deneme

25 Ekim 2000 Çarşamba

SON ZİRVEDEN SONRA FİLİSTİN


 
Şarm el Şeyh zirvesinden çıkan sonuç, durumu idare etmenin ifadesinden öte bir anlam taşımıyordu. Bir dizi laf salatası; Clinton, “toplantı kolay değildi, çünkü son günler oldukça çetindi” felsefi tespitini yapıyordu. Mubarak’a göre “iyi niyetle barışa ulaşılabilinir”. Fatah’ın Batı Şeria şefi Barghouti’ye göre de “Amerikalılar, İsrail’i kurtarmak için Şarm el Şeyh’e gelmişlerdi. Filistin devleti kurulana kadar intifada devam edecek” anlayışında.

Durumu idare etmenin ikinci zirvesi, Arap ülkeleri toplantısıydı. Niyetler bilindiği için, toplantının sonucunun nasıl olacağı daha baştan biliniyordu. Dağ fare doğurdu; İsrail’i kınama, çatışmaların nedenini araştırmak ve sorumlularını tespit etmek için uluslar arası bir komisyonun kurulması kararı alındı. Diğer taraftan, isteyen Arap ülkesi İsrail ile ilişkilerini kesebilir önerisinde de bulunuldu. Bu kararları yumuşak bulan Libya, toplantıdan ayrıldı. Onun protestosuna Irak da katıldı.

Arap ülkeleri zirvesi de”hareket her şey sonuç hiçbir şey” ile tarihe karıştı.
Sonucun böyle olması Amerikan emperyalizminin ve İsrail’in işine yaradı. Libya ve Irak hariç hiçbir Arap ülkesi, iplerin daha da gerilmesinden yana değil. Ürdün, Mısır, S. Arabistan ve diğerleri, İsrail ile çatışmaya, savaşmaya hazır olmadıkları gibi, Filistin yönetiminin bizi destekleyin çağrılarını da ancak kınamayla cevapladılar. Hepsi bu kadar. Filistin yönetimi zirveden eli boş döndü. Bu da İsrail’i cesaretlendirdi.

Gelişmelerin bugün geldiği düzey, her iki tarafın da bir araya gelecek güçte olmadığını gösteriyor. Filistin halkı mücadele ediyor, İsrail ordusu saldırıyor, öldürüyor ve yaralıyor. Arafat ve Barak da siyasi geleceklerini düşünüyorlar. Gelişmeleri kontrol edemiyorlar ve taraflardan hiçbiri de çatışmaları ilk durduran ve dolayısıyla iç politik güçler/karşıtlar karşısında taviz veren olmak istemiyor.

120 üyeli İsrail parlamentosunda Barak hükümetinin yanında olan milletvekili sayını 30 ila 40 arasında. Barak, ancak, parlamentoda ikinci güçlü parti olan Likud ile koalisyona giderse hükümetinin devamını sağlamış olacak. Şimdi o, bunun için uğraşıyor. Bugünün İsrail’inde hükümet olabilmek veya hükümette kalabilmek için mevcut çatışmaların destekçisi ve körükleyicisi olmak gerekiyor. Bunu Barak da biliyor ve siyasi geleceğini düşünerek çatışmaların devamından yana tavır alıyor. Yaklaşık bir ay önceki provokasyonuyla çatışmaların başlamasına vesile olan Şaron ise (Likud başkanı) Barak’ın koalisyon kuralım önerisini reddetmiyor, ama barış konusunda veto hakkı talep ediyor. Barak’ın böyle bir tavize yanaşıp yanaşmayacağı bilinmiyor, ama Şaron, Barak’ın gününün sayılı olduğunu biliyor. Öldürülen yüzden fazla Filistinlinin ve binlerce yaralının sırtından hükümet olacağı günü bekliyor.

Arafat da aynı durumda. Arafat, Filistin halkının direncini kıramadı. Olayların kendini aştığını anlayan Arafat, kurtuluşu ileriye fırlamakta gördü. Halkına, savaşçılara geri çekilin çağrısı yapacak durumda değil. Bunu yaparsa, bir taraftan lanetleneceğini, diğer taraftan da muhalifleri tarafından etkisiz hale getirileceğini biliyor. Filistin halkını, Oslo görüşmelerinden bu yana vaatlerle yönlendiren Arafat, patlayan öfkenin, kendine ve yönetimine de yönelen kin ve nefretin altında kalmamak ve siyasi varlığını sürdürmek için çocuk generallerini, intifadayı hatırladı. Ona bunu hatırlatanların başında “Tanzim” örgütündeki Fatah savaşçıları geliyor. Bu savaşçıları, “Tanzim” örgütünü yönlendiren de Fatah’ın Batı Şeria şefi Barghouti dir.

İç politik ve siyasi gelecek kaygısı nedeniyle hem Barak (İsrail), hem de Arafat (Filistin) kanıksanan çatışmaların devamından yanalar. “Barış” masasına oturmamak, taviz vermemek, radikal görünmek revaçta.
İsrail’de hükümet sorununun çözümlenmesi sağlanmadan, İsrail’in Filistinlilere saldırısını hiçbir güç durduramaz.

Arafat, Filistin direnişini tamamen eline geçirip, tartışmasız önderliğini halkına, muhaliflerine, dünyaya ve Arap dünyasına bir daha kabul ettirene kadar intifadayı devam ettirecektir.

Arafat ve Barak’ın birbirlerine atıflarda bulunmaları, suçlamaları konjonktüre tekabül eden retorik açıklamalardan öte bir anlam taşımıyor. Her ikisi de siyasi durumlarını biliyor ve konumlarını güçlendirmek için çaba harcıyorlar. Durumun böyle olduğunu ABD, AB ve Arap ülkeleri de biliyorlar.
İç politikada taşlar yerine oturunca, kırk yıllık dost gibi el sıkışıp İsrail-Filistin “barış”ına Amerikan emperyalizminin patronluğunda, kalınan yerden devam edileceğinden şüphe duyulmamalıdır.