deneme

11 Ekim 2000 Çarşamba

YUGOSLEVYA’DA SEÇİM SONUÇLARI


 
Yugoslavya’da siyasi yaşamın eskisi gibi devam etmeyeceğini nihayet Miloseviç de anladı. Seçimlerde baş vurduğu hileyle iktidarda kalmayı deneyen bu faşist diktatör, yığınsal irade karşısında yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı.

30 Eylülde Kolubara’da 7500 maden işçisi, Miloseviç iktidarını protesto amacıyla grev başlattı. Bu maden ocağında başlatılan grev, ülke çapında yaygınlaşan protestolar, sokak barikatları ve devlet kurumlarının (özellikle radyo ve tv.) işgali için bir sinyaldi. Kolubara madencileri, müdürlerin ve başka görevlilerin tehditlerine boyun eğmediler ve grevlerini, halkın iradesi kabul edilene, yani seçimlerin gerçek sonuçları açıklanana kadar devam ettireceklerini açıkladılar.

3 Ekimde polis ve ordu birlikleri grevci madencilerin, Belgrad’a yürüyüşünü engellediler, ama bu arada ülke çapında yüzden fazla fabrikada grevler başladı. Sadece fabrikalarda değil, hizmet sektöründe, belediyelerde, okullarda grev ve boykotlar yaygınlaştı. Navi Sad’da üç öğrencinin sokağa barikat kurmaktan dolayı 30 günlüğüne hapisle cezalandırılmaları öğrenci ve öğretmenlerin ortak eylemlerini engelleyemedi.

Yugoslav emekçileri, ancien regime karşısında korku duvarını yıkmışlardı. Artık on binler, mücadele şevkiyle hareket edebiliyor, Belgrad şehir merkezini işgal ederek, abluka altına alarak, seçimlerin gerçek sonuçlarının açıklanmasını talep edebiliyorlardı.

Belgrad’daki bu kitlesel eylem, ülkenin diğer şehirlerine de sıçramış ve oralarda da şehir merkezleri işgal edilmiş, sokaklarda barikatlar kurulmuştu. Okullarda ve üniversitelerde de eğitim durmuştu.


Ücretli memurlar, gazeteciler, televizyoncular, tekniksiyenler, müzikçiler ancien regime’e karşı itaatsizlik çağrısı imzaladılar. Seçimlere kadar hükümetin kontrolünde kalan merkezi ve yerel radyo ve tv. çalışanları da bu çağrıya katıldılar.


Yığınların iradesi,kitlesel eylemler, Miloseviç diktatörlüğünün sonunu getirmişti. Yenilgiyi kabullenmeyen Miloseviç, sakağa, fiili yaşama hakim olan halkın üzerine ordu ve polisi göndermeye niyetlendi. Ama olmadı. Ordu ve polis de halktan yana tavır aldılar veya yüksek rütbeli subaylar ve polis şefleri, geleceklerini düşünerek halktan yana tavır almak zorunda kaldılar. Saklanan ve ordu ve polisin tavrını bekleyen Miloseviç, kendi rejiminin bu temel dayanaklarından da umudunu kesmek zorunda kaldı. Bu arada Rusya, devreye girdi. Rusya, uluslar arası arenada Yugoslav rejiminin ön önemli destekçisiydi. O da bu rejimin sonunun geldiğini görüyordu ve Rus Dışişleri Bakanı, Miloseviç’i seçimlerin sonucunu ve dolayısıyla yenilgiyi kabul etmesi için zorladı. Faşist diktatörün, sonucu kabullenmekten başka seçeneği kalmamıştı.


13 senelik iktidarı döneminde Miloseviç, Yugoslav halkına savaştan, işsizlikten, umutsuzluktan, yabancı müdahalesinden başka bir şey vermemişti. 13 sene boyunca Sırp emekçilerini, yığınları “Büyük Sırbistan” hayaliyle, Sırp şovenizmiyle peşinde sürüklemişti. “Büyük Sırbistan” uğruna Slovenya’ya, Hırvatistan’a, Bosna-Hersek’e karşı, son olarak da Kosova’da BM karşı savaştı. Kaybedilen bu savaşlarla birlikte “Büyük Sırbistan” hayali de buharlaştı. Ambargonun da etkisiyle iktisadi yaşam çekilmez oldu. İşsizlik, yoksulluk, zoraki göç, enflasyon milyonlarca emekçinin sorunu olurken, bir avuç azınlık zenginleştikçe zenginleşti.


Bunun ötesinde faşist rejim, kendine karşı her türlü muhalefeti bastırmasını bildi. Yığınların protestosu, zor kullanılarak bastırıldı. Burjuva muhalefetin beceriksizliğini ise Miloseviç çok iyi kullandı. Muhalefetin kendi arasında anlaşamaması iktidarın işine yarıyordu. Ayrıca Miloseviç, muhalefetin bir bölümünü, diğerine karşı kullanıyor, gerektiğinde bir bölümünü iktidarına ortak ediyor ve böylece karşısında örgütlü ve güçlü bir muhalefetin oluşmasını engelliyordu. Bu seçimlerde de aynı oyunu oynayabileceğini sanmıştı. Ama yanıldı. Halk açısından bıçak kemiğe dayanmıştı. Miloseviç rejiminin devrilmesi için mücadelede kararlı olan emekçi yığınlar, muhalefet önderliğini de etkiliyorlardı. Dolayısıyla bu zafer, burjuva medyanın lanse ettiği gibi, Voyislav Kostuniça önderliğindeki burjuva muhalefetin değil, doğrudan yığınlarındır. Onların ülke çapında kitlesel eylemleri sonucudur ki, örgütlü burjuva muhalefet cesaretlenmiştir.


Dört savaş kaybeden Miloseviç’in beşinci savaşı Yugoslav halkına karşı olacaktı. Yığınsal tepki ve uluslar arası arenada en büyük destekçisi Rusya’dan umduğunu bulamayan Miloseviç, gitmek zorunda kaldı. Ama onun açısından her şey, Yugoslavya başkanlığından ayrılmak zorunda kalmasıyla bitmiş olmuyor. Ancien regime (eski, köhne iktidar) olduğu gibi yerinde duruyor. Bütün devlet kurumlarında, bürokraside, orduda, poliste onun adamları var. Miloseviç, politikadan ayrılmadığını, partisi vasıtasıyla ülkenin geleceğinde söz sahibi olmaya çalışacağını açıkladı.


Başta AB emperyalistleri olmak üzere batının, Yugoslavya’daki gelişmeyi “tarihsel olay” olarak açıklamaları, bu gelişmeye “devrim” demeleri, Kotuniça’yı kutlamak için adeta kuyruk oluşturmaları, olayları çarpıtmaktan ve iki yüzlülükten başka bir anlam taşımaz.


Yugoslavya’da neyin ne olacağı henüz pek belli değil. Belli değil, çünkü hukukçu V. Kostuniça, bir Miloseviç yetiştirmesidir. Azılı bir Sırp şovenistidir. Birçok konuda Miloseviç’ten farkı, sadece yüzeyseldir. Onun ön plana çıkmasının yegane nedeni, yıllardan beri muhalefet önderliği yapanların, dönem dönem ancien regime ile uzlaşmaları, Miloseviç ile kucaklaşmaları, kendi aralarında uzlaşamamaları ve yeteneksizliklerini sergileyerek yığınlar nezdinde teşhir olmaları, prestij kaybetmeleridir. Bundan dolayı, siyasi ve yığınsal bir gücü olmayan Kostuniça bir anda önemli oldu. Batı yanlısı, antiamerikancı gözüken bu bayın ilk açıklamalarından birisinin, savaş suçluları olarak “aranan” Yugoslavları, bu arada Miloseviç’i de uluslar arası savaş suçluları mahkemesine teslim etmeyeceğini açıklamasıdır.
Yugoslavya’da ne tarihsel bir gelişme, ne de bir devrim olmuştur. Miloseviç’in seçimle devrilmesi ve aynı politik anlayışla yetişmiş birisinin, ılımlı ve “demokratik”, batı yanlısı görünümle devlet başkanı seçilmesi “tarihsel bir olaysa”, dünyanın ve tek tek ülkelerin tarihleri, tarihsel olaydan başka bir şey olamaz.


Neyin ne olacağını zaman gösterecektir. Kostuniça, ülkeyi ancien regime’den temizlediği, devlet kurumlarında, orduda ve poliste Miloseviç güçlerini saf dışı bıraktığı, halkın özlem duyduğu demokrasi ve özgürlüğe değer verdiği vb. oranda değerlendirilecektir. O, henüz yolun başında. O, şimdilik sadece ve sadece devlet başkanı. Hükümetin kurulmasında, yeni siyasetin oluşturulmasında Kostuniça önderliğinde birleşen ve 18 partiden oluşan muhalefetin nasıl bir yol izlemeyeceği henüz belli değil.


Ama şu da bir gerçek ki, Kostuniça’nın seçimleri kazanması, emperyalist ülkeleri de harekete geçirmiştir. Yugoslavya, Balkanlardaki hegemonya çatışmasının dışında düşünülemez. Kostuniça’nın AB yanlısı olduğu biliniyor. Daha muhalefetteyken batılı ülkelerden birkaç yüz milyon dolar tutarında maddi destek almıştır. Bu muhalefet, Yugoslavya’yı batıya, AB’ye peşkeş çekmeye hazırdır. “Yeni iktidar”, Yugoslav halkı için kurtuluş değildir.


Tabii ki sonuç, sadece Kostuniça’nın tavrıyla sınırlı değil. Henüz sonuçlanmamış Bosna-Hersek ve Kosova sorunları duruyor. Bu iki bölgeye emperyalist ülkeler yerleşmiş durumdalar. Yegane amaçları, stratejik önemi olan Balkanların kontrolünde dışlanmamak. Şimdi “yeni” Yugoslavya”yı da kontrol etmek için harekete geçtiler. Kutlayıcılar arasında ABD de var.


Önümüzdeki dönemde Kosova sorunu bir şekilde gündeme gelecektir. Karadağ’ın nasıl bir yol izleyeceği belli değil. Keza Bosna-Hersek’te de taraflar (Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar), birbirlerini kollayarak beklemedeler.


Rusya, ABD ve AB, AB içinde de Almanya ve Fransa, zor ve silah zoruyla eski Yugoslavya topraklarında elde ettiklerini, Kostuniça döneminde –şayet kalıcı olursa- yoğun siyasi ve mali ilişkilerle güçlendirerek korumaya, karşılıklı rekabetlerinde “barış”, “özgürlük” ve “demokrasi” vb. kavramlara özellikle ağırlık vermeye özen göstereceklerdir.