deneme

21 Mart 2005 Pazartesi

AVRUPA SOSYAL FORUMU VE SAVAŞ KARŞITLIĞI

Irak’ta direnenler bütün insanlığa şu çağrıyı yapıyorlardı:
“Savaşa ve yaptırımlara karşı dünya çapında bir cephe oluşturmanızı rica ediyoruz. Bilgili ve tecrübeli olanlar tarafından yönlendirilen bir cephe. Reform ve düzen getiren bir cephe. Mevcut yozlaşmış kurumların yerini alacak yeni kurumlar” (Aralık 2004)

Avrupa Sosyal Forumu (ASF) önderliği, Savaş Karşıtı Hareketi bölmeyi ve Irak’a saldırının ikinci yıl dönümünde antiemperyalist mücadelenin görkemli gösterilere dönüşmesini engelledi. ASF, 19 Martta Brüksel’de “Sosyal Bir Avrupa” için merkezi bir gösteri düzenledi. Katılımcıların sayısının 50 bin ila 200 bin arasında olduğu söyleniyor. Her halükarda bu sayı, 200 bin de olsa, Avrupa çapında yapılan bir çağrı için başlı başına bir başarısızlıktır. Attac ve benzeri örgütlenmeler, kendilerini “sosyal hareket” olarak tanımlayanlar Brüksel çağrılarında söz birliği etmişçesine ASF’nun Londra’da aldığı karara atıfta bulunuyorlar. Yani 19 Martta Brüksel’de merkezi gösteri düzenleme kararı alındığı için Brüksel’deyiz demeye getiriliyor. Alınan karara yapılan bu atıf, savaş karşıtlığıyla pek ilişkimiz yok demenin utangaç bir kabulüdür.

ASF’nun pasifist ve reformist önderliği, antiemperyalist mücadeleyi defterinden sildiğini, emperyalist savaş tehdidine, emperyalist işgale karşı mücadeleyi Avrupa merkezi dışında gördüğünü 25-27 Şubatta Atina’da yapılan ASF toplantısında da ifade etmişti: “En güçlü eylemler İstanbul, Atina, Roma ve Londra’da bekleniyor”. Gerçekten de, ne derece güçlü olduğundan bağımsız olarak, Avrupa’da savaş karşıtı gösteriler bu merkezlerde gerçekleştirildi.

Londra’da ASF çerçevesinde “sosyal hareketler”in 19 Martta Brüksel’de “neoliberal Avrupa”ya karşı gösteri kararının yanına “savaşa karşı” olmayı da eklemeleri meselenin özünde hiçbir şey değiştirmiyor. Çünkü bu hareketlerin hiç birisi üyelerine ve etkiledikleri çevrelere, “Brüksel”e gelemiyorsanız, şu veya bu şehirlerde düzenlenen Irak savaşını protesto eylemlerine katılın çağrısı yapmamıştır.

Buna rağmen dünyanın çeşitli ülkelerinde düzenlenen savaş karşıtı eylemlere yüz binlerce insan katılmıştır. Londra’da 150 bin, Roma’da 100 bin insan savaşın ikinci yılında işgali protesto etmek için sokağı seçmiştir. ABD’nin bütün federal devletlerinde savaş karşıtı gösteriler düzenlenmiştir. Bunun ötesinde İstanbul, Stockholm, Barselona, Montreal gibi merkezlerde de binlerce insan savaşı protesto etti.

İki senelik süreç; savaş tehdidine karşı dünya çapında milyonlarca insanın katıldığı 15 Şubat 2003’ten bugüne kadaki dönemi savaş karşıtlığı, antiemperyalist mücadele ve Irak’ın işgaline karşı mücadele açısından ele alırsak, emperyalist savaş, antiemperyalist mücadele ve Irak’ta işgale karşı tavır konusunda Avrupa merkezli bir vurdumduymazlığın, evet belli bir antipatinin örgütlü olarak geliştirildiğini görürüz. Bunu örgütleyen ASF önderliğidir. “Sosyal devlet”e geri dönüş için mücadeleyi bayraklarına yazan ve bunu da “başka bir dünya olasıdır” ile sloganlaştıran bu reformist ve pasifist unsurların “her türlü zor kullanımına” karşıyız söylemini fiili zor kullanma dönemiyle sınırlandırmaları şaşırtıcı değildir. Bu unsurlar açısından önemli olan, ne işgaldir ve ne de işgale karşı mücadeledir. Onlar için önemli olan, işgalin de “sosyal devlet” çerçevesinde gerçekleştirilmesidir.

Avrupa merkezli savaş karşıtlığını öldürmek için attıkları adımlara baktığımızda şunu görüyoruz:
Önce işgali kabullendiler ve yapabileceğimizi yaptık demeye getirdiler.


Sonra bu pasifist ve reformistler; bu direnişe sırt çeviren ASF önderliği, Irak halkı, silahlı direnişi desteklemiyor; Irak’ta silahlı direniş „Saddamcılar, İslamcı fanatikler“ ve „yabancı teröristler“ tarafından yürütülüyor demeye başladılar. Bu nedenle savaş karşıtı hareketin bir kısmı, emperyalist işgale karşı sürdürülen silahlı direnişi ilerici bir mücadele, antiemperyalist bir mücadele olarak tanımıyor.

Bu reformistlerin ruhu, E. Bernstein’ın ruhudur. Revizyonizmin ve reformizmin babası Bernstein, daha yüz yıl önce şöyle diyordu:“İlerleyen kapitalist medeniyete karşı vahşilere ve barbarlara mücadelelerinde yardımcı olmak romantizmdir“. „Güçlü ırkların yaygınlaşması“, ileriye doğru gelişmenin bir sorunudur. „Kültür düşmanı“ ve „kültür yeteneği olmayan“ halkların „kültüre karşı ayaklandığı“ yerde işçi hareketi onlara karşı mücadele etmek zorundadır.
Bernstein’ın torunları Irak halkının emperyalist işgale karşı direnişini “Saddamcılık”, “fanatik İslamcılık”, “teröristlik” olarak, yani “barbarlık” ve” kültür düşmanlığı” olarak görüyorlar. Ve bundan dolayı da Avrupa’daki “sosyal hareketleri” yönlendirerek Irak direnişinden uzak tutmaya çalışıyorlar.

Ve nihayet, “neye karşı mücadeleye öncelik verelim” tartışmasıyla neoliberal saldırılar ve emperyalist tehdit, savaş ve işgal arasındaki diyalektik bağı yapay olarak kopardılar.

Neolberal saldırıları, kapitalist sistemin “aşırılıkları”na indirgeyen ve bunun sorumlusu olarak da belli örgütleri (IMF, DB, DTÖ) gören bu unsurlar, enternasyonal kitle hareketinin Avrupa kanadını sistem içinde tutmaya çalışıyor. Haklılar. Çünkü son bir-iki yıla baktığımızda İtalya, Fransa, İngiltere, İspanya gibi ülkelerde yüz binlerin sokakta olduğunu görürüz. Öyle ki kitlesel eylemlerin, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında görece gecikmeli geliştiği Almanya’da bile son iki yılda yüz binler sokaktaydı. Şu veya bu ülkede bu hareketi aşan kendiliğindenci mücadeleler, yığınları zapt etmenin kolay olmayacağını göstermektedir. Böyle bir durumda yığınları işgale karşı mücadeleye çağırmak, onları emperyalizme karşı örgütlemenin bir biçimi ve adımı olacaktır. Böylesi kitle gösterilerinde yığınlar, I. ASF döneminde görüldüğü gibi, radikalleşebilirler. Bu engellenmelidir. ASF’nin ve onun esas taşıyıcısı olan Fransa ve Almanya’da Attac’ın asli görevi budur. Ne de olsa her iki ülkedeki Attac üyeleri arasında hükümet ve muhalefet partilerinden tanınmış milletvekilleri, senatörler, başkaca politikacılar var. Bunun ötesinde Fransa Attac’ın önderlerinden Ignacio Ramonet’un, yığınları sokağa çıkartmama, onları avutma çağrısı bilinen bir çağrıdır.
Yapılması gereken, sistemden umudunu kesmiş olan emekçi yığınları yeniden sisteme bağlamak için umut dağıtmaktır. ASF tam da bunu yapıyor.
”Başka bir dünya mümkündür”den neyi anladıklarını en son olarak Brüksel’de bir kez daha gösterdiler.

Brüksel yürüyüşü çağrısını oldukça geniş bir ittifak yaptı; sendikalar, barış inisiyatifleri, Attac gibi örgütler çağrıyı yapanlar arasında.
Bu örgütlerin bir kısmı kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlıyorlar, diğerleri de bin bir türlü iple soyla demokrasiye bağlı. Örneğin IG Metall ve Ver.di gibi sendikalar Alman hükümetiyle işbirliği içindeler. Bunlarda, işgale bir şekilde katılan hükümetlerini protesto etmelerini beklemek bir hayaldir. Yapılan çağrı da bunu gösteriyor.

Brüksel yürüyüşü için yaptıkları çağrı, işgal bir gerçekliktir, ikinci yıl dönümünde onu protesto etmeyelim. Irak’ta direniş bir gerçekliktir. Bu direnişten uzak duralım. Ama “sosyal bir Avrupa” için mücadele edelim mesajını veriyor (“Barışçıl, sosyal, ekolojik ve demokratik Avrupa için yürüyoruz”). Demek ki “başka bir dünya mümkündür”den “sosyal bir Avrupa” mümkündürü anlıyorlar. Yani hayal!
Yığınları hayal peşinde koşmak için seferber ediyorlar. Çünkü emperyalist bir ittifak, kapitalist bir entegrasyon olan AB, sosyal olamaz, “sosyal Avrupa”yı gerçekleştiremez. AB’nin böyle bir niyeti olsa neoliberal saldırıları uygulamaz.

Avrupa’da ASF’nin ve “sosyal hareketler”in boyunu aşan yeni bir hareket gelişiyor: Avrupa işçi hareketi. Yok olduğu sanılan, düzene entegre olduğu sanılan dev uyanıyor. Özellikle İtalya, Fransa ve Almanya gibi emperyalist ülkelerde, AB’nin bu önde gelen ülkelerinde, diğer sosyal tabakaların yanı sıra yüz binlerce işçinin neoliberal saldırılara karşı hak arayışı, grevi etkili bir direniş biçimi olarak seçmesi ve dönem dönem de mevcut sendikal örgütlenme çerçevesini aşarak direnmesi oldukça anlamlıdır. Anlamlı olan diğer bir nokta da, sermayenin ve üretimin uluslararası örgütlenmesinin işçi hareketinin enternasyonal hareket etmesine maddi zemin oluşmasıdır. Örneğin Almanya’da Opel grevi, diğer ülkelerdeki üretimi de ilgilendirdiği için daha baştan enternasyonal bir karakter taşıyordu.
Bu hareketi geliştirmek, sisteme karşı yöneltmek, bu hareketin bayrağına “başka bir dünya mümkündür”den sosyalist bir dünya mümkündürün anlaşılması gerektiğini yazdırmak Avrupa ülkelerindeki komünist partilerinin görevidir. Aksi taktirde gelişen bu işçi hareketi de, reformistler tarafından boğulacak ve sistem içinde eritilecektir.