deneme

26 Eylül 2012 Çarşamba

İŞÇİ SINIFI - “EZİLENLER” ve “ÇATALLAŞAN” MARKSİZM (I)

-->
5. makale

İŞÇİ SINIFI - “EZİLENLER” ve “ÇATALLAŞAN” MARKSİZM (I)
(Anadolu coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça sorulan sorular)

TP'den “Marksist Çağrı ve Ezilenler” yazısıyla devam edelim.

Dolayısıyla Teori ve Politika’nın ‘dünyanın bütün işçileri ve ezilenler birleşin!’ şiarıyla ezilenlere genel bir seslenmeyi öne çıkarmasında konjonktürel bir anlam aranmalıdır, yoksa bir tür ilkesellik değil. Bu şiarla ‘tarih üstü’ bir politik gerçek olarak ezilenlerin safında olma bir tür ilerlemeci anlayışla, artık değişmeyecek ideal sonuç şeklinde kavranarak öne çıkarılmamaktadır”.

Bu açıklamadan sonra “dünya-konjunkturel” ve “Marksizm”le bağlam içinde “birkaç temel gerekçe” olarak üç nedenden bahsediliyor:
a) ezilenler arasında dünyasal boyutta politik bir dinamizm taşıyan özel bir kesimin (bir zamanlar köylüler, ezilen halklar, gençler, siyahlar vb. örneklerde olduğu gibi) henüz bulunmaması”.

b) yanı sıra, birçok ezilen hareketinin kendisini ‘ezilenlerin öncüsü’ şeklinde ifadelendirmesi, ezilen hareketlerinin ezilenlere (kendilerine) seslenirken özel bir ezilen kesiminin adını anarak değil, ‘ezilenler!’ diye haykırması”.
Üçüncü gerekçe ise Marksizme özel teorik ve politik anlamlar içermektedir: İşçici bir ideolojinin tesirinde kalan Marksizmin, içinde bulunduğu kriz koşullarından çıkması yönünde atacağı adımlar arasında en önemlilerinden biri işçicilikten kurtulmaktır. Şiar, bu açıdan da önemli bir işlev görmekte, işçiciliğe hakettiği darbeleri indirmektedir”.


Nasıl saçmalamak istersiniz” diye sorulsa herhalde bu anlayışlardan daha üstte duran bir saçmalama olamaz. İki açıdan olamaz: Birincisi “Bütün ülkelerin proleterleri birleşin” sloganı konjonktürel değildir; çağsaldır ve bugün, dündekinden daha önemli olmuştur. Bu slogan, kapitalist sisteme karşı o sistemin ürünü ve aynı zamanda “mezar kazıcısı” olan bir sınıfı; işçi sınıfını kapitalist sisteme karşı uluslararası alanda birleşerek mücadeleye çağırmaktadır. Marks ve Engels, Komünist Manifesto'da “Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim ürküntüsüyle tir tir titresinler. Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok“ ama “kazanacakları bir dünya var“ diyorlar. İşte proleterler de o dünyayı kazanmak için birleşmelidir. Açık ki burada konjonktürel durumdan kaynaklanan bir slogan tespiti yok. Bu sloganın yorumunu, “işçilerin ana vatanı yoktur“ diyerek de yorumlamak için uzatabilirsiniz.


TP ise “ezilenler arasında dünyasal boyutta politik bir dinamizm taşıyan özel bir kesimin (bir zamanlar köylüler, ezilen halklar, gençler, siyahlar vb. örneklerde olduğu gibi) henüz bulunmaması”ndan yakınıyor. “Yeni bir Marksizm oluşturma” iddiasında olan, hatta oluşturan bir derginin bu kadar basitleşmemesi, bu kadar sıradanlaşmaması gerekir. Diyelim ki, buldunuz ve “ezilenler”in “özel bir kesimini” oluşturan “köylüler, ezilen halklar, gençler, siyahlar” toptan veya onlardan birisi -hangisini tercih ediyorsanız o olsun, örneğin “vb.” çerçevesinde Aczmendiler olsun- “dünyasal boyutta politik bir dinamizm taşıyan” olsun. Ne yapabilirler? Dünya çapında kapitalizmi yıkıp, sosyalizmi kurabilirler mi? Veya somutlaştıralım ve “ezilenlerin sosyalizmi”ni kurabilirler mi? Bu dinamiklerde üretim araçlarının özel mülkiyetini toplumsal mülkiyete dönüştürmek için sınıfsal özellik var mı? Yok. Bu kesimlerin hiç birisi kapitalizm dışında bir toplum düzeni, somutta da sosyalim istemiyor. Tek istedikleri kendilerini ifade edebilecek bir düzendir.

TP, “birçok ezilen hareketinin kendisini ‘ezilenlerin öncüsü’ şeklinde ifadelendirmesi”nden de rahatsız. “Birçok ezilen hareketinin kendisini” TP'den daha akıllı; yaptığı işin boyutlarını, çerçevesini, en fazla ne elde edebileceğini görüyor ve ona göre hareket ediyor. Bunlar, “aklı bir karış havada” olmayanlardır. TP'nin aklına uyalım ve diyelim ki, “ezilen hareketlerinin ezilenlere (kendilerine) seslenirken özel bir ezilen kesiminin adını anarak haykır(sınlar)”, ‘ezilenler!’ diye haykırmasın”lar. Ne olacak? Diyelim ki, köylüler “bütün dünyanın köylüleri birleşin” desinler veya ezilen halklar, “bütün dünyanın ezilen halkları birleşin” desinler veya gençler, “bütün dünyanın gençleri birleşin” desinler veya siyahlar, “bütün dünyanın siyahları birleşin” desinler vb. Böyle olunca dünya kapitalist sistemini yıkacaklar mı veya bu mücadelede “ezilenlerin öncüsü” durumda olan “özel ezilen kesim”, diğer “ezilenler”i birleştirecek mi?
İnandırıcı olmak için biraz ciddi olmak gerekir diye düşünüyorum.

Üçüncü gerekçe ise” TP'nin işçi sınıfı düşmanlığını gösterir. Lafa bakınız; “İşçici bir ideolojinin tesirinde kalan Marksizm”, bu “ideolojinin tesirinde kalan Marksizmin, içinde bulunduğu kriz koşullarından çıkması yönünde atacağı adımlar arasında en önemlilerinden biri işçicilikten kurtulmaktır”, “Şiar (“Ezilenler birleşin”)...işçiciliğe hakettiği darbeleri indirmektedir”.

TP'ye göre bir de “İşçici bir ideolojinin tesirinde (kalmayan) Marksizm” var. Eğer “işçici ideolojinin tesirinde kalan Marksizm, içinde bulunduğu kriz koşullarından çıkmak” istiyorsa yapacağı ilk iş “işçicilikten kurtulmak” olmalıdır. Tabi sorun böylesi saçmalık boyutlarına taşınırsa bolca bulmaca tarzı sorular da sorulabilir ve denklemler de kurulabilir: TP'ye göre Marksizm “işçici bir ideolojinin tesirinde kalıyor”. O zaman bu “işçisi ideoloji”nin adı ne? “İşçici ideoloji”nin adı “İşçici ideoloji” mi? Yoksa Marksizm mi? Veya Marksizm-Leninizm mi? Neden Marks ve Engels -Marksizmin kurucuları- düşüncelerini işçi sınıfından, onun sınıf mücadelesinden bağımsız olarak geliştirmediler? Neden hemen her anlayışlarında başka bir sınıfın, sosyal tabakanın değil de işçi sınıfının çıkarlarından bahsettiler? Marksizmin kurucuları neden kapitalist üretim biçimi, onun sonu ve geleceğin toplumu söz konusu olduğunda hep işçi sınıfından, kapitalizmi yıkacak ve sosyalizmi kuracak yegane sınıfın işçi sınıfı olduğundan bahsederler? Neden bu tarihsel gelişmede; insanlığın ilerleyişinde örneğin köylülere, gençlere, siyahlara vb. değil de illada işçi sınıfına tarihsel bir rolün düştüğünü döne döne teorileştirirler? Marksizmin kurucularının anlatımına bakacak olursak Marksizm doğuşundan bu yana kriz içindedir. Kurucuları, düşüncelerini “işçici ideoloji” olarak geliştirdiklerine göre söylenecek fazla bir şey kalmıyor. 'Anlayışımız, dünya görüşümüz işçicidir' diyorlar. Peki, “İşçici bir ideolojinin tesirinde (kalmayan) Marksizm” nasıl bir Marksizmdir? Veya Marksizmin kurucularının “işçici Marksizm”in yanı sıra bir de işçici olmayan Marksizm diye bir anlayışları var mı? TP'nin yöntemi, “yoksa bul” yöntemidir. TP, nasıl ki bir Marks'tan iki Marks, bir Lenin'den iki Lenin (veya bir “yükselti”den iki “yükselti”) çıkartıyorsa, bir Marksizmden de iki Marksizm çıkartıyor. “İşçici Marksizm” ve işçici olmayan Marksizm. “İşçici Marksizm” yani kurucusu Marks ve Engels olan Marksizm, “işçici bir ideolojinin tesirinde kaldığı” için “kriz koşulları” içinde olan Marksizmdir. “İşçici (olmayan) Marksizm” ise kriz koşullarında olmayan Marksizmdir; “ezilenlerin Marksizmi”dir; “işçiciliğe” veya “işçici Marksizm”e “hakettiği darbeleri indirmekte” olan Marksizmdir. Bu durumda TP'nin Marks ve Engels'e, kökenine dönmesine gerek yok. Marks ve Engels'in kurdukları Marksizm ile TP'nin hayalindeki Marksizm, hiçbir bakımdan birbirine benzemiyor. Marks-Engels ve TP farklı Marksizmlerden bahsediyorlar.

Bu kadar Marksizm düşmanlığı, bu kadar işçi düşmanlığı, bu kadar “ezilen” sevdası bir araya gelince insan ister istemez Ludistleri düşünüyor ve acaba TP bir Ludist hareket midir diye kendi kendine soruyor. 19. yüzyılın ikinci yarısına doğru Ludistler (“makine kırıcılar”) cennetin kapısına varıp dayandıklarını sanıyorlardı. İçeriye girememelerinin nedenini de kapitalizmin toplumu kesin hatlarıyla sınıflara ayrıştırmasında ve Marksizmin de bu ayrıştırmayı teorileştirmesinde ve sınıf bazında bir mücadeleyi esas almasında arıyorlardı. TP de sık sık Marksizme bu yönden saldırıyor. Hal böyle olunca insan ister istemez, acaba TP anarşizan bir “ezilenlerin Marksizmi”ni mi savunuyor diye düşünüyor.
Aynı yazıda devamla şöyle deniyor:
Birinci Enternasyonal’de işçi sınıfının devrimci rolüne ısrarla dikkat çeken Marx ile işçilerin ezilenler arasındaki en az devrimci grup olduğunu öne sürüp aslen diğer ezilenlerin devrimci potansiyelini vurgulayan Bakunin arasında yaşanan tartışma, “dünyanın bütün işçileri ve ezilenler birleşin!” diyerek işçi sınıfının politik olarak ayrıcalıklı bir konumu olduğu yaklaşımını net bir şekilde reddeden bir Marksistin yüzleşmesi gereken bir tartışmadır. Bu Marksistin, “ezilenler birleşin!” demesine rağmen neden Bakunin’e karşı Marx’ta ısrar ettiğini, veya bir başka deyişle neden tek başına “ezilenler birleşin!” demeyip yanı sıra hala “işçiler birleşin!” de dediğini ortaya koyması gerekir”.

Tamam, yüzleşelim.
Kapitalizm emperyalizm aşamasına geçiyor, kapitalizmin bu gelişme aşamasında dünya ezen ve ezilen uluslar olarak bölünüyor. Lenin ve Komintern, Komünist Manifesto’nun “Dünyanın bütün işçileri birleşin!” sloganını “Dünyanın bütün işçileri ve ezilen halkları birleşin!” sloganına dönüştürüyorlar. Emperyalizme karşı anti-sömürgeci, antiemperyalist kurtuluş mücadelelerinin başarısı, emperyalizmin beslendiği kaynakların kurutulması ve proletaryanın emperyalist sistemi yıkma mücadelesinin zafere ulaştırılması için temel bir önem kazanıyor. Bundan dolayı söz konusu sloganın kapsamı genişliyor.

Ezilen halkların yerini “ezilenler”in alması yanlıştır; Post-Marksizme verilen bir tavizdir. Ezilencilerin savundukları “ezilenler”, sadece halk kavramının içerdiği dinamiklerden oluşmamaktadır.
Ama TP'nin sorunu bu değil. Onun sorunu, kimin devrimci potansiyele sahip olup olmadığıdır. TP, devrimci potansiyele sahip olup olmamayı mevcut toplum formasyonunda -bu durumda kapitalizmde- sınıfların üretim ilişkilerindeki yerinde ve toplumsal tabakaların da konumlanışında aramıyor. Kapitalist üretim biçiminde genel anlamda köylülük, ama daha ziyade emekçi köylülük, şehir küçük burjuvazisi vb. daha adaletli, burjuva demokrasisinin geçerli kılındığı bir düzen için mücadele ederler. Ama en fazlasıyla demokratik bir cumhuriyet için mücadele ederler. Onların devrimciliği buraya kadardır; üretim araçlarının özel mülkiyetini ortadan kaldırmayı içermeyen bir demokratik cumhuriyet. İşçi sınıfı da bu mücadeleye katılır. Ama onun amacı sosyalizmdir. Dolayısıyla işçi sınıfı önderliğinde mücadele son kertede üretim araçlarının özel mülkiyetini toplumsal mülkiyete çevirme, sosyalizm kurma mücadelesidir. Sorun, kimin az, kimin çok devrimci olduğu değildir ve sorun, sınıflı toplumlarda sınıflara ayrışmanın nedenini göz önünde tutmadan kimin daha az veya daha çok devrimci potansiyele sahip olacağını tespit etme anlayışındadır. Devrimci potansiyelin açığa çıkması nesnel koşullardan ve sınıf bilinçlenmesinden kopartılırsa varılacak yer TP'nin vardığı yerdir. Ona göre “Occupy hareketi” Amerikan işçi sınıfından daha devrimcidir, “öfkeliler” işçi sınıfından daha devrimcidir vb.

Ezilenlere” söz konusu olduğu zaman TP, demagojide sınır tanımıyor.
Marksizmin belirli konjonktürlerde belirli ezilenlere seslenmeyi öne çıkarması, kurucu Marksistlerde karşılığını ne kadar bulmaktadır? Ezilme halini yaşayanlar arasında öne çıkanlar, dolayısıyla politik bir edinime tabi tutulması gerekenler kurucu Marksistlerin yaşadığı dönemde işçiler miydi? Marksistler, ezilenlerin ezilme hallerinin devlete karşı bir mücadele ve öyle ezilme haline dönüşmesinin savaşımını veriyorlarsa, bu durumda işçilerin Marx-Engels zamanında bu tür bir dönüştürmenin gerçekleşme potansiyelini taşıyan kesim olması gerekir; peki öyle miydi? Yoksa, işçilerin ısrarlı öne çıkarılışı, Marksizmin bilim ayağından devşirilen bir ilkesel sonuç muydu? Ya da, işçilerin ısrarlı öne çıkarılışı, başka ezilen kesimlerin devlete karşı mücadelesi ve şiddet pratiklerini yadsımayı, onlara karşı durmak olmasa bile en azından onlara karşı duyarsızlığı mı doğuruyordu?”.

Yazı boyunca aynı saçmalık devam ediyor. TP, “an”ı görüyor; toplumsal sınıf ve tabakaların sınıfsal çıkarlarından dolayı hareket edeceklerine, bunun da sınıf bilinciyle ilgili olduğuna inanmıyor. Böyle hareket ederse TP, “an”daki gelişmeleri yorumlayamaz ve “ezilenler”i, onun da an'da olanlarını ön plana çıkartamaz. TP'ye göre kim konjonktürel olarak mücadele ediyorsa dünyayı değiştirecek olanlar da onlardır.
Marks ve Engels, "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir" derken, köleci toplumda köle sahiplerine karşı; feodal toplumda da feodal toprak beylerine karşı kölelerin, bağımlı köylülerin ve oluşmakta olan burjuvazinin mücadelesinden bahsetmişlerdi. Köle sınıfının, bağımlı köylü sınıfının, oluşan burjuva sınıfın ve var olduğu kadarıyla sosyal katmanların mücadelesini; bu sömürülen ve ezilen sınıfların devlete, mevcut sisteme (köleciliğe, feodalizme) karşı mücadelesini doğru analiz etmişler ve onların tarihsel misyonundan bahsetmişlerdir. O koşulların devrimci dinamikleri bu güçlerdi. Ama kapitalizmle birlikte toplumsal ve sınıfsal var oluşun koşulları tamamen değişmiştir. Köylüler, küçük burjuvazi kapitalist üretim biçimi koşullarında geleceği olmayan; toplumun geleceğini şekillendirme yeteneği kalmayan dinamiklere dönüşmüşler ve ortaya yeni bir güç; geleceği olan, kapitalizmi yıkarak toplumu sosyalizme götürebilecek olan sınıf, yani işçi sınıfı oluşmuştur. Marks ve Engels'in bütün “hatası” bu gerçeği görmek olmuştur. Marks'ın diğer önemli bir hatası da, Weydemeyer’e yazdığı 5 Mart 1852 tarihli mektubunda kendi yaptığının “Sınıfların varlığının, yalnızca üretimin belirli tarihsel gelişim evrelerine bağlı olduğunu; Sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne götüreceğini ve bizzat bu diktatörlüğün bütün sınıfların ortadan kalkmasına ve sınıfsız bir toplumun kurulmasına geçişten ibaret olduğunu göstermek…” olmuştur. Bunları TP, “işçilerin ısrarlı öne çıkarılışı” olarak görüyor. “Marksizmin bilim ayağından devşirilen bir ilkesel sonuç muydu?” diye sorarak bu sınıfın tarihsel rolünü inkar etmenin önünü açmaya çalışıyor. Marks ve Engels'in, Marksizmin kurucularının dünya görüşlerini işçi sınıfı üzerine kurmalarını “işçilerin ısrarlı öne çıkarılışı, başka ezilen kesimlerin devlete karşı mücadelesi ve şiddet pratiklerini yadsımayı, onlara karşı durmak olmasa bile en azından onlara karşı duyarsızlığı mı doğuruyordu?” türünden sorularla sulandırmaya çalışıyor.

Bu dergi, ezilme ve sömürülme halinin her zaman bir ve aynı olmadığını anlayacak kapasitededir diye düşünüyorum. Ama yanılmışım, anlamıyor ve bunu birbirine karıştırıyor; “ezilme hali”nin konjonkturel olabileceğini, ama sömürülme halinin konjonkturel olamayacağını göz ardı ediyor. Bu durumu birbirine karıştırmayı veya birbirine karıştırılmasını “ısrarlı öne” çıkartıyor veya işçi sınıfı düşmanlığını genel anlamda “ezilenlerin ezilme hallerinin devlete karşı bir mücadele”; yani sisteme karşı bir mücadele olarak görecek derecede “ısrarla öne” çıkartıyor. Mevcut sisteme karşı mücadeleyi Marks ve Engels döneminde de ezilenler veriyordu, işçiler değil diyor. İşçi sınıfının tarihsel misyonunu güncel mücadeledeki duruşuyla birbirine karıştırıyor.

TP'nin sorunu sınıfsal bağından ne kadar kopardığın ve konjonktürel açıkladığını şu ifadesinde de görüyoruz:

Marx-Engels döneminde yaşanan işçi ayaklanmaları, grevler vb. söz konusu dönemde işçilerin dinamik bir ezilen kesim olduğunun en somut göstergeleridir. Bu bağlamda Marx ile Engels’in ‘Dünyanın bütün işçileri birleşin!" şiarında konjonktüre ilişkin bir ezilenlerin belirli kesimine seslenme pratiği olduğu teslim edilmelidir”.
Bu anlayışa göre kim güncel olarak mücadele ediyorsa devrimci dinamiğe o sahiptir. Güncel olarak da örneğin ABD'de “occupy”ciler mücadele ediyorlarsa onlar devrimci dinamiğe sahiptir, gerisi hikaye! Bu türden demagojiler bir TP-klasiğidir!

Bütün bunlar, işçi sınıfı ve onun gücünden umudunu kesen, yeni özne arayışı içinde olan Post-Marksizmin somutta “ezilenler”i özneleştirme çabasıdır.

Marksizmin çatallandırılması, mezheplendirilmesi ve tarikatlandırılması:
Biraz da “Kitlesel İşçi’den ‘Çokluk’a”, “Sınıfçı Tarihselciliğin Özne Arayışı” yazısından okuyalım.
Bu yazı ilginç. Marksizmin; Marksizm-Leninizmin temel ilkelerini reddederek Marksist olduğunu iddia eden ne kadar sapkınlık varsa genel birtakım özellikleriyle sıralanmış. Liste tam değil, ama ekleyebiliriz. (Burada “mezhep”, “tarikat” kavramlarını kullanmak istemezdim, bunların yerine kol, ara veya alt kollar kavramları kullanılabilirdi. Ama “mezhep” kavramı aynı dinin farklı kolları anlamında Marksizmden kopuşları, onun kolları olarak göstermek için kullanılmıştır. “Mezhepçi Marksizm” kavramı ileride karşımıza çıkacağı için burada bu kavramı kullanmaktan bir sakınca görmedim. Bu benim niyetimle, tercihimle ilgili değildir).

Marksizmde çatallanmalar” ara başlığı altında okuyoruz:
Burada söz konusu olan,“Marksizmde çatallanmalar” diye anlatılan Marksizmi “mezhepler”e ayrıştırmaktır. Buradan hareketle de “mezhepçi Marksizme” varılıyor.
Lenin’in eseri, Marksizm içinde devrimci hegemonya oluştururken ilk dönemden itibaren “devrimci diyalektik”in dışına düşmeleri de beraberinde getirir. II. Enternasyonal adıyla anılan çizginin Marksizm dışına çıkması bir yana, Ekim Devrimi ve onun oluşturduğu politik atmosferde kurulan III. Enternasyonal’le uyuşmayan akımlar olmuştur. Bunlardan “Konsey Komünizmi” ve “Sol Komünizm” diye anılanlar ilk ayrışanlardır. Esas olarak politik strateji ve taktik ile ilgili bir ayrışma olarak anlaşılması gereken bu çatallanmaların teorik boyutu da mevcuttur. Dikkat çekici olan, Batı Marksizminin ilk kuşağının iki önemli teorisyeni G. Lukacs ve K. Korsch’un Konsey Komünizmiyle ilişkisidir. Diğer bir örnek ise daha geç bir tarihte oluşan ve bir bakıma Sovyet merkezi politikasının oluşmasından sonra (öncesi de olmakla birlikte) bir tepki olarak ayrışan İtalyan Marksist A. Bordiga’nın Sol Komünizmidir”.

Buna göre:
İlk mezhep: “II. Enternasyonal adıyla anılan çizginin Marksizm dışına çıkması”.

İkinci mezhep: “III. Enternasyonal’le uyuşmayan akımlar”:

-”Konsey Komünizmi”.

-“Sol Komünizm”.

Sol komünizm”inde bir diz “tarikatı” vardır (Bordigacı Gruplar).

Yazıda “Batı Marksizminin ilk kuşağının iki önemli teorisyeni G. Lukacs ve K. Korsch’un Konsey Komünizmiyle ilişkisidir” deniyor. Yani G. Lukacs ve K. Korsch, Batı Marksizminin kurucuları oluyor. Bunlar aynı zamanda TP'nin de önderleridir.

Üçüncü mezhep: Troçkizm.

Troçki’nin Sovyetler Birliği süreciyle ilişkisinin kesilmesi de bir çatallanma olarak anlaşılabilir”.
IV. Enternasyonal” süreciyle birlikte Troçkizm çok sayıda (bugün itibariyle 6-8 olduğunu sanıyorum) “tarikat”a ayrışmıştır.
Yazıda “bu çatallanmaların” nedeni doğru yerde aranıyor, ama adı konmuyor: “Ana damar dışında oluşan bu çatallanmaların ortak özelliği, ... Ekim Devrimi’nde ifadesini bulan politik yaklaşıma olan mesafeleridir”. Burada “ana damar”dan neyin kastedildiği; Marks ve Engels dönemi Marksizminin mi yoksa Marksizm-Leninizmin mi kastedildiği pek anlaşılmıyor. “Bu çatallanmaların ortak özelliği,...Ekim Devrimi’nde ifadesini bulan politik yaklaşıma olan mesafeleridir” dendiğine göre Marks dönemi Marksizm kastediliyor. “Ana damar dışında”, yani Marksizm dışında “oluşan bu çatallanmaların” Marksizmle -madem ki, onun dışında oluşuyorlar- ne ilişkisi var, bu da ayrı bir soru.

Sonuç itibariyle anlıyoruz ki, bu “çatallanmalar” Marksizm-Leninizme karşı oluşmuşlardır. “Ekim Devriminde ifadesini bulan politik yaklaşıma olan mesafe”, “bu çatallanmaların” Marksizm-Leninizme olan mesafelerine denk düşmektedir.

Bunlar çağımızın Marksizmini; Marksizm-Leninizmi reddeden ilk “mezhepler”dir.
Ana akım dışında kalan çatallanmalar, çıkışları esasen politik ayrışmalar olsa da politik uçlar vermemişlerdir” derken buradaki “Ana akım”dan neyin kastedildiği pek anlaşılmıyor. Sanıyorum “ana akım” ile Marksizm-Leninizm, SSCB kastedilmektedir. “Ana akım dışında kalan çatallanmalar, ... politik uçlar vermemişlerdir” görüşü de yanlıştır. Yukarıda adı geçen her üç mezhep ve ikinci mezhebin her iki tarikatı “politik uçlar” vermiştir; Marksizm-Leninizme, Bolşevik Partiye; SSCB'ne ve sosyalizmin inşasına, III. Enternasyonal faaliyetine karşı “çakı gibi” mücadele etmişlerdir. Bunların faaliyetlerini burada saymayan gerek yoktur herhalde.

Yazıda “Çatallanmanın kolları özellikle Mayıs 1968’e kadar politik ifadeden yoksundur” tespiti de tamamen yanlıştır. Kim kendini politik olarak nasıl ifade ediyordu sorusunu açmayacağım, ama 1968'e gelindiğinde “Marksizmin çatalları” bayağı çoğalmıştır.

Yukarıda belirtilen ilk üç çatala ek olarak oluşan çatallar veya “mezhepler” şunlardı:

Kim İl-sungculuk.

Sovyet modern revizyonizmi.

Kastroculuk.

Maoizm.

Bütünleştirici Marksizm”in ne kadar bileşeninin olduğunu bilmek hakkımızdır. Ne de olsa “bütünleştirici Marksizm” bu bileşenlerinin barışmasıyla oluşacaktır!

Batı Marksizmi”yle devam edelim:
Yazıda “Politik alanda ortaya çıkan ayrışmaların dışında “Batı Marksizmi” diye bilinen teorik bir okul da mevcuttur. Batı Marksizmi, Leninizmle ifade edilen Marksist devrimciliğin alanının dışında çatallanmada teorik bir akımdır” deniyor. “Frankfurt Okulu”nu da en azından oluşumu bakımından Batı Marksizmi çerçevesinde ele almak gerekir.

Çok doğru bir tespit. 1920'lerden itibaren Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşasının ele alınışından; o zamana kadar teoride var olan sosyalizmin uygulanmaya çalışılmasından, proletarya diktatörlüğünden vb. rahatsız olan birtakım aydın kesimi Marks'ın Marksizmine sarılarak Marksizm-Leninizme karşı mücadelede “teorik” bir yuva oluşturmuşlardır. Batı Marksizmiyle kastedilen budur.

Yazıda Batı Marksizmiyle ilgili şu değerlendirme yer alıyor:

G. Lukacs’ın ve K. Korsch’un dolayımsız Hegelciliği ve Gramsci’nin Croce dolayımıyla Hegelci idealizmle ilişkilenmesi dikkat çekicidir. Yine Frankfurt Okulunun psikanaliz ve Hegelciliğe yönelik çalışmaları bu bağlamda ele alınır. Belirgin bir şekilde vurgulanan öznecilik ve buna bağlı sınıfçılık Batı Marksizmi için ortak özelliktir”.
TP, Post-Marksizmin atalarından bahsediyor.
Batı Marksizminin “teorileri ve ilkeleri belirli bir tarihsel olgunun sonuçları yani 20. yüzyılda Batı Avrupa’da devrimlerin aynı tarz yenilgisiyle de damgalanmıştır”. “Batı Marksizminin bir bütün olarak taşıdığı gizli özelliği bir yenilgi ürünü oluşudur”. III. Enternasyonal’e bağlı KP’lerin teorik ve politik olarak doktrinerleşmesi, Ekim Devrimi sonrasında politik hareketteki düşüş Batı Marksizminin akademik bir eğilim olarak oluşmasına zemin hazırlamıştır. Yine Genç Marx’ın bilinmeyen eserlerinin gün yüzüne çıkması bu akımın çalışma kaynaklarını genişletirken etkisini de güçlendirir”.

Bu anlayışı şöyle okumak gerekir:

İllada Marksizm diyorsunuz. Yanı başınızda Bolşevikler dünyanın altıda birinde sosyalizmi inşa etmeye çalışıyor. Dünya işçi sınıfının ve emekçi yığınlarının gözü SSCB'de ve ona yardım ediyor. SSCB'nin kapıları bu inşaya katkıda bulunmak isteyenlere açık. Siz bunların hepsini görmek istemiyorsunuz veya reddediyorsunuz ve Marks'ın Marksizmine sarılarak, bir de elinize geçen “Genç Marx’ın bilinmeyen eserlerini” didik didik ederek Marksizm-Leninizme karşı kullanıyorsunuz. Bunu yapanlar herhalde en doğrucu “Marksist “ oluyorlar!

Coğrafyamızda da TP, aynı durumda değil mi? “Mavi boncuk” dağıttığı ve dağıtmadığı örgütler koşuşturuyorlar, bildiklerini doğru-yanlış uygulamaya çalışıyorlar, kurşunlanıyorlar zindanlara atılıyorlar, işkencelerden geçiyorlar, aç-susuz kalıyorlar, ama mücadeleye devam ediyorlar. TP ise onlara akıl vermeye, iradelerini kırmaya çalışıyor, “tanrı katı”ndan aşağı inmiyor, fanusundan dışarı çıkmıyor; onları küçümsüyor, ama birleştiriyor, bütünleştiriyor kendi kendine de bir tür Marksizm oluşturuyor!

TP'ye kaynaklık eden Batı Marksizmi ve TP işte budur.

Devamla TP şu değerlendirmeyi yapıyor:
1968 hareketi Batı Marksizmi açısından yeni bir dönemi ifade eder. Kökenini Lukacs, Korsch ve Gramsci’den alan ilk kuşak, teorik zeminde ortaklaşa, ancak özellikle merkezi KP’lere mesafeliyken, mesafelerini koruyan ikinci kuşak teorisyenler politik harekete daha yakın olmuştur. Burada Negri’nin çalışmaları üzerinden ifade edeceğimiz ve Batı Marksizminin öncülleriyle ilişkili olan “Otonomist Marksizm” ikinci kuşak Batı Marksizminin politik uçvermesinin ifadesidir”.

Burada “Batı Marksizmi(nin)... Lukacs, Korsch ve Gramsci’ (gibi) ilk kuşağı(nın)” aynı zamanda TP'nin de ilk önder kuşağı olduğunu söyleyelim.

TP sayesinde “Otonomist Marksizm”in de Batı-Marksizminin 1960'lardan sonra açığa çıkan bir tarikatı olduğunu öğreniyoruz. TP, “Otonomist Marksizm” Marksizmden aforoz etmiyor, onu da “Marksizmin genel alanı”nın bir bileşeni olarak görüyor.

Yazıda “bir parantez ile” Althusser “üstat”ın bir “damardan girişi”ne yer veriliyor:
Burada bir parantez ile belirtilmelidir ki Althusser’in Kapital’i Okumak ve Marx İçin adlı çalışmaları Batı Marksizmi ve egemen Marksizm anlayışı arasında kurulan ilişkiye bir müdahaledir. Ekonomizm, tarihselcilik ve teorik hümanizme karşı Althusser Marksizme felsefeden bir müdahalede bulunmuştur. Her ne kadar Batı Marksizmiyle birlikte anılsa da Althusser’in eserini anti-Batı Marksizmi olarak ele almak daha uygun olacaktır”.

Üstat”, Batı-Marksizminin “egemen Marksizm” diye tanımlanan Sovyet modern revizyonizmiyle ilişki kurmasına karşıdır ve bu nedenle de TP, “üstat”ın “Ekonomizm, tarihselcilik ve teorik hümanizme karşı... Marksizme felsefeden bir müdahale” edişini ayrıca belirtme gereği duyuyor.

Yazı,”Otonomist Marksizmi” ve Negri'yi değerlendirirken dikkatimizi çeken şu anlayışa yer veriyor:

Negri, Kapital’in Marx’ına karşı Grundrisse’nin Marx’ını çıkarıyor:... Gramsci’nin “Kapital’e Karşı Devrim” yaklaşımı Negri’nin ağzından ifade edilmektedir”.

Peki, Althusser Negri'den aşağı kalıyor mu? O da “olgun” Marks'ın karşısında “genç” Marks'ı çıkartmadı mı? Biri Kapital'in karşısına Grundrisse'yi koyuyor, diğeri de “olgun” Marks'ın karşısına “genç” Marks'ı koyuyor. Böylece Marksizmin teoride ve yöntemde dünya görüşü olarak bütünselliğine halel getirmek; bu bütünselliği parçalarına ayırmak için Marksizm istenildiği gibi çekiştiriliyor. Bu da Post- Marksizmin temel yöntemlerinden birisidir.
Yazı sonunda “İmparatorluk ve Çokluk”a gelir.
Bu alt başlık altında TP, kendi “ezilen” anlayışıyla Negri'nin “çokluk” anlayışının bir ve aynı şey olmadığını döne döne anlatır. Öyle ki, “Çokluk ile ezilenler arasındaki fark kategoriktir” demek zorunda kalır.

Şimdi bu iki kavramı TP'nin nasıl ele aldığına bakalım.
İmparatorlukla birlikte anılan ‘Çokluk’ ise oluş halindeki politik öznelliktir, “potansiyel olarak üretime katılan tüm figürlerden oluşur”(Alıntılar a.g. yazıdan).

Tamam. Negri“Çokluk’ ise oluş halindeki politik öznelliktir” diyor. Ya siz ne diyorsunuz? Önce Althusser'e uyarak özneyi reddediyorsunuz; tarihten aforoz ediyorsunuz. Ama sonra yine Althusser'e uyarak özneyi kabul ediyorsunuz. İşte örneği:

Kısaca, felsefi düzeyde konuşarak özne kategorisini reddeden Althusser... Yani özne kategorisi reddiyle birlikte tarih bilimine, nesnelliğe işaret etmektedir. Ve Althusser, işçiler, köylüler, halk (sonuçta belirli sınıfların toplamıdır), hatta karşıtı olan ezeni de beraberinde içerdiği için ezilenler’in bir tür özne olabileceklerini çok iyi bilmektedir” (“Marksist Çağrı ve Ezilenler” yazısından).

Ne oldu şimdi? Althusser, önce özneyi reddetti, “sonra da ezilenler’in bir tür özne olabileceklerini çok iyi bilmektedir” durumuna geldi. TP de öyle. Aynen “üstat” gibi hareket ediyor; önce reddediyor, sonra da bir biçimde kabul ediyor. Hem öyle hem de böyle!

Yazıda “Öncelikle ‘işçi sınıfı’nı politik özne olmanın getirdiği gelenek yükünden kurtulmaya çalışır Negri” deniyor.

Tamam. Negri, işçi sınıfını ötelemek, önemsileştirmek ve ”çokluk“u onun yerine koymak, önemlileştirmek için katakulli yapmaktan da çekinmiyor.

Ya siz ne yapıyorsunuz, sınıf olarak işçi sınıfını yok sayıyorsunuz, tanımıyorsunuz, an'da olanı; tek tek işçileri, işçi gruplarını görüyorsunuz; resmen ve düpedüz işçi sınıfı düşmanlığı yapıyorsunuz.

TP, en azından “çokluk” konusunda Negri'den kaçmak istiyor ama bir türlü kurtulamıyor:
Yazıda şöyle deniyor: “Politik özne’ olduğu iddiasıyla öne sürülen Çokluk, kaçınılmaz olarak daha önce belirlenen ‘politik özne’lerle hesaplaşmak durumundadır”.

Doğrudur, bir görüş öne sürülüyorsa kanıtlanması gerekir. Kanıtlama da hangi biçimde olursa olsun bir hesaplaşmadır. Negri, “çokluk” adına bu hesaplaşmayı işçi sınıfıyla yapıyor. Ya siz, ya TP ne yapıyor? I. Enternasyonal döneminde Marks ile Bakunin arasındaki mücadeleyi devrimci dinamiğe indirgeyerek kimde devrimci potansiyel var; işçi sınıfında mı yoksa “ezilenler”de mi diye; işçi sınıfı yok, “canlı kanlı işçiler var” diye işçi sınıfıyla “ezilenler”” adına hesaplaşmıyor musunuz?

İşçi sınıfı, “Çokluğun içindeki diğer emek sınıflarına nazaran siyasal bir ayrıcalığı olmadığı” belirtilerek daha önce etraflıca anlattığımız nedenlerle ilk elenenler kısmındadır. Ancak ‘halk’, ‘kitle’, ‘güruh’ olarak politika sahnesine indirilen ve Negri’nin paradigmalarında hiçbir zaman rol oynamayan ancak Çokluk belirlemesine yakın duran kategoriler de mevcuttur” diyorsunuz.

Bu ne anlama gelir? Tamam, öncelikle kafanıza göre işçi sınıfını eleştiriyorsunuz. Sonra ne anlatıyorsunuz? “Ezilenler”in içinde “Çokluk belirlemesine yakın duran kategoriler de mevcuttur” diyorsunuz. Demek ki, en azından “çokluk” ile “ezilenler”in belli benzerlikliklerini; çakıştıkları noktaların olduğunu kabul ediyorsunuz.

Yazıda aynen şöyle deniyor:
Negri açısından ‘halk’ bir ‘toplumsal özne’ olarak belirmez. ‘Halk’ bir’dir. Halk eyleme kudretini ancak bir oluşumu değerlendiren ‘politik özne’nin müdahalesiyle elde eder. ‘Halk’ın kendi başına, kendinde politik bir değeri yoktur. Halk içeriden bir adlandırma değil, dışarıdan bir bağlama bağımlı oluşan, bu bağlamla birlikte çağrıya cevap veren ya da vermeyenin adıdır. “Ey halk ayağa kalk!” ancak bir politik öznenin belirli bir politik durum dahilindeki çağrısıyla belirginleşebilir. Bu anlamıyla “tekilliği”, kendine yönelik kurucu potansiyeli yoktur. Ancak kurulabilir. Negri için halk, anakronik ulus-devlet dönemine aittir. Halk, öncelikle, toplumsal bir ‘öznellik’ taşımama bağlamında egale olmuştur. ‘İmparatorluk’un arazisinde üretimin ve toplumsallığın dönüşümünde ‘toplumsal özne’ olarak bir dönem ‘işçi sınıfı’nın karşıladığı yeri, artık onun ‘daraltan’ eksenini aşan toplumsal bir öznellik doldurur: Çokluk!”

Peki, TP ne diyor? Yukarıdaki değerlendirme şöyle de formüle edilebilir:
Negri, halkı böyle yok sayıyorsa; “anakronik ulus-devlet dönemine aittir” diyorsa, TP de “gerçek dünyada işçi sınıfı diye bir şey yoktur” diye işçi sınıfını yok sayıyor (“Marksist Çağrı ve Ezilenler” yazısından).
Biri halkı yok sayarak, diğeri de işçi sınıfını yok sayarak aynı noktaya varıyor: Çoklu/ezilenler.

TP'nin konuya ilişkin yukarıdaki değerlendirmesini TP için şöyle formüle edersek yanılmış olmayız:
TP açısından ‘işçi sınıfı' bir ‘toplumsal özne’ olarak belirmez. ‘İşçi sınıfı' bir’dir. İşçi sınıfı eyleme kudretini ancak bir oluşumu değerlendiren ‘politik özne’nin müdahalesiyle elde eder. ‘İşçi sınıfı'nın kendi başına, kendinde politik bir değeri yoktur. İşçi sınıfı içeriden bir adlandırma değil, dışarıdan bir bağlama bağımlı oluşan, bu bağlamla birlikte çağrıya cevap veren ya da vermeyenin adıdır. “Ey işçi sınıfı ayağa kalk!” ancak bir politik öznenin belirli bir politik durum dahilindeki çağrısıyla belirginleşebilir. Bu anlamıyla “tekilliği”, kendine yönelik kurucu potansiyeli yoktur. Ancak kurulabilir. TP için işçi sınıfı, Marks'ın anakronik Marksizmi dönemine aittir. İşçi sınıfı, öncelikle, toplumsal bir ‘öznellik’ taşımama bağlamında egale olmuştur. Kapitalist üretim biçiminde üretimin ve toplumsallığın dönüşümünde ‘toplumsal özne’ olarak bir dönem ‘işçi sınıfı’nın karşıladığı yeri, artık onun ‘daraltan’ eksenini aşan toplumsal bir öznellik doldurur: Ezilenler!”.

Yukarıdaki yorumlamanızın bu biçimde formüle edilmesine itiraz edebilir misiniz? Böyle bir yorumlamada yanlış olanı gösterebilir misiniz?
Saklamaya çalışmayın, “ezilenlerin Marksizmi”ne gönül vermiş olanları kandırmak için kırk dereden su getiriyorsunuz. Marksizm-Leninizmi “ezilenlerin Marksizmi” biçiminde Post-Marksizmle tasfiye etmeye çalışanlara ideolojik önderlik ediyorsunuz ama buna rağmen “çokluk” ve “ezilenler” arasındaki diyalektik bağı; aynılığı ortadan kaldıramıyorsunuz.

TP, “çokluk”u anlatırken “ezilenleri” anlatıyor:
Çokluk bir tekillikler toplamıdır, ancak liberal teorinin kendinde birey öznesinden farklı olarak Çokluk’un tekilliği işbirliği üretir ve kolektif etkinlikte bulunur. Çokluk’un tekillikleri bir kütledeki gibi farksız birlikte erime ile değil çoğullukla tanımlanır” (Aynı yazıdan).

Yukarıdaki alıntıda yer alan “çokluk”u çıkartalım ve yerine “ezilenler”i koyalım. Bakalım ne olacak.

Ezilenler bir tekillikler toplamıdır, ancak liberal teorinin kendinde birey öznesinden farklı olarak ezilenlerin tekilliği işbirliği üretir ve kolektif etkinlikte bulunur. Ezilenlerin tekillikleri bir kütledeki gibi farksız birlikte erime ile değil ezilenlerle tanımlanır”.

Bu anlamda da “çokluk” ve “ezilenler” arasında bir fark yok.
Ezilenler ve Çokluk” ara başlığı altında okuyoruz:
Çokluk’u içeriklendirmede anılan göçmenler, işsizler, kadınlar gibi toplumsal katmanlar ezilenler kategorisinin de bileşeni olabilir, ancak ısrarla belirtilmelidir ki, bir tarihsel öznellik olarak ‘Çokluk’la, teorik-politik bir kategori olarak ‘ezilenler’ arasındaki fark esastandır”.

TP'ye “ezilenler” kimleridir diye sorarsanız “köylüler, ezilen halklar, gençler, siyahlar vb.” diye sayar. İşçiler de ezilenlerin bir parçasıdır (Marksist Çağrı ve Ezilenler yazısından), kadınlar da, göçmenler de öyle. Zaten yukarıdaki alıntıda “Çokluk’u içeriklendirmede anılan göçmenler, işsizler, kadınlar gibi toplumsal katmanlar ezilenler kategorisinin de bileşeni olabilir” deniyor.

Bileşenleri bakımından her ikisi arasında bir fark yok. Ama TP “ancak ısrarla belirtilmelidir ki, bir tarihsel öznellik olarak ‘Çokluk’la, teorik-politik bir kategori olarak ‘ezilenler’ arasındaki fark esastandır”. TP, fark arıyor ve çokluğun ezilen, ezilenin çokluk olamayacağını gösteren farkı buluyor da:

Ezilenler, farklı tarihsel bağlamlarda ‘devlet’ temel ayıracının ezme pratiğinin yöneldiği kesimleri öne alır. Burada devletin temel karakteri “şiddet aygıtı” olarak örgütlenmesidir ve herhangi bir tarihsel biçimi –monarşi, ulus-devlet, aristokrasi, demokrasi, ‘İmparatorluk’ vs.– bir ezme, tahakküm örgütü olduğunu değiştirmez. Bu anlamıyla Marksist politikanın başlangıç noktası ezilenlerden yana önsel konumdur”.

Tamam. TP, biçimi ne olursa olsun devletten, bu arada İmparatorluk'tan ve onun ezmesinden bahsediyor. İyi ya Negri de bundan pek farklı bir şey söylemiyor.

Ama bir farkın olması gerekir. “Bu anlamıyla Marksist politikanın başlangıç noktası ezilenlerden yana önsel konumdur” diyor TP. Peki Negri, “Marksist politikanın başlangıç noktası (Çokluk'tan) yana (arkasal) konumdur” mu diyor? Demiyor. “Marksist politikanın başlangıç noktası ezilenlerden yana” ne kadar “önsel konum” ise Negri açısından da “Marksist politikanın başlangıç noktası” ezilenlerden yana o kadar “önsel konumdur”.

Sonunda TP, farkı somutlaştırıyor:
Ancak ezilenler kategorisinin tarihsel bileşenlerinde genişleme ve daralmalar olsa da esas belirleyeni konjonktürde ezilenin konumudur. Çokluk ise Negri’nin ifade ettiği anlamıyla İmparatorluk içinde beliren tarihsel ‘özne’dir. Burada ‘devlet’ ayıracı gözden yiter. Çokluk bir ‘sınıf özne’ olarak belirir. Ezilenler ise ‘politik özne’ değildir. Politik öznenin –örgütün– gözettiği nesnel koşuldur olsa olsa”.

Şimdi anlaşıldı;”ezilenler kategorisinin tarihsel bileşenlerinde genişleme ve daralmalar” olabilir, ama önemli olan bu değildir: önemli olan, “konjonktürde ezilenin konumudur”. Anlamaya çalışalım: “Konjonktürde ezilenin konumun” yoksa, ezilen değilsin, “konjonktürde ezilen konumun“ varsa ezilensin; bu durumda devletin ezme eylemine bağlı olarak bazen ezilensin, bazen de ezilmeyensin! Herhalde bu nedenden dolayı “Ezilenler ise ‘politik özne” olmuyorlar, ama en fazlasıyla -”olsa olsa”- “Politik öznenin –örgütün– gözettiği nesnel koşul” oluyorlar.

Buna karşın “Çokluk ise Negri’nin ifade ettiği anlamıyla İmparatorluk içinde beliren tarihsel ‘özne” oluyor.

Özneyi tarihten aforoz eden Althusser “üstat”ı kurtarmak için “Ve Althusser, işçiler, köylüler, halk (sonuçta belirli sınıfların toplamıdır), hatta karşıtı olan ezeni de beraberinde içerdiği için ezilenler’in bir tür özne olabileceklerini çok iyi bilmektedir” diye yazan da TP'dir. (Marksist Çağrı ve Ezilenler” yazısından).

Bu durumda ezilenler en azından “bir tür özne” olmuyorlar mı?
Oluyorlar.
*
6. makale

ÇATALLAŞAN” MARKSİZM - “ÇAKMA” MARKSİZM (II)
(Anadolu coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça sorulan sorular)

7. makale

POST-MARKSİZM - “EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
SINIFTAN KAÇIŞIN TEORİLEŞTİRİLMESİ
(İşçi Sınıfı - “Ezilenler” ve “Çokluk”)
(Sıkça sorulan sorular)

8. makale
BİR DEMAGOGUN HEZEYANLARI

EZİLENLERİN MARKSİZMİ” - “ÇAKMA MARKSİZM”
EZİLENLERİN MARKSİZMİ” - ANTİ-SINIFÇILIK
(Sıkça sorulan sorular)

9. makale
EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
ÇAKMA MARKSİZM” - POST-MARKSİZM

MARKSİZM-LENİNİZME GÖRE “EZİLENLER” VE “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” NEDİR NE DEĞİLDİR
(Sıkça sorulan sorular)

10. makale

POST-MARKSİZM - EMPERYALİST KÜRESELLEŞME VE EZİLENLER

Post-Marksist arayışların Anadolu coğrafyasına yansımaları (I)
(Sıkça sorulan sorular)