deneme

1 Eylül 1998 Salı

DÜNYA EKONOMİSİNİN GELİŞME EĞİLİMİ


DÜNYA EKONOMİSİNİN GELİŞME EĞİLİMİ

Asya ‘da patlak veren mali kriz, belli bir zaman sonra bazı ülkelerde (Japonya ve “Asya kaplanları” denen ülkelerde) fazla üretim krizine “dönüştü”. Yaklaşık 14 ay sonra, yani Ağustos’un 20’sinden itibaren Rusya’da beklenen mali kriz patlak verdi ve bütün dünya borsalarını etkiledi. Zaten oldukça istikrarsız ve dengesiz bir gelişme, daha doğrusu var oluş içinde olan dünya ekonomisi, bu durumdan dolayı Rusya‘daki mali krizden oldukça etkilendi.

Dünya ekonomisindeki reel üretime; maddi değerlerin gerçek üretimine geçmeden önce spekülasyon, mali kriz ve bunun ekonomi açısından sonuçlarını teori-haber yorum tarzında açıklamayı uygun gördük.

Büyük /yüksek kar için mali muamele (transaksyon) ile iş yapmaya spekülasyon denir. Burada nesnel olan; reel olan üzerine hesap yapılmaz. Esas olan, umuttur. Öznel görüştür. Spekülasyon, kendini borsada değerli kağıtların fiyatındaki artışa ve düşüşe göre yönlendirir. Değerli kağıtların fiyat farkından yararlanır ve bu farkın olduğu andaki alış ve satışla yüksek kazanç elde edilir.
Spekülasyon, belli bir dereceye kadar maddi değerlere tekabül eder. Ama belli bir noktadan sonra onun ekonominin gerçekliğiyle, ekonominin gerçek hareketiyle hiç bir ilişkisi kalmaz.
Spekülasyona katılanların hepsi veya büyük bir kısmı satın almaya başladıklarında değerler artar. Sonra bekleme pozisyonununa geçilir. Satış ne kadar geciktirilirse, karın o kadar yüksek olacağı düşünülür: Bunun adı spekülasyondur. Sonra satışlar başlar ve değerlerde önce bir durgunluk, sonra düşüşler olur. Tabii bu arada, değerli kağıtların temsil ettiği maddi değerlerde bu denli değer değişimi olmamıştır. Bu durum, spekülasyonun, ekonominin gerçek hareketinden ne denli kopuk olduğunu gösterir. Böylesi alıp satmaların sonucu kaçınılmaz olarak paniktir. Büyük zararları, iflasları ifade eden panik!

Büyük mali gruplar, hesabını yaparak spekülasyon yaparlar. Bu mali grupların Asya’daki ve Rusya’daki mali krizde oynadıkları rol yeteri kadar biliniyor. Bu oyunda en çok çürük olan büyüklerin yanı sıra, genellikle küçük spekülatörler, “halk”tan spekülatörler kaybeder ve George Soros gibileri kazanır.

Belirttiğimiz tarzdaki alış verişten doğan krize, spekülasyon krizi denir. Spekülasyon krizleri, 17. ve 18. yy’ın iktisadi krizleridir. Sanayi kapitalizmi döneminde ise bu krizler, fazla üretim krizinin refakatçisidir veya fazla üretim krizine bir işarettirler. Sanayi kapitalizminde devrevi olarak patlak veren fazla üretim krizleri, gerçek iktisadi krizlerdir.

Spekülasyonun olduğu yerde mali krizin nesnel nedenleri var demektir: Spekülasyon, gelişme seyri içinde mali krizin patlak vermesi anlamına gelir. Mali kriz, paranın, değerli kağıtların değer değişiminden (düşmesinden), devlet harcamalarının olağan üstü artmasından, kredi musluklarının kapanmasından kaynaklanır. Bu gelişmenin böyle olduğunu Asya’daki mali krizde gördük ve şimdi de Rusya’daki mali krizde görüyoruz. Spekülasyon ve mali kriz, bir ve aynıdır veya birbirlerinden “Siyam ikizleri” kadar farklıdırlar.

Kapitalist Dünya Ekonomisi ve Spekülasyon

Devlerin evliliği; firma birleşmeleri giderek hız kazanıyor. Dünya çapında petrol devleri British Petroleum (BP) ve Amoco’nun (ABD) birleşmesi, dünya iktisat tarihinin en büyük firma birleşmesidir. Bu iki devin birleşmesinden doğan borsa değeri, 200 milyar mark tutuyor. Sadece petrol alanında ve uluslararası planda birleşmeler olmuyor. Bütün emperyalist ülkelerde “ulusal “ tekeller ve işletmeler, bu anlamda dev adımlarla ilerliyorlar. Bankacılıktan, sanayi sektörüne kadar her alanda ulusal ve uluslararası planda birleşmeler oluyor. Bu durum, bir taraftan toplumsallaşmanın ne denli ilerlemiş olduğunu gösterirken, diğer taraftan mülkiyet ilişkilerinin toplumsallaşmaya tekabül etmediğini de gösteriyor. Giderek az sayıda kişi, kurum ve şirket, giderek büyüyen üretim, tüketim ve mali araçları ellerinde tutuyorlar, yönlendiriyorlar. Bu güçler, toplumsallığın değil, özel mülkiyetin ifadesidirler. Yani toplumsal olarak yaratılan /üretilen zenginlik, özel mülkiyette kalıyor. Bu zenginlik, yığınların; insanların toplumsal ihtiyaçlarının giderilmesi /karşılanması için kullanılmıyor. Tersine, kar ve daha çok kar elde etmenin aracı olarak kullanılıyor. Yani toplumsal olarak yaratılan değer /zenginlik, sermaye olarak kalıyor.

Kapitalist, sadece kar elde etmekle yetinmez. O, en fazla/azami kar elde etmek ister. Ama bir taraftan zenginlik ve işin (“emeğin”) verimliliği artarken, sermayeyi azami karla (kar oranı ile) değerlendirmenin olanakları azalıyor. Verimliliğin artması, aynı veya daha fazla üretim aracını harekete geçirmek için giderek daha az miktarda işgüçünün (canlı işin) kullanılması anlamına gelir. Karın (burada artı değerin) kaynağı ise üretim araçları değil, canlı iştir, işgücüdür.

Dev adımlarla ilerleyen tekelleşme, düşen kar oranlarına karşı koymak için sermayenin bir aracıdır. Birleşmeler (bu da bir tekelleşmedir) ise daha az sayıda işçinin çalıştırılması demektir. Birleşen tekeller o anda, rakibi karşısında rekabet avantajına sahip olurlar. Ama diğer tekeller de aynı adımı attıklarından bu avantajın önemi oldukça kısa ömürlü kalır. Sonuç: daha az sayıda işçi. Kullanılan sermaye miktarının payına düşen artı değerin azalması, yani kar oranlarının düşmeye devam etmesi . Bu durum, kapitalist sistemin hiç bir zaman içinden çıkamayacağı circulus vitiosus’dur; şeytani çemberidir.

Kumara yöneliş

Tabii kumara -spekülasyona-yöneliş yeni değil. Ama özellikle ‘90’lı yıllarda, sermayeyi en karlı değerlendirmenin “yegane “ yolu olarak görülüyor.

Bankaların karları (faiz) verdikleri kredilerden geliyor. Bu kredileri de sanayi ve ticaret işletemleri alıyorlar. Bu işletmelerin elde ettikleri kar oranı düşünce, kaçınılmaz olarak faizler de düşüyor ve böylece bankaların karı azalıyor.
Bu durumdan kurtulmak için “Junk Bons” ve “Emerging Market Bonds” oyununa başvuruluyor. “Junkies” uyuşturucu bağımlısı demektir. Buradaki anlamı ise yüksek karlı yatırımlara bağımlılık/düşkünlüktür. “Junkies Bons”, oldukça karanlık ve riskli hisse senetlerinin satın alınmasıdır. Risk büyük ama ona tekabül eden faiz de büyük. “Emerging Market Bons” da da durum aynıdır. Tek fark burada değerli kağıtların sahibi, “Asya Kaplanları” denilen ülkelerin gelişme seviyesinde olan ülkelerdir (“yükselen”, “gelişen” pazarlar). “Emerting Market Bonds, böylesi ülkelerin dolar gibi istikrarlı para üzerinden yüksek spekülatif faizle borçlanmasıdır. Burada spekülatif olan, karanlık olan, bu kağıtların ifade ettiği yatırım alanıdır, yatırım konusudur. Bu ülkelere “Asya Kaplanlarının dışında Meksika, Arjantin, Venezuela, Rusya, Ukranya birer örnektir.
Spekülatörlerin bu türden “ticaret”le hangi sonuçlar aldıklarını Meksika’da görmüştük. Yüksek faizli devlet istikrazları sayesinde ülkeye akan yabancı sermaye miktarı 150 milyar dolardı. 1994’te başka yerlerde Meksika’dakinden daha fazla kar vaat eden durum ortaya çıkınca, 150 milyar dolarlık yabancı sermayenin büyük bir kısmı Meksika’dan kaçtı. Birdenbire çok miktarda peso, başka paralara çevrildi ve kısa zamanda pesonun değeri % 50 düştü. Gelişme, Meksika‘daki ABD yatırımalarının değerini de düşürecek derecede etkili oldu. Dolar baskı altında kaldı. Pesonun değerine istikrar vermek ve Meksika devlet borçlarının başka paralara dönüşümünü sağlamak için ABD ve İMF, Meksika’ya 50 milyar dolarlık kredi açtılar ve taleplerini dayattılar. Faizler %50 artı, enflasyon yükseldi, reel ücretler önemli boyutlarda düştü, iflaslar birbirini kovaladı ve işsizlik olağan üstü arttı.

Rusya’da olan da Meksika’da olandan pek farklı değil. En fazla kara bağımlılığın sonuçlarını görüyoruz. Rus hükümeti, kağıt üstüne kağıt çıkardı. Her seferinde vade kısaldı, faiz arttı.

Rusya’nın dış borcu 150 milyar dolar. Bütçenin % 34’ü dış borç ödemesine ayrılıyor. İMF ve batılı emperyalist ülkeler, Rus hükümetine, dış borçları zamanında ödeyebilmesi için kredi veriyordu. Ama yetmeyen bir miktarda. Son dönemde yaklaşık 11 milyar dolar. Rusya’nın önemli gelir kaynağı olan petrol de çare olmadı, çünkü dünya piyasalarında petrol fiyatları oldukça düştü ve bu düşüş devam ediyor.

Rusya, cari giderlerini (ücretleri vs) karşılamak ve borçlarını ödeyebilmek için “kumara” başladı. Vadeleri giderek kısalan ve faizleri de artan kağıtlar (istikrazlar ) çıkardı. Bu akış bir yerde tıkanacak, oyun bozulacaktı. Bu biliniyordu ve öyle de oldu. Kokuyu alan spekülatörler, yabancı sermaye, aniden kaçmaya başladılar. Bu kaçış, Rusya’da spekülasyon ve mali krizin patlak vermesinden başka bir anlam taşımıyordu.

Rusya’daki mali kriz, bütün dünya borsalarını sarstı. Ama dikkati çeken bir durum da şu: Meksika örneğinde ABD ve İMF hemen, acilen müdahale etmişlerdi. Asya’daki mali krizde, biraz bekleyerek müdahale edildi. Görünürde müdahale eden ve koşulları sıralayan İMF idi. Rusya krizinde de bekliyorlar. Anlaşılan o ki, biraz daha bekleyecekler. Onlar bu mali krizin dünya borsalarındaki en büyük sarsıntıyı Ağustosun 2027’si arasında yaptığını, durumun bu noktadan daha da kötüye gitmeyeceğini sanıyorlar. Bu da başlı başına bir spekülasyon. Ama her halükarda hiç de acele edilmiyor. Anlaşılan o ki, krizin dünya çapında etkisi sınırlandırılarak Rusya’nın tamamen teslim olması veya dayatılan her koşulu kabul edecek kıvama gelmesi bekleniyor.























Yeraltı kaynakları bakımından Rusya, dünyanın en zengin ülkesi, sanayi teknolojisi (savaş ve uzay sanayi hariç) çöküntü, hurda keza tarım da öyle, modern anlamda bankacılık yok. Bu alanlardaki zorluklarla da uğraşan Rus emperyalizmi, İMF’nin koşullarını kabul edince uluslararası emperyalist güç olma durumundan çok şey kaybedecek. İkide bir Ortadoğu’da, Kıbrıs’ta boy gösteremeyecek. Arka bahçem dediği orta Asya ve Kafkasya’da nüfuzu gerileyecek. Rusya, İMF’nin koşulları altında Amerikan emperyalizmine bağımlı kılınacak. Diğer taraftan Rusya, batılı emperyalistlerin dayatmalarını kabul ettiği andan itibaren bugün kaçan spekülatörler yeniden ülkeye akın edecekler ve tamamen değersizleşmiş olan bankaları, işletmeleri satın alacaklar. Ama bunun için önce mülkiyet durumunun yasayla açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Nasıl ki spekülatörler, İMF’nin koşulları kabul edildikten sonra, örneğin G. Kore ekonomisini talan etmek için geri dönmüşlerse aynısı Rusya’da da olacaktır.

Rusya’daki mali krizin önemli dünya borsalarında neden olduğu sarsıntının boyutuna gelince. Bunu bir tabloyla göstererek geçiyoruz.

1987’deki dünya borsa krizinde, 1629 Ekim (1987) arasında, borsalarda değere düşüşü New York’da %17.8, Londra’da %26,1; Frankfurt’ta %23,7 ve Tokyo’da da % 16,4 oranlarında olmuştur. Tokyo borsası hariç diğerlerindeki değer düşüşü 1987’de olduğu kadar değil. Şüphesiz, borsa değerlerinde düşme devam ederse bu, uluslararasında bir mali kriz olur. Ama bu günkü haliyle ve emperyalist ülkelerde belli bir telaşın olmaması düşüşün en derin noktasına ulaşıldığını ve bu anlamda da bunun, krizden ziyade sarsıntı olarak tanımlanması gerektiğini gösteriyor.

En dramatik kumar Hongkong’da spekülatörlerle hükümet arasında oynandı. Spekülatörler, Hang-Sang İndeks’ini düşürmek için ellerindeki bütün hisse senetlerini satışa sundular. Hükümet ise, satışa sunulan bütün hisse senetlerini aldı. Tahminlere göre hükümetin bu işlemlerinde harcadığı miktar 15 milyar dolar civarında, yani toplam döviz rezervlerinin % 10’undan fazla bir miktar. Ama Hongkong doları üzerinde baskı devam ediyor. Ekonominin büyüme hızının tahmin edilenden % 4 daha düşük olacağının açıklaması bunun bir nedeni. Hongkong doları, Asya’da ABD dolarına bağlı tek para birimi. Hisse senetlerinin değer kaybından ve devalüasyon korkusundan dolayı sermaye kaçışının engellenmesi için ve sermaye çekmek için, baş döndürücü faizler teklif ediliyor. Şimdilik çark dönüyor, ama uzun süre böyle idare edileceğinin hiç bir işareti yok. Hongkong, Çin’in bir parçasıdır. Bu şehir düşerse, yani parası devalüe edilirse bu, Çin’i, Çin para birimi Renminbi’yi doğrudan etkileyebilecektir. Bunun dışında Yen’in (Japonya) değer kaybı da Çin’i doğrudan etkiliyor. Rekabet gücüne sahip olmak için bölge ülkeleri birbirlerini gözlüyorlar. Önemli olan, en ucuza satabilmek. Parası pahalı olan Çin, rekabet gücünü kaybetmemek için devalüasyona gitmek zorunda kalacak. Bu sadece bir zaman sorunu. Çin bugün geri kalmış ülkeler içinde en çok yabancı sermaye çeken ülke durumunda. Şayet Renminbi ve Hongkong doları değer kaybına uğrarlarsa kapitalizmin tarihinde görülmemiş bir kaçış; Çin’den sermaye kaçışı başlayacaktır.

Çin ekonomisinin büyük bir krizle karşı karşıya olduğunu ve bunun patlak vermesinin sadece bir zaman meselesi olduğunu Çin halkı da biliyor. Bundan dolayıdır ki illegal çalışan para değiştirme bürolarında adeta kuyruk oluşturuluyor. Sosyal emperyalist Çin’de ulusal para değil, dolar revaçta.

Çin’de modern anlamda mali sistem yok. Teknolojisi Nuh döneminden kalma, sanayi devlet desteğiyle ayakta duruyor ve zaten devlet işletmelerinin dörtte üçü iflas etmiş durumda. İşsizlerin sayısı tahmini olarak 130 milyon. Devlet, ekonomiyi “düzeltmek” için işçileri sokağa atmaya devam ediyor. Bu on binlerle değil, milyonlarla ifade ediliyor.

Çin, Asya’da henüz devrilmemiş yegane domino taşı. Devrildiğinde şu veya bu ülke değil, kapitalist dünya ekonomisi panikleyecektir. Durum bilinmesine rağmen kar yüksek olduğu için bu ülkeye yabancı sermaye akışı kesintisiz devam ediyor.

1997 yılı sonu itibariyle dünya ekonomisinin genel durumu, istikrarlı bir gelişmeye işaret ediyor. Bu verilere göre, ufukta üretim gerilemesi veya yeni bir fazla üretim krizine doğru bir gelişme söz konusu değil. Dünya toplam üretimi 1997’de de 1996’daki oranda (%4,1) büyüyor. Dünya ticaretinin büyüme oranı % 7,7 (1997). 1997’de dünya ticareti, dünya üretiminin neredeyse iki misli fazlası kadar büyüyor(%7,7%4,1).


Dünya ekonomisindeki bu istikrarlı büyümenin nedeni, Japonya hariç emperyalist ülkelerdeki, özellikle de ABD ekonomisindeki konjonktürel olumlu gelişmedir.

Eski revizyonist ülkeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, bu ülkelerde sanayi üretiminin 1996’dan itibaren mutlak büyüme sürecine girdiği görülüyor. Bu ülkelerde üretim 1992’den 1993’e %6,2 ve 1993’ten 1994’e de %6,5 oranında mutlak düşerken, 1995’te ancak % 0,8 oranında mutlak gerileme oluyor. Sanayi üretimi 1997’de %1,8 oranında büyüyor. Ama eski revizyonist ülkeleri tek tek ele aldığımızda farklı bir durumla karşılaşıyoruz. Orta ve güneydoğu Avrupa’daki eski revizyonist ülkelerde ve Baltık ülkelerinde, en azından bu bölge ülkelerin çoğunluğunda genel iktisadi durum, örneğin Rusya ile veya Bağımsız Devletler Topluluğu(BDT) ülkeleriyle karşılaştırıldığında oldukça istikrarlı. Macaristan, Polonya, Slovenya, Hırvatistan ve Baltık ülkelerinde ekonominin hızlı bir büyümesi izleniyor. Örneklersek: Çek Cumhuriyetinde sanayi üretimi 1995’ten 1996’ya %1,8; 1996’dan 1997’ye %4,5 oranında ve 1998 Nisan ayı itibariyle son bir senenin ortalaması olarak % 3,5 oranında büyümüştü. Aynı dönemde Macaristan’da sanayi üretim % 3,4; %11 ve %9,5 oranlarında büyürken, Polonya sanayisi de, keza aynı dönemde, % 9, 4; %11,3 ve %8,9 oranlarında büyümüştü.

BDT-ülkelerinde ise durum tamamen farklıydı. Ekonomideki yapısal sorunlar bir yana bu ülkeler hala konjonktürel sorunların üstesinden gelememiş durumdalar.

Rusya’yı örnek alalım.

1991 1997 Arasında Rus Ekonomisinin Durumu (% olarak), Tablo 3
Yıllar
Yurtiçi gayri safi üretim (reel büyüme)
Sanayi üretimi (reel büyüme)
Enflasyon (yıl sonu itibariyle)
1991
-5,0
-8,0
160
1992
-14,5
-18,0
2504
1993
8,7
-14,1
840
1994
-12,7
-20,9
215
1995
4,2
-3,3
131
1996
4,9
-4,0
21,8
1997
+ 0,4
+ 1,9
11,0
1998
(Haziran)
-1,1
-1,3
6,5

Bu veriler, Rus ekonomisinin 19911996 döneminde çöküntü içinde olduğunu gösteriyorlar. Bu dönemde kriz kavramıyla ifade edilebilecek bütün gelişmeleri Rus ekonomisinde görüyoruz: Yapısal kriz, yüksek enflasyon, fazla üretim krizi. Buradaki fazla üretim krizi, kapitalizmin “normal” koşullarında devresel olarak patlak veren fazla üretim krizinden; ekonomik krizden farklı bir kriz değildi. Rus ekonomisi kendini her alanda; teknoloji, sermaye, knowhow, işletmecilik vs. yenilemek, değerlendirmek ve geliştirmekle karşı karşıyaydı. Bu nedenle ve uluslararası planda rekabet gücü olan emperyalist bir ülke olmak için çok miktarda, devasa hacimde yabancı sermayeye ihtiyaç vardı. Gerekli miktarda yabancı sermaye gelmedi. Gelenin önemli bir bölümü de dış borç ödemesine ve cari harcamalara ayrıldı.

Rus ekonomisi ancak 1997’de krizden çıkma eğilimi içindeyken mali kriz patlak verdi. Ülkenin genel ekonomik ve siyasi durumu, gelişmelerin salt mali krizle sınırlı kalmayacağını gösteriyor. Yönetememe; siyasi kriz, hükümet krizi olarak zaten patlak verdi. Batılı emperyalist ülkelerin ve İMF’nin dayatması/koşulları sonuçta üretimin yeniden mutlak olarak gerilemesini kaçınılmaz kılacaktır. Batılı emperyalistler dayatmasalar da böyle bir gelişme olacaktır. Şayet Rusya, rekabet gücü olan bir emperyalist ülke olmak istiyorsa , her şeyin; teknolojinin, işletmelerin, yönetimin yenilenebileceği, sermayenin kendisini “özgür” değerlendirebileceği bir ortamın oluşması kaçınılmazdır. Bu bir alt üst oluştur. Revizyonist anlayış ve yapılardan klasik kapitalist anlayış ve yapılara geçiştir. Polonya, Macaristan bu geçişi ana hatlarıyla sağladılar. Ama Rusya bundan çok uzak.

Rusya, ekonomik ve siyasi açıdan çalkantılı geçecek bir sürece girdi. Emperyalist ülkeler ve bu arada Türkiye de bu süreçten yararlanmaya, Rusya’yı köşeye sıkıştırmaya çalışacaklar. Emperyalistler açısından, özellikle de ABD açısında Türkiye açısından da zayıf/güçsüz bir Rusya, en iyi Rusya’dır.

Dünya Ekonomisinin Güncel Durumu

Yukarıda 1997 yılı sonu itibariyle dünya ekonomisinde genel bir istikrarın hakim olduğunu belirtmiştik. Ama soruna 1998’in ilk yarısı itibariyle baktığımızda gelişmenin yönünün değişik olduğunu, dünya ekonomisinin yeni bir fazla üretim krizi sürecinde olduğunu ve bazı ülkelerin de böyle bir krizde olduklarını görmekteyiz.













































Bu veriler, dünya ekonomisinin 1998 yılı ilk yarısı itibarıyla istikrarsız bir gelişme sürecinde olduğunu gösteriyorlar.

Amerikan ekonomisi 1998’in ilk çeyreğinde %5,5 oranında büyümüş (reel). Bu reel büyüme yılın ikinci çeyreğinde % 1,6 oranına düşüyor , yani 3,9 puan geriliyor. Bu haliyle Amerikan ekonomisi, dünya ekonomisini bu istikrarsız durumdan çıkartılabilecek bir motor konumunda / gücünde değil.

Ekonomisi en iyi konumda olan ülke Almanya. Alman ekonomisi, özellikle ihracata dayalı olarak belirtilen oranlarda büyümüştür. %2 ile % 3 arasında bir büyüme Alman ekonomisi açısından önemli bir büyümedir. (Bu veriler tabloda görülmüyor). Japonya’daki kriz, Alman sermayesine yaradı. Ama bu durum sürekli olmayacaktır. Japon tekelleri doping fiyatlarla ve özel çabayla uluslararası planda kaybettikleri alanları yeniden elde etmek için rekabete girişeceklerdir.

Alman ekonomisindeki büyüme şişirmedir, dış satımdan dolayıdır. Alman sanayi cirosunun 1997’de yaklaşık % 42 yabancı ülke kaynaklıdır. Örneğin uçak ve uzay araçları cirosunun %61’i; otomobil ve motor cirosunun %58,3’ü; radyo, TV haberleşme tekniği cirosunun %48,1’i; makine cirosunun %46,8’i; gemi cirosunun %46,7’si; kimya sektörü cirosunun % 45, 9’u yabancı ülke kaynaklıdır.

Bu büyüme oranlarına rağmen Almanya’da işsizlerin sayısı 8 milyonun üstündedir. İflasların sonu gelmemektedir. Örneğin iflas eden firma sayısı 1992’de 15 000’den 1997’de 33 000’e çıkmıştır. Yani beş senede iki misli artmıştır.

Japon ekonomisi ve “Asya Kaplanları” denen ülkelerin ekonomileri 1997 ‘nin ikinci yarısından bu yana krizle çalkalanıyor. Spekülasyon-kredi-mali krizden fazla üretim krizine geçildi. Japon sanayisinde üretim 1998’in ilk çeyreğinde 1997’nin ilk çeyreğine göre %3,9 oranında mutlak küçüldü/geriledi. Bu gerileme tabloda da gördüğümüz gibi derinleşerek devam etti. Toyota, Mitsubishi, Nissan gibi otomobil tekelleri Nisan ayında üretimi % 20 oranında daraltmak zorunda kaldılar . İflaslar sadece Nisan’dan Mayıs’a %37 oranında arttı. Bu gelişmelere bağlı olarak işsizlerin sayısı da sıçramalı olarak arttı.

Bir bütün olarak baktığımızda 1998’in ilk yarısında dünya ekonomisinin (OECD ve AB bazında) büyüme oranları küçülmüş ve bazı ülkelerde üretimde mutlak düşüşler olmuştur. Gelişmenin böyle olmasında Asya krizinin etkisi mutlaka vardır, ama sorun sadece bununla açıklanamaz. Şimdi bu krize Rusya’daki kriz de eklendi. Şayet Çin’de de beklenen kriz patlak verirse kapitalist dünya ekonomisi büyük çalkantılarla sarsılacaktır. Daha bugünden dünya ekonomisinin üçte biri (Asya‘nın belirtilen ülkeleri) büyümüyor, tersine küçülüyor. Bu durum, ister istemez dünya ekonomisinin geriye kalan kısmını olumsuz etkileyecektir.

Emperyalizme bağımlı ülkeler bir yana, emperyalist ülke ekonomileri birbirlerine oldukça bağımlı durumdalar. Bunlardan birindeki olumsuz bir gelişme kaçınılmaz olarak diğerlerini de etkilemektedir. Sadece sermaye ihracı bazında bir örnek verecek olursak: Dünya çapındaki doğrudan yatırmaların miktarı 1980’de 519 milyar dolardan 1996’da 3178 milyar dolar çıkmıştır. 1996 yılı itibariyle bu miktarın ülkelere göre dağılımı şöyledir.

Toplam Miktar
3178 Milyar Dolar
ABD'nin payı
794 Milyar Dolar
İngiltere'nin payı
356 Milyar Dolar
Japonya'nın payı
330 Milyar Dolar
Almanya'nın payı
288 Milyar Dolar
Fransa'nın payı
206 Milyar Dolar
Hollanda'nın payı
185 Milyar Dolar
İsviçre'nin payı
153 Milyar Dolar
İtalya’nın payı
118 Milyar Dolar
Geriye kalan ülkelerin toplamları
748 Milyar Dolar
Bakırın : Süddeutsche Zeitung, Nr, 149,2 Temmuz 1998. Tablo 5

1998 doğrudan yatırım biçimin de ihraç edilen bu sermaye, bir taraftan hangi ülkelerin, sermaye ihracıyla bütün dünyayı talan ettiklerini gösterirken, diğer taraftan da bu boyutlara varan sermayenin kaçınılmaz olarak karşılıklı bağımlılık (etkilenme) getireceğini göstermektedir.

Daha önceki bir yazımızda kitlesel işsizliğin; kronik kitlesel işsizliğin kapitalist sistemde eğilim olmaktan çıkarak yasa durumuna geldiğini saptamıştık. Bunu şöyle ifade etmiştik. “Giderek daha az sayıda işçi çalıştırmak kapitalizmin genel krizi sürecinde eğilim olmaktan çıkarak bir yasa olmuştur” (PD. sayı. 16. s.92Mayıs-Haziran 1998)

Bu gelişme, teknolojinin; sürekli en yeni teknolojinin üretimde kullanılması ve bu bazda yapısal krizle doğrudan ilişki içindedir. Kapitalizmin genel krizi koşullarında kronik kitlesel işsizliğin eğilim olmaktan çıkarak yasa olması, yapısal krizin de artık kronikleştiğini gösterir.
Fazla üretim krizden bağımsız olarak (bazen de onunla aynı anda) patlak veren ve belli bir devreviliğin olmayan teknolojik yenilenme bazındaki yapısal kriz, (1970’den bu yana kapitalist dünya ekonomisinin gelişme seyrini göz önünde tutacak olursak,) kronikleşmiştir. Ekonominin her sektöründe olmasa da bir çok sektörde ve emperyalist ülkelerde durum böyle.

Kapitalist dünya ekonomisinde görülen bu eğilim; teknoloji bazında yapısal krizin kronikleşmesi eğilimi kendisini firma birleşmelerinde de gösteriyor. Rekabet gücüne sahip olmak için gerekli olan sermaye, firmaların birleşmesiyle sağlanıyor. Bundan dolayı son dönemlerde büyük birleşmeler; devlerin evliliği gündeme geldi. Bu birleşmelerle hangi miktarlarda sermayenin harekete geçirildiğini örnekleyelim. (Tablo 6)

Tekeller, rekabet gücüne sahip olmak için sürekli daha kapsamlı sermayeye ihtiyaç duyacaklardır; yani sürekli yeni / modern teknoloji, sürekli daha az sayıda işçi. Bu şeytani çemberden çıkmak imkansızdır.

Bir daha belirtelim; yapısal kriz, fazla üretim kriziyle eş anlamlı değildir. Fazla üretim krizi dönemindeki sabit sermaye yenilenmesi (teknoloji) mutlaka ve her zaman yapısal kriz değildir. Yapısal kriz ve fazla üretim krizi aynı anda patlak verebilirler . Bu durumda yapısal kriz hammadde ve enerji sorunu bazında patlak vermişse bu, fazla üretim kriziyle aynılaştırılamaz. Ama teknolojik gelişme, bilimsel tekniki devrim bazında patlak vermişse bu, fazla üretim kriziyle aynılaşır.

Çok uluslu tekeller veya uluslararası tekeller sürekli sermaye kıyımında bulunuyorlar. O anda fazla üretim krizi olusun veya olmasın bunu yapıyorlar. Yapmak zorundalar. Aksi taktirde rekabet güçleri kalmayacak. Teknoloji bazında yapısal krizin kronikleşmesinden, sürekli var olma eğilimine girmesinden kast ettiğimiz bu türden sermaye kıyımıdır. Bu nedenden dolayı kitlesel işsizlik eğilim olmaktan çıkarak yasa olmuştur. Aksi taktirde kitlesel işsizlik sadece fazla üretim krizi dönemlerinde görülürdü. Kapitalizmin genel krizinden önceki dönemde durum böyleydi.

Proleter Doğrultu, Sayı 18, Eylül-Ekim 1998.