deneme

8 Ağustos 2011 Pazartesi

BORÇLANMA KRİZİ VE DÜNYA EKONOMİSİNİN DURUMU


4 Ağustosta hisse senedi İndeksi Dow-Jones yüzde 4,3 oranında (512,61 puan) değer kaybetti. Böylece 2008'den bu yana en büyük değer kaybına uğradı. Diğer Amerikan hisse senedi indeksleri daha büyük değer kaybına uğradılar; teknoloji işletmelerinde yoğunlaşan NASDAQ yüzde 5,08 oranında ve daha kapsamlı olan S&P 500 indeksi de yüzde 4,78 oranında değer kaybetti. Amerikan ekonomisinin diğer sektörlerinde üretimde gerilemeler oldu; üretimde en belirgin gerileme hammadde, enerji, yatırım ve silahlanma işletmelerinde görüldü.


Avrupa hisse senedi pazarlarında da benzeri bir gelişme yaşanmaktadır; İtalyan hisse senedi indeksi yüzde 5,16 oranla Avrupa'da en çok zarara uğrayan indeks oldu. Almanya'da, İngiltere'de, İspanya'da ve Fransa'da da hisse senetleri yüzde 3'ün üzerinde değer kaybına uğradılar.

Asya borsalarında da durum pek farklı değil; borsalar, örneğin Nikkei (Japonya) yüzde 3,7, Hongkong yüzde 4,7, Sidney yüzde 4, Seoul yüzde 3,7 oranlarında değer kaybetti. Sonuç itibariyle dünya borsalarında 2,5 trilyon dolarlık bir spekülatif sermaye değeri buharlaştı. (Fransa'nın bir yıllık ulusal gelirine eşit bir miktar.) Temmuz ayının sonundan bu yana ise borsalarda buharlaşan spekülatif sermaye miktarı 5 trilyon doları geçmişti. 2008 dünya ekonomik krizinin başlamasından bu yana dünya borsalarında bu ölçülerde görülen değer kaybı hükümetleri, mali kurumları, kurumsal yatırımcıları tedirgin etmeye ve yeni bir krizin patlak vermesinden bahsetmeye itti.

Uluslararası alanda borsalarda yaşanmakta olan bu paniğin nedeni açık ki, bir dizi faktörün bir araya gelmesinde ve birbirini etkilemesinde veya tetiklemesinde aranmalıdır; bu etkilemenin sonucunda spekülatörler yeni bir uluslararası mali ve ekonomik krizin patlak vereceğinden korkmaya başladılar. Bunun ötesinde ve bununla bağlam içinde bazı ülkelerde (örneğin ABD ve Yunanistan) devletin iflas noktasına gelmesi -her ne kadar ABD ve Yunanistan yeniden ödeme yeteneğine sahip duruma getirilmiş olsalar da- spekülatif sermayenin paniklemesini engelleyemedi. İtalyan devlet tahvilleri faizinin yükselmesi, Avrupa'nın veya AB'nin en güçlü dört ülkesinden birisi olan İtalya'yı ödeme yeteneğini kaybetme noktasına götürmektedir. Bu tehlikenin sonucudur ki, AB-Komisyonu Başkanı M. Barroso'nun 17 avro ülkesi devlet başkanlarına ve başbakanlarına acilen gönderdiği mektupta AB-Kriz Fonunun yeniden 440 milyar dolarla desteklenmesini talep etmesi, borsalarda yaşanan paniği daha da güçlendirmekten başka bir işe yaramadı.
Avrupa Merkez Bankası şefi Jean-Claude Trichet'e göre İtalya ve İspanya, Avrupa hükümetlerine borçlanma krizi korkusu yaşatan en önemli nedenlerin başında gelmektedir.

Amerikan ekonomisinde (maddi üretim değerleri) yaşanmakta olan durgunluk, Almanya hariç diğer AB ülkelerinin de aynı eğilim içinde olması, ötesinde Çin ekonomisinde de görülen büyüme oranlarının küçülme eğilimi ve ABD'de 2,4 trilyon dolar tutarında harcamaları düşürme programının iç pazarda talebi daha da olumsuz etkileyeceği, sonuç itibariyle yaşanmakta olan uluslararası borsa paniğinin birbirini etkileyen belli başlı nedenlerini oluşturmuştur.

Mali sermaye cephesinde özel ve devlet spekülasyonu, devam eden dünya çapında fazla üretim kriziyle giderek daha güçlü bir biçimde çelişkiye düşmektedir. Şu andaki borsa krizi/paniği bankalara sirayet edebilir ve maddi değerlerin üretiminde yaşanmakta olan durgunluğu yeniden üretim düşüşü trendine sokabilir.

Hangi ülkede olursa olsun emperyalist burjuva kriz yönetimi güçlü bir ikilemle karşı karşıyadır: Mali krize karşı harcamaların kısıtlanması gibi tedbirler ekonomik gelişmeyi olumsuz etkilemektedir ve borçlanma ile elde edilen mali olanaklarla iktisadi gelişmeyi canlandırma tedbirleri de mali krizi güçlendirmektedir.

Sorunun ayrıntılarını dünya ekonomisini ele alan başka bir yazıya bırakarak yukarıda belirtilen ikilemin her iki faktörünün durumuna bakalım.

Kapitalist dünya ekonomisi büyük borç yükü altında:
Dünya çapında toplam borç miktarı (kredi değerli kağıtları bazında) 2010 yılı itibariyle 95 trilyon dolara çıkmış. Bu miktar 1990'da 18; 2000'de 35 ve 2005'te de 59 trilyon dolardı. Aşağıdaki grafikte dünya çapında borçlanmanın oldukça hızlı arttığını görüyoruz.

Dünya borç miktarı 1990'dan 2000'e yaklaşık 2; 2005'e yaklaşık 3,3 ve 2010'a da yaklaşık 5,3 misli artıyor. 2005'deki borç miktarı 2008 dünya GSH'sına eşit. 2010'da dünya borç miktarı aynı yılda dünya GSH'sından (satın alma paritesine göre) 20,46 trilyon dolar daha fazla; yani dünya GSH'sı dünya borcunun yüzde 78,5'ine eşit.

Dünya kamu borçlarının 2009'daki toplam miktarı aynı yılın dünya GSH'nın yüzde 56,8'ine; 2010'da da yüzde 59,3'üne eşit düşüyor.

Bütün ülkelerin toplam (özel ve kamu) dış borç tutarı 31 Aralık 2009 itibariyle tahmini olarak 61,95 trilyon dolardı; bu miktar 31 Aralık 2010'da 60,28 trilyon dolara düşüyor. Dünya GSH'sına eşit bu miktar, genel anlamda dünyanın koşulları üstünde yaşadığını gösterir.

Kredi değerli kağıtlar bazında borçlanma 2005-2010 arasında diğer dönemlere nazaran, zaman dilimi 5 sene olmasına rağmen daha hızlı artmıştır. Bunun nedenini 2008'den bu yana devam eden dünya mali ve ekonomik krizinde; mali sektördeki çöküşü durdurma; ekonomiyi destekleme programları çerçevesinde yapılan harcamalarda aramak gerekir. Bu harcamaların hemen hepsi alınan borçlarla gerçekleştirilmişti.

Tabii borçlanmanın her bir ülke ekonomisinde ortaya çıkardığı sorunlar oldukça farklı olmaktadır. Örneğin bugün açısından ve yıllardan bu yana borçlanma Türk ekonomisinde sorun çıkaracak boyutlarda olmamıştır. Ama bazı ülkelerde borçlanma ekonomi çarkının çevrilmesini engelleyecek boyutlara varmıştır. Aslında yeni borçlar, eski borçların faizlerini ödemek ve çarkı çevirmek için alınıyor, ama bu belli bir aşamadan sonra imkansızlaşıyor. Bu nedenle bazı ülkelerde borçlanma ekonomiyi/devleti iflas noktasına getirebiliyor. Aşağıdaki grafikte en çok borçlu bazı ülkelerin borçlanma oranlarını görüyoruz.


Bu ülkelerin toplam ortalama borç tutarı GSH'nın üstünde; yüzde 100'ün üzerinde. Bu da sadece bilinen borçlar ve 2011'in gerçekliğini de yansıtmıyor. Örneğin ABD'nin kamu borçları GSH'sının yüzde 120'sine varıyor. Her halükarda önümüzdeki dönemde giderek daha çok sayıda ülke borçlanma krizi ve devletin iflasıyla karşı karşıya kalacaktır.

Bu veriler açık ki, dünya ekonomisinin ayağını yorganına göre uzatamadığını; koşullarının ötesinde işlevsel olabildiğini; çarkını ancak ve ancak borçlanma ile çevirebildiğini göstermektedir. Bunun ayrıntılı nedenlerini dünya ekonomisi ile ilgili başka bir yazıda ele alacağız. Şimdilik şu kadarını belirtmekle yetinelim:

Mali krizden sonra hükümetler, ekonomi çarkını çevirebilmek için teşvik programları uygulayama başladılar. Bu programlar için gereken mali olanaklar da genellikle borç olarak alındı. Demek oluyor ki, aslında her kriz borçlanmanın da artışını beraberinde getiriyor. 2008'den bu yana yaşanan da budur. 2008/2009 döneminde kriz bağlamında uluslararası alanda yapılan harcamaların toplamı tahminen 27 trilyon dolardı. Bu türden harcamalar, birçok gelişmiş ülkenin borçlanma kriziyle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.

Alınan borcun bir gün geri ödenmesi gerekir. Bu ödeme işi de genellikle krizden sonraki iki sene içinde başlar. Genel olarak böyledir. Bu kriz daha sona ermediği için borç ödemesi de yapılmıyor. Yapılamaz da. Maddi değerlerin üretiminde, ülkeyi borç batağından çıkartabilecek bir büyüme yok; en azından borçlanma kriziyle karşı karşıya olan ülkelerde yok. Tam tersine, bu ülkelerde öncelikle banka iflasları, devletin iflasının açıklaması büyük olasılıkla gündeme gelecek. Borçlanma krizinin önünü almak için sürekli para basılsa, bunun sonu kaçınılmaz olarak enflasyon olur. Veya her alanda tasarruf ön plana çıkarılsa bu da ekonomiyi yeniden düşüşe götürür. Devletin tasarruf etmesi, kamu çalışanlarını sokağa atması, vergileri yükseltmesi demektir. Bu da özel sektörün işine gelmez. Borçların çevrilebilir düzeye getirilmesi yıllar alır. Örneğin Yunanistan, İspanya, İrlanda daha şimdiden tasarruf politikası uygulamaya başladılar. Bakalım kaç sene sürecek ve sonuçları ne olacak.

ABD'nin 2,5 trilyon dolarlık „tasarruf paketi“nin sonuç vereceği soru götürür; bu tedbir geri tepebilir, çünkü bu tedbir işsizliğin artmasını ve yığınların alım gücünün düşmesini beraberinde getirecektir. Şüphesiz, ABD bu borç yükünden dolayı iflas etmez veya kolay kolay iflas etmez; dünya çapında ekonomik, askeri ve siyasi nüfuzuna dayanarak bunu engeller. Ama borçlanmadan dolayı iflasın eşiğine geldiği de bir gerçektir. Japonya, İtalya, İspanya, Portekiz, Yunanistan, Kıbrıs gibi ülkelerin de bu eşikte oldukları; devlet iflasıyla karşı karşıya oldukları da bir gerçektir.

Borçlanmanın büyük bir sorun olacağı 2010'unun sonuna kadarki gelişmelerden görülüyordu; Avrupa devletlerinin borçlanma durumu tehlikenin gelişini gösteriyordu. Çok sayıda AB ülkesinin, öncelikle Yunanistan, İrlanda, İspanya, Portekiz, İtalya, hatta Belçika ve Hollanda gibi ülkelerin borçlanma krizi ve devlet iflasıyla karşı karşıya kalama olasılıklarının büyük olduğu daha o dönemde görülebiliyordu. Bu ülkelerde borçlanma krizi, kaçınılmaz olarak başta ABD olmak üzere dünya borsalarını etkileyecektir; Amerikan tahvil piyasaları üzerinde yıkıcı etkide bulunacaktır.
Bunun ötesinde ekonomiyi kurtarmak için teşvik programları çerçevesinde yapılan harcamalar da beklenen sonucu vermedi; hatta tam tersi oldu desek abartmış olmayız; şüphesiz sanayi üretiminde belli bir kıpırdanma oldu ama genel sonuç ortada. (Sanayi üretimindeki gelişmeyi aşağıda göstereceğiz.)

Bir hesaplamaya göre 2009 yılında dünya çapında farazi/hayali varlık miktarı (hayali, sadece kağıt üzerindeki rakamlardan ibaret sermaye) 30 trilyon dolardı. Bu miktarın yarısı altı ay içinde (Eylül 2008-Mart 2009 arasında) buharlaştı, yok oldu. Bunun sonucu olarak o dönemde sadece özel bankalar ve yatırımcılar iflas etmişlerdi. O hayali sermayeden geriye kalan 15 trilyon dolarlık kısım ise şimdi devletlerin iflasına neden olabilir. Önümüzdeki aylarda bunun böyle olup olmayacağını göreceğiz. Yine bazı bankaların ve yatırımcıların yanı sıra, tahvilleri işe yaramayan devletlerin de olduğunu göreceğiz. Amerikan tahvil piyasasının çökmesi bunu gösterecektir. 2011'in sonbahar ve kış aylarında uluslararası mali sektör; bankalar ve yatırımcılar büyük olasılıkla bu çöküşü yaşayabilirler ve beraber çökebilirler.
Bütün bu ve benzeri gelişmelerin tetikleyicisi Avrupa'daki kamu borçlanması ve Amerikan borç bombasının patlaması olacaktır. Uzaktan-yakından başkaca bu iki neden kadar önemli neden yok.


Daha da beter olacaklar!
Borçlanma dünya ekonomisi için büyük bir yük olmuştur. 2008'den bu yana devam eden kriz sürecinde şimdiye kadar bankaların, mali yatırımcıların iflas ettiklerini gördük. Devletlerin iflası pek gündeme gelmedi; bu süreçte hükümetler ekonomiyi teşvik etmek için „konjonktür programları“ hazırlamak ve uygulamakla meşguldüler. Uygulanan bu programlar sonucunda şu veya bu banka kurtarılmış olabilir, ama alınan genel sonuç da ortada; ekonomide geriye dönüşü olmayan, krizden çıkışa götüren bir gelişme, canlanma olmadı. Şimdi sıra alınan borçların ödenmesine, bütçe açıklarının kapatılmasına geldi. Yani kamu borçlanmasının kapsamı yeni yeni görülmeye başladı. Bundan dolayı önümüzdeki dönem ekonomik kriz çerçevesinde kamu borçlanmasından kaynaklı borç krizinin ön planda olacağı, bu borçlardan dolayı devletlerin iflasının gündeme gelebileceği bir süreç olacaktır. Özellikle önümüzdeki bir-iki yıl veya birkaç yıl içinde bazı Avrupa devletlerinin iflası şaşırtıcı olmamalıdır.

Kapitalist devlet de aynen özel bir işletme gibi borç alabilir. Ama özel işletmenin borcundan dolayı iflası normal karşılanırken, devletin borcundan dolayı iflas edebileceği, düşünce ufkunun hep ötesinde kalmıştır. Herhalde bu bilinç altına yerleşmiş devletin yıkılmazlığından, olanaklarının “sonsuz” oluşundan kaynaklanan bir anlayış olsa gerek. Tabii yanlış bir anlayış. Devletler de iflas edebilirler. Bu iflasların son dönemlerde; tarihi perspektif açısından baktığımızda, örneğin II. Dünya Savaşından bu yana pek fazla görülmemesi, daha önceki dönemlerde devlet iflaslarının yaşanmadığı anlamına gelmez. Örneğin İspanya sadece 19. yüzyılda yedi kere iflasını açıklamıştır. Almanya da devlet olarak iflas etmiştir. II. Dünya Savaşına kadar sık sık yaşanan devlet iflaslarını önümüzdeki dönemde de yaşayabiliriz. Önemli olan, alınan borçların ödenmesi ve bütçe açıklarının kapatılmasıysa, ekonominin canlandırılmasıysa borç yükü altında ezilen ülkelerin çoğunluğu bunu yapacak durumda değildir. Dolayısıyla, açıklanması hangi biçimde olursa olsun iflas edeceklerdir.

Tabii bundan „kendi kendine Marksistler“ şu sonucu çıkartabilirler: Sistemin çökeceğini söylemiştik, bu krizin 1929 krizinden daha da beter olduğunun öngörmüştük vs.!
”Kendi kendine Marksistler“in yanlışı savunma sabırlarına hayranım. Ama boşuna: Ne yaşanmakta olan kriz -en azından şimdiye kadarki gelişme boyutlarıyla- 1929 krizinde daha da ağırdır ne de kapitalist sistem kendi kendine çöker. Bunları geçelim; kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunanlar öncelikle Marks'ın kapitalist politik ekonomi konusundaki görüşlerinin artık geçersiz olduğunu açıklamak veya kanıtlamak zorundadırlar.

Yaşanmakta olan mali kriz bütün zamanların en ağır krizi değildir; 1929 krizi bu krizden de ağırdı. Ama borçlanmanın şu anda dünya ekonomisinin en büyük sorunu olduğu da bir gerçektir. Borçlanma çoğu sanayileşmiş ülkelerde rekor seviyelere varmıştır. Hanelerin borçlanma seviyesi de birçok ülkede ürkütücü. Bunun ötesinde mutlak ödenmesi gereken emeklilik yükümlülükleri vb. çoğu ülkede borçlanmayı içinden çıkılamaz hale getirmiştir. Bu borçlanmada askeri harcamaların da önemli bir yeri vardır.

Borç yükünü ekonominin büyüklüğü göreceli yapmaktadır. Örneğin gelişmiş ülkelerde borçlanma GSH'nın yüzde 90'ına tekabül edecek boyutlara geldiğinde ekonomide büyümeyi olumsuz etkiliyor. Bu oran gelişen ülkelerde yüzde 60. Tabii bu oranlar belli bir kuralı ifade etmiyorlar. Ama her halükarda borçlanma arttıkça ondan kaynaklı yük/sorun da ekonominin büyüklüğüne göre değişik etkili oluyor. Bu durumda ABD ve Japonya'nın iflas etmiş olmaları gerekirdi. Ama her iki ekonomi de borçlanmadan dolayı iflas edemeyecek derecede büyüktür. Ama birçok devlet için borçlanmadan geriye dönüş yolu kalmamıştır. Bu durum özellikle bir kısım Avrupa ülkesi için geçerlidir. Örneğin Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Ukrayna, İspanya, Portekiz, İtalya hala para bulabiliyorlar; bu ülkelere para akışı devam ediyor. Bu ve başka ülkelerde bütçe açıklarını düşünelim. Bütçe açığı, gelirinden daha fazlasını harcamak demektir. Birçok Avrupa ülkesinde durum böyle ve bir devlet gelirinden daha fazla miktarı harcayabiliyorsa -para bulabiliyorlarsa- o devlet iflas etmez. Ama önümüzdeki yakın yıllarda gelirinden daha fazla harcama yapmak, açık vererek var olmak durumunda olamayacak devletlerle, devlet iflaslarıyla karşı karşıya kalabiliriz.

Dünya ekonomisi ve ikinci dip sorunu:
Dünya borsalarında Amerikan kaynaklı 2008'den bu yana en güçlü çöküşün, diğer şeylerin yanı sıra sanayi üretiminde de ikinci bir dibe vuruşu beraberinde getireceği; maddi değerlerin üretiminde de yeni bir krizin başlayacağı tartışmalarına neden oldu. Sanki dünya ekonomisi krizden çıkmıştı da yeni bir krize giriyor!
Daha önceki dünya ekonomisinin seyrini ele alan birkaç makalede muhtemel gelişmeleri göstermeye çalışmıştık; söz konusu olan birkaç senaryoydu ve dünya ekonomisi nasıl bir süreçten geçerek krizden çıkacağı üzerine görüş beyanıydı. Hatırlatacak olursak:

16.01.2010 tarihli “Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları (2)” makalesinde üçü durgunluk olmak üzere toplam altı olasılıktan bahsetmiştik. Söylenenler kısaca şunlardı:

“2-Sanayi üretiminin V biçiminde gelişme seyri (olasılık I):

Böyle bir gelişmeyi; üretimin dibe vurmasından sonra -kısa zamanda- dik bir yükselişe geçmesini öncelikle dünya mali piyasası (mali sektör) kapitalistleri; mali kurumlar, spekülatörler vb. ummaktalar. Böyle bir gelişme, onların en kısa zamanda kumara kaldıkları yerden devam etmelerini mümkün kılacaktır. Ama nesnel durum; sanayi üretiminin seyri, mali piyasalardaki karamsarlık böyle bir gelişmenin olmayacağını; V biçiminde bir üretim artışının ve dolayısıyla kısa zamanda krizden çıkışın olanaksız olduğunu göstermektedir.

3-Sanayi üretiminin W biçiminde gelişme seyri (olasılık II):

Genel olarak sanayi kapitalistleri üretimin W biçiminde bir seyir izleyerek artacağı-yükselişe geçeceği ve krizden çıkılacağı beklentisi içindeler. Böyle bir gelişme mümkündür. Bu durumda Mart 2009 dünya sanayi üretiminin bu kriz sürecinde ilk dibe vuruş dönemi olur. Marttan sonra artan üretim mutlak büyüme sınırına varmadan yeniden düşer; Mart ayındaki seviyesinin gerisine de düşebilir ve sonra üretim yükselişe geçer ve krizden çıkılır. Dünya sanayi üretiminin mevcut seyri böyle bir olasılığın gerçeklik olmasına uygundur.

4-Sanayi üretiminin durgunluk içinde gelişme seyri (olasılık III)-Durgunluk (I):

Üretimde durgunluğun üç biçimi var. Burada I. durgunluk olarak tanımladığımız durgunluğu L durgunluğu olarak da tanımlayabiliriz. Japon ekonomisinin genellikle 1990-1994 dünya krizinden bu yana gösterdiği gelişme tam da bu durgunluğu ifade eder. Dolayısıyla ekonominin L biçimindeki seyrinin ne anlama geldiğini anlatmak için, Japon ekonomisinin 1990-1994 dünya krizinden bu yana gelişmesini anlatmak yeterlidir...

OECD-Toplamı bazında dünya sanayi üretimi Şubat 2008'deki en yüksek seviyesinden (2005= 100 bazında yüzde 8,9 oranında mutlak büyüme) Mart 2009'da yüzde 10,2 oranında mutlak gerileyerek dibe vuruyor. Şimdi üretimin bu seviyesinden yavaş yavaş; inişli-çıkışlı bir gelişmeyle; mutlak küçülerek ve mutlak büyüyerek yıllarca süren bir süreçten sonra çıkacağı bir ihtimal olarak kabul edilmektedir. Bu durumda “Japon hastalığı”, dünya sanayi üretimi hastalığına dönüşmüş olacaktır. Böyle bir gelişme de gerçekleşebilir bir olasılıktır.

5-Sanayi üretiminin mutlak küçülme eğilimli durgunluk içinde gelişme seyri (olasılık IV)-Durgunluk (II):

Dünya ekonomisinin böyle bir durgunluk sürecinden geçmesi de olasıdır. Böyle bir gelişme 1929-32 krizi ve sonrasında yaşanmıştır. 1925/29=100 bazında kapitalist dünya üretimi ancak 1936 yılında mutlak büyümeye geçebilmişti; yani krizden 3-4 yıl sonrasında da belli bir durgunluk aşaması yaşanmıştı. 1929'dan 1936'ya üretim aşama aşama gerilemiş ve sonra da artmaya başlamıştı. Bu kriz sürecinde üretim ancak 3 sene sonra dibe vurmuş ve sonra yükselişe geçmiştir.

6-Sanayi üretiminin inişli-çıkışlı durgunluk içinde gelişme seyri (olasılık V)-Durgunluk (III):

...Burada söz konusu olan, konjonktür çevriminde (kriz-durgunluk-canlanma-yükseliş) yükseliş aşamasının çevrimin bir aşaması olmaktan çıkması ve yerini inişli-çıkışlı durgunluğun almasıyla konjonktür çevriminin üç aşamalı olmasıdır. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana emperyalist ülkelerde konjonktür çevrimindeki bu değişim görülmektedir. Şu veya bu ülkede, örneğin bazen Japonya'da, Almanya'da veya ABD'de üretimin yüksek artışı bu değişim gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Dünya ekonomisinin mevcut durumu; özellikleri, şu veya bu faktörün karakteri üretimde bu türden bir seyir izleneceğini; dünya üretiminin muhtemelen 20011 yılından sonra konjonktür çevriminin inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına varacağını göstermektedir. Yani veriler, dünya ekonomisinin bu türden bir durgunluğa girme olasılığının çok yüksek olduğunu göstermektedir...

Başka bir ihtimal de ekonomi dibi gördü, krizden çıkıyoruz diye iyimserlik havasının yayıldığı dönemde ekonominin ilkinden daha da geriye düşmesi; daha derin bir dibe yuvarlanmasıdır. Yani 1929-32 krizinde yaşanan durum. Böyle bir ihtimal düzene, alınan kararlara güveni sarsar. Devlet kötüye gidişi durdurmak için kapsamlı teşvik paketleri hazırlar; ekonomiye devasa miktarlarda para pompalar; devlet iflasları, paradan kaçış (değerli madenlere -örneğin altın- yöneliş), kağıt para krizi gündeme gelir.
Amerikan hükümetinin sadece 2009 yılında piyasaya 2,5 trilyon dolar sürdüğü göz önünde tutulursa böyle bir gelişmenin maddi koşulları hiç yok denemez”.

15.08.2010 tarihli “Kriz Karşılaştırması - Dünya Ekonomisi Üzerine Notlar” makalesinde de soruna ilişkin olarak şu tespit yapılıyordu:

“III-Kriz Çevriminin Gelişme Aşaması ve „Özel Tipte Durgunluk“ İhtimali
...
Yaşanmakta olan krizin dibe vurma sürecinde kriz dibe vurduktan sonra nasıl bir seyir izler, krizden çıkış nasıl olur üzerine birçok ihtimal söz konusuydu... Şimdi krizin dibe vurmasından sonra 13 ay geçti. Geçen bu zaman zarfında sanayi üretiminin seyri bazı ihtimallerin maddi temelinin kalmadığını göstermektedir.

Sanayi üretiminin V çizerek krizden çıkma olasılığının maddi nedeni kalmamıştır. Bunun olabilmesi için üretimin dibe vurmasından sonra -kısa zamanda- dik bir yükselişe geçmesi gerekirdi. Ama ... sanayi üretiminde böyle bir gelişme olmamıştır. V biçiminde gelişme kısa zamanda krizden çıkılacağı anlamına gelir ki, nesnel durum böyle bir gelişmenin olamayacağını göstermektedir.

Sanayi üretiminin W biçiminde gelişme olasılığı da giderek zorlaşıyor. Sanayi üretimin W biçiminde bir seyir izlemesi, dibe vurduktan sonra artışa geçmesi, belli bir zaman sonra yeniden gerilemesi ve sonra yükselmeye başlaması (W biçimi) artık pek olanaklı gözükmüyor. Mart 2009'dan sonra artan üretim mutlak büyüme sınırına varmadan veya geçtikten sonra da yeniden düşer; Mart ayındaki seviyesinin gerisine de düşebilir ve sonra üretim yükselişe geçer ve krizden çıkılır. Böyle bir gelişme kesinkes olamaz düşüncesinde değilim, ama sanayi üretiminin genel seyri bu ihtimalin gerçekleşmeyeceği yönünde.

Geriye sanayi üretiminin durgunluk içinde gelişmesi kalıyor. Üretimde durgunluğun üç biçimi var. ... Her üç durgunluk senaryosunun da gerçekleşmesi mümkün”.

Sanayi üretiminin şimdiki seyri neyi gösteriyor?

Aşağıdaki tabloda yılın çeyreklerine göre krizin gelişme seyrini görüyoruz. Söz konusu bu ülkelerde kriz öncesinde sanayi üretiminin en yüksek olduğu değer 2008'in ilk çeyreğinde görülüyor. 2008'in ilk çeyreğinden 2011'in ikinci çeyreğine kadar bu ülkelerde sanayi üretimi kriz öncesi en yüksek seviyesini aşamamıştır. 
 


2005 = 100 bazında Almanya'da sanayi üretimi 20011'in ilk çeyreğinde ancak yüzde 12,4 oranında artabilmiştir; 2008'in ilk çeyreğine göre 4,9 puanlık bir gerileme (Üretimde 4,2 oranında mutlak gerileme).

Fransa'da sanayi üretimi kriz öncesi üretimin en yüksek seviyesine göre 2011'in ilk çeyreğinde yüzde 8,2 oranında mutlak gerilemiş durumda.

Japonya'da sanayi üretimi 2008'in ilk çeyreğine göre 2011'in ikinci çeyreğinde yüzde 18,6 oranında mutlak gerilemiş durumunda.

İngiltere'de sanayi üretimi 2008'in ilk çeyreğinden 2011'in ilk çeyreğine yüzde 10,3 oranında mutlak gerilemiş durumda.

ABD'de sanayi üretimi 2008'in ilk çeyreğinden 2011'in ikinci çeyreğine yüzde 5,6 oranında mutlak gerilemiş durumunda.

Her halükarda bu ülkelerde sanayide -Almanya, Fransa ve ABD'de 2009'un ilk çeyreğinde, Japonya'da ilk ve İngiltere'de de üçüncü çeyreğinde dibe vurduktan sonra- üretim artmaya başlamış, ama kriz öncesindeki en yüksek seviyesini aşamamıştır.

Sanayi üretiminin bu seyri yukarıda belirtilen olasılıkların hala gerçekleşme durumunun olduğunu göstermektedir.

Ülke grupları açısından da değişen bir durum yok:
Ne Avro Alanı ülkelerinde (17 ülke) ne AB ülkelerine (27 ülke) ne G-7 ülkelerinde ne OECD-Avrupa ve ne de OECD toplamı ülkelerde sanayi üretimi, 2011'in ilk çeyreği itibariyle kriz öncesindeki en yüksek seviyesini (2008'in ilk çeyreği) aşabilmiştir: 2005 = 100 bazında sanayi üretimi 2011'in ilk çeyreğinde kriz öncesinde üretimin en yüksek seviyesine göre Avro Alanı ülkelerinde 9,1; AB ülkelerinde 8,7; G-7 ülkelerinde 9,4; OECD-Avrupa ülkelerinde 7,8 ve OECD toplamında da 6,6 puan geride kalmıştır.

Aylara göre sanayi üretiminin seyri:
“Kriz Karşılaştırması - Dünya Ekonomisi Üzerine Notlar” makalesinden:

Üretimin doruk noktasına göre (Şubat 2008) Japon sanayi üretimi 13. ayda (Şubat 2009) dibe vuruyor; yüzde 34,7 oranında gerileme. Sanayi üretimi Şubat 2009'dan Nisan 2010'a yüzde 33 oranında artarak Şubat 2008'deki seviyesine göre 28. ayda yüzde 87,4'e çıkıyor.

Alman sanayi üretimi, Şubat 2008=100 bazında Nisan 2009'da yüzde 75'e düşerek (yüzde 25 oranında gerileme) 15. ayda (Nisan 2009) dibe vuruyor ve sonraki aylarda yükselmeye başlıyor. Mart 2010'da Şubat 2008'e göre 27. ayda yüzde 85,5 oranına ulaşıyor. Üretim Nisan 2009'dan Mart 2010'a yüzde 14 oranında artıyor, ama Şubat 2008'deki seviyesinden yüzde 14,5 oranında geride kalıyor.

Fransız sanayi üretimi, Şubat 2008'deki seviyesine göre 15. ayda (Nisan 2009) yüzde 81,5'e düşerek dibe vuruyor. Sonraki dönemde üretim Mart 2010'da Şubat 2008'deki seviyesine göre yüzde 88'e çıkıyor. Üretim Nisan 2009'dan Mart 2010'a yüzde 7,4 oranında artıyor, ama Şubat 2008'deki seviyesine göre yüzde 12 oranında geride kalıyor.

İngiliz sanayi üretimi Şubat 2008'deki seviyesine göre 19. ayda (Ağustos 2009) dibe vuruyor; Şubat 2008'den Ağustos 2009'a üretim yüzde 84,6'ya düşüyor. Ağustos 2009'dan Mart 2010' üretim ancak yüzde 4,7 oranında artarak Şubat 2008'deki seviyesine göre yüzde 88,6'ya çıkıyor.

Amerikan sanayi üretimi Ocak 2008'deki seviyesine göre 17. ayda (Mayıs 2009) dibe vuruyor; Ocak 2008'den Mayıs 2009'a üretim yüzde 85,1'e düşüyor. Sanayi üretimi Mayıs 2009'dan Mayıs 2010'a 92,5 çıkarak yüzde 8,7 oranında artıyor”.

Krizi 38.-41. aylarında durum nasıl?

Gelişmenin nasıl olduğunu aşağıdaki grafikte görüyoruz.




Bu ülkelerin hiçbirinde sanayi üretimi dip değerlerinin gerisine düşmemiştir. Krizden önceki üretim değerinin en yüksek olduğu aya göre:

Fransa'da sanayi üretimi krizin 38. ayında Nisan 2008'deki seviyesini (%104,8) Mayıs 2011'de aşamamıştır (% 95,5).

Almanya'da sanayi üretimi krizin 40. ayında Şubat 2008'deki seviyesini (%117,5) Mayıs 2011'de aşamamıştır (%115).

Japonya'da sanayi üretimi krizin 40. ayında Şubat 2008'deki seviyesini (%110) Haziran 2011'de aşamamıştır (%92,9).

İngiltere'de sanayi üretimi krizin 40. ayında Şubat 2008'deki seviyesini (%100,7) Mayıs 2011'de aşamamıştır (%88,7).

ABD'de sanayi üretimi krizin 41. ayında Ocak 2008'deki seviyesini (%105,4) Haziran 2011'de aşamamıştır (%97,6).

Şüphesiz sanayi üretiminin gelişme trendi krizden çıkmaya doğru; üretim giderek kriz öncesindeki seviyesine yaklaşıyor. Ama bu, krizden çıkmanın bir ifadesi olmadığı gibi, yukarıda belirtilen olasılıkların gerçekleşebilir olduğunu da gösteriyor.

Soruna yılık üretim bazında baktığımızda toplam OECD ülkeleri içinde sadece Avustralya, İzlanda, İrlanda, Kore, Polonya, Slovak Cumhuriyeti ve Türkiye 2010 itibariyle ekonomik krizden çıkmıştır.

Sonuç itibariyle:

1-Burjuva ekonomistler bazen çok doğru hesaplar da yapıyorlar. Örneğin sermayenin spekülatif alanda yoğunlaşmaması için her bir ülkenin yıllık olarak büyüme oranının ne kadar olması gerektiği veya işsizliğin ortadan kaldırılması veya kabul edilebilir seviyede kalması için ekonominin yıllık ne kadar büyümese gerektiği gibi. Kağıt üzerinde doğru hesaplar, ama kapitalizm gerçekliğine ters düşüyor. Aslında söylenmek istenen başka bir şey. İster farkında olsunlar isterse de olmasınlar o hesapların gerçekleşmesi için dünyada taşın taş üzerinde kalmayacağı bir felaketin gerçekleşmesi gerekir; bir üçüncü dünya savaşı veya bütün dünya çapında başka bir felaket. İşte o zaman yeniden inşa için çocukların yanı sıra yaşlılar, hastalar da çalıştırılır. Bütün dünya üretim atölyesine dönüşür; sanayi kapitalistleri kapitalizmin şafağında ve sonrasında yaşadıkları altın çağı bir daha yaşarlar ve sermayenin spekülatif alana akması için bir neden olmaz. Sermaye, çıkarı için böyle bir dünyayı isteyebilir.

K. Marks, Quarterly Reviewer'den şu sözleri aktarıyor:
Quarterly Reviewer, sermayenin, kargaşalıktan, kavgadan kaçtığını ve ürkek olduğunu söylüyor ki, bu, çok doğrudur, ama sorunu pek eksik olarak ortaya koymaktadır. Sermaye, kâr olmadığı zaman ya da az kâr edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır: yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insani yasaları ayaklar altına aldırır; yüzde 300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular.” [T. J. Dunning, Trades' Unions and Strikes, 1860] (Aktaran: Karl Marks; Kapital, Cilt 1, s. 788).

Sermaye gerekirse “yüzde 100” ve “yüzde 300 karın” gereğini de yerine getirir. Bunu çok yaptı. Dünya savaşları bunun bir ifadesidir.

Çarkı çevirmek için hükümetler, azami kar peşinde koşan sermayenin önünü açan adımlar attılar; Mali sermaye ve özellikle de spekülatif olanı, burjuva devleti ve hükümetini çıkarları doğrultusunda adım attıracak derecede yönlendirdi. Çoğu kez hayali olan kar alanı açmak için hükümetler, bankaların büyüme iştahını dindirmeye çalıştılar. Öyle ki, merkez bankalarından daha fazla likidite arzı yarattılar. Bu likiditeye şirketlerin çıkardıkları tahviller de etlenince spekülatif sermaye insanlığın geleceğini satışa çıkardı ve sayıları 6,6 milyara varan dünyalının geleceği satıldı ve satın alındı. Sermayenin iştahını bu da dindiremedi. Dindirmezdi de. Sermaye -reel veya farazi- büyüdükçe büyümek zorundadır; biriktirdikçe biriktirmek zorundadır. Var olmasının başka olanağı yok. Bu nedenle işleyemeyeceği cinayet yoktur. Bu nedenle, borçlanma krizi emperyalist ülkeler arasındaki çelişkileri şimdiye kadar olduğundan daha şiddetli keskinleştirecektir. ABD ve Çin arasında gelişen rekabet ve çelişki sorunun bir yönüdür. Şimdilik Çin, aheste aheste yoluna devam ediyor. Ama batılı emperyalist ülkeler arasındaki çelişkiler çok açık ki keskinleşiyor.

2-Hangi açıdan bakarsak bakalım ABD dünyanın en güçlü ülkesi konumundadır. Çöküş sürecine girmiş olması sorunun özünde bir şey değiştirmiyor bu aşamada. Şu anadaki gücüyle ne Çin ne bir bütün olarak AB, Amerikan ekonomisinin dünya ekonomisi üzerinde oynadığı rolü oynayamaz. Öyle ki, bütün Avrupa veya Çin krizde olsa da ABD'nin krizde olduğu zaman oynadığı rolü oynayamaz. ABD, dünya ekonomisinde lokomotif rolünü oynuyor ve bu rolün kendine verdiği avantajlardan da yararlanıyor. Örneğin doların dünya çapında geçerli para birimi olmasından yararlanıyor.
Geçen yüzyılın son çeyreğinden bu yana; dünya pazarlarının kuralsızlaştırılması sürecinde uluslararası alanda borçlanmanın korkunç boyutlara varmasının koşulları da oluşturulmuş oldu. Borç nedeniyle yeni sömürge ülkelerin, emperyalizme bağımlı ülkelerin gırtlağını sıkan IMF ve emperyalist ülkeler, şimdi bizzat aynı sorunla boğuşmak zorunda kaldılar. Borçlanma gelişmiş birçok ülkede ekonomiyi belini doğrultamaz hale getirdi. Son 25-30 sene içinde bu ülkelerde ve uluslararası faal sermayelerinde gelişen kumarbazlık zihniyeti, talan şimdi kendilerini vurmaya başladı. Şu anda birbirlerini yemek zorundalar.

Amerikan emperyalizmi doların rolünden dolayı bu durumdan uzun dönem yararlanmasını bildi. Amerikan hükümet, tekelleri evet Amerikan halkı (kredi), gerektiğinde basılan dolar ile koşullarının üstünde yaşadı. İthalat için başka ülkelere ödemeler, karşılığı olmadan basılan dolarla yapıldı. ABD, her sıkıştığında yeni dolar bastı. Ne de olsa “yeşil kağıt”, altın yerine geçiyordu. Ama bu krizle bu durum artık bir daha tekrar edilmeyecek biçimde değişmeye başladı. Artık hiçbir ülke doları, daha öncelerinde olduğu gibi, altın değerinde görmüyor. Doların daha önce başlayan çöküşü bu krizde iyiden iyiye açığa çıktı.

3-Dünya çapında ve tek tek ülkeler bazında borçlanmanın boyutları, ekonominin bundan sonraki seyrini etkilemek için kolay kolay destekleme programları uygulanamayacağını göstermektedir. En azından ekonomisi krizde olan birçok ülke bu olanağı pek bulamayacak.

4-AB'nin krizi sadece ekonomik kriz değil, onun krizi aynı zamanda avro krizidir. Dolara alternatif olacağı umudu şimdilik rafa kaldırıldı. Öyle ki, avroyu kurtarmak AB'yi kurtarmak veya tersi oldu; avro geleceği tartışılan bir para birimi konumuna düştü. Her halükarda avrosuyla birlikte AB yaşanmakta olan borçlanma krizinin merkezinde yer alıyor.

5-Borsalarda yaşanan panik veya borsa krizi, sanayi üretimin gelişmesini olumsuz etkileyecektir ve bundan dolayı başta ABD olmak üzere bazı emperyalist ülkelerde üretimde yeniden mutlak gerileme görülebilir ve bu ikinci bir dip yapabilir.

6-Ekonomik krizden çıkış yavaş olacaktır; dünya ekonomisi inişli-çıkışlı bir büyüme seyri içinde yıllarca süren bir dönemden sonra krizden çıkabileceği bir süreçtedir.

Türkiye ekonomisi üzerine kısa bir not:
Türkiye ekonomisinin kendinden, iç dinamiklerinden kaynaklı sorunundan dolayı İMKB, kriz diye tanımlanacak boyutlarda düşmedi. Sorun dış kaynaklıdır; etkilenmedir ve merkez ülkelerde -Türkiye açısından da özellikle ABD ve AB'de- mali sektördeki bu altüst oluş kaçınılmaz olarak Türkiye gibi ülkelerdeki borsaları da olumsuz etkileyecektir. Etkileyen faktör borç krizine sürüklenen AB ve kredi notu düşürülen ABD. Esasen bu iki neden, kriz korkusuyla yatıp-kalkan piyasaların paniklemesine yetti. Şu an için Avrupa pazarları Türkiye açısından oldukça önemlidir; ihracatın yarıdan çoğu Avrupa ülkelerine yapılmaktadır. Borçlanma krizi içinde bir Avrupa'nın ihracatı olumsuz etkileyeceği de açıktır. Bunun ötesine borçlanma krizi içinde bir Avrupa, Türkiye'de finansman kaynaklarının kuruması olarak algılanmaktadır. Böyle bir durumda ekonominin durgunluğa girmesi de mümkündür. Bu temel nedenlerden dolayı İMKB kalp krizi geçirmektedir.

Sonuç itibariyle bu nedenlerden dolayı Türk ekonomisi krize girebilir mi? Şayet AB'nin bir çok ülkesinde devlet iflasları gündeme gelirse; bir bütün olarak AB borçlanma krizine girerse ve bundan maddi değerlerin üretimi de etkilenirse, bu gelişme Türk ekonomisini de oldukça olumsuz etkileyebilir. Ama Türk ekonomisi bakımında olumsuz etkilenme şimdilik bu boyutlarda değil. Yaşanmakta olan borsa paniği, iç dinamiklere dayanmadığı için geçici gözükmektedir.