominin gelişmesini göstermek açısından kıstas alarak GSMH'ya verdiğimiz önem kadar bir önemi haizdir.

- Refah seviyesini ölçme kıstası olarak milli gelir (ulusal gelir): Kapitalizmde ulusal gelir hiçbir koşul altında, emekçilerin refah seviyesinin ölçütü olamaz. İster sorun ulusal gelirin genel artışı bazında ele alınsın, isterse de kişi başına ulusal gelir olarak (bu nüfusun tamamı veya sadece çalışanlar bazında hesaplanabilir) ele alınsın değişen bir şey olmayacaktır. Çünkü kapitalizmde hakim sınıflar (Türkiye somutunda işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahipleri), ulusal gelirin giderek daha büyük bir kısmına el koymaktadır. Demek oluyor ki ulusal gelirde sömürücü sınıfların payı büyürken, emekçilerin payı da küçülmektedir. Bu, proletaryanın görece yoksullaşması demektir. (D= değişken sermaye; a= artı değer; proletaryanın görece yoksullaşması= d/d+ax100 formülüyle bulunur.)

Şüphesiz ki, özellikle kişi başına -fert başına- ulusal gelir birçok devrimci sosyalist basında, ülkede refah kıstası, ülkedeki refah seviyesini başka ülkelerdeki refah seviyesiyle ölçülmesinde önemli –bazen de yegane– kıstas olarak görülüyor. Biz bu yanlışlığa en azından kendimiz için son vermek zorundayız. Bir taraftan proletaryanın görece (ve de mutlak) yoksullaşmasından bahsederken, onun refah seviyesini, onun yoksulluğunu ifade eden faktörle ölçemeyiz.

"Tüketiciye haz ve tatmin sağlayacak olan maddi araçlar, milli gelir dediğimiz toplam içinde yer almış olacaklarına göre, iktisadi refahın büyüklüğünü tayinde tek ve –bütün kusurları ile beraber– güvenilir ölçü milli gelirden ibaret olmak gerekir" (Prof. Dr. S.F. Ülgener, Agk., s. 55).

"Refah seviyesini tayinde atılacak ilk adım açık, sınırları belli bir ölçü birimine varmaktır. Seçilecek ölçü ne kadar kısa bir ifadeyle daraltılabilirse, karışık olayların açıklığa kavuşması o kadar kolaylaşır. Bu konuda varabileceğimiz en kısa ifade fert başına (per capita) gelirdir. Toplam hasılatı ülke nüfusuna bölmekte elde edilecek olan bu ölçünün ortalama refah seviyesini gerçekten kolay anlaşılır bir birime sığdırmak gibi pratik bir faydası vardır" (Agk., s. 56).

Prof. Dr. Ülgener, fert başına ulusal gelirin, halkın refah seviyesini ölçmede burjuvazinin kullandığı bir yöntem olduğunu yukarıdaki gibi açıklıyor. Ama anlaşılan o ki, bu yöntemin sakıncalarını da görüyoruz: "Fert başına gelir,... refah mukayesesinde ihtiyatlı kullanılması gereken bir ölçüdür" (s. 62).

Her halükarda; kişi başına ulusal gelir, kapitalizmde emekçilerin refah seviyesini ölçmede bir kıstas olamaz.

-Ekonomik gelişmenin kıstası olarak TTÜ ve UG: Burada soruna M-L politik ekonomi açısından bakıyoruz. Dolayısıyla bu kavramlar, salt ve salt maddi değerlerin üretimini ve onların parasal ifadesini, yani meta formundan parasal forma dönüşmüşlüğünü kapsarlar. Bir ülkenin ulusal zenginleşmesinin veya ekonomik açıdan gelişmesinin yegane kıstası, o ülke ekonomisinde yeni değerin; artı değerin üretilip üretilmediğidir. Kıstas bu olunca; artı değerin üretimi olunca, söz konusu alanda basit yeniden üretim değil, genişletilmiş yeniden üretimdir. Konumuzu doğrudan ilgilendirmediği için burada açmıyoruz. Ama şu kadarını belirtelim; Basit yeniden üretimde kapitalist, elde ettiği artı değerin hepsini kişisel tüketimi için harcar. Ve dolayısıyla basit yeniden üretimde birikim söz konusu olmaz. Genişletilmiş yeniden üretimde ise kapitalist elde ettiği artı değerin bir kısmını kişisel tüketimi için harcarken bir kısmını da biriktirir (sermaye birikimi). Sermaye birikimi, genişletilmiş yeniden üretimin "olmazsa olmaz" koşuludur.

Basit yeniden üretimde ekonomi büyümez. Ama her yıl, aynı seviyede kendini yeniler.

Gelişmiş yeniden üretimde ise ekonomi büyür. Büyümek zorundadır. Çünkü genişletilmiş yeniden üretimin elzem koşulu olan sermaye birikimi, yani artı değerin bir kısmının birikime ayrılmış olması ekonominin büyüme içinde olduğunun doğrudan ifadesidir. Dolayısıyla bir ülkede maddi değerlerin üretimi her yıl reel olarak artıyorsa o ülkede ekonomi büyüyor demektir, o ülkede genişletilmiş yeniden üretim söz konusu demektir. Türkiye de böyle bir ülkedir.

O halde; ekonominin gelişip gelişmediğini tespitte TTÜ ve UG temel kıstaslar olarak görülmelidirler. Burada TTÜ, değişmeyen sermayeyi de kapsamına aldığı için ekonominin gelişip gelişmediğini daha genel anlamda ifade eden bir kıstas olurken UG, yeni yaratılmış/üretilmiş değeri ifade ettiği için ekonominin gelişmesini göstermede daha göze çarpıcı, daha belirleyici bir kıstastır.

Bu anlayıştan hareketle biz bundan sonra ekonomi üzerine çalışmalarımızda zorunlu olmadığı müddetçe burjuvazinin GSMH ve UG kavramlarını kullanmayacağız. Bunun yerine, aşağıda ele alacağımız hesaplamalar sonucu elde edeceğimiz TTÜ ve UG değerlerini belirleyici kıstaslar olarak ele alacağız. Şayet veriler bu türden hesap yapmaya elverişli değilseler GSMH ve burjuva UG hesaplarını başka kıstaslarla -örneğin sanayinin gelişme durumu- birlikte kullanacağız. Ama önce ulusal gelir kavramını ayrıntılı olarak ele alalım.

4- Kapitalizmde Ulusal Gelir-Kapitalizmde Ulusal Gelirin Doğuşu

Ulusal gelirin esas üreticisi olarak işçi sınıfı

TTÜ ve UG, maddi değerlerin üretimi alanında üretilirler. Ve bu, üretken faaliyet ile gerçekleştirilir. Yani maddi değerlerin üretildiği alanda çalışan işçiler vasıtasıyla.

Kapitalizmde üretim araçları burjuvazinin mülkiyetinde olduğu için UG ve de TTÜ bu sınıfa aittir. Burjuvazi bunun sadece bir kısmını işçilere ücret olarak verirken diğer kısmını; önemli kısmını kendine alır.

İster para formunda olsun; isterse de üretim araçları formunda olsun, sermaye kendi başına UG yaratamaz. Tek başına sermaye ölüdür. Ulusal geliri, işçilerin üretken çalışması yaratabilir. Bunun içindir ki değerin, artı değerin, UG'nin, TTÜ'nün sadece ve sadece işçilerin üretken çalışmasıdır.

Kapitalist üretim süreci, çalışma ve değerlendirme sürecinin çelişkili bir birliğidir. Bu süreçte somut iş ile kullanım değeri üretilir ve mevcut değer üretilen metaya aktarılır ve sadece soyut değer oluşturan iş ile de yeni değer ve artı değer yaratılır. Burada da Marksist iş değeri teorisinin önemini görüyoruz; işçilerin üretken çalışması; canlı "emek", kullanım değerinin, değer ve artı değerin, gelir ve ulusal gelirin, TTÜ'nün yegane kaynağıdır. Kapitalist mülkiyet ve sömürü koşullarında işçilerin üretken çalışması karşımıza ücretli iş formunda çıkmaktadır.

Marksist teori, ulusal gelirin sadece bir kaynağının olduğundan hareket ederken, burjuva politik ekonomi ulusal geliri birçok kaynağının olduğundan hareket eder. Burjuva ekonomistler arasında Say'in üretim faktörleri teorisi nispeten yaygındır. Fransız Vulger ekonomist J.B. Say (1767-1832), A. Smith'in yanlış anlayışından hareketle –"ücret, kâr ve rant bütün gelirlerin, keza bütün mübadele değerlerinin üç ilk kaynaklarıdır"– kendi üç üretim faktörü teorisini oluşturmuştur. Bu teoriye göre; üç üretim faktörüne üç temel gelir kaynağı tekabül eder: İş ücreti, sermaye faizi ve toprak da rantı yaratır. Bunlarla bağlam içindeki sınıfların (işçi sınıfı, kapitalist sınıf ve toprak beyleri) gelirlerinin toplamı, bütün ürünlerin değerini ve de ulusal geliri oluşturur. Bu teoriye göre bir gelir elde eden, aynı zamanda ulusal geliri de üretmektedir. Dolayısıyla; gelir elde ettikleri için kapitalizmin üç sınıfına tekabül eden işçiler, kapitalistler ve toprak beyleri ulusal geliri üretmiş oluyorlar.

Marks, ulusal gelirin belirlenmesinin bu üçlü formülünü eleştirir (Bkz. Kapital, C. 3) ve onun gerici karakterini açığa çıkartır. Görünümleri öz ile aynılaştırmak ve ulusal gelirin paylaşımını, onun üretimi ile eşdeşleştirmek bu formülü savunanların temel metodik hatalarıydı. Onlar, dağıtımın önder rolünden hareket ediyorlar ve aynı zamanda hiç de bilimsel olmayan bir tarzda tamamen farklı faktörleri birbirleriyle bağlam içinde ele alıyorlar: "Sermaye, toprak, iş... yıllık mevcut servetin bu sözde kaynakları çok farklı alanlara aittirler ve aralarında hiçbir benzerlik yoktur. Aralarındaki ilişki, noterlik ücreti ile kırmızı pancar ve müzik arasındaki ilişki gibidir" (K. Marks, Kapital. C. 3, s. 822, Alm.)

Marks, sermayenin, ulusal gelirin kaynağı olamayacağını kanıtlar. "Sermaye...belli toplumsal...bir ilişkidir" (Agk.) ama "üretim faktörü" değildir. Üretim faktörüyle üretim araçları kastedilirse bu durumda bu, sadece kapitalist ilişkiler koşulunda sermaye olur, onlar, bu durumda da, çalışmanın, verimliliğinin artırılmasının araçları olmalarına rağmen değer üretmezken onlardaki (üretim araçları) mevcut değer, işçinin somut işi ile yeni ürüne aktarılır.

Toprak da ulusal gelirin kaynağı olamaz. Onun değeri yoktur. Toprak, ancak canlı "emek" ile değer kazanır. Topraktaki mülkiyet tekeli sadece, toprak beyine işçinin ürettiği artı değerin bir kısmını rant formunda elde etmesine olanak sağlar.

"Üçlü formül" ("trinitarische Formel") kapitalist sistemin sömürücü karakterini/özünü gizlemeye hizmet etmektedir. Çünkü bu teori şunu diyor; her faktör, payına düşeni almakta ve doğaldır; "Bu formül, kendi gelir kaynaklarının doğasal (fiziksel-PD) gerekliliğini ve ebedi haklılığını ilan ettiği ve bunları bir dogma düzeyine çıkardığı için aynı zamanda hakim sınıfların çıkarına da tekabül eder" (Marks, agk., s. 839. Alm.).

Üretken ve Üretken Olmayan Çalışma -Maddi Değerlerin Üretildiği ve Üretilmediği Alanlar

Yukarıda da belirttiğimiz gibi toplumsal toplam ürün üç ulusal gelir, maddi değerlerin üretildiği ekonomi alanlarında üretken çalışmayla gerçekleştirilir. Maddi üretim ve yeniden üretim alanına, hem üretim, hem de dolaşım safhaları dahildir. Yani sermayenin dolaşım aşamalarının hepsinde maddi üretim gerçekleştirilmektedir. Bir bütün olarak belirtmek istersek, maddi üretim aşağıdaki ekonomi sektörlerinde gerçekleştirilir:

– Sanayi (buna maden ocakları, su ve orman sahalarında elde edilen hammadde de dahildir)
–Tarım, ormancılık ve balıkçılık
– İnşaat
– Ulaşım ve haberleşme
–Ticaret
– Su işleri-enerji
– Zanaatçılık (üretim ve tamir)
–Başka üretici alanlar (lokantalar vs.).

Kapitalizmde toplumsal yaşamın üretici olmayan alanları da vardır:
–Burjuva devlet (genel idare, polis, mahkeme vs.)
– Ordu
– Bankacılık ve sigortacılık
– Üretmeyen hizmet sektörleri (sağlık, eğitim, konut, sanat, kültür, turizm, berber vs.)

Bu alanlarda; maddi değerlerin üretilmediği alanlarda üretken olmayan çalışma esastır.

Üretken çalışmadan genel anlamıyla anlaşılması gereken şudur; üretim ve tüketim araçları olarak maddi kullanım değerlerinde ifadesini bulan somut çalışma. Bu, bütün üretim biçimlerinde böyledir.

"Demek ki, çalışma sürecinde insan faaliyeti, iş araçlarının yardımıyla üzerinde çalışılan malzemede, başlangıçta tasarlanan bir değişiklik meydana getirir. Süreç, üründe sona erer… Eğer sürecin tümünü, sonucu açısından, ürün açısından incelersek, hem araçları, hem de çalışma konusunun üretim araçları olduğu ve çalışmanın kendisinin üretken bir çalışma olduğu görülür" (K. Marks, Kapital, C. I, s. 195-196, Alm.)

Burada belirtilmesi gereken bir nokta da belli bir kullanım değerinin üretilmesi için zorunlu bütün yan işlerin de üretken çalışma çerçevesinde görülmesidir.

Üretken çalışma, ticaret ve lokantacılık gibi hizmet sektörlerinde de sözkonusudur. Burada, üretim sürecini dolaşımda devam ettiren çalışma üretkendir. Örneğin, ölçmek, paketlemek veya yemek ve içecek hazırlamak gibi işler. Bu işler yapılmazsa ortaya bu alanlarda sözkonusu olan kullanım değerleri çıkmaz.

Ayrıca, bazı hizmet alanları vardır ki, oralarda maddi kullanım değerleri üretilmese de üretken çalışma yapılır. Bu durumda söz konusu kullanım değerinin, değeri büyür. Örneğin, tamirhane, transport, haberleşme ve özellikle belirtmek gerekirse mal transportçuluğu alanlarındaki çalışma, üretken çalışmadır. Yeniden üretim süreci ile doğrudan bağlam içinde olan haberciliğin üretim etkisi oldukça önemlidir. Ulaşım ve haberleşme alanlarındaki üretken çalışmanın sonucu, şüphesiz ki, nesnel olan bir ürün, bir meta değildir. Ama maddi değerlerin bir yerden başka yere taşınmasıdır. Marks, haberleşme ve transport sanayinin üretkenliğini sadece üretim sürecinde görmektedir.

"İnsan ya da eşya taşınmış olsun, sonuç bunların bulundukları yerdeki değişikliktir. Örneğin, iplik, şimdi, üretildiği İngiltere yerine Hindistan'da olabilir.

Ulaştırma sanayinin yaptığı şey, yer değiştirmedir. Yararlı etki, ulaştırma süreci ile, yani ulaştırma sanayisinin üretken süreci ile sımsıkı bağlıdır. İnsan ve eşya, ulaştırma araçlarıyla birlikte yolculuk edenler ve bu yolculuk, bu hareket, bu araçlar ile gerçekleştirilen üretim sürecini oluşturur. Bu yararlı etki ancak, bu üretim süreci sırasında tüketilebilir. Bu süreçten ayrı, yararlılık olarak bir varlığa sahip değildir, bir ticaret malı gibi işlev yapmayan ve kullanım şeyi üretilmiş olana kadar bir meta olarak dolaşmaz. Ama bu yararlı etkinin değişim değeri, herhangi bir meta gibi, kendisinde tüketilen üretim ögelerinin (işgücü ile üretim aracı) değeri ve ulaştırma işinde çalıştırılan işçilerin artı işinin yarattığı artı değerin toplamı ile belirlenir." (Marks, Kapital, C. II, s. 60-61, Alm.)

Bunların dışındaki bütün diğer işler; kullanım değerleri yaratmayan, yaratılmasına katkıda bulunmayan veya maddi değerlere yer değişimi gibi etkide bulunmayan işçiler, genel olarak üretken olmayan işlerdir. Özel seyahatler, turizm trafiği ve berber, öğretmen, doktor, sanatçı (resim, heykel vb. nesnel şeyler söz konusu değilse) çalışmaların hepsi üretken olmayan çalışmalardır ve bunların yararlı etkilerinin toplumsal toplam ürün ve ulusal gelire herhangi bir katkıları yoktur.

Ama bu alanlardaki bütün bu üretken olmayan işler, toplumsal zorunlu işlerdir. Bu faaliyetler olmaksızın, toplumsal yaşamın sürdürülmesi olanaksızdır.

Sermaye, kendi değerlendirilmesine hizmet etmeyen bütün çalışmayı, üretken olmayan çalışma olarak görür. Kapitalizmde üretken çalışma bir taraftan işçi açısından, işgücünün daha önce belirlenmiş değerini, kapitalist açısından da artı değeri üretir.

Bütün kurumlarıyla kapitalist devlet (polis, ordu, idare vs.) alanındaki çalışmanın, ulusal gelire, toplumsal toplam ürüne hiçbir katkısı yoktur. Tersine, bu alandaki bütün harcamalar, ulusal gelirden sağlanır.

Bazı altyapı alanlarından –örneğin enerji sektörü– su işleri sektörüne, çevrecilikten eğitim ve sağlık sektörüne kadar bir dizi alanlarda; maddi değerlerin üretildiği ve üretilmediği, devlet ve özel işletmelerin faal olduğu, bu alanlarda hem üretken, hem de üretken olmayan çalışma söz konusudur.

Kapitalizme toplumsal toplam ürünün ve ulusal gelirin oluşumu(x)


x) Bu ve bundan sonraki şemalarda ve hesaplarda basit meta üretimine ve hizmet sektörüne yer vermiyoruz. Yer verince ayrıca belirteceğiz.
xx) Ulusal gelirin bir kısmı, üretken olmayan giderler için –örneğin ticaret ve para ekonomisinde söz konusu olan safi dolaşım giderleri- kullanılır. Yani, ulusal gelirin hepsi/bütünü gelire dönüşmez.

Ulusal gelirin gelişmesini etkileyen çeşitli faktörler vardır. Bunları, ulusal geliri dolaysız ve dolaylı etkileyici faktörler diye iki kısma ayırabiliriz. Üretken alanlarda çalışanların sayısal artışı, fabrika- işletme sayısının artışı, çalışkan zamanın artışı, iş verimliliğinin yükselişi ulusal gelirin değişmesini doğrudan etkileyen faktörlerdir. Bu faktörlerin Türkiye'de ulusal gelirin artışını etkilemesi kanıtlanması gereken bir sorun değildir. Gerek 1930'lu yıllardan 1950'ye ve 1950'den günümüze fabrika işletme ve buralarda çalışan işçi sayısı, çalışma süresi ve daha düşük derecede de olsa iş verimliliği artmıştır. Aksi taktirde bir bütün olarak TTÜ'nün 1923'ten 1947'ye 2,9 misli, tarımın 2,5 misli, bütün olarak sanayinin 4,1 misli, inşaatın yaklaşık 3 misli, haberleşme ve ulaştırmanın 5,2 misli; 1948-1967 döneminde TTÜ'nün 2,7 misli, tarımın 1,9 misli, bir bütün olarak sanayinin 6,7 misli, inşaatın 4,2 misli, haberleşme ve ulaştırmanın keza 4,2 misli; 1968-1992 döneminde de TTÜ'nün 2,7 misli, tarımın 1,4 misli, bir bütün olarak sanayinin 4,3 misli, inşaatın 2,7 misli ve haberleşme ve ulaştırmanın da 4,5 misli büyümesini açıklayamayız.

Halkın eğitim ve sağlık durumu bilimden yararlanma derecesi, araştırma, altyapı-üstyapı, ilişkileri, iklim, yeraltı zenginlikleri vb. ulusal gelirin gelişmesine dolaylı etkide bulunurlar.

Ekonomik açıdan gelişme seviyesi geri olan ülkelerde tarımın TTÜ ve UG'deki payı, çalışan nüfus içinde de tarımda çalışanların, sanayide çalışanlara oranı görece olarak yüksektir. Türkiye'de tarımsal alanda çalışanların -buna küçük üreticiler de dahil- sanayide çalışanlardan sayısal olarak daha fazla olduğu herhalde kanıtlanması gereken bir olgu değildir. Türkiye'de tarımın TTÜ ve UG'deki payı ise giderek azalmıştır. Örneklerdeki tarımın TTÜ'deki payı 1923'te %72,6'dan 1947'de %61,9'a, 1967'de %46'ya ve 1992'de de %26,3'e düşer. (Bkz. ekteki veriler)

5-Kapitalizmde ulusal gelirin paylaşımı, kapitalizmde paylaşım 
   ilişkilerinin antagonist karakteri

Ulusal gelirin üretimi ve paylaşımı bir bütünü oluşturur. Ulusal gelirin hareket aşamalarını gözönüne getirdiğimizde paylaşımın üretim ile kullanım veya değerlendirme arasında kaldığını görürüz. Üretimin kapitalist karakteri, paylaşım ve kullanımın içerik ve tanımlarını da belirler. Engels şöyle diyor;

"Belli tarihsel bir toplumun üretim ve mübadelesinin tarz ve cinsi ve bu toplumun tarihsel önkoşulları aynı zamanda ürünlerin paylaşımının tarz ve cinsini de ele verir." (Marks/Engels. C. 20, s. 132, Alm. Anti-Dühring) Buna göre; belli bir toplumda ürünlerin dağıtımı, o toplumdaki üretim ve mübadelenin karakterinden farklı olarak düşünülemez, ürünlerin paylaşımı, üretim ve mübadelenin karakterine tekabül eder.

Sermaye ve onun üretimde değerlendirilmesi, artı değer veya kapitalistlerin kârı için önkoşuldur. Sermayenin üretimde kullanılması, işçinin sömürülmesini de içerir. Ve işçi, ürünün bir kısmını, ücret formunda alır.

"Dağıtımın tanzimi, tamamen üretimin tanzimi ile belirlenir. Dağıtımın bizzat kendisi, üretimin bir ürünüdür, sadece, üretimin sonuçlarının dağıtımına göre değil, bilakis biçime; üretime katılmanın belli tarzının, dağıtımın özel biçimlerini -dağıtıma katılmanın biçimini- belirlemesine göre de" (Marks, C. 13, s. 627, Alm. "Politik Ekonominin Eleştirisine Giriş").

Tarihsel belli paylaşım biçimleri, belli toplumsal üretim koşullarına ve insanların üretimdeki belli toplumsal ilişkilerine bağlıdır.

"Demek ki paylaşım ilişkileri denilen ilişkiler, üretim sürecinin, tarih içerisinde belirlenmiş özgül toplumsal biçimlerine ve insanın yaşamının yeniden üretim sürecinde, insanların karşılıklı ilişkilerine tekabül eder ve ondan doğar. Bu paylaşım ilişkilerinin tarihsel niteliği, sadece bir yönünü ifade ettikleri üretim ilişkilerinin tarihsel niteliğidir. Kapitalist paylaşım, öteki üretim biçimlerinden doğan paylaşım biçimlerinden farklıdır ve her paylaşım biçimi, kendisinden doğduğu ve kendisine tekabül ettiği, özgül üretim biçimi ile birlikte ortadan kalkar." (Marks. Kapital, C. 3, s. 890, Alm.)

Paylaşım da üretime etkide bulunur. Ve dağıtım, ürünlerin paylaşımı almadan önce, üretimin unsurlarının paylaşımı olur; üretim araçları ise işgücü tanımında paylaşım. (Bkz. Marks, Kapital. C-2, s. 38, Alm).

Kapitalizmde ulusal gelir, kapitalist sınıfın çıkarlarına göre paylaşılır. Mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkisine dayanarak kapitalist, işçiler tarafından üretilen ürünlere el kor. Değer olarak bu ürünler değişmeyen sermayeyi, değişen sermayeyi ve artı değeri (s+d+a) içerirler. Metaların satışından sonra değişmeyen sermaye; yani sermayenin değişmeyen kısmı, üretim sürecinde tüketilen üretim araçlarının yenilenmesi için kullanılır. Değişen sermaye, yani sermayenin değişen kısmı, işgücünün yeniden satın alınması için harcanır. Geriye kalan kısım ise artı değerdir. artı değer çeşitli kapitalistler grubu arasında paylaşılır; sanayi kapitalistleri (bunlara tarımdaki bir kısım kapitalistler de dahildir), ticaret kapitalistleri, bankerler ve toprak beyleri. artı değer sanayi kapitalistlerinin elinde kâr, ticaret kapitalistlerinde ticari kâr, bankerlerde faiz ve toprak beylerinde de rant formunu alır.

Derinleşen kapitalist gelişme başka bir kapitalist grubun doğmasına neden olur. Bunlara, hizmet sektörü kapitalistleri denir. Bu kapitalistlerin elinde artı değer, hizmet sektörü kârı formunu alır. Bu sektörde artı değer yaratılmaz. Ama bazı hizmet sektörleri metanın değerini etkilerler; bu değerin muhafazasını sağlarlar veya onu büyütürler.

Ulusal gelirin bir kısmı da küçük üreticilerin eline geçer. Küçük meta üreticileri artı değer üretirler.

Bu paylaşım göstermektedir ki, üretimin ve mülkiyet ilişkilerinin kapitalist karakteri, dağıtımın ve de dağıtım ilişkilerinin hangi karakterde olduğunu belirler. Sınıflı toplumlarda bu, antagonist karakter taşır.

Paylaşımın veya da dağıtım ilişkilerinin bu antagonist karakterinin doğrudan bir sonucu olarak, kapitalist toplumda yığınların ezici çoğunluğunun tüketimi asgari seviyede kalırken, kapitalist sınıfın kişisel tüketimi artar. (Bkz. Marks, Kapital. C. 3, s. 254, Alm)

Diğer taraftan kapitalist sınıf, elde ettiği artı değerin bir kısmını yeniden sermayeye dönüştürür ve böylece yeniden üretim sürecine daha büyük sermaye ile başlar. Bu, burjuvazinin giderek zenginleşmesi demektir.

Paylaşım ilişkileri, ulusal gelirin kullanımı, birikim ve tüketim fonları üzerinden yeniden üretime etkide bulunurlar ve böylelikle kapitalist sömürü ve siyasi iktidar ilişkilerinin genişlemesinde ve derinleşmesinde bir faktör olurlar. Diğer şeylerin yanı sıra bundan dolayı da işçi sınıfının ve geniş üreticilerin ulusal gelirin yeniden paylaşımı için veya ulusal gelirden daha fazla pay için mücadeleleri, sadece ekonomik değil, aynı zamanda demokratik bir karakter de taşır. Bu, işçi sınıfının, daha fazla ücret, sosyal haklar; demokratik haklar için mücadelesidir. İşçi sınıfının mücadelesini, bu türden hak ve taleplerle sınırlaması tabii ki reformizm olur. Madem ki paylaşımın tarzı mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkilerine bağlı, o halde işçi sınıfı mücadelesini, ulusal gelirden daha fazla pay alma mücadelesiyle sınırlayamaz. O, bu mücadelesini kapitalist paylaşım tarzını ve böylece de kapitalist mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkilerini yıkma ve kendi iktidarını -proletarya diktatörlüğü- kurma mücadelesiyle bağlam içinde ele almak zorundadır.

Ulusal gelirin birincil paylaşımı

Ulusal gelirin, kapitalistler (artı değer) ve maddi değerlerin üretimi alanında çalışan işçiler (ücret) arasındaki paylaşımına birincil (veya temel) paylaşım diyoruz.

Buna göre; kapitalizmde ulusal gelir, her şeyden önce bu toplum düzeninin iki temel sınıfı; burjuvazi ve işçi sınıfı arasında paylaşılır. Ulusal gelirin paylaşım derecesini; ulusal gelirde artı değer ve ücretlerin oranını sınıf mücadelesi belirler.

Ulusal gelirin birincil paylaşımında küçük meta üreticileri de yer alırlar. Bu üreticilere üretken faaliyet içinde olan basit hizmet sektörleri de -örneğin terzi, lokanta vs.- dahildirler.

Ulusal gelirin birincil paylaşımı sonucunda elde edilen gelire birincil (temel) gelir denir.

Ulusal gelirin birincil paylaşımı – kapitalizmde birincil gelirin oluşumu


Üretim sürecindeki (safhasındaki) bu kapitalistler grubu arasında artı değerin nasıl paylaşılacağı, bu gruplar arasındaki rekabete bağlıdır.

Kapitalist toplumda birincil gelir, yegane gelir değildir. Devlet mekanizmasında çalışan memurların, polisin, ordu mensuplarının, bankalarda, sigorta kurumlarında çalışanların, doktorların, öğretmenlerin vs. de gelirleri var. Bunların hepsi, üretken olmayan alanlarda çalışıyorlar, yani artı değer üretmiyorlar. Öyle ki, kapitalizmin gelişmesine paralel olarak bu alanda çalışanların sayıları ve toplam gelirleri de artıyor. Peki bunların gelirlerinin kaynağı nedir? Bunların gelirlerinin kaynağı da maddi değerlerin üretildiği alandır; ulusal gelirdir. Bunların gelirleri, birincil gelir üzerinden ödenir. Kaynağı birincil gelir olan ve birincil gelir üzerinden ödenen bu gelire ikincil gelir denir. Böylelikle birincil gelir, yeniden paylaşım yoluyla, ikincil paylaşımla tamamlanmış olur. Ama buna rağmen, ulusal gelirin birincil ve ikincil (esas ve tali) paylaşımları arasında belli farklılık vardır.

Hemen hemen hepsi maddi değerlerin üretiminde çalışan işçiler tarafından yaratılan ulusal gelirin çok büyük bir kısmı, mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkilerinden dolayı kapitalistlerin eline geçer. Buna karşın işçi sınıfının ulusal gelirdeki payı küçüktür ve giderek daha da azalma eğilimi gösterir. Elimizde gerçeği nispeten yansıtan veriler olmadığı için soruna imalat sanayi verileri bazında baktığımızda -burada ulusal geliri, ulusal gelirdeki payı belirleyici olan imalat sanayi ile sınırlamış oluyoruz- karşılaştığımız tablo şöyle: İmalat sanayisinde çalışan işçilerin ürettikleri değerden aldıkları pay -resmi verilerde katma değerdeki pay- 1950'de %32,3; 1960'da %28,6; 1970'de %25,9; 1980'de %30,7 ve 1990'da da %21,7 arasındaydı. Bu oran, oldukça düşük bir payın ifadesidir. Bir işçi örneğin 1990'da 100 TL değerinde artı değer üretiyor ve kapitalist mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkisine dayanarak bu miktarın 78,3 TL'lik kısmına artı değer olarak el koyuyor, geriye kalan 21,7 TL de değişken sermaye olarak (ücret) işçinin eline geçiyor.

Açık ki ulusal gelirin paylaşımında belirleyici kıstas, sınıf mücadelesidir. İşçiler tarafından üretilen değerin (ulusal değer) hacmi (miktarı) bilindiğine göre, kapitalistlerin el koydukları kısmın (artı değerin) artması için, işçilerin ulusal gelirdeki paylarının düşmesi gerekiyor. Örnek: Ulusal gelirin toplamı 100 TL ise, kapitalistin payının 70 TL'den 80 TL’ye çıkması için işçinin payının 30 TL’den 20 TL’ye düşmesi gerekir, öyleyse; sınıf mücadelesinin seyri, ulusal gelirin paylaşımını doğrudan etkiler.

Ulusal Gelirin İkincil Paylaşımı
Yukarıda belirttiğimiz gibi, birincil paylaşım, ikincil paylaşım tarafından tamamlanır ve ikinci gelirin kaynağı birincil gelirdir. Üretken olmayan alanlara yatırılan sermayeden (örneğin konut, sinema, okullar, hastaneler vs.) kaynaklanan kâr, ikincil gelire dahildir. Ayrıca maddi değerlerin üretilmediği alanlarda çalışanların ücretleri, maaşları ve bu alandaki hizmet sektörünün gelirleri de ikincil gelirlere dahildir.

Bütün gelirlerin hem birincil ve hem de ikincil gelirlerin kaynağı, maddi değerlerin üretildiği alanda oluşan ulusal gelirdir.

Ulusal gelirin ikincil paylaşımı-kapitalizmde ikincil gelirin oluşumu


İkincil paylaşım veya ulusal gelirin birincil paylaşımdan sonraki paylaşımı çeşitli yollarla gerçekleştirilir; a-bütçe, b-fiyatlar, devletin ve tekellerin fiyat politikası ve c-hizmetlerin ücretlendirilmesi.

Burada söz konusu olan kapitalizmde devlet bütçesi ve vergilerdir. Bu konuları başka bir çalışmamızda ayrıntılı olarak ele alacağımız için burada sadece belirtmekle yetiniyoruz.

6-Kapitalizmde Ulusal Gelirin Kullanımı

Ulusal gelir hareketinin iki aşamasını gördük; Birincisi, ulusal gelirin üretimi, ikincisi de paylaşımı, ulusal gelirin kullanımı da onun üçüncü ve son hareket aşamasını oluşturur. Demek oluyor ki ulusal gelir hareketi üç aşamadan oluşuyor; üretim, paylaşım ve kullanım. Ulusal gelirin kullanım aşamasıyla sermayenin yeniden üretim süreci sona ermiş olur. Bu aynı zamanda, genişletilmiş yeniden üretimin yeniden başlamasının koşullarının oluşturulmuş olması anlamına gelir.

Ulusal gelir, birikim ve tüketim formunda kullanılır. Yani ulusal gelirin kullanımından anlaşılması gereken, onun, toplum tarafından nihai olarak tüketilmesidir. Ulusal gelirin kullanımı meta ve hizmetlerin toplumsal tüketiminin karakterini ele verir.

Mübadele için üretilmemiş olan ürünler, toplam ürüne veya da ulusal gelire dahil edilmezler. Ayrıca, ülke içinde üretilen ve yine ülke içinde kullanılan ulusal gelir arasında da fark vardır. Örneğin, şayet ülke içinde kullanılan ulusal gelir ülke içinde üretilenden küçükse bu durumda ödeme bilançosu aktif olur. Tersi durumda, yani ülke içinde kullanılan ulusal gelir, ülke içinde üretilenden büyük olursa bu sefer ödeme bilançosu pasif olur.

Başka bir fark da ulusal gelirin maddesel ve değersel kullanımı arasında vardır. Ulusal değerin maddesel kullanımında söz konusu olan, onun kullanım değeri kütlesinin kullanımıdır. Ulusal gelirin değersel kullanımı ise onun ücret ve sermaye olarak kullanılmasıdır. Toplumsal toplam ürünün üretim araçları ve tüketim araçları diye bölünüşü de ulusal gelirin toplumsal tüketiminin ve kullanımının analizi için çıkış noktalarından birisini oluşturur. Bu anlamda Lenin, üretim araçlarının sadece üretken olarak, tüketim araçlarının da sadece bireysel olarak kullanılabileceğini yazar. Öyleyse; üretim araçları sadece sermaye olarak hizmet ederlerken tüketim araçları da işçilerin ve kapitalistlerin tüketimiyle -bireysel tüketim- harcanmış olurlar. Bu durumda üretim araçları, sadece ve sadece kapitalistlerin payına düşerken, tüketim araçları da işçiler ve kapitalistler arasında paylaşılmış olur.
"Üretim araçları sadece üretken olarak, tüketim araçları da sadece kişisel olarak tüketilirler. Üretim araçları sadece sermaye olarak hizmet ederlerken tüketim araçları da gelir olmak zorundalar, yani işçilerin ve kapitalistlerin tüketimiyle bitirilmek zorundalar. Birincileri sadece ve sadece kapitalistlerin payına düşerken, ikincileri ise işçiler ve kapitalistler arasında paylaşılır" (A.ç, Lenin, C. 2, s. 145/146, Alm. "Ekonomik Romantizmin Karakteri Üzerine")

6. 1-Kapitalizmde ulusal gelirin kullanımının antagonist karakteri

Birikim ve tüketim arasındaki çelişki
Kapitalizmde ulusal gelirin kullanımının, antagonist karakteri her şeyden önce, onun üretiminin antagonist karakterinden kaynaklanır. Üretimin yanı sıra, ulusal gelirin paylaşımı da onun kullanımını belirler. Şimdiye kadarki anlatımdan da anlaşılacağı gibi, ulusal gelirin kullanımı, üretilmiş ulusal gelirde tek tek sınıfların ve sosyal tabakaların payının ne kadar olduğuna dayanır.

Kapitalizmde ulusal gelirin kullanımının çelişkileri, kapitalizmde çalışma ve değerlendirme süreci ve kullanım değeri ve değer arasında var olan antagonist çelişkinin ifadesidir.

Kapitalizmde ulusal gelirin kullanımında, yani nihai tüketiminde her şeyden önce birikim ve tüketim ayrımı yapılmaktadır. Ulusal gelirin tüketiminin sınıfsal karakteri öncelikle birikim ve tüketim arasındaki antagonist çelişki ile karakterize edilir. Bundan dolayı, ulusal gelirin kullanımı özellikle, üretimin sınırsız genişlemesi eğilimi ve ödeme gücü olan talebin sınırlı olması arasındaki çelişkiye tabidir.

Kapitalizmde üretim için üretim, birikim için birikim esastır. Rekabet, her sermayeyi batma pahasına da olsa birikime ve üretimi genişletmeye zorlar. artı değer üretiminin ölçüsü, sermayenin kendisidir, kapitalistlerin ölçüsüz zenginleşme ve sermayeleşme dürtüsüdür. (Bkz. Marks, Kapital, C. 4, s. 492, "Artı Değer Üzerine Teoriler", Alm.)

Bu, kapitalizmde ulusal gelirin her kullanımında birikim ve tüketim açısından çıkış noktasıdır. Birikim ve tüketimin çelişkili ilişkileri, kapitalist üretim biçiminin bütünü açısından tipik olan özellikleri de açığa çıkartır.

–Ulusal gelirin kullanımı, bilim, yeni buluşlar, yeni teknoloji ve komünikasyon ve pazarların genişlemesi ile üretimin ilerlemesinin işçileri değil, sermayeyi zenginleştireceğini içerir. Ulusal gelirin kullanımıyla genişleyen üretim, sermayenin çalışma (emek) üzerindeki iktidarını büyütür ve pekiştirir.

-Ulusal gelirin kullanımının sınıfsal karakteri -soruna, birikim ve tüketim arasındaki çelişki açısından bakıldığından-her şeyden önce üretici güçlerin gelişmesini, bilim ve tekniğin giderek daha yoğun kullanımının, ama aynı zamanda bunların kullanımında geniş yığınların dışlanmasını içerir. (Bkz, Lenin, C. 2, Agk., s. 149, Alm)

– Artı ürün üretiminin ölçüsü, hiçbir zaman tüketim değildir. Geniş yığınların tüketimi sınırlıdır ve ancak belli sınırlar içinde genişleyebilir. Kapitalizmde toplumun tüketim gücü, antagonist dağıtım ilişkilerinden dolayı sınırlıdır.

"Üretici güç ne kadar çok gelişirse tüketim ilişkilerinin dayandığı dar altyapı ile o kadar çok çelişkili olur" (Marks, Kapital. C. 3, s. 255, Alm) Bundan dolayıdır ki, ulusal gelirin kullanımı, üretimin ve tüketimin büyümesi ile sınırlı tüketim arasındaki çelişkiyi doğrudan ifade eder.

– Kapitalizmde ulusal gelirin kullanımı çerçevesinde birikimin rolü, gelişmeye paralel olarak büyür. Yani sermaye ne kadar gelişmişse, sermaye ve zenginlik ne kadar büyükse, sermaye o kadar çok artı emeği emmiş olur. Bu kendini yeniden değerlendirmek için üretici güç olarak için de o derece hızlı gelişmek zorunda olduğunu gösterir. Bunun nedeni, sermaye değerlendirmesinin sınırının daima zorunlu çalışma ve artı çalışma zamanı arasındaki oran olarak kalmasıdır. Zorunlu çalışma zamanın payı ne kadar küçükse üretim ve çalışma üretkenliği ulusal gelirin buna uygun kullanımıyla o derece yoğun olarak genişletilmek zorundadır. (Bkz. Marks. "Politik Ekonomi Eleştirisinin Hülasaları, s. 246, Alm)

–Kapitalizmde ulusal gelirin kullanımı, işçi sınıfının sınıfsal durumunu kötüleştirme eğilimini taşır. Bu eğilim, kapitalist mülkiyet ve siyasi iktidar ilişkilerinin genişletilmiş yeniden üretilmesi ve pekiştirilmesi için doğrudan karşıttır. Marks, kapitalizmde geniş yığınların tüketiminin en zorunlu olanla sınırlandırılmasını zenginliğin çoğaltılmasının temeli olarak görür. (Bkz. Marks, Kapital, C. 4, s. 51 "Artı Değer Üzerine Teoriler", Alm).

Bunun yanı sıra ve aynı zamanda kaçınılmaz olan diğer nokta da şudur: birikim ve tüketim arasındaki antagonist çelişkiyle karakterize edilen ulusal gelirin kullanımı açısından kapitalist üretim ve birikimin gelişmesi, sermaye için bütün halkın ve proletaryanın gereksinimlerinin artmasını kaçınılmaz kılar; işçi sınıfının maddi durumu, birikim ve işin verimliliğinin gelişmesiyle iyileşebilir. Bu, işçi sınıfının ulusal gelirden daha çok pay almak için mücadele etmesi anlamına gelir.

– Bir bütün olarak ulusal gelirin; toplumsal ulusal geliri kullanım safhasında sınıflı toplumlarda -somutta da kapitalizmde üretim biçiminin antagonist karakteri doğrudan ve bütün çıplaklığıyla açığa çıkar; işçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki antagonist çelişkiler; işçi sınıfının ve geniş emekçi yığınlarının daha çok talanı, sömürünün dizginsizleşmesi, bunun ötesinde emperyalist ülkelerin bağımlı ülkeleri talan etmeleri vs -bütün bu olgu ve süreçler ulusal gelirin kullanımında en açık bir şekilde görülürler.

Sermaye sahipleri, tekelci gruplar, işçileri ve bağımlı ülkeleri sömürerek ve talan ederek elde ettikleri kârlarla akıl almaz lüks ve asalaklık ve de çürümüşlük içinde yaşarlarken emekçilerin gelirleri -ulusal gelirden aldıkları pay- çoğu kez en elzem tüketim maddelerini temin etmeye dahi yetmez. Bu kanıtı gereksiz, çıplak gözle görülen bir olgudur.

6. 2-Ulusal gelirin temel bileşenleri-birikim ve tüketim

Birikim:
Toplumsal toplam ürünün değişmeyen sermaye kesimiyle (s) üretim sürecinde kullanılmış (bitirilmiş) üretim araçları, hammaddeler vb. telafi edilir. Toplumsal toplam ürünün (s+d+a) geriye kalan kısmı (d+a) ulusal geliri oluşturur. Bu gelirin önemli bir kısmı biriktirilir. Yani maddi değerlerin üretiminde çalışan işçiler, ulusal gelirden ücret formunda paylarını aldıktan sonra geriye kalan -ulusal gelirin önemli bölümü- kısmı kapitalistlerin eline geçer ve onlar da bu gelirin önemli bir kısmını -kişisel tüketimlerinin dışında kalan kısım- biriktirirler. Kapitalizmde birikimin çok büyük kısmı sermaye birikimidir. Yani artı değerin, daha fazla artı değer veya kâr elde etme amacıyla kullanılması.

Kapitalist işletmelerin, tekelci grupların ve kapitalist devletin yanısıra az miktarda da olsa küçük meta üreticileri de birikim yaparlar.

Ulusal gelirin birikim için kullanımında söz konusu olan, değişmeyen (s) ve değişen (d) sermayenin birikimidir. Ulusal gelirin, birikim amacıyla kullanımı (değişmeyen sermaye) sanayi, tarım, ulaşım, bankacılık, haberleşme, inşaat vs. sektörler için ek üretim araçlarının alınması anlamına gelir (makineler, binalar, hammaddeler, yedek malzemeler, başka teçhizatlar vs.).

Hızla büyüyen değişmeyen sermayenin yanı sıra değişen sermaye de büyür. Ve daha fazla işgücünün ücretini ödemek için ek değişken sermayeye ihtiyaç duyulur.

Sermaye birikimi, ekonominin bütün sektörlerinde gerçekleştirilir. Sermaye birikimi sadece üretken amaçlar için değil, aynı zamanda üretken olmayan amaçlar için de gerçekleştirilir. Örneğin silahlanma için.

Devletin, maddi değerlerin üretildiği alanlardaki, örneğin sanayideki, ulaşım ve enerji sektörlerindeki yatırımları da artı değer üretimine hizmet ederler. Bunun ötesinde, kâr beklentisinin az veya uzun vadeli olduğu bazı alanlara özel sermaye rağbet etmez. Devlet bu alanlara da yatırım yapan ve böylece kapitalist üretimin ve yeniden üretim sürecinin işlevsel olmasını sağlar.

Ulusal gelirin kullanımı


Yeniden üretim sürecini işlevsel kılmak için eğitim ve sağlık alanlarına da yatırım yapmak zorunludur. Bu alanlar da, maddi değerlerin üretilmediği alanlara dahildirler. Devlet, başka üstyapı kurumları için de yatırım yapar; örneğin idari binalar, kışlalar, silah depoları, başka askeri yapılanmalar, başkaca belli altyapı alanları -örneğin su işleri vs. -Bütün bunlar devletin maddesel zenginliğini çoğaltırlar.

Bir bütün olarak birikim, ulusal gelirin bir kısmının sınıfsal içerikli nihai tüketimini -üretken ve üretken olmayan tüketim- ifade eder.

Tüketim-kişisel ve toplumsal tüketim;
Tüketimde söz konusu olan, ulusal gelirin, kapitalist toplumda bütün sınıflar, sosyal tabakalar, devlet ve başka kurumlar tarafından nihai olarak tüketilerek kullanılmış olmasıdır. Tüketimi, bireysel ve toplumsal tüketim diye ikiye ayırmak gerekir.

Bireysel tüketim: Bu tüketim, kapitalist toplumdaki sınıfların ve sosyal tabakaların bireylerinin ulusal geliri kişisel harcamalarıyla kullanmaları anlamına gelir. Hem tüketim maddeleri ve hem de hizmetler bireysel harcamayla tüketime dahildirler. Bireysel tüketim, tüketim maddelerinin ve hizmetlerin para karşılığı satın alınmalarıyla gerçekleştirilmiş olur.

Ulusal gelirin kullanımının sınıfsal karakteri, kendisini bireysel tüketimin sınıfsal yapısında da gösterir:

Bireysel tüketim, maddi değerlerin üretildiği alanlarda çalışan işçilerin, köylülerin, ücretli memurların, zanaatçıların, teknisyenlerin harcamalarını kapsamına alır.

Bireysel tüketim, üretken faaliyette olan işçilerin ve aydınların vs. kültürel, sanatsal ve başka kişisel tüketimini karşılamak için çalışan emekçilerin kişisel harcamalarını da kapsar.

Bireysel tüketim, devlet mekanizmasında, poliste, orduda çalışanların harcamalarını da kapsar. Bu alanlarda çalışanların kişisel harcamaları, kapitalist hakimiyet sisteminin teminat altına alınması için gerekli işgücünün yeniden üretilmesi anlamına gelir. Yani polisin bir gün sonra da işçilerin, öğrencilerin üstüne saldırıp onları dövecek, işkenceden geçirecek fiziki güce sahip olması için harcama.

Bireysel tüketim, dolaşım safhasında üretken olmayanların, çalışamaz durumda olanların tüketimini de kapsar.

Burjuvazinin kişisel harcamaları, lüks ve asalak yaşamı da bireysel tüketim kapsamına girer.

Toplumsal tüketim: Ulusal gelirin toplumsal tüketim amacıyla kullanılmasındaki esas amaç, kapitalist toplum düzeninin ideolojik, siyasi ve ekonomik temellerinin teminat altına alınması, pekiştirilmesi ve genişletilmesidir. Diğer taraftan bu türden tüketim, üretimin ve toplumsal yaşamın üretiminin ve de işçilerin işgüçlerinin yeniden üretiminin genel koşullarının teminat altına alınmasına hizmet eder.

Bundan dolayıdır ki toplumsal tüketim, öncelikle kapitalist devletin çeşitli organları vasıtasıyla harcamalarını kapsar. Örneğin toplumsal tüketim fonunun önemli bir kısmı, burjuva devlet mekanizması devamı, kapitalist sınıfın çıkarlarının korunması için askeri harcamalara ayrılır. Başka alanlardaki, örneğin polis, idare, hukuk vb. harcamalar da göz önünde tutulduğunda kapitalizmde toplumsal tüketimin sınıfsal karakteri bütün çıplaklığıyla görülür. Bu, burjuvazinin sınıfsal çıkarı için harcamadır.

Birtakım, sinema, tiyatro vb. özel sektörün elindeki üstyapı kurumları için yapılan harcamalar da toplumsal tüketim kapsamına dahildirler. Bunlara özel hastaneler, oteller de eklenmelidir.

Kapitalizmde toplumsal tüketimin çok büyük bir kısmı emekçilerden alınan vergilerle finanse edilir.

Buna göre; emekçiler kendilerinden kesilen vergilerle yani işgüçlerinin karşılığı adı altında aldıkları ücretin bir kısmıyla toplumsal yaşamlarının iyileştirilmesini değil, kendilerini sömüren, baskı altında tutan kapitalist düzenin ayakta kalmasını toplumsal tüketim adı altında bizzat finanse etmiş olurlar. Ayrıca; ulusal gelir, birikim ve tüketim için kullanımının ötesinde zarar-ziyan (örneğin tarımda), doğal afetler için savaş hazırlığı ve reklamlar için de kullanılır.

Dış ticaret de ulusal gelirin artmasında ve azalmasında önemli bir rol oynar. Örneğin dış ticaret açığı ülke içinde kullanıma hazır ulusal gelirin ve de toplam ürünün azalmasına veya dış ticaret fazlalığı (ihracatın ithalattan fazla olması) ulusal gelirin artmasına neden olur.

Türkiye Ekonomisinde Toplumsal Toplam Ürün (TTÜ) Hesaplanması

TTÜ ve UG Hesaplamasında Çıkış Noktamız

Maddi değerlerin üretildiği, yani artı değerin oluşturulduğu bütün sektörlerde -sanayi, tarım, madencilik, haberleşme -ulaşım(transport)- değişmeyen sermayeyi(s) ve bu alanlarda çalışan işçilere ödenen ücreti (d) bilmediğimiz için -istatistiki veriler bu değerleri bulmaya elverişli değiller- Türkiye’de Marksist-leninist politik ekonomi açısından ulusal geliri (UG=d+a) hesaplamak hemen hemen imkansız. Bu nedenden dolayı UG hesaplaması yapmayacağız. Ama isteyen okur, UG’yi imalat sanayi ile sınırlayarak belli sonuçlara varabilir. Var olacak sonuç yanlış olmaz. Sadece eksik olur. Bu türden hesaplama sonuçlarını bazen kullandığımız oluyor. İstatistikler, TTÜ’nün hesaplanmasına olanak sağlıyorlar. Dolayısıyla Türk ekonomisinin reel gelişmesini göstermek için maddi değerlerin oluşturduğu her bir sektörün verilerini belirleyici kıstaslar olarak ele alacağız. TTÜ hesabı da bu sektör verilerine dayanacak.

Yukarıda milli gelir hesabının üç yolundan ve bu her bir yolun temel sakıncalarından bahsetmiştik. Daha doğrusu, Dr. Sağlam’ın bu konudaki görüşlerini aktarmıştık. Bunlardan birincisi üretim yoluyla ulusal gelirin hesaplanmasıydı. Bu yol, UG hesaplamasında -diğer hesaplama yolları göz önünde tutulduğunda- en doğru veya yegane doğru yol ve yöntemdir. Bu yöntemle metanın değeri (meta değeri=s+d+a) şu veya bu şekilde en genel hatlarıyla da olsa bulunabilir. Türkiye’de ulusal gelir hesapları bu yöntemle yapılmaktadır; “Üretici fiyatlarıyla GMSH.”

Diğer taraftan TTÜ ve UG’nin nominal ve reel değerleri üzerinden hesaplanması da söz konusudur. Nominal değer üzerinden hesaplama, cari fiyatlarla yapılan hesaplamadır. Reel değer üzerinden yapılan hesaplama ise sabit fiyatlar üzerinden yapılan hesaplamadır. Fiyat artışlarının anormal olduğu, enflasyonlu ekonomilerde nominal değer -cari fiyatlar- TTÜ ve UG hesaplaması hiçbir şeyi ifade etmez, yani ekonominin seyrini tespite uygun değildir. Enflasyondan dolayı, ekonominin güncel (o yılki) durumunun geçmiş yıllarla karşılaştırılması yapılamaz. Fiyat artışının anormal olduğu, enflasyonlu ekonomilerde nominal değer ile reel değer arasında büyük fark vardır ve bu, böylesi ülkelerde nominal değer ile reel değerin bir ve aynı değer olmadığını gösterir.

Devamı sayı 18’de

Proleter Doğrultu, Sayı 17, Temmuz-Ağustos 1998.