deneme

18 Nisan 2006 Salı

SENARYO AYNI



İran’a saldırmak için Amerikan emperyalizmi, Afganistan’a ve Irak’a saldırı nedeni için öne sürdüğü demagojileri yineliyor. Emperyalist ülkelerin gizli servislerinin ürettikleri “kanıtlar”, güya bağımsız medya tarafından yorumlanıyor. Medyanın yanı sıra devreye BM ve Atom Enerjisi Kurumu giriyor. Devreye önde gelen başka emperyalist ülkeler giriyorlar. Rusya, Çin ve AB sorunun görüşmelerle sonuçlandırılmasını talep ediyorlar, ama İran, görüşünde ısrarlı olunca ABD’nin yanında yer alıyorlar.

İran’a saldırmak için Amerikan emperyalizminin son birkaç ay içinde müttefik kazanma taktiğinde başarısız olduğu söylenemez. Hemen bütün emperyalist ülkeler, İran’ın nükleer enerji değil, nükleer silah üretmek çabası içinde olduğunda birleşiyorlar. Artık İran’ın bu alandaki faaliyetini bütün dünyanın gözü önünde sürdürmesinin ve uluslararası kontrole açık olmasının da hiçbir anlamı kalmadı.
Anlaşılan o ki, Amerikan emperyalizmi İran’a saldırıya çoktan karar vermiş ve planlarını hazırlamış. Şimdi savaş nedeni konusunda dünya kamuoyunu ikna etmeye ve savaş psikolojisi oluşturmaya çalışmaktadır.

Savaş isteyenlerin ve savaş karşıtlarının yanı sıra bir de İran’a saldırının „saçmalık“ olduğunu savunanlar var. Bu zavallı liberaller, sosyal demokrat partilerde, sendikalarda, barış hareketinde, sosyal forumlarda güçlüler. Bunlar dünya düzeninin istikrarı bozulmasın diye savaşa karşılar. Bunlara göre mevcut dünya düzeni, bir istikrardır ve bu istikrar bozulmamalıdır.

Bu çevreler, Irak savaşından önce de aynı savlarla hareket etmişlerdi. Savaş patlak verdikten sonra da ortalıkta görünmez oldular. Şimdi yeniden meydana çıktılar ve bu sefer de İran’a karşı savaşı engelleme adı altında savaşın saçmalığından bahsediyorlar. Bunlara göre İran’a saldırı, Amerikan emperyalizminin “akılcı olmayan” politikasının bir sonucudur. Savaşın sorumlusu Bush’dur, Amerikan yönetimidir. Bu pasifist çevreler, emperyalizmde savaşın nedenini, Amerikan emperyalizmi açısından Afganistan, Irak savaşlarının ve İran’a saldırının ekonomik ve siyasal itici güçlerinin ne olduğunu anlamaktan oldukça uzaktırlar.

Amerikan emperyalizmi, dünya hakimiyeti planını gizlemiyor; dünya hegemonyası için oluşturduğu jeopolitikaları uygulamaya çalışıyor. Revizyonist Blokun çökmesinden ve sosyal emperyalist Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra tek süper güç olarak kalan Amerikan emperyalizmi, II. Dünya Savaşı sonrasında kurduğu hegemonyasını kapsamlaştırarak devam ettirmeye yönelmiştir. Yeni güçlerin gelişeceğini ve hegemonyasını tehdit edeceğini bilen ABD, en azından 21. yüzyılın yarısına kadar dünya hegemonyasını devam ettirmesine hizmet edecek jeopolitika ve bunun gerçekleştirilmesi için de stratejiler oluşturmuştur. Oluşturulan jeopolitika Avrasya üzerine hakimiyettir. Bu jeopolitikanın gerçekleştirilmesi için en önemli stratejik doktrinlerden birisi de bölgesel ve “küresel” rakiplerin gelişmesini engellemek ve böylesi güçleri stratejik önemi olan alanlardan, bölgelerden, ülkelerden uzak tutmaktır. Bunda başarılı olunamıyorsa rakiplerin, saldırıya ve savaşa en azından ortak edilmesi istenmektedir.

Afganistan’ın, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin „serseri devletler“ ilan edilmesi tesadüfi değildir. Bu devletler Avrasya alanının kıyısında ve Ortadoğu’da bulunmaktalar. Yani mutlaka işgal edilmesi gereken alanlarda. Hammadde kaynaklarının kontrolü ve dünya hakimiyeti için bu alanların mutlaka ve mutlaka işgal edilmesi gerektiği konusunda önde gelen bütün emperyalist ülkeler görüş birliğindeler. Tabii bunların her birisi işgale kendi çıkarları açısından bakıyorlar.

Sorun sadece ve sadece petrol sorunu da değildir. Petrol sadece bir nedendir. Diğer neden ise dünya hakimiyeti için stratejik önemdir. Yani hammadde zenginliği ve dünya hakimiyeti jeopolitikasında sahip olunan stratejik önem, bu bölgelerdeki ülkeleri işgal etmenin esas nedenleridir.
İran, hem petrol ve doğalgaz zengini bir ülkedir hem de stratejik öneme sahiptir.

Brezezinki’nin “Avrasya jeopolitikası”nın bir açılımı olan 2000 yılından kalma “Cheney Raporu”na göre Ortadoğu ve Afrika’nın batı kıyısı, yani bugün “Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamına giren alanlar, stratejik öneme sahiptir ve 2015 yılına kadar Amerikan hegemonyası altına alınmalıdır. Amerikan emperyalizmi bu alanı kontrolü altına alarak, AB, Rusya, Çin ve muhtemele de Hindistan gibi rakiplerini bu stratejik alandan ve bu alanın zenginliklerinden uzak tutacağının hesabını yapmaktadır.

Amerikan emperyalizmi, üstün konumunu kullanarak hakimiyet alanı olarak gördüğü ülkelerde rejimleri kendi çıkarlarına tam hizmet edecek bir biçimde yeniden şekillendirmek istemektedir. Bunu, Ukrayna ve Gürcistan”da olduğu gibi “devrim”lerle yapamıyorsa savaşla yapıyor.

İran’a karşı savaş konusunda dünya kamuoyu, Irak’a karşı savaş öncesi bir durumla karşı karşıya kalabilir. Aynen Irak savaşı öncesinde olduğu gibi, “savaşı engelleyelim” diyen reformist ve pasifist güçler bu sefer de “savaşı engelleyelim” diye sokağa çıkacaklar ve sonra da “ne yapalım engelleyemedik” diyerek köşelerine çekilecekler ve katliamı seyredecekler. Bu güçler, Irak savaşı öncesinde ve sonrasında aynen böyle hareket ettiler. Bu gerçek göz önünde tutularak İran’a karşı olası savaş konusunda devrimci güçlerin ikili bir görevi olduğunu vurgulamalıyız. Birincisi, bu pasifsit güçlerden bağımsız olarak kendi güçlerini antiemperyalist mücadelede, somutta da olası savaşa karşı mücadelede ortaklaştırarak örgütlemek. İkincisi ise pasifist hareketin önderliğine değil, tabanına hitap ederek onları emperyalist işgale ve tehdide karşı mücadeleye de çekmek. Pasifist önder güçlerin emperyalist savaşa karşı mücadeleyi emperyalist işgale ve tehdide karşı mücadeleden ayırmalarına şiddetle karşı çıkılmadan bu üçlerin etkisi kolay kolay kırılamaz.