deneme

6 Mart 2005 Pazar

SIRA “SEDİR DEVRİMİ”İNDE Mİ?


 
Lübnan’da iç savaş 1975’ten 1990’a kadar 15 yıl boyunca devam etti. Bu savaş boyunca cepheler ve ittifaklar sıkı sık değişti. Savaşın nedeni olarak sürekli, ülkenin karmaşık demografik ve sosyal durumu gösterildi. Osmanlı İmparatorluğunun I. Dünya Savaşı sonunda dağılmasından sonra Lübnan ve Suriye gibi sömürgeleri Fransız hakimiyetine geçti. Lübnan, Alman faşizminin onayıyla 1941’de bağımsız devlet olarak ilan edildi. (Fransa, Almanya tarafından işgal edilmişti ve Vichy’deki işbirlikçi hükümet, Alman faşizmiyle işbirliği yapıyordu. Alman faşizminin onayı olmaksızın Fransa’nın Lübnan’ın bağımsızlık açıklamasını onaylaması olası değildi).

1943’te yürürlüğe giren Lübnan Anayasası, ülkedeki iktidar ilişkilerini o zamanki demografik yapıya göre düzenliyordu. Bu düzenleme devlet başkanının Hristiyan, başbakanın Sünni Müslüman ve meclis başkanın da Şii olmasını öngörüyordu. Bütün halk grupları ve ana gruplara bağlı alt gruplar için de parlamentoda kontenjanlar belirlenmişti. Ama çoğunluk 6/5 oranında Hristiyanlara verilmişti.

Demografik yapı değişkendir. 1943’te Hristiyanlar Lübnan nüfusunun yüzde 51 ila yüzde 52’sini oluşturuyorlardı. Hakim sınıfların en zenginleri; sülaleler ve aileler Hristiyan'dı. Müslümanlar ise daha ziyade emekçilerden oluşmaktaydı. Ama Müslümanlar arasında da büyük burjuva olanlar vardı. Burjuvazi arasındaki rekabet ve çelişkiler, ülkenin demografik yapısına indirgendi ve sanki sorun Hristiyanlık-Müslümanlık sorunuymuş gibi gösterildi. Müslümanlar, nüfusun çoğunluğunu oluşturunca 1943 Anayasasında belirlenen iktidar ilişkilerinin kendi lehlerine değiştirilmesini talep etmeye başladılar.

Daha 1958’de yükselen Müslüman muhalefetine karşı koymak için o zamanın devlet başkanı Amerika’dan askeri yardım talep etti ve bu talep üzerine Amerikan ordusu ülkede„istikrarı“ sağlamak adına Lübnan’a çıktı.

1971’de Ürdün’ü terk etmek zorunda kalan Filistinlilerin çoğunluğu Lübnan’a yerleşti. Bu da demografik yapıyı Müslümanların lehine değiştiren bir faktör oldu. Bunun ötesinde FKÖ de, ülkenin en güçlü silahlı gücü durumuna geldi.
Lübnan’da iç savaş 13 Nisan 1975’te bir kilisenin yakılmasıyla başladı ve 1990’a kadar da devam etti.
Bu 15 sene içinde Hristiyanlar ve Müslümanlar, karşılıklı olarak birbirlerine boğazlatıldılar, karşılıklı olarak birbirlerini katlettiler.

İç savaşı durdurmak ve arabuluculuk yapmak bahanesiyle Suriye Mayıs 1976’da Lübnan’ı işgal etti ve ülkedeki güçler dengesini bir kaç ay içinde Hristiyanların lehine değiştirdi.
Diğer Arap ülkeleri Suriye’nin Hristiyanları desteklemesini eleştirmelerine rağmen 16 Ekim 1976’da Riad’da düzenledikleri bir konferansta Lübnan’ı işgal etmesini ve sınırsız olarak işgali devam ettirmesini onadılar.

Amerikan emperyalizminin ve İsrail’in sessiz onayı, Lübnan’ı işgalde Suriye’yi cesaretlendirmişti. Bu işgalle Hıristiyan kökenli büyük burjuvazinin siyasal ve ekonomik durumu güçlendirildi, ama aynı zaman da iç savaşın devamına neden olan adımlar da atılmış oldu.
Mart 1978’de Hayfa yakınlarında gerçekleştirilen bir Filistin komando eylemini bahane eden İsrail, Lübnan’ın güneyini işgal eder ve kendi adamı olan Saad Haddad’ın silahlı güçlerini „Güney Lübnan Ordusu“ olarak tanır ve silahlandırır.
Uluslararası baskı sonucunda hem İsrail ve hem de FKO Lübnan’dan çekilirler.
Sonrasında Lübnan’da iç savaş yeniden alevlenir ve güçler dengesi ve ittifak bileşenleri sürekli değişir. Hakim sınıflar arasındaki çelişkiden dolayı Lübnan’da ‚80’li yılların sonunda iki hükümet kurulur; birisi batı Beyrut’ta, diğeri de doğu Beyrut’ta; birisi Hristiyanların hükümeti, diğeri de Müslümanların hükümeti.
Lübnan sorununa emperyalist ülkelerin ve zaten sorunun içinde olan Suriye ve İsrail’in dışında İran ve Irak da taraf olurlar.

22 Eylül 1989’da Arap Ligi’nin arabuluculuğu sonucunda iç savaş durdurulur. Parlamento üyeleri ve savaşan taraflar 1 Ekim 1989’da Tayfa’da (S. Arabistan) 1943 Anayasasının yerine geçen ve ülkedeki değişen dengeleri hesaba katan anlaşmaya varırlar. Artık parlamentonun yarısı Hristiyanlardan ve yarısı da Müslümanlardan oluşacak ve devlet başkanının yetkileri sınırlandırılacaktı.
Tayfa anlaşması, iç savaşı kısmen durdurur. Ama son gelişmeler bu savaşın başka biçimlerde devam ettiğini göstermektedir.

Lübnan’da siyasi olarak kimin elinin kimin cebinde olduğu pek belli olmuyor. Son 20 sene içinde bir şekilde Suriye ile ortak hareket etmemiş olan önemli bir grup yoktur. Valid Çumblat bunun tipik örneğidir. ‚70’li ve ‚80’li yıllarda iç savaşın bir tarafı olan bu Dürzi önder, hemen her tarafla bir şekilde ve belli bir zaman ortak hareket etmiştir ve hemen herkese karşı da mücadele etmiştir. 1983’te Amerikan düşmanıydı ve şimdilerde de Amerika tarafından destekleniyor.

Amerikan emperyalizminin Suriye’ye yönelik tehditleri sonuç vermeye başladı. Anlaşılan o ki, yeni bir „devrim“ peşindeler. Eski başbakanının öldürülmesi ülkede Suriye’ye karşı gösterilerin başlaması için start verilmiş. Bu filmi daha önce „kadife devrim“in gerçekleştirildiği Gürcistan’da ve sonra da „portakal rengi devrim“in veya “turuncu devrim”in gerçekleştirildiği Ukrayna’da görmüştük. Amerikan emperyalizmi adamını da bulmuşa benziyor. Fransa’da sürgünde yaşayan eski general Aoun. Anlaşılan o ki bu general, „devrim“ sonrası Lübnan’da Amerika’nın adamı olacak. Tabii o zamana kadar bir suikasta kurban olmazsa!

Irak ve Lübnan Amerikan emperyalizminin BOP’unu nasıl gerçekleştireceğini de göstermektedir. Irak’ta olduğu gibi gerekirse savaş ve işgalle ve Lübnan’daki gelişmelerin de gösterdiği gibi “devrim”lerle. Bu bağlamda S. Arabistan’daki halkın seçime katılması ve dolayısıyla demokrasi komedisi ve Mısır’da devlet başkanının çok adaylı olması gerektiğini açıklaması hiç de tesadüfen aynı dönemlerde yapılmış seçim ve açıklamaya bezemiyor. Hele baskılar karşısında Suriye’nin askerlerini geri çekmeye hazır olduğunu açıklaması Suriye rejimi tarafından nasıl yenilir-yutulur, bilinmiyor.

Amerikan emperyalizmi, Gürcistan ve Ukrayna’da olduğu gibi Lübnan’da da muhalefeti maddi olarak destekliyor, örgütlüyor ve ne zaman hangi adımın atılması gerektiği konusunda talimatlarına tam uyulmasını talep ediyor.

Bugün için esas olan, Suriye muhaliflerinin hemen hepsinin kitlesel olarak sokağa dökülmesini sağlamak. Slogan hazır: Suriye askerlerini geri çekmeli, bağımsız Lübnan vs.
Bu süreç içinde hangi palyaçonun Amerikan çıkarlarını en iyi bir şekilde temsil edeceği de açığa çıkacaktır. Aoun şimdilik favori. Yarın ne olur belli olmaz. Yeni uşak, seçim sonrası belli olmuş olacak.

Yeni bir „devrim“le karşı karşıyayız. Bu „devrim“in adı çeşitli. Kimine göre „sedir devrimi“, kimine göre „dağ selvisi devrimi“, kimine göre „katran ağacı devrimi“, kimine göre de „Lübnan çam ağacı devrimi“!

Lübnan’daki gelişmelerle ilgili olarak Amerikan emperyalizmi „İnsan hakları ve demokrasi açısından devasa ilerleme döneminde bulunuyoruz“ açıklamasını yapıyor. Bu açıklama yapılırken Ukrayna’daki „turuncu devrim“e veya „portakal rengi devrimi“ne ve Lübnan’a özgü olan sedir ağacına atıfta bulunularak, gerçekleşecek darbe „sedir devrimi“ olarak tanımlanıyor. Yani bütün hazırlılar yapılmış ve darbenin adım adım gerçekleştirilmesi için start çoktan verilmiş.

W. Çumblat, „yeniden kazanılan bağımsızlığın yeni tarihi bir adımı“ndan bahsediyor ve „hizbulla da dahil“ bütün tarafların katıldığı bir geçiş dönemi hükümetinin kurulmasını talep ediyor. Bu açıklamasından bir kaç gün önce Çumblat, Amerikan Dışişleri bakanlığı sorumlularından David Satterfiel ile görüşmüştü.

Amerikan emperyalizmi „terörizme karşı savaş“ına paralel olarak BOP çerçevesinde Arap ülkelerinde „daha çok demokrasi“ kampanyası da yürütüyor. Ortadoğu’yu tamamen kendi çıkarı doğrultusunda yeniden yapılandırmak isteyen Amerikan emperyalizmi, bir çok Ortadoğu ülkesinde iktidar değişimi talep etmektedir. Bu ülkelerin başında Suriye, Lübnan, İran, S. Arabistan ve Mısır gelmektedir. Bu amaçla hazırlanmış olan „A Clean Break“teki tezlerde savaş naraları da atılmaktadır.

Amerikan jeopolitikacısı Zbigniew Brzezinski de dersini almışa benziyor. Bu bay, 2004’te, İran’ın savaş yoluyla tahrip edilmesini savunanlara karşın bu ülke ile „on yıllardan beri gergin olan ilişkilerin bir ölçüde de olsa normalleştirilmesi“ gerektiğini savunmuştur. Bu jeopolitikacının görüşleri C. Rice tarafından uygulanmaktadır. Bilindiği gibi bu bayan Polonya ve Ukrayna’nın yeniden yapılanmasında önemli bir rol oynamıştı. 1989/1990’da revizyonist blokun yıkılması örnek alınmıştı. Şimdi aynı taktik „daha fazla demokrasi“ talebiyle Ortadoğu’da uygulanmaya kondu. Amaç Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’daki çıkarlarının –enerji; petrol, doğal gaz- korunması ve jeostratejik önemi olan bu Arap ülkelerinde Amerikan hegemonyasının pekiştirilmesi ve onun mevcut ve potansiyel rakiplerinin bu bölgede tutunmalarının engellenmesidir. Bu anlamda Lübnan „barışçıl devrim“in gerçekleştirilmek üzere olduğu ülkedir.

Eski Başbakan Hariri’nin öldürülmesinde ABD, Suriye’yi sorumlu göstermiştir. Aslında hiçbir zaman Suriye’ye karşı olmayan Hariri, gerçek anlamda ve siyasi olarak da bir Ortadoğu tüccarıydı ve bu anlamda Suriye ile işbirliği içindeydi. Mayıs 2005 seçimlerinde de en güçlü adaydı. Ama Hariri, Lübnan’daki statüko’yu değiştirecek güçte değildi. Mevcut yapının değişmesini ise muhalefet ve Amerikan emperyalizmi, dolayısıyla da İsrail istiyordu.
Bu nedenle Çumblat’ın, Fransa’da sürgünde olan eski generali, Hristiyanların önderi olarak ülkeye dönmesi için zorlaması boşuna değildi. Bu generalin geri dönmesini Vatikan da istiyordu. Bu zorlamalar karşısında Auon, „insanları davamızın doğruluğu konusunda ikna etmek için 15 sene kaybettik“ diye geri dönme ve seçimlerde aday olma sinyalini verdi.
Sıkı ilişki içinde olduğu Amerikan emperyalizminin isteği de buydu. Amerikan emperyalizmi, İsrail’de Likud partisi çevreleri ve bazı Lübnanlı işadamları Auon önderliğinde ABD’ye bağımlı bir hükümet talep ediyorlardı. Bunun önündeki tek engel de gelecek seçimlerin güçlü adayı Hariri idi.
Bush, Lübnan için aradığı kovboyları bulmuştu ve engel ortadan kaldırıldı. Chirac da „bağımsız ve demokratik“ bir Lübnan için Brüksel’de ikna edilmişti.

Sıra Suriye’nin cenderede sıkıştırılmasına, siyasi olarak nefes almasına izin verilmemesine gelmişti. Öyle de oldu ve oğul Esat, askerlerimizi çekeriz açıklamasına yapmak zorunda kaldı.