deneme

19 Ocak 2009 Pazartesi

BARACK HÜSEYİN OBAMA VE “YES, WE CAN” YA DA “NO, WE CANNOT”!




George W. Bush'tan sonra Başkan olan her Amerikan vatandaşının, Bush'tan daha kötü Başkan olma şansı yoktur. İstese de olamaz. Yeni Başkan, kötü de olsa, Bush kadar kötü olamayacağı için iyidir. Böyle düşünen dünyalının sayısı hiç de az değil.

Obama'nın, tek dişi kalmış canavar olma sürecinde ilerleyen Amerikan emperyalizminin Başkanı olarak neyi değiştirecek gücü vardır. „Yes, we can“ demek kolay. Hele Bush gibi bir Başkandan ve John McCain gibi bir ayağı çukurda bir Başkan adayından sonra...  Seçim propagandası sürecinde Obama'ya en çok yardımcı olanların başında Bush ve McCain geliyordu; Bush faaliyetiyle, McCain de seçim propagandasıyla Obama'nın seçilmesini hatırı sayılır derecede kolaylaştırdılar.

Obama ne türden vaatlerde bulundu ve neyi değiştiremez?
Vaatlerini burjuva basından aktaralım:

1-Irak konusunda:
Irak’taki askerleri belirli bir düzen içerisinde çekmek ve Afganistan’a daha fazla asker kaydırmak.

2-Ekonomik kriz konusunda:
Halkın tüketim harcamalarını arttırarak ekonomik krize karşı mücadele etmek için 
ikinci bir teşvik paketi uygulamak.  

3-Mali sektörde “kuralsızlaştırmayı” biraz “kurallaştırmak”:
Tek bir uluslararası yatırım bankası kalmayan Amerikan emperyalizmini, dibe vurmuş Wall Street'i yeniden ayağa kaldırmak için birtakım kurallar koymak.

4-Vergi konusunda:
Yıllık geliri 200 bin doların altında olan Amerikan vatandaşlarına vergi indirimi getirmek.  Bu kesim, toplam vergi mükelleflerinin yüzde 95’ini oluşturuyor. 

5- Uluslararası ilişkiler konusunda:
ABD karşıtlığı ile tanınan devletlerin liderleriyle, yani Küba, Venezüella ve İran ile ön koşulsuz görüşmek.

Doğru, Barack Obama, Irak savaşına başından beri karşıydı. Seçim kampanyasının başlangıcında 16 ay içinde bütün Amerikan askerlerini Irak'tan çekeceği sözünü verdi. Şimdi ise geri çekilmek için bir tarih vermiyor ve bütün askerleri geri çekmenin yerini de „sorumlu bir geri çekiliş“ ve geri çekilmeyi Irak'taki ordu kurmayı ile konuşmak aldı. 
İran ile doğrudan görüşmeye hazır, ama aynı zamanda İran'ın bir atom gücü olmasını bütün araçlarla, her yolu deneyerek engellemeye de hazır.

Obama, transatlantik (ABD-Avrupa) ilişkilerini yeniden düzenlemek, “iyileştirmek” istiyor. Ama aynı zamanda Almanya, İngiltere ve Fransa gibi müttefiklerinden uluslararası alanda daha fazla enerjik olmalarını; savunma harcamalarını arttırmalarını, Afganistan'da askeri faaliyetlerini daha da yorgunlaştırmalarını talep ediyor.

Doğru, az gelirlilerin vergi yükünü hafifletmek, zenginlere sunulan vergi kolaylığını kaldırmak ve varlık vergisini arttırmak istiyor.
Sağlık alanında Obama, devletin olanaklarını kullanarak her Amerikan vatandaşının hastalık sigortasına sahip olmasını sağlamak istiyor ve bütün çalışanlara sağlık sigortasını garantileyen bir ulusal sağlık programı talep ediyor.
Obama bunları yapabilir mi? Yapabilir de, yapamaz da! O kadar önemli değil. Burada onun “Yes, we can”i geçerli olabilir. Ama Obama'nın değiştiremeyeceği konular vardır; bunlar onun “change”ini (değişimini) birer demagoji olarak açığa çıkartacak cinsten konulardır.   

Obama'ya “we cannot” dedirtecek konular yumağından bazı seçmeler:

1-Transatlantik ilişkileri:
ABD ile AB arasındaki ilişkiler, Obama döneminde bazı diplomatik manevralarla görünüşte iyileştirilebilir, ama ABD, AB'yi 1990 öncesinde olduğu gibi kendi güdümünde hareket etmeye; öncelikle Amerikan çıkarlarını önplana alan veya Amerikan çıkarları gölgesinde kalan bir dış politikaya zorlayamaz. Zorlamasına zorlar da -aynen Bush gibi- kabul ettiremez. Bunun nedeni oldukça açık: AB, AB olduğu için değil, emperyalist üyelerinin emperyal çıkarlarından; bu çıkarların Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası çıkarlarıyla çelişmesinden dolayı, Amerikan emperyalizminin çıkarları doğrultusunda hareket etmez. Ederse çıkarların örtüşmesi söz konusudur. Bunun böyle olduğunu ve başka türlü olamayacağını emperyalist ülkeler arası çelişkilerin keskinleşmesinde; dünya hegemonyası için rekabetin sertleşmesinde görüyoruz. Yeni Balkan Savaşlarına ABD'nin müdahil olması, AB'nin Doğu ve Orta Avrupa genişlemesine ABD'nin aynı alanda NATO vasıtasıyla cevap vermesi, AB-Rusya ilişkilerinde AB'nin kendi çıkarlarına göre hareket etmesi -bu durum Çin ile de geçerlidir-, AB'nin kendine özgü bir Rusya, Kafkasya, Karadeniz, Orta Asya, Latin Amerika politikası geliştirmeye çalışması, İran ve Irak politikalarının Amerikan politikasıyla çelişkili olması, gelişmenin yönünü yeteri kadar açıklamaktadır.
Bush döneminde Amerikan emperyalizminin, Irak'a karşı savaş konusunda AB'yi “eski” Avrupa ve “yeni” Avrupa olarak bölmesi ve bu temelde de onu “böl ve yönet” politikası ile yönlendirmeye çalıştığı unutulmuş olamaz.

Amerikan emperyalizminin dünya hegemonyası için son jeopolitik şansı olan Avrasya jeopolitikasını gerçekleştirebilmesi için AB'ye ihtiyacı var. AB, bu jeopolitikaya katılır, ama eşit koşullarda katılır; yani ABD ile dünyayı paylaşma koşulu altında. Aksi taktirde AB, ABD'nin Avrasya jeopolitik kurgusunda kendine verilen “demokratik köprübaşı” rolünü oynamaz, oynamayacağını da Rusya, Orta Asya ve ABD politikalarında göstermektedir.

Amerikan emperyalizmi Afrika “çıkartması”nı sürekli ertelemektedir. Bu amaç için oluşturduğu “Afrika Komutanlığını” - AFRICOM- konuşlandıracak yer bulamamaktadır. Bu nedenle bu komutanlık geçici olarak Almanya'da konuşlanmıştır. Ötesinde Çin emperyalizmi her geçen gün Afrika'da yayılmaktadır. Bunun yanı sıra Afrika'da İngiltere ve Fransa'nın giderek artan etkisi de -bunu aynı zamanda, Afrika'da güçlenen AB nüfuzu olarak görmek gerekir- Amerikan emperyalizmi için oldukça düşündürücüdür.

2-Afganistan ve Irak sorunu:
„Uluslararası teröre karşı mücadele“ adı altında Amerikan emperyalizmi 30'dan fazla devleti Afganistan'ın işgaline kattı. Irak'ı işgal için uluslararası desteği Afganistan işgalinde olduğu gibi bulamadı ve AB'yi İngiltere, İtalya, İspanya, Polonya gibi ülkelerin katılımıyla ikiye böldü.
Bu işgallerin sonuçları ortada: Birçok ülke Irak'tan ve Afganistan'dan en kısa zamanda çekileceğini açıkladı ve çekilenler oldu. 
Amerikan emperyalizmi, Irak'tan kovulmamak için çekilme politikası geliştiriyor. Obama, en fazlasıyla bu politikayı uygulayabilir, ama Irak'tan çekilebilmek için Irak'ın kendi politik ve askeri nüfuzu altında kalmasını bir biçimde sağlamış olması gerekir. Bu gerçekleşmediği müddetçe Irak'tan çekilmez, ama direniş güçleri tarafından kovulur.

Afganistan'da da durum hiç parlak değil. Afgan direnişi, işgalci güçleri köşeye sıkıştırmış ve işgal orduları komutanları çekilmekten, ama özellikle de Taliban ile anlaşmaktan bahsetmeye başladılar. Taliban'la anlaşabilirler. Bu anlaşma başlı başına bir yenilgi kabulüdür. Aksi taktirde bu ülkeden de kovulacakları kesindir.

Obama, hiçbir şey olmamış gibi bu ülkelerden çekilmenin önünü açabilir mi? Bu ülkelerin işgali Amerikan dünya hegemonyasının bir gereğidir. Buralardan çekilmek demek, bu alanların başka emperyalist güçler tarafından doldurulması demektir. Obama istediği için ABD çekilmez; ya çekilmek zorunda bırakılır -ki bu direniş güçlerinin zaferi olur- ya da işgal bir biçimde devam eder.
Afganistan savaşıyla ilgili olarak Obama, Bush'un yapamadığını yapmayı; savaşı Pakistan topraklarına da kaydırarak, direnişçi güçlerin lojistik destek almasını engellemeyi amaçlıyor.

Amerikan emperyalizminin Afganistan stratejisinde değişen bir şeyin olmayacağını Obama, Bush'un politikasını destekleyerek göstermektedir.

3-Rusya ile ilişki:
Yelsin döneminin her şeye boyun eğen Rusya'sı yok artık. Rusya, doğal zenginliğini değerlendiren, nükleer gücü olan emperyalist bir ülkedir. Ötesinde, jeopolitika oluşturma yeteneğine sahip; hegemonya iddiası olan emperyalist bir ülke. Putin döneminden bu yana Rusya, güçlendikçe Amerikan emperyalizmi ile sorunları çoğalmış, çelişkileri keskinleşmiştir. ABD, Rusya ile dünyanın hemen her yerinde karşı karşıya gelmektedir: Avrupa'da (Balkanlar, Orta ve Doğu Avrupa, Ukrayna, Kafkaslar), Asya'da (Orta Asya), Latin Amerika, İran, Hindistan vs. Bu ve başka birçok alanda Amerikan emperyalizminin emperyal çıkarları Rusya'nın emperyal çıkarlarıyla çatışmaktadır.

Amerikan emperyalizmi Rusya'yı çembere alma politikasından vazgeçmemiştir, ama uygulamasında şimdiye kadar elde ettiği kendisi açısından olumlu sonuçlar olumsuza dönüşmeye başlamıştır. Orta Asya ülkeleri ile ilişkilerinin gelişme seyri bunu gösteriyor.
Amerikan emperyalizmi, Rusya-AB arasında kendi çıkarlarına ters düşen bir gelişmeyi engelleyecek ve AB'yi yedekleyecek güç olmakta zorlanmaktadır.  
Obama bu gelişmeyi Amerikan emperyalizminin lehine yeniden çevirmek göreviyle karşı karşıyadır. ABD'nin dünya hegemonyası stratejisi bunu gerekli kılmaktadır. Bu bir kaçınılmazlıktır ve Amerikan emperyalizmi, tek hegemon güç olarak var olabilmek için; bu jeopolitikayı uygulamak için mücadele edecektir. Salt bu durum ABD ve Rusya açısından değişmezlerin ve değişebilirlerin ne olduğunu göstermektedir. 

Amerikan emperyalizmi, Çin'i kendi güdümüne alarak Rusya'yı çevreleme politikasını gerçekleştirebilmekten oldukça uzaktır. Her şeyden önce Çin, böyle bir politikaya koşulabilecek bir ülke olmaktan çoktan çıkmıştır. İleride ABD'nin yerini alabilecek bir ülke olarak görülüyor.
ABD, Çin ile ilişkilerini şimdilik germeden sürdürüyor.

Obama ne yapsın? Bu konuda onun en büyük başarısı, Çin'in, 'borcunu öde' dememesini ve ABD'ye sermaye satmaya devam etmesini sağlaması olabilir.

Irak gibi Afganistan, İran, Kafkasya, Orta Asya ve bir bütün olarak Afrika ABD-Rusya-Çin ve AB arasındaki ilişkilerin giderek daha da hassaslaşacağı ve mevcut çelişkilerin kapsamlaşacağı ve derinleşeceği alanladır. Bu alanlara bir taraftan Rusya ve Çin -buna AB de eklenebilir- diğer taraftan da ABD arasındaki Latin Amerika üzerine rekabet de eklenmelidir.

Kimlerle çalışıyor:
NATO-Avrupa komutanlığı yapmış olan James Jones'in ve Amerikan emperyalizminin ideolog jeopolitikacılarından Zbigniew Brzezinski’nin Ulusal Güvenlik danışmanlığına getirilmesi, Obama döneminde de Amerikan emperyalizminin Avrasya jeopolitikası doğrultusunda hegemonya mücadelesi vereceğinin açık ifadesidir.
Baş ekonomist olarak, Clinton'ın maliye bakanı Lawrence Summers'ı atadı. Bu vatandaş Dünya Bankası'nda şef ekonomist olarak çalışırken, gelişmiş ülkelerin zehirli atıklarının geri kalmış ülkelere nakledilmesini, zaten bu ülkelerde yaşam beklentisinin yüksek olmadığını savunan birisidir.
Obama,  ekonomi kurmayları arasına devletleştirilen ipotek bankası Fannie Mae'nin her iki direktörünü de - Anne Mulcahy und Richard Parson- aldı.

Timothy Geithner  Maliye Bakanı olarak atandı; Bu şahız Bush döneminde  Maliye Bakanı Henry Paulson ve Merkez Bankası başkanı Ben Bernanke ile birlikte mali krize karşı üçlü tim olarak çalışmış olan “banka kurtarıcıları”ndan birsidir.

Obama, „güvenli olmayan bu dünyada“ pragmatik yeni bir başlangıç yapmak için zaman geldi diyor. 44. Başkanına göre ABD, güvenlik ve dış politikada Amerikan gücünün bütün unsurlarını, araçlarını kullanan ve dengeleyen yeni bir strateji izlemelidir: Ordu, diplomasi, gizli servisler ve hukuk, ekonomi ve ahlak örnek olmalıdır. Kabinesi tam da „Amerikan gücünün bütün bu unsurlarını temsil ediyor“muş ve bu gücü kullanmada kendi pragmatizmini ve „dünya önderi olarak Amerika'nın rolü“ üzerine düşüncesini paylaşıyormuş.
Obama etrafını şahinlerle doldurmuştur; onun danışmanlık kurmayı kelimenin gerçek anlamıyla tam bir şahinler kurmayından oluşmaktadır.
Görüyoruz ki Obama „değişim“den Amerikan emperyalizminin dünya hâkimiyeti için nasıl daha iyi mücadele edebileceğini anlamaktadır.

Obama'nın başkan olması için yatırım yapanların listesi durumu yeteri kadar açıklıyor: Silicon Valley'in teknoloji işletmelerinin yüzde 91'i Obama'nın baş destekçisidir; bu teknoloji tekelleri, Obama başkan olsun diye milyonlarca dolarlık yatırım yaptılar. Şimdi Obama bu tekellerin başkanı oldu. En büyük mali destekçileri arasında en önemli olanların listesi:
1- Goldman Sachs (Banka) 523.478 dolar; 2.- Kaliforniya Üniversitesi 339.168 dolar; 3- UBS (Banka) 327.302 dolar; 4- JP Morgan (Banka) 317.142 dolar; 5- Lehman Brothers (Banka) 302.697 dolar; 6- Citigroup (Banka) 301.146 dolar; 7- National Amusements (Sinama zinciri) 293.022 dolar; 8- Sidley Austin (Avukatlık bürosu) 271.857 dolar; 9- Harvard Üniversitesi 268.491 dolar; 10- Google (Internet) 259.010 dolar.
Bu destekçilerle „değişim“ yapılamaz veya Obama'nın „değişim”i, „gelen gideni aratır“ türünden olmaya adaydır.  

Amerikan emperyalizmi, Amerikan tekelleri; bir bütün olarak Amerikan sermayesi Obama'ya „tarihi“ bir görev vermiştir. Bu görev, Amerikan emperyalizminin Bush döneminde dünya hegemonyası için rekabette AB, Rusya ve Çin lehine kaybettiği siyasi, ekonomik, askeri, psikolojik mevzileri yeniden kazanmaktan ibarettir. Obama'da beklenen, beklenmesi gereken „değişim” tam da budur. Şüphesiz ki birtakım rötuşlar yaparak beklenti içinde olan halk yığınlarını esas politikasını gerçekleştirmek için kazanmaya, en azından tarafsızlaştırmaya çalışacaktır.
Obama'nın dış politik anlayışı ve konjonktür programı kimin başkanı olduğunu gösteriyor.

No Sir, you can't!

Obama'nın konjonktür programı tekellere sunulan bir hediyedir. Ekonomiyi kurtarma paketini başka bir yazının konusu yapacağız.