deneme

20 Eylül 2012 Perşembe

POST-MARKSİZM, MARKSİZMİ SAVUNABİLİR Mİ?

-->
4. makale

POST-MARKSİZM, MARKSİZMİ SAVUNABİLİR Mİ?
Post-Marksizmin, Post-Marksizme karşı mücadelesi
(Sıkça sorulan sorular)

Bu makalede de TP dünyasında gezintiye devam edeceğiz.

Taslak”ın çıkmasından bu yana (1995) aradan 17 sene geçmiş. TP, onuncu yılında kendini değerlendiriyor (“Geçmiş Misyon Gelecek, Ezilenlerin Marksizmi İçin Teori ve Politika” makalesi). Bu derginin gönüllü okurları, “gönderildiği için” okuyanları ve “işi gereği” okuyanları, mutlaka bir biçimde, “bu derginin açıklanmış, açıklanmamış amacı nedir; yeni olarak ne sunuyor veya yeni adına bu dergiden ne öğrendik” diye kendilerine sormuşlardır.

TP'nin anlatımına bakarsanız “güneşin şafağı” coğrafyasında (Anadolu) Marksizmi “bataklıktan”, onun deyimiyle “Marksizmi krizi”nden çekip çıkartacak bir “güneş” doğmuş. Sanki bu “güneş”, İsrail oğullarını Mısır köleciliğinden kurtarmak için “göçü”nü örgütleyen ve gerçekleştiren Musa peygamber!
Tanrı, Musa'ya İsrail oğullarını firavunun köleliğinden kurtarma görevi veriyor. Musa, elinde Tanrının verdiği mucizeler yaratan (gerektiğinde ejderha yaratan, Kızıl Deniz'i ikiye yaran, birtakım hastalıkları iyileştiren vb.) bir asa ile yol göstericidir.
TP de Türkiye devrimci hareketini Marksizm-Leninizmden, Maoizmden (Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao, E. Hoca) kurtarmak için yol göstericiliği yapıyor. Türkiye devrimci hareketi, “ne yaptığını bilmeyenler”, “cahiller”, “aklı teoriye yetmeyenler” durumunda, TP de her şeye muktedir ve vakıf olan konumunda.
Dergi (TP) “asa” rolünü üstlenmiş; mucizeler yaratıyor, çözüm üstüne çözüm üretiyor.
TP'nin tanrısal gücünün kaynağı, Marsk'ı Marks olmaktan; Marksizmi Marksizm olmaktan çıkartmaktır. Bu ilhamı da Lukacs, Gramsci, Korsch, Althusser çizgisinden alıyor; Batı-Marksizmi üzerinden yapısalcılığa ulaşıyor. Buraya gelince TP'nin Musa'sının Althusser, Tevrat'ının da Althusser'in “eser”leri olduğunu anlıyoruz.


TP, “Tanrı katı”ndan aşağıya inmiyor. Orada durarak, elindeki asa ile işaret ediyor. Şöyle yapmalısınız, böyle yapmalısınız; doğru budur, yanlış şudur babından öğütlerle Türkiye devrimci hareketini yönlendirdiğini sanıyor. TP çoban, biz de sürüyüz! Marksizm-Leninizme inanmış günahkarlarız! Bütün amacı bizi kurtarmak. Bu nedenle, “gönlümüzü almak için olsa gerek”, sık sık “mavi boncuk” dağıtmayı da ihmal etmiyor.

Peki, yeni adına ne söylüyor ne getiriyor? Yeni adına bir şey bulamadım. Savlarını sıralayalım:
1-Marks'a, Marksizme yönelik “eleştirileri” 1920'lerden bu yana gündemdedir.
2-Diyalektik ve tarihsel materyalizme yönelik “eleştirileri” 1920'lerden beri gündemdedir.
3-“Marksizmin krizi” anlayışı 1920'lerden beri gündemdedir.
4-“Marksizmin çatallanması; “mezheplerine” ayrışması anlayışı 1920'lerden beri gündemdedir.
5-SSCB'ine, Stalin nezdinde Bolşevik Partiye yönelik “eleştri”si, 1920'lerden beri gündemdedir.
6-Yapısalcılık, sosyal hareketler bazından “ezilenler” anlayışı Althusser, öğrencileri ve Negri tarafından 1970'lerden beri savunulmaktadır.
Kısaca: TP, Batı Marksizmi hattından yürüyorum ve Althusser'ciyim diyor.
Ama haksızlık etmeyelim: Yeni bir din oluşturur gibi, Taslak'ta çelişkileri ve çeşitlilikleriyle bütünleştirici bir Marksizm anlayışının dünyasal egemenliğini ilan edeceği bir dönemin öngünündeyiz” tespitini on sene sonra Biz bir Marksizm anlayışını temsil ediyoruz”a, “Solduyu”ya aykırı bir Marksizm ortaya koyduk!”a çeviriyor. Elindeki “asa” ile böyle mucizeler yaratıyor. Bu Marksizmin adı da “ezilenlerin Marksizmi”dir. Kavram olarak yeni olan da budur. Yeni olan kavramdır. “Ezilenlerin Marksizmi”nin sınıfsal içeriği hiç de yeni değildir; bu anlayış da 1920'lerden beri gündemdedir.

Peki, bu anlayışların toplamı nedir? TP, buna Post-modernizm, Post-Marksizm diyor. Bu durumda kendisi Post-modern, Post-Marksist oluyor.
TP, Türkiye'de Post-Marksizmi örgütlemeye ve Türkiye devrimci hareketi içinde yaymaya çalışan bir dergidir.

TP'nin yönteminde de dikkati çeken yönler vardır: Hitap ettiği kitleyi; bu durumda “ezilenler”i örgütleme diye bir derdi yoktur. Onun sorunu Troçkizmin “entrizmi”dir (Başka örgütlere sızma ve ele geçirme). Bunu da o örgütlerde yönetici konumunda olanları etkileyerek yapmaya çalışır. Bu nedenle TP, şu örgütteki, bu örgütteki yönetici konumunda olan ne kadar tasfiyeci varsa onları örgütlemekle uğraşır. Onun sorunu kişilerdir. Tasfiyeciliği bu kişilere yaptırtır.

TP, hitap ettiği yığınları, “ezilenler”i neden örgütlemiyor sorusuyla onun “mavi boncuk” dağıtma anlayışı arasında “diyalektik” bir bağ vardır. Neden “ezilenler”i örgütlemiyor sorusuyla “mavi boncuk” dağıtma anlayışını birleştirirsek ortaya şu çıkıyor: TP, “mavi boncuk” dağıttığı örgütleri kendi çatısı altında bir araya getireceğini sanıyor. Bu örgütlerin bir araya gelmesi demek, TP'nin hayal gücünü de aşan bir “asker” çoğunluğuna sahip olması demektir.
TP, kitle çalışmasından “mavi boncuk” dağıtmayı anlıyor.

Bu, aynı zamanda bir yöntem sorunudur; farklı yapıları, farklı tarihsel şahsiyetleri, farklılıklarını koruyarak bir üst yapıda bir araya getirme yöntemi: Birçok yerde bahsettiğimiz Altusser'ci yapısalcılık budur. Çok rahatlıkla “mavi boncuk” dağıttığı örgütleri sanal dünyasında, her birini birer yapı olarak bir araya gelebileceğini düşünüyor; ötesinde tarihsel şahsiyetlerin (örneğin Marks, Engels, Lenin, Stalin, Troçki, Lukacs, Korsch, Althusse, Gramsci, son 50-60 senenin Post-Marksistler, Post-modernistleri) şu görüşünü, bu görüşünü “deşeliyor”, onları kendi dünya görüşü sistematiğinden kopartıyor; düşünce tarzı ve dünya görüşü bakımından bir arada olamayacak yapıları (kişileri) bir araya getirebiliyor.

TP, benmerkezcilikten öte bir şey tanımıyor: Ben politikayım, felsefeyim, bilimim, Marks'ım, Engels'im, Alhusser'im diyor. Marksizmin geleceği, Türkiye devrimci hareketinin geleceği benden sorulur diyor. Yeni “bir Marksizm anlayışı temsil etmek”, Solduyu”ya aykırı bir Marksizm ortaya koymak” her babayiğidin harcı değildir diye düşünüyorum.

17 senelik dergi tarihine bakarsanız şunu görürsünüz: TP, her şeydir, ama hiçbir şey değildir. TP yenidir, ama eskinin yenisidir. TP, hiçbir yerde (alanda) yoktur, ama her yerde (alanda) vardır.
TP, tarih benimle başlar, benimle devam eder, benimle sonlanır diyor: Türkiye devrimci hareketini dönemlere ayırır; şu zaman zarfı içinde bunlar olacak, sonrasında şunlar olacak der ve neyin ne zaman olacağını da kendi varlığına bağlar. Yapısal krizi TP tespit eder, yeni bir Marksizm oluşturmayı TP tespit eder vs.


TP, “gerçek” Marksizmi arayan ve bulandır. “Altmış yıllık dönem boyunca teoride Marksizm arayışı bizi "Batı Marksizmi"ne ulaştırıyor. "Batı Marksizmi", başlıca olarak Lukacs, Korsch, Gramsci ve Althusser'in aralarında yer aldığı düşünürler tarafından...”.

Batı-Marksizmi”, Marksizmi “mezhepleri”ne ayırır, “Marksizmin krizi”ni üretir. Sağda-solda duyduğunuz bu kavramlar “Batı-Marksizmi”nin ürünleridir. TP de Anadolu'da Marksizmi ayrıştırır; her bir yapıya (örgüte) “mavi boncuk” dağıtır ve var olmanın tek yolunun kendisinde birleşmek olduğunu, “gerçek” Marksizmi sadece kendisinin savunduğunu anlatır. “Gerçek” Marksizm de “ezilenlerin Marksizmi”dir. TP'siz Anadolu'da devrimci yaşam, Marksizm ölmüş demektir. TP'siz, TP'ye rağmen devrimcilik yapan kişiler ve örgütler aslında yaşayan ölülerdir.

TP, hiçbir zaman tanımadığı işçi sınıfının “bir numarasının olmadığını” akıl hocaları Althusser ve öğrencilerinden; bilumum Post-modernistlerden ve Post-Marksistlerden öğrenmiştir. Onun yerini sosyal hareketlerin alıyor olduğunu da aynı çevrelerden öğrenmiştir. Bir de Negri'si var. Ama “çokluk”-“ezilen” konusunda Negri ile kendisi arasında “diyalektik” bir bağın kurulmasından oldukça rahatsız olur. Negri'yi eleştirir, onu sevmez.

TP, “Marksizm, tarihsel toplumsal varlığı bütünüyle kucaklayabilecek bir teorik yapıdır. Marx'ın kurucusu olduğu tarih bilimi ile bu konuda kıyaslanabilecek bir 'toplum bilimi' yoktur” der (“Post-Marksizm ile Dar-Marksizmin Ötesinde”, TP, Sayı: 24-25, s. 34), ama o “teorik yapı”yı tanınamayacak derecede değiştirmekten, başkalaştırmaktan da geri kalmaz.

Marks'ın Marksizmiyle TP'nin “ezilenlerin Marksizmi” arasında ne gibi bir bağ var sorusunun cevabı, TP'nin Marksizme sarılarak Marksizmi tasfiye etmeye çalışması anlatılmadan verilmiş olmaz.

TP'nin “gerçek” Marksizmi, Marksizm olmayan Marksizmdir.
Değişerek aynı kalmak mümkün müdür diye sorarsanız, bunun bir TP klasiği, bir TP-felsefesi olduğunu söyleyebilirim. Aslında TP, kendi 17 senelik tarihinden bu yana “değişerek” aynı kalmıyor, 1920'lerden bu yana; en azından aradığı Marksizmi bulduğu sürecin başlangıcından bu yana “değişerek” değişmeden kalıyor. Ele aldığı konular bunun böyle olduğunu yeteri kadar göstermektedir.

TP, Türkiye devrimci hareketi içinde bir boşluğun ürünü olarak çıkmamıştır. TP'nin çıkış nedeni “Taslak”ta anlatılmaktadır. Bu dergi, Türkiye devrimci hareketine akıl vereceğini sanarak çıkmıştır. Ama Türkiye devrimci hareketi akıldan yoksun değildir, ancak Türkiye devrimci hareketi akıldan yoksundur ve bu bir boşluk oluşturuyor deniyorsa TP, böyle bir boşluğu doldurmak için çıkmıştır denebilir. Ama Türkiye devrimci hareketi akıldan yoksun değildir. Ancak, Türkiye devrimci hareketi akıldan yosundur diyenlerde bir akıl yoksunluğu söz konusu olabilir.

TP, başta Türkiye devrimci hareketi olmak üzere bu coğrafyada devrimcilik adına yapılan her şeyi, her yapıyı küçümser. Tabii ki, TP Türkiye devrimci hareketini küçümsemek için çıkmıştır demiyoruz. Ama açık ki, “Altmış yıllık dönem boyunca teoride Marksizm arayışı bizi "Batı Marksizmi"ne ulaştırıyor. "Batı Marksizmi", başlıca olarak Lukacs, Korsch, Gramsci ve Althusser'in aralarında yer aldığı düşünürler tarafından...” anlayışını bu coğrafyada yaymak için çıkmıştır. Bu nedenle TP, Post-Marksizmi, Batı Marksizminin Türkiye'de örgütlemek için çıkmıştır.
Post-Marksizmin bütün özellikleri TP'de görülür. Post-Marksizm, Marksizmin yenilenmesi, geliştirilmesi, yeni koşullara uygulanacak duruma getirilmesi gerektiği iddiasındadır. Yani Marksizm eskimiştir, yeni koşulların beraberinde getirdiği yeni gelişmelere cevap verememektedir. Marksizmde ilkesel olan her şey gözden geçirilmelidir. Örneğin işçi sınıfının tarihsel misyonu tarih olmuştur; onun yerini sosyal hareketler, ezilenler almalıdır; artı değer üretmenin olanakları kalmamıştır; kapitalizm sistem krizi, varoluş krizi içindedir; emperyalist çağ geride kalmıştır; Marksizmin yöntemi yanlıştır vs. vs.

Türkiye devrimci hareketi uyurken TP, bütün bunları hepimiz adına, abartmayalım “Marksizmin genel alanı”ına dahil ettiği, “mavi boncuk” vermeye değer gördüğü örgütler adına düşünen, bütün bu sorunlara çözüm arayan dergi olarak çıkmıştır. Görevi, Marksizmin neresinde bir yetmezlik görürse hemen onu düzeltmek için harekete geçmektir. Bu anlamda TP, yenileyicidir, düzelticidir, geliştiricidir. Görevi, cıvataları gevşemiş “Marksizm”in cıvatalarını yeniden sıkmaktır, elindeki Batı-Marksizmi yağdanlığıyla yağlamaktır, eskimişse yeni cıvatalar takmaktır. Ama bütün bunlar kendi “aklının ürünü” değildir. Bütün bunları arayarak bulduğu “Marksizm”den almıştır. O Marksizm, Post-Marksizmdir.

TP'nin “Marksizmin krizi” anlayışına, Marksizmi “okul”larına ayrıştırma anlayışına baktığımızda onun bir çekim merkezi olma, birleştiren, bütünleştiren bir merkez olma sevdasıyla hareket ettiğini görüyoruz. 'En iyisi, en doğrusu benim' demiyor, bu, göreceliğin ifadesidir. 'Tek “iyi”, tek “doğru” benim' diyor, bu da mutlaklığın ifadesidir. 'Türkiye devrimci hareketinin yanlış tarihi sona ermelidir; tarih benimle başlamalıdır' diyor. Bu haliyle TP, narsizm bir yansıma biçimidir.

TP, “ezilenler” kavramıyla yeni bir özne bulduğunu sanıyordu. Doğru, coğrafyamızda bu kavramı kullanma ve içeriklendirme bakımından TP, bir “yeni”nin sahibi oluyordu. Ama bu kavramın ithal bir kavram olduğunu TP de biliyor. Avrupa'da Post-Marksizm işçi sınıfını “ıskarta”ya çıkarmış ve yerine yeni dinamikler bulmuştu; sosyal hareketlerin öznel taşıyıcıları! Negri'nin “çokluk” kavramı Post-Marksizmin vazgeçilmez öznesi olarak Türkçeye “ezilenler” diye çevrildi ve TP, bu kavram üzerinden Post-Marksizmi yaymayı var oluş nedeni olarak gördü.
TP'nin yazılarına bakarsanız bu derginin bir “inşaat alanı”, bir “yapı alanı” olduğunu görürsünüz: Post-Marksist TP, Marksizmi Marksizm olmaktan çıkartmak için onu parçalarına bölüyor; bir şeyler çıkartıyor, bir şeyler ekliyor. Marks'ı ikiye bölüyor; genç Marks'a sahip çıkıyor, “olgun” Marks'ı lanetliyor. Lenin'i ikiye bölüyor; ortaya bir “işçici”, bir de “ezilenci” Lenin çıkartıyor. Her iki Marks'ı ve Lenin'i birbirine düşürmeye çalışıyor; genç Marks'ı “olgun” Marks'a, “işçici” Lenin'i “ezilenci” Lenin'e karşı kullanmaya çalışıyor. Kısaca, Marksizmi Marksizm yapan ne kadar temel kavram ve kategori varsa hepsinin altını oyuyor, “artık işe yaramadığı” için olsa gerek “yeniliyor”.
TP bütün bu Post-Marksist ürünleri bizzat üretmemiştir. İthal etmiştir. TP, coğrafyamızda görülmüş en “büyük” Post-Marksist ürün ithalatçısıdır.
Post-Marksizmin “kitabı”nda kapitalizmin alternatifi sosyalizm değildir, en fazlasıyla toplumun demokratikleştirilmesidir. Bu nedenle burjuva devleti yıkmak yerine onun farklı alanlarını (üst yapı) ele geçirip, dönüştürmek gerekir. Nicos Poulantzas, dediği gibi, devlet ele geçirilmelidir.

Post-Marksizm, burjuva toplumda üretim araçlarının mülkiyet sorununu toplumun geleceği açısından ele almaz. Onun “kitabı”nda üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçmesi; burjuva sistemin yıkılması ve yerine sosyalizmin kurulması olmadığı için, sosyalizm üzerine söylemleri de havada kalır, sahtedir. TP, Post-Marksizmin bu önermelerini de Türkçeleştirmiştir. Üretim araçlarının özel mülkiyette oluşu, TP'yi işçi sınıfıyla ilgilendiği kadar ilgilendirir. Sadece işçi sınıfı devrimci olmadığı ve başka sosyal tabakalar da (ezilenler) devrimci olduğu için (TP) üretim araçlarının toplumsal mülkiyete geçirilmesi mücadelesi sözde kalır, sosyalizm sözel olmaktan ileri gitmez. TP de biliyor ki, “ezilenler”in hepsi sosyalizmden yana değildir; her ezilen de sömürülmüyor. TP, bu durumda olan “ezilenler”i ürkütmek istemez; herkesin kabul edebileceği bir sosyalizmden yanadır. Bu sosyalizmin adı da “ezilenlerin sosyalizmi”dir; ideolojik kaynağı da “ezilenlerin Marksizmi”dir.

TP, Batının Post-Marksizmini Türkçeye “ezilenlerin Marksizmi” ve “demokratik toplum projesi”ni Türkçeye “ezilenlerin sosyalizmi” olarak çevirmiştir.
TP, Marks'ın Marksizmini kaynak olarak alır. Ama proletarya diktatörlüğünden, işçi sınıfının sınıf diktatörlüğünden ve onun sosyaliminden bahsetmez. Bunu reddeder. Etmek zorundadır, en azından “ezilenler” ile proletarya diktatörlüğü kurulmayacağını bilir. Ama onun sorunu “ezilenler”le proletarya diktatörlüğünün kurulamayacağı değildir. Onun sorunu işçi sınıfını devrimin öznesi olmaktan çıkartmaktır. Bu, TP için bir varoluş sorunudur.

TP, Marksizmin geliştirilmesine evet der. Kendisi de Marksizmi geliştirme iddiasındadır. Ama çağımızda Marksizmin ifadesi olan Marksizm-Leninizmi reddeder. En fazlasıyla Lenin'i, Marks ve Engels'ten sonra gelen bir “yükselti” olarak görür. Bu yükselti” Batı-Marksizminden daha yüksek değildir. “Batı Marksizmi”, TP'nin “Marksizm-Leninizmi”dir. “Batı Marksizmi”nin Marksizme “katkı”sı söz konusu olduğunda TP, kendinden geçer. Ne de olsa “Altmış yıllık dönem boyunca teoride Marksizm arayışı (onu) "Batı Marksizmi"ne ulaştırmıştır”.
TP'de Marksist olmanın kıstasını, “Marksizmin genel alanı” anlayışını ve proletarya diktatörlüğü kavramını kullanmamasını bir araya getirdiğinizde bu derginin küçük burjuva, sınıf uzlaşmacı karakteri görülür. TP, safları genişletmek için ezilenlerin fiilen safında yer almak bir Marksistin öncelikli ödevi”dir diyerek Marksist olmanın kıstasını ilerici olmaya indirger. Saf genişletme anlayışını, kullandığı “Marksizmin genel alanı” kavramıyla da gösterir. TP, sınıfı, somutta da işçi sınıfını ortadan kaldırır; işçi sınıfının dünya görüşü/ideolojisi olarak Marksizmi ortadan kaldırır; işçi sınıfının diktatörlüğü olarak proletarya diktatörlüğünü ortadan kaldırır. Böylece Marksist (komünist) olmanın kıstasını "... Yalnızca sınıf mücadelesinin kabulünü proletarya diktatörlüğünün kabulüne kadar genişleten biri Marksisttir. Marksist ile sıradan küçük (aynı zamanda büyük) burjuva arasındaki en derin ayrımı oluşturan budur. Marksizmin gerçek kabulü ve kavranışının üzerinde denenmesi gereken denektaşı budur..." diye açıklayan Lenin adlı “yükselti”den kurtulur. Bu tanımlamayı kabul etmeyen herkes, her “okul”, Marksizmin her “mezhebi” artık “Marksizmin genel alanı”na dahil edilebilir. Dahası, TP, kendini, kendi kendine bu alana dahil edebilmek için “Marksizmin genel alanı” kavramını kullanır.

Marksizmin genel alanı” olmaksızın "bütünleştirici bir Marksizm anlayışının dünyasal egemenliğini ilan edeceği bir dönemin öngününde" durabilmeyi hayal etmek tabii ki imkansızdır. TP, bunu hayal edebilmek için “Marksizmin genel alanı” kavramını kullanıyor dersek pek de abartmış olmayız.

Lenin'in Marksist olmanın kıstasları tespiti, “Marksizmin genel alanı”nı genişletmek isteyen anlayışlara karşı mücadelenin sonucudur. TP, hemen herkesi “Marksizmin genel alanı”na dahil etme mücadelesi veriyor. Bu “hemen herkes içinde”, Aralarındaki çatışmanın, ardılları ve adlarına yazılan okullar aracılığıyla hala sürdüğü bu isimler” vardır ve TP, bu okulların “Marksizmin genel alanında kabul edilmesinin, günümüzün krizini atlatmayı mümkün kılacak bir tarihsel temel ve önemli oranda yitirilmiş olan sağduyunun yeniden kazanılmasının güvencesi olduğu düşüncesinde”dir (“Taslak”).
Buradan şu sonucu çıkartabiliriz: TP, hepimizin adına düşünüyor; Türkiye devrimci hareketinin düşünmeye akıl edemediğini düşünüyor; göremediğimizi, çok çok ilerisini görüyor ve farklı farklı yapıları farklılıklarıyla “Marksizmin genel alanı”na dahil ederek bunu “günümüzün krizini atlatmayı mümkün kılacak bir tarihsel temel ...güvence” olarak görüyor; “hemen herkesi” bu “alana” tıkmayı “önemli oranda yitirilmiş olan sağduyunun yeniden kazanılmasının güvencesi” olarak algılıyor. Türkiye'de devrimci hareketin hangi bileşeninin aklına gelirdi böylesi bir düşünce!

Peki, bunun adını neden “Marksizmin genel alanı” koyuyor? Bu “alan” içinde herkesin bir yeri olacak; herkes ne ise o haliyle bu alan içinde yer alacak. Burada Althusser “üstat”, yapısalcılığıyla bir kez daha TP kılığında karşımıza çıkıyor. TP, “Marksizmin genel alanı” bütününü, o bütünü tanımlamayan parçalardan, “yapılar”dan oluşturuyor. TP'nin “üstat” Althusser'den öğrendiği yapısalcılığa göre şeyler, olgular durağan, hareketsizdir. Aranan bağlar, ilişkiler görünür ve tanımlanabilir olmalıdır. Yapısalcılık, bir bütünün özünü onu oluşturan tek tek yapılardan -parçalarından ve bu parçaların bağlamlarından hareketle açıklamaya çalışır. Akıllı bir çoban sürüyü ahıra soktuktan sonra, eksik olup olmadığını tespit etmek için tek tek sayar. TP de akıllı bir çaban gibi hareket ediyor ve “Marksizmin genel alanı” dediği yapıyı göz önünde canlandırabilmek için onu oluşturan her bir yapıyı tanınabilir olarak görmek istiyor. Tanınabilir olmak için de her bir yapı hiçbir özelliğini kaybetmeden o “alan”da yer alıyor. TP'nin yapısalcı aklı ve fikri budur.

TP, “Taslak”la başlattığı değişim, yeni gelişmeler demagojisini ilkeselleştirmiştir. Bu da Post-Marksizmin temel bir özelliğidir. “Taslak”ta şöyle deniyor:
Mutlaka ortaya çıkmış/çıkacak olan "yeni ve canlı gerçeğin orjinalitesini incelemek yerine ezberlenmiş bir formülü ahmakça tekrarlamak" (Lenin) tavrı radikal bir şekilde bir yana bırakılmalıdır. Yeni nesnel gelişmeler, Marksizmin temel tezlerini yeniden ele almayı ve yorumlamayı gerektiren, ikincil tezlerinin eskiyenlerini iptal edip yenilerini geliştirmeyi gerektiren nesnel değişmeler mutlaka olmuştur. Ancak biz, neyin değiştiğini ve ne olduğunu yeterince bilmiyoruz”.

Ustaca yapılandırılmış bir formülasyon: Türkiye devrimci hareketinin bileşenlerini susturamayacağını bildiği için, önce Lenin'den bir aktarmayla susturuyor; “yeni” olana, yeni gelişmelere karşı çıkacak hal bırakmıyor veya her şeyi yeni olarak görmelisin diyor. Formülasyonun sonuna da alçakgönüllü olmanın bir ifadesi olarak “Ancak biz, neyin değiştiğini ve ne olduğunu yeterince bilmiyoruz”u ekleniyor.
Bu durumda bir şeylerin değiştiğini, yeni olguların ortaya çıktığını düşüneceğiz, ama bunların ne olduğunu bilecek durumda olmamamıza rağmen “Yeni nesnel gelişmeler, Marksizmin temel tezlerini yeniden ele almayı ve yorumlamayı gerektiren, ikincil tezlerinin eskiyenlerini iptal edip yenilerini geliştirmeyi gerektiren nesnel değişmeler mutlaka olmuştur”a odaklanacağız.

Ekonomik ve toplumsal alanda yeni gelişmelerin olduğu; cevaplandırılması gereken yeni sorunların ortaya çıktığı tartışma götürmez bir gerçektir. Tabii ki, komünist olma, devrimci olma iddiası taşıyan örgütler bu gelişmeler karşısında kayıtsız kalamazlar. Bu, sorunun bir yönü. Sorunun ikinci yönü ise, TP'nin “neyin değiştiğini...yeterince bilmiyoruz” demesine rağmen “neyin değiştiğini yeterince” bilmesidir: “Üstat” Althusser gibi TP de “damardan giriyor” ve ilk elden “Marksizmin temel tezlerini yeniden ele almayı ve yorumlamayı,... ikincil tezlerinin eskiyenlerini iptal edip yenilerini geliştirmeyi” öneriyor.
Neyin değiştiğini...yeterince bilmiyoruz” diyor ama “Marksizmin temel tezlerini yeniden ele almayı ve yorumlamayı gerektiren, ikincil tezlerinin eskiyenlerini iptal edip yenilerini geliştirmeyi gerektiren nesnel değişmeler mutlaka olmuştur” tespitini yapabiliyor. Bu yöntem Post-Marksizmin, sağlı-sollu her türden tasfiyeciliğin temel yöntemidir. Post-Marksist yöntem neyi konu olarak ele alıyorsa -burada Marksizm- onun “temel tezlerini” çıkartıp atmayı değil,”yeniden ele almayı ve yorumlamayı” gündeme getirir. Ancak tali olan ”tezlerin iptal edilmesini, yenilerinin geliştirilmesini” önerir. TP, çıkışından bugüne kadar Marksizmi bu yönteme göre yorumlamıştır: Sanki “Marksizmin ikincil tezleri”ymiş gibi onun “temel tezlerin”den sınıfın yerine “ezilenleri” koymuştur, proletarya diktatörlüğünü silip atmıştır, sosyalizm bir kalemde buharlaştırmış, tanınamaz hale getirmiştir, TP'nin yüzünden Marksizm, Marksizm-Leninizm olamamıştır ama “ezilenlerin Marksizmi” olmuştur! Böylece TP, “Marksizmin temel tezlerini yeniden ele almayı ve yorumlamayı” Marksizmin reddine; “yeni "bir Marksizm anlayışı” geliştirmeye kadar götürmüştür. Post-Marksizmin de amacı buydu. Tali tezlerin başına gelenler üzerinde durmaya gerek yok.
TP, onuncu yılında bir muhasebe yapma gereğini duyar. Dergi 46. ve 47/48. sayılarında bu muhasebeyi de yapar. Açık ki, üstesinden gelemediği bir sorun var. Ama Türkiye devrimci hareketini küçümseme, ona yukarıdan bakma, evet yer yer hakaret etme tarzına hiç de uygun olmayan bir giriş yapar; hemen herkesi ajitatif, övgü dolu bir dille selamlar, cömertçe “mavi boncuk” dağıtır. (Aşağıdaki alıntılar derginin 46. sayısındaki “Post-Devrimcilik Dönemi” yazısından alınmıştır).

Sonra “Post-Marksizm, Marksizmin artık bir teori ve politika olarak bittiğini söylüyordu. Post-devrimcilik, devrimciliğin artık bir eylemli politika olarak bittiği saptamasıyla kendine varlık alanı arıyor” tespitini “Biz, bugün, Türkiye devrimci hareketinin, ‘post-devrimcilik dönemi’ne girdiği kanısındayız” tespitiyle birleştirir.

Post-Marksizm, Marksizm olmayan Marksizmdir; “çakma” Marksizmdir; burjuvazinin kabul edeceği, devrimci içeriği iç edilmiş Marksizmdir. Post-devrimcilik de devrimci olmayan devrimciliktir, “çakma” devrimciliktir, burjuvazinin çizdiği yasal sınırlar içinde kalmaktır; burjuva düzeni yıkmak yerine burjuva düzeni eksiklerinden ve hatalarından arındırmak mücadelesidir.

Türkiye devrimci hareketinde umduğunu bulamayan TP, bu hareketin burjuva politikalara koşulduğunu; burjuvazinin dayattığı çerçevede mücadele etmeye razı olduğunu tespit edebiliyor. TP'ye göre “Marksizmin genel alanı”nın şu veya bu noktasında yer alan şu veya bu yapı, burjuvazinin dayattığı koşullar çerçevesinde mücadele ediyor olabilir, ama birkaç tekil “Marksizmin genel alanı”nı karakterize etmez.
Kendi miladına göre on yıl önce (çıkarken) devrimci örgütlere; bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketine “alçakgönüllü” tepeden bakışı, akıl hocalığı yerini başka bir aşamada daha ileri bir aşamada tasfiyeciliğe bırakmış. On yıl içinde TP'de tasfiyecilik, birinci aşamasından ikinci aşamasına geçmiş. “Gelişen” TP, gelişen tasfiyecilik; gelişen Post-Marksizm demektir.

Tasfiyeciliğinin ikinci aşamasında TP, Türkiye devrimci hareketinin içinde bulunduğu “krizi” “Post-devrimci” aşamaya geçmek olarak tanımlıyor. Bu aşamada “mavi boncuk” dağıtmıyor; küçümsemenin, hakaretin, “beni dinlemediniz”in “bini bin para”.

Yorumsuz aktarıyoruz:
Türkiye devrimci hareketi TP-“koordinatları“na bakarak kendi yerini tespit edebilir.
Türkiye’de bugün sol hareketin bütün üyeleri, şu ya da bu ifadelerle, hareketin kendisinin “esaslı” bir kriz yaşadığını kabul ediyor. Devrimci hareketin, yukarıda anılan dört örgütüyle birlikte, “devrimci duruş”unu koruduğu kabul edilebilecek olan öteki üyeleri de krizin varlığını açıkça tartışıyor. Ancak, yaşadığımız, her geçen gün artarak, krizin de ötesinde bir şey olduğu izlenimi veriyor. Günümüzün ağır basan kanısı, krizin ‘aşıldığı’, devrimci hareketin krizin altında kaldığı yönünde oluşuyor. Türkiye devrimci hareketi, yaklaşık kırk yıllık ömrünü tamamlama tehlikesiyle karşı karşıya. Artık tartışma, devrimcilikten sonraki bir ‘dönem’e ya da ‘sürec’e geçip geçmediğimiz üzerine yapılmalı; ve fırtına, bir ‘devrimcilik dönemi’ ya da ‘süreci’nin Marksist devrimci olarak nasıl başlatılacağı üzerine kopmalıdır”.

TP, devrimci örgütlerin “Gelişme dönemleri(ni) ve ‘son dönem”lerini tespit ediyor:
Türkiye devrimci hareketinin tarihini ‘gelişme dönemleri’ne ayırarak izleyebiliriz. ‘Devrimsel makas’ın, dört gelişme dönemini kapsadığını görüyoruz. Bugün, devrimci hareket, ‘son dönem’ini geride bırakmış bulunuyor.

Devrimci hareketin birinci gelişme dönemi 1973’ün başlarında bitirildi. 1974’te başlayan ikinci dönem 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle sona erdirildi. Devrimci hareketin ikinci gelişme döneminin zirvesi 1977-78 yıllarıydı. Bu tarihten itibaren gelişme seyri durduruldu. Üçüncü gelişme dönemi, 1984’te ölüm orucu eylemiyle başladı ve 1990’da durdurularak 1992’de bitirildi. 1994-2000 dördüncü gelişme dönemiydi. Bu dönemin zirvesini 1996 oluşturuyordu. Dönem, 19 Aralık 2000’deki hapishaneler operasyonuyla bitirildi”.

2002’den başlayan gelişme havasının, özellikle MLKP (Marksist Leninist Komünist Parti) nezdinde önemli birtakım “yenilikler” barındırdığı açıktır. Fakat, bunun aynı zamanda aldatıcı bir bahar havası olduğu açığa çıkacaktı. Bu dönemin açık ara öndeki ve inisiyatif sahibi örgütünün MLKP olduğunu belirtmek gerekiyor. Bir anlamda, olumlu ve olumsuz boyutlarıyla MLKP üzerinden izlenebilecek bu yılların ‘MLKP dönemi’ olarak değerlendirilmesi abartılı olmaz.

MLKP, bir yandan, post-devrimcilik döneminin farkındaymış gibi hareket ediyor ve bu dönemi sonlandırmanın devrimci yollarını arıyordu, öte yandan bazı yönelimleriyle sanki post-devrimcilik döneminin asli bir ögesi gibiydi. Bu örgüt bu çelişik yönler bakımından değerlendirilmelidir.

DHKP-C, nasıl dünyaya gözlerini kapamış ve yedi yıl boyunca ölüm orucu eylemine kilitlenmişse, MLKP aksine gözünü her şeye dikmiş görünüyordu. Ölüm orucu eyleminde ısrar, nasıl ‘devrimcilik süreci’nin kapanmasına karşı çetin bir direnişi temsil ediyor idiyse, MLKP’nin tarzı, “eski gömlekler”in bir an önce çıkarılıp atılması ve yeni bir devrimcilik tarzına yönelinmesini çağrıştırıyordu. Kritik olan, bugün, her iki tarzın da başarısızlığının neredeyse kesinleşmiş oluşudur.

MLKP, açık alanda cüretkar hareket ediyor, yeraltında da adım adım gayet kontrollü bir şiddet politikası izliyordu. (Kuruluşunun onuncu yılını kutlama tarz ve şekli bu cüretin iyi bir simgesidir.) Bu örgüt, bir dönem boyunca, devrimci hareketin eğik düzlemdeki durumuna ters bir dinamikle canlı, atak ve girişken bir etkinlik içinde oldu. Fakat, gelişme kısa sürdü. Yalancı bahara ya MLKP de aldanmıştı, ya da bu yıllardaki politika tarzıyla MLKP bizzat bu yalancı baharın ürünüydü. 2005’ten itibaren başlayan karşı-atak bu örgütü durdurdu. Devletin karşı-atağı, MLKP’nin çeşitli kesimlerdeki, öncelikle de açık alanda olduğu söylenen güçlerini yerinde saymaya zorladı. (Tempolu fakat doğurgan olamayan faaliyetin, “aktivistler”i yorduğu zaten açıkça gözleniyordu.) Aslında, “merkezi” nitelikte olduğu bildirilen operasyona uğradığı 2006 Eylülünden önceki bir-iki yıl boyunca MLKP’nin eylemci güçlerinin yorulduğuna ilişkin gözlemsel veriler birikiyordu. Kendini tekrar eden bir tarzla ve yeni kan taşınamamasının sonucuyla bir yolun tıkanmaya başladığı görülebiliyordu”.
Sonra devrimci hareketlerde “güçsüzlüğün stratejisi”ni tespit ediyor:
Türkiye devrimci hareketi, bütün ömrü boyunca güçsüz olmuştur. Ama, geride bırakılan dört mücadele dönemi boyunca, bu azıcık güç, varlığını idame ettirmeye yetmiştir. Günümüzün aciliyeti, artık mevcut gücün mücadeleyi götürmeye yetememesidir.

Peki, güçsüzlük bir suç mudur? Evet; otuz-kırk yıllık bir hareketin hala ve hep güçsüz olması bir ‘suç’tur! (Ters açıdan, güçsüz olmasına karşın devrimci niteliğini koruyarak varolabilmesi büyük bir meziyettir!) Bu hareket, büyük güçlere ulaşmış, büyük kavgalar vermiş ve sonuç olarak bugün zayıf düşmüş bir hareket değildir. Bu hareket, hep güçsüzdü ve bugün güç yitimini acil aşamada sürdürmektedir. Bu hareket, hep küçük ölçekli kavgalar verebilmiştir ve ölçeği küçülen kavgaları büyük ölçekli algılarla ifade etmeyi halen sürdürmektedir”.
Dördüncü ve üçüncü gelişme dönemi olarak andığımız yıllarda devrimci harekete dahil olmuş sadece iki ‘yeni’ örgüt vardır. (MLKP ve DHKP-C ile TDP [Türkiye Devrim Partisi], bu anlamda ‘yeni’ örgütler olarak kabul edilemez.) Bunlar, TKİP (Türkiye Komünist İşçi Partisi) ve TKEP/L’dir (Türkiye Komünist Emek Partisi / Leninist). Bu yıllarda politik şiddet eylemleriyle kendini duyuran DHP (Devrimci Halk Partisi) ve HKG (Halk Kurtuluş Güçleri) ile birkaç küçük grup, süreci götüremedi ve kısa sürede iz bırakmadan ortadan kalktılar. 1980’lerin sonlarından başlayarak 1990’ların sonlarına kadar, politikleşme niyeti beyan ederek ortaya çıkan çok sayıda oluşum, ya politikleşme aşamasına bile ulaşamadı ya da bu aşamayı geçse de devrimcileşemedi. (Özellikle Köz Gazetesinde, ve Kaldıraç Dergisinde temsilini bulan oluşumlar bu bakımdan öne çıkan az sayıda örnek arasındadır.)”

Devamla TP, “Türkiye devrimci hareketi, genel olarak varlık ve güç olmanın ilk aşamasında kalakalmıştır" demekten kendini alamıyor. “Strateji’nin sayısal ön koşulu”, “Bolşevikler” (Rusya), “Kürt Ulusal Hareketi”, “Tutsak sayısı” (“Türkiye devrimci hareketinin politik seyrini hapishanelerdeki sayılarla da izlemek mümkün görünüyor”, “Oy sayısı” ve “Şiddet eylemleri” alanlarında veya konularında bir gezinti yaptıktan sonra “Bu örnekler, ortada yapısal bir sorun olduğunu gösterir mahiyettedir” sonucuna varıyor.

Anlaşıldı. Türkiye devrimci hareketinin mevcut durumu belki de “yapısal kriz” ile açıklanmak isteniyor.
Yazıda son olarak Türkiye devrimci hareketi ve “Stratejinin kurgusal kaçışı” ele alınıyor ve şu değerlendirme yapılıyor:

Devrimci hareketin önünde, kendi bugününü mahkum etmek için kendi geçmişi bulunuyor öncelikle.

Başarı ve yeterlik eşiğini bu ölçüde düşük tutan bir yaklaşım, derin bir farkındalık ve umutsuzluk besliyordur. Bu kadar abartı, gerçeğin bu ölçüde bozulması derin bir umutsuzluk, yaygın bir kötümserliğin ifadesi olabilir. Bu ölçüde oransızlığın farkında olmamak mümkün değildir.

Bu küçücük ölçeklerle yetinmeyi politik tarz haline getirmiş örgütsel yapıların geniş bir ufku ve sorunları derinden ve ağırlığınca yaşama olanağı olamaz. “Mücadele”nin, “hesap sorma”nın, “direnme”nin, ve nihayet “başarı”nın bu kadar küçük ölçeklere indirgendiği bir ortamın hayrı olamayacağı açık olsa gerektir.

Devrimci hareketin bu zeminde yürüyeceği yol “tarihsel olarak” kalmamıştır. Devrimci hareketimiz kuşkusuz bu yolu “politik olarak” kat etmeye çalışmayı sürdürecektir”.

Böylece Türkiye devrimci hareketi, “Post-devrimcilik” dönemine girmiş oluyor!

Post-Devrimcilik Dönemi – 2” yazısından:
Bu yazıda TP, tasfiyecilik konusunda adeta coşuyor, Marksizmden geriye hiçbir şey bırakmama çabasını sergiliyor. Post-Marksizm nedir, ne anlama gelir diyorsanız, adı geçen yazıyı mutlaka okumalısınız. Beraber okuyalım:
Başarılı bir mücadele yürütmek, devrim yapmak ve sosyalist kuruluşa yönelmek için özel olarak Marksist olmak zorunlu değil. Ancak biz, bu ‘iş’i Marksist olarak yapmayı öznelliğimiz bakımından zorunlu görüyoruz”.

Tamam, burada devrimin yakın tanımı yapılmadığı için demokratik devrim de kastedilmiş olabilir ve demokratik devrimde yer alanların hepsi de mutlaka Marksist olmak zorunda değildir. Bunu anlıyoruz. Ama TP, “devrim yapmak ve sosyalist kuruluşa yönelmek için özel olarak Marksist olmak zorunlu değil”dir diyor. Yani burada sosyalist devrim ve “sosyalist kuruluşa yönelmek” söz konusu. Bunu bizim anladığımız dile çevirirsek: TP, sosyalist devrim yapmak ve sosyalizmi inşa etmek için Marksist olmaya gerek yoktur diyor. Bunu da Türkçeleştirelim: Sosyalizm işçi sınıfına özgü değildir, Marksizm mutlaka işçi sınıfının ideolojisi/teorisi/dünya görüşü değildir. Ya nedir? İşçi sınıfı dışında kalan “ezilenler” de sosyalizm için mücadele ederler; Marksizm onların da ideolojisidir/teorisidir/dünya görüşüdür!

TP'ye göre “Ancak biz, bu ‘iş’i Marksist olarak yapmayı öznelliğimiz bakımından zorunlu” gördüğümüz için sosyalizmle işçi sınıfı, Marksizmle işçi sınıfı arasında bağ kuruyoruz.

Marksizm ve sosyalist devrim, işçi sınıfı ve sosyalizm bağlamında tasfiye ediliyor:
Bu ülkede başarıya ulaşacak ya da önemli bir eşiğe gelebilecek bir Marksist hareket, Marksizmin 20. yüzyılın ilk çeyreğinde girdiği devrimci ve muktedir yola benzer bir işlev üstlenmeye en yakın aday olacaktır. Burada dile getirilmeye çalışılacak bütünsellikle gerçekleşirse, Marksizm dünyanın dört bir yanında her an ve an bitimsiz mücadele yürüten ezilenlerin yeniden bayrağı; Marksist örgütler ezilenlerin kurmayı ve karargahı; Marksist hareketler ezilenlerin ordusu olabilecektir”.

Şimdi daha iyi anlıyoruz. Söylenen oldukça açık: 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Marksist hareketin başarısı Ekim Devrimiyle taçlanmıştı. Ama bugün, 21. yüzyılda Marksizm veya Marksist hareketler ancak ve ancak “ezilenler”le bağlam içinde; “ezilenlerin kurmayı ve karargahı” olursa başarılı olacaktır. Sağda-solda duyduğum, okuduğum benzeri anlayışların kaynağını hep merak etmiştim. Şimdi öğrenmiş oldum.

TP, parti olmaya hazır, ama “asker”i yok...
Günümüzde, ‘Bütünsel Marksizm’in, bir başka deyişle, ‘Ezilenlerin Marksist Partisi’nin varlığının önkoşulları ‘programatik’ terimlerle belirmiştir”.

Demek ki, TP'nin on yıllık çabası sonucunda şekillenen Post-Marksist anlayışları, “Ezilenlerin Marksist Partisi’nin varlığının önkoşulları”“programatik” olarak oluşturmuştur. Bu, tamamen yeni bir durumdur; TP, varoluş sürecinin ikinci dönemine partileşecek derecede güçlü giriyor ve uluslararası komünist hareketin; Marksizm-Leninizmin tarihinde görülmemiş bir partiden, “Ezilenlerin Marksist Partisi”nden ve onun varlığının önkoşulu olan programatik belirlemelerden bahsediyor.

Böyle bir aşamaya girdiğini de şu ifadelerle açıklıyor: Teori ve Politika’nın uğraşını, bir anlamda, burada dile getirmeye yöneldiğimiz ‘program’ın öncüllerini ortaya koymak şeklinde ifade edebiliriz. Teori ve Politika, on küsur yıldan beri ortaya koyduğu Marksizm anlayışının politik belirimlerinin vücut bulacağı bir döneme girmekte olduğumuz görüşündedir”.
TP, kendi deyimiyle varlığının ilk on yılında “Marksizmin bileşenlerinin, önü alınamaz parçalanması”nı kendine temel sorun edinmiş. Parçalanmayı belki engelleyememiş, belki izlemiş ama sonunda olan olmuş ve Türkiye'de Marksizm parçalanabileceği kadar parçalanmış; adeta atomlarına ayrışmış ve bugün (yani TP'nin ikinci dönem başlangıcında) parçalanmanın sınırına ulaşılmış.

Bugüne kadar önceliğimiz, Marksizmin bileşenlerinin, önü alınamaz parçalanmasıydı. Marksizm, bileşenleri nezdinde parçalanmıştı. Bileşenler hala ayrı, ama merkezkaç eğilimin sınırlarına ulaştığı görüşündeyiz”.

Tam da böyle bir ortamda TP, “Marksizmin bileşenlerinin görece somut formlarda karşılaştırmaya çalışmanın verimli olabileceği bir iklime doğru hareket halinde olunduğunu değerlendiriyoruz” diyerek Marksizmin bileşenlerini -varlığının ilk on yılı boyunca yaptığı gibi- yeniden ela almanın; onlara doğrunun-yanlışın ne olduğunu göstermenin; onlara akıl vermenin; TP'yi dinlemezseniz bitersiniz, zaten “Post-devrimci döneme” girdiniz demenin zamanının geldiğini düşünmektedir.

TP, Türkiye devrimci hareketini, “Post-Devrimcilik Dönemi” yazısının ilkinde yok olmaya, başarısızlığa mahkum ediyor, onun “Post-devrimci dönem”e girdiğini iddia ediyor ve sonra, ikinci yazıda da onu kurtarmaya, ona yeniden bir can vermeye soyunuyor ve hepsinin birleşebileceği; bütünleştirici Marksizmin oluşturulmasının ifadesi olan bir programatik anlayışın var olduğunu savunuyor. Bu da TP'dir:

Sözünü ettiğimiz gelişmeyi, somut çağrışımlar yapması bakımından ‘program’ terimiyle ifade edebiliriz. Teori ve Politika’nın yarattığı birikimin; kapsamı, hedefi ve amacı, özgül yol ve yöntemi olarak bir teorik programın çıkarılması için öncüller ortaya koymaya yeteceği görüşündeyiz. Bir başka düzlemde, politik taktik alanda, devrimci hareketin karşılaştığı ve birçok durumda anlamlı ayrımlara vesile olan sorunların mahiyeti ve bu sorunların politik devrimci öznelerde yol açtığı özgül ve ayırt edilebilir soyutlama yönelimi ile, Teori ve Politika’nın bunlara ilişkin tutum ve görüşlerinin yarattığı toplam manzaranın, oluşturduğu birtakım değişmez unsurların yol göstericiliğiyle, taktik uygulamaya ön gelecek bir ‘programatik’ manzume ortaya koymaya yeteceği günlerin geldiği kanısındayız. Yani meseleleri artık programatik terimlerle ifade etme aşamasında olduğumuza kaniyiz”.
Ama hemen arkasından bu işin kolay kolay gerçekleşemeyeceğini, “tarihin her döneminde birden fazla Marksizm anlayışı oldu”, Teori ve Politika (ise), bir tür Marksizmin bütünsel karşılığını ifade etmeye çalışageldi” tespitini yapıyor. Belki de o “birden fazla Marksizm”ler TP'nin “bir tür Marksizmi”ni kabul etmiyorlar, yanlış buluyorlar? Bu durumda ne olacak? Her halükarda TP, karamsarlaşıyor; dağınık olmanın; TP'nin “bütünleştirici Marksizmi” çatısı altında, onun “hegemonya”sını kabul ederek bir araya gelmemenin, yani Birden fazla Marksist akımın ve Marksizm anlayışının aralarında herhangi birinin hegemonyası kurulmadan ortalarda dolaşmasının Marksizme hiçbir yararı olamaz” görüşüne varıyor ve “görünür gelecekte bu konuda çarpıcı olumlu gelişmelerin yaşanmayacağını öngörü(yor)”.

TP, varlığının ikinci döneminin başlangıcında; ilk dönemde, ilk on yıl içinde neden “mavi boncuk” dağıttığını ve elde ettiği sonuçları açıklıyor:

Teori ve Politika, toplam varlığı içinde kendinin ancak bir teorik akım olarak yer kapladığı bu Marksizm anlayışının politik varoluşu için de misyon ifade etmek zorundadır”.

Kendini düşünmenin, teori oluşturmanın, ideoloji geliştirmenin merkezinde görüyor, işin pratik-politik kısmını da devrimci örgütlere havale ediyor. Yani teorik duruşuyla bu örgütleri etkisi altına alacağını ve böylece teorisini güce dönüştürebileceğini sanıyor. Yani TP, ilk on yılı boyunca “ben düşünürüm” “sen uygularsın” mantığı çerçevesinde Türkiye devrimci hareketiyle ilişkilenmek istemiş. İlk on yıllık süreçte “Teorik bir akım olarak” “politik var oluş için misyon”unu Türkiye devrimci hareketi üzerinden gerçekleştirmeyi amaçlamış. Bu çabasında başarılı olmadığını da şu sözlerinden anlıyoruz:

Ancak, içinde bulunduğumuz dönemde, bütünsel ifadesini Teori ve Politika’nın çabasında bulan bu Marksizm anlayışının politik karşılıkları bulanık ve çelişik bir varlık gösteriyor. Deyim uygunsa, Teori ve Politika’ya uygun Marksizm anlayışı, politik olarak, devrimci örgütlerin bazılarında sınırlarına gitmeye direnen bir eğilim olarak, bazılarında çelişik ve yanal bir öge olarak varken, devrimci olan ya da olmayan politik çevrelerin toplamında elle tutulamayan bir etki olarak ve zayıf bir şekilde ‘var’dır”.

Hemen arkasından TP, birden bire cüretleniyor. “Marksizmin teorik ve taktik özgüllüğü olarak gördüğü kendi Marksizm anlayışını daha tok sesle ortaya koymak”tan, “onun politik karşılıklarını daha enerjik ve amaca yoğunlaşmış tarzda aramak(tan) ve yaratmaya” çalışmaktan bahsediyor. Bahsetmekten de ileri gidiyor ve kovarım-kovulursun diye tehdit ediyor: “Böyle bir Marksizmin, ezenlere ait ve ezilenlere ait öteki dünya görüşü, ideoloji, doktrin ve politika yapılarıyla bulaşık olan, hatta bu yapıların egemen olduğu Marksizm anlayışlarına egemen olması ya da onları kendi alanından kovması gerekmektedir”.

Böyle bir Marksizm” TP-Marksizmidir. Ona uymak zorundasın. Aksi taktirde o “alan”dan kovulursun!
Bana öyle geliyor ki TP, birilerine mesaj gönderiyor, resmen, verdiğiniz sözü tutun dercesine azarlıyor, yeter artık diyor; yoksa ben parti kurarım diye tehdit ediyor.

Sonra TP, “Marksizmin teorik ayıraçları”nı açıklıyor:

Marksizm işçi sınıfının ideolojisi –ya da çoğu örnekte aynı anlamda, bilimi– değildir. Bilakis, işçi ideolojilerinin dar-görüşüne karşı mücadele içinde belirmiş ve gelişmiştir. Marksizm, ideolojik olarak, bir din gibi kapsayıcı olmak bakımından, ezilenlerin kurtuluş ideolojisi olarak şekillenmiştir. Bu, bazı yerlerde işçi hareketinin, bazılarında köylülerin, bazen ezilen bir ulusun, dinsel topluluğun, tercihen bir mücadele birimindeki ezilenlerin tümünün kurtuluş ideolojisi olarak belirebilir”.

Bu ifadeler TP'nin Marksizme ne kadar uzak olduğunu gösterir. TP, kendi Marksizmi uğruna işçi sınıfı “düşmanlığı” yapabilmektedir. Bu, klasik bir küçük burjuva anlayıştır; Post-Marksizmin temel savlarından birisidir ve yeni de değildir. TP gibilerinin bütün çabası, herkesin sahiplenebileceği bir Marksizm ortaya çıkartmak için Marksizmin işçi sınıfının ideolojisi olduğunu, onun bilimi olduğunu reddetmektir. Marksizmi sınıfsızlaştırmak, işçi sınıfını ideolojisizleştirmek, bilimsizleştirtmek; işte bu TP'nin kökten tasfiyeciliğidir. Bu coğrafyada Marks'ten, Engels'ten, Lenin'den, Stalin'den, Marksizm-Leninizmden, proletarya diktatörlüğünden bahsedilmesinden, Marksizmin işçi sınıfının ideolojisi, bilimi olarak kabul edilmesinden duyduğu nefret yukarıdaki cümlelerine yansıyor.

Batı Post-Marksizminde TP'nin bu ısrarını pek göremezsiniz. Batı'da Post-Marksistler, şüphesiz ki, TP'den daha az, daha basit, sıradan demagoji yapmazlar. Ama iki sözlerinden birisi de Marksizmin işçi sırfının ideolojisi ve bilimi olmadığını tekrarlamak olmaz. Doğru, onların yeni bir Marksizm oluşturmak gibi, tarihi kendileriyle başlatmak gibi bir iddiaları yoktur; bütün sorunları en fazlasıyla Marksizmi burjuvazinin kabul edeceği bir duruma getirmektir; “zararsız”laştırmaktır. TP öyle değil; TP, coğrafyamızda tarih yazacağını sanıyor; Marksizmin oluşlum ve gelişme tarihini silebileceğini, yerine kendi anlayışını koyabileceğini sanıyor. O, bunu, Marksizmi birden çok sınıfın, köylünün, başkaca emekçilerin, küçük burjuvazinin, zanaatçının, ezilen ulusların, dinsel toplulukların, örneğin “Cübbeli Ahmet Hoca efendi”nin, Aczmendilerin; bir bütün olarak “ezilenlerin tümünün kurtuluş ideolojisi olarak” görmek istiyor.

Marksist olduğunu söyleyen TP'nin, Marksizme karşı neden bu denli acımasız mücadele ettiğini anlayamıyorum. TP'nin düşünce yapısı Althusser “üstat”ın düşünce yapısının tıpa tıp aynısı. Şöyle açıklamaya çalışalım. TP, “Marksizmin teorik ayıraçları”ndan bahsederken bazen yolunu şaşırıyor, bazen de kendine geliyor. “Olgunlaşmış” Marks ve “olgunlaşmış” Marks'ın Kapital'inden bahsedince TP'nin “cin atına” bineceğini biliyoruz, ama olsun, buna rağmen Mark'ın Kapital'inden biraz bahsedelim: Marks, bu yapıtında kapitalist üretim biçimini analiz eder. Vardığı temel sonuçlardan birisi de şudur: Kapitalist üretim biçiminden üretim araçları özel mülkiyettedir. Buna dayalı olarak sistemin iki ana sınıfı vardır; hakim sınıf konumunda olan burjuvazi ve işgücünü satmak zorunda olan işçiler (işçi sınıfı). “Olgunlaşmış” Marks, Kapital'de soyutlama yöntemiyle, özelden genele, genelden özele gitme yöntemiyle vb. düşüncelerini (yani Marksizmi) işçi sınıfı ile salt teorik olarak ilişkilendirmez, tersine işçi sınıfının bu sistemi yıkacak yegane sınıf olduğunu ve neden bunun işçi sınıfı olduğunu ve başka bir sınıfın olamayacağını anlatır. TP'nin bir türlü kabullenemediği de budur. Ona göre işçi sınıfıbir kavramdır ve kavramın, üretim güçleri içinde canlı üretim gücü olarak ortaya konmasıyla, şu ya da bu ülkede ya da bölgede, fabrikada eylem yapan işçiler ile bu kavramsal varlık arasında kategorik bir ayrım vardır”. Yani TP, kavram olarak işçi sınıfında işçiyi göremiyor. Neyi görüyor? İşçi sınıfının elle tutulur, gözle görülür olanını görüyor; yani “şu ya da bu ülkede ya da bölgede, fabrikada eylem yapan işçiler”i görüyor. Belli yapıları, belli olguları, belli gelişmeleri görüyor.

TP, görünüşte Marksizmi savunuyor. Onun “savunduğu” Marksizmin kurucuları olan Marks ve Engels, Komünist Manifesto'da “Ama burjuvazi kendisine ölüm getiren silahları yaratmakla kalmamıştır, bu silahları kullanacak olan insanları, çağdaş işçi sınıfını, proleterleri de yaratmıştır” diyorlar. Bu tespitin TP açısından bir anlamı var mı? Sanmıyorum. Öyleyse geçelim!

Devamla TP, “İşçi sınıfı(nı) kapitalizmin temel ezilen sınıf(ı) olarak niteliyor. Sömürülen değil, “ezilen” kavramını kullanıyor. Cümlenin ikinci kısmın da ise “ama bu sınıf bir politik konjonktürde hareket halinde olan işçi topluluklarında somutlanmaz” diyor. Peki, nerede somutlanır? “Bir politik konjonktürde hareket halinde olan işçi toplulukları” işçi sınıfı değilse işçi sınıfı nedir? TP, “bir kavramdır” dedim diyecek. TP'ye göre “Marksistler dahil, herhangi bir politik hareketin bir konjonktürde, ya da bir olaylar tarihinde ilişkileneceği bir sınıf yoktur”. Doğrudur, “bir politik hareket bir konjonktürde, ya da bir olaylar tarihinde” mutlaka birden fazla sınıfla ilişkilenir. Örneğin bir grevde işçi sınıfının veya TP'nin deyimiyle “eylem yapan işçiler”le ve aynı zamanda kapitalist sınıfla veya karşı eylem anlamından “eylem yapan” kapitalistlerle ilişkilenir. Örneğin sağlık alanında yeni yasalar söz konusu olduğunda toplumdaki bütün sınıflarla, sosyal tabakalarla ilişkilenir. TP, bu cümleyi oraya neden sıkıştırmış pek anlayamadım. Ve anlıyoruz ki, TP, işçilere karşı değil, ama işçi sınıfına karşıdır: “Teori ve Politika’nın işçiciliğe karşı çıkışı, herhangi bir tarihte geçerli ama içinde bulunduğumuz tarihte geçersizleşmiş bir sınıf anlayışına değil, kapitalizm boyunca geçerli olan ve tamamen teorik bir yaklaşıma dayanmaktadır”. İşçi sınıfı, “teorik” olduğu için ona karşı!

Anlaşılıyor, TP'ye göre teoride ve kavramda işçi sınıf vardır; eylemde, hareket halinde işçi sınıfı yoktur. Onun yerine tekil bireyler, tekil “çalışanlar”, “ezilen”ler vardır: Eylem, hareket halinde işçi sınıfı, sınıf olmadığı için tekil bireylerdir, “ezilen” bireylerdir.

M. Foucault, diyalektiği reddini hocası Althusser'den almıştır. Onda yeni olan, nesnel gerçeğin, tanınabilir bir dünyanın varlığının reddidir. Böylece Foucault'nun Post-yapısalcı düşüncesi Post-modernizm için iyi bir bağlantı noktası oluşturur. Foucault şöyle der: “İsyanın yer belirlemesi yoktur, ayaklanmanın ruhu yoktur, ayaklanmaların veya devrimcilerin katışıksız yasasının kaynağı yoktur. Bunun yerine, her biri kendine özgü bir durum olan dirençlerin çoğulluğu vardır“. Böyle düşününce ortada ne ilerici bir toplum bilimi kalır ne de devrimci özne olarak işçi sınıfı. TP de işçi sınıfını değil de sadece “şu ya da bu ülkede ya da bölgede, fabrikada eylem yapan işçiler”i görüyor.

M. Foucault ve TP aynı düşüncedeler.

Burada TP'nin öznelciliği çok belirgin olarak görülmektedir.
Althusser, “özneyi” tarihten aforoz etmişti. TP de “Tarihi öznesiz bir süreç olarak ele almak Marksizmin bilim bileşeni bakımından... zorunlu(dur)” diyor. Ama aynı zamanda “mücadeleyi özneli ele almak da Marksizmin politika bileşeni bakımından aynı ölçüde zorunludur” diyor. Ne oldu şimdi? Özneyi tarihten silmek “Marksizmin bilim bileşeni bakımından”, ama “mücadeleyi özneli ele almak da Marksizmin politika bileşeni bakımından” zorunlu oluyor. Bu durumda bilim açısından, teorik olarak özneyi tarihten siliyoruz, ama sorun somutlaşınca, gözle görülür, elle tutulur olunca; yani mücadele söz konusu olduğunda öznesiz olmuyor. Bu durumda tarih öznesiz, mücadele ise özneli oluyor.

Komünist Manifesto'da Marks ve Engels “Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir” diyorlardı. TP'nin anlayışına göre “Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir”i açıklamak biraz güç olur.

Durumun ne çerçevede ele alındığını sonrasında gelen anlayıştan çıkartıyoruz: “Mücadelenin öznesi bizzat mücadelenin kendisi tarafından yaratılır ve bu özne devrimi yapar! Zaten yapmak ya da etmek bir özneye mahsus değil midir? Ne ezilen işçiler ne de öteki ezilenler kendinde öznelik niteliği taşır. Mücadele eden özne olur; ve devrimi yapar”.

TP, şunu diyor: Kapitalizmde mücadele eden özne olur. Bir kavram olduğu için işçi sınıfı değil, ama işçiler mücadele ediyorlarsa özne olurlar. Eğer etmiyorlarsa özne olamazlar. Eğer “ezilenler” mücadele ediyorlarsa onlar özne olurlar ve mücadele eden özne aynı zamanda devrim yapan öznedir. Görünüşte pek yanlış bir şey yok. Ama anlayışın biraz sağına soluna bakarsak farklı şeyler görürüz. 1970'li yıllardan itibaren Post-Marksizm özne olarak işçi sınıfından umudu kestiği için yeni özne arayışına girişmişti ve buldu da; sosyal hareketler ve taşıyıcıları. Yani Negri'nin “çokluk”u ve TP'nin “ezilenler”i. Bunlar, sosyalist devrimin -emperyalist ülkelerde başka bir devrim düşünülmeyeceği için- özneleri oluyorlar; yani Avrupa ve Dünya Sosyal Forumundaki sosyal hareketlerin taşıyıcıları -bunların çoğunluğu antimarksisttir- sosyalist devrim gerçekleştirecekler. Bu anlayışın Türkiye versiyonunda da “ezilenler” sosyalist devrimi gerçekleştiriyorlar. TP bunu anlatıyor.

Bu durumda ne oluyor? Örneğin Marksizme veya Marksizm-Leninizme göre tarihsel misyonu gereği, en azından teorik olarak kapitalizmi yıkması gereken işçi sınıfı “yan gelmiş yatıyor”, ama “Occupy”ciler işgal diyorlar, neredeyse kapitalizmi merkezinde yok edecekler. TP, bundan ne sonuç çıkartıyor? 'İşçi sınıfından bir hayır gelmez, ne varsa hareket halinde olanlarda, “seferi” olanlarda vardır; onlar da şu an için “Occupy”cilerdir, ama yarın başkaları olabilir' diyor.. Öyleyse özne “seferi” durumda olanlardır! Bu konuda “en Marksist”, TP'den daha akıllı; hareket halinde olanların hepsini antikapitalist ilan ediyor. Antikapitalizm dünya çapında ortak duygu ve düşünceye dönüşüyor diyor; böylece dünya çapında kapitalizmi yıkacak hareket halindeki özneleri tespit etmiş oluyor; artık ne yaparsan yap, ne düşünürsen düşün “Occupy”ci olarak bütün eylemin, sana rağmen kapitalizme karşıdır!

TP de her şeye karşı! Anladık, kavram olarak işçi sınıfına karşısınız, Marksizm-Leninizme karşısınız. Lenin, en fazlasıyla bir “yükselti”dir. Tarih, öznesizdir vb. Ama aydınlanmacılığa neden bu kadar karşısınız bunu bir tülü anlayamadım. TP, hem güncel hem de tarihsel olarak aydınlanmacılığa ateş püskürüyor. Acaba TP, varoluş tarihi boyunca kendine bir “aydınlatan” misyonu mu biçti de yanı başında başka bir “aydınlanma” anlayışına karşı geliyor diye düşünüyorum. Veya tarihsel olarak baktığımıza aydınlanmacılık sürecinde sadece sınıflar söz konusu olduğu ve genel olarak “ezilenler” söz konusu olmadı diye mi ateş püskürüyor? Anlayamadım.

Nedir tarihsel olarak aydınlanmacılık? Tarihsel olarak aydınlanmacılık yükselen burjuvazinin feodalizme ve dinsel kurumlara karşı bir emansipasyon hareketidir; ilericidir; sonuçları devrimcidir. En gelişmiş haline Büyük Fransız Devriminde ulaşmıştır. Yükselen burjuvazinin iktidar olmasıyla devrimci barutu bitmiş ve onun aydınlanmacılığı da gericiliğe dönüşmüştür. Günümüzde bu gericilik kendini nasıl ifade ediyor diye sorarsak kısaca şunu söyleyebiliriz: Günümüzde burjuva aydınlanmacılık, emperyalist burjuvazinin önderliğinde insanlık tarihinde birikmiş ve tarihe mal olmuş ne kadar ilerici, devrimci değerler varsa onların hepsinin topa tutulması, yadsınması ve yok sayılması demektir. Kapitalizm, burjuva sistem, Marksizm-Leninizme karşı mücadelesinde işçi sınıfının, emekçi yığınların ve sömürge ulusların elinde kendine karşı mücadele aracı olabilecek bütün güncel ve tarihsel ilerici değerlere de saldırmaktadır. Bu mücadelesini günümüzde daha sistematik, daha kapsamlı sürdürmektedir. Emperyalist burjuvazi, insanlığı tarihsizleştirme, belleksizleştirme çabası içindedir. Bunu tekdüze görünümlü ideolojisiyle, felsefesiyle yapmamaktadır. Gerektiğinde Marksizme, Marksizm-Leninizme “sarılarak”, “sol” görünerek de mücadelesini sürdürmektedir. Örneğin Post-Marksizm bu mücadelede önemli bir rol oynamaktadır. Örneğin “ezilenlerin Marksizmi”, Post-Marksizmin bir yansıma biçimi olarak bu mücadelede belli bir yere sahiptir. Açık ki, ideolojik ve felsefi açıdan emperyalist küreselleşme ile söz konusu “post” ve “post”un da “post”u akımlar arasında; yani Althusser'cilik, yapısalcılık, yapısalcı Marksizm, Post-Modernizm, Post-Marksizm, “Ezilenlerin Marksizmi” arasında derin ideolojik bir bağ vardır. Günümüzde burjuvazinin aydınlanmacılığı budur. TP de, Post-Marksizm bağlamında bu aydınlanmacılığın bir parçasıdır.

Aydınlanmacılığı, devam eden süreçte burjuvaziye karşı iktidar mücadelesi veren; kapitalizmi yıkmak sosyalizmi kurmak isteyen proletarya devralmıştır. Proletaryanın aydınlanmacılığı da toplumsal güçleri sermaye iktidarına karşı mücadelede harekete geçirmek amacını güder. TP bundan neden rahatsız olur ki?

TP, aydınlanmacılığa neden karşı olduğunu açıklıyor:

Aydınlanmanın en büyük tarihsel sorunu, “tarih”i kendisiyle başlatmasıdır. İnsan ancak Aydınlanarak bilinçlenmiştir! Aydınlanmacı Marksizm de Aydınlanmacılığın bu en büyük tarihsel sorununu aynen devralmıştır: Tarih burjuvazi ve işçi sınıfıyla başlamıştır!”.

Tabii bu, maksatlı bir tarih yorumudur, anlayışıdır. Burjuva aydınlanmacılığının ön tarihi de vardır, sonrası tarihi de vardır. Bu anlamda burjuvazi kendi tarihini kendisi ile başlatır. Bundan doğal bir şey de yoktur. İşçi sınıfıyla birlikte de bu sınıfın tarihi başlar.

Ama TP bu anlayışta değildir. Marks ve Engels'in Bugüne kadarki tüm toplum tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir“ deyişinde TP hiçbir şey anlamaz. ”Bugüne kadarki toplum tarihi“nde burjuvazi ve işçi sınıfı var oldukları tarihsel dönemin belirleyici özneleri olarak kendi tarihlerini de yazmış olurlar. TP'yi rahatsız eden de bu tarih içinde ”ezilenler“in sınıf olmamasıdır veya ”ezilenler“in olmadığı anlayışıdır, sınıf olarak olmadığıdır.

Aydınlanmacı devrimcilik, ezilenlerin kapitalizmden önceki toplumsal formasyonlarda binlerce yıl boyunca verdiği mücadelelerin engin deneyimine hakarettir; Aydınlanmacı devrimcilik, kapitalizme geçiş koşullarında burjuvazinin devrimci temsilcileri ile işçilerden başka ezilenlerin mücadelelerine hakarettir”.

Şimdi anlaşılıyor. “Aydınlanmacı devrimcilik, ezilenlerin kapitalizmden önceki toplumsal formasyonlarda binlerce yıl boyunca verdiği mücadelelerin engin deneyimine” değer vermediği için; “Aydınlanmacı devrimcilik, kapitalizme geçiş koşullarında burjuvazinin devrimci temsilcileri ile işçilerden başka ezilenlerin mücadelelerine” önem vermediği için TP, “aydınlanmacı devrimciliği” “ezilenlerin mücadelesine” bir “hakaret” olarak görüyor.

Ama TP, Marksizmin insanlık tarihinde her ilerici, devrimci düşünceyi sahiplenerek oluştuğunu ve geliştiğini; Marksizmin burjuva toplum formasyonu öncesindeki formasyonlarda (üretim biçimlerinde); kölecilikte ve feodalizmde o sistemlere karşı; köleci, feodal düzene karşı mücadelenin yanında olduğunu; bu mücadeleleri sürdüren yığınların ilericiliğini sürekli vurgulamış olmasını bilmek ve durmak istemiyor. Marksizm bu açıdan onu ilgilendirmiyor.

Aydınlanmacı devrimcilikte “Söz konusu olan, ... toplumu aydınlatma, modernleştirme mücadelesidir. Burjuvazinin yarım bıraktığı ve gerekirse ona karşı da onun ilkeleriyle yürütülecek bir mücadeledir. Devrimci zamanında bu mücadelenin misyonu burjuvaziye aitti, bugün de ya burjuvaziyle birlikte ya da ona karşı proletaryaya ait olmalıdır. Bu anlayış, Marksizmi, burjuvazinin ilerleme mirasını devralmış bir doktrin, politik mücadeleyi işçi sınıfının ontolojik varlığına bağlı bir etkinlik –öteki her ontolojik gerçeğin ikincil alındığı bir anlayış– olarak kabul eder. Ancak, eğer burjuvazinin halletmediği, yarım bıraktığı işler varsa onları da proletaryanın üstlenmesiyle yürünecektir”.

Şimdi anlaşılıyor: Demek ki, aydınlatmacı devrimcilik “toplumu aydınlatma, modernleştirme mücadelesidir”. Bu mücadeleyi burjuvazi devrimciyken yürütmüş. Sonrasında da devrimci barutu bittiği için bu mücadeleyi proletarya devralmış ve onun yarı bıraktığı aydınlanmacılığı, gerekirse ona karşı da sürdürmüştür. Bu yapılırken “öteki her ontolojik gerçe(k) ikincil alın(mış)”. TP, “öteki her ontolojik gerçek” ile “ezilenleri” kastetmektedir.
Tarihsel materyalizmin nesnel yasaları böyle gelişmiş ve ilerlemişse bunun sorumlusu Marksizm mi? TP, her ne kadar tarihsel materyalizme inanmasa da tarihin böyle gelişmesinde “olgunlaşmış” Marks ve Engels'i sorumlu tutuyor.

Marksizmin aydınlanmacılığı açıktır ki, işçi sınıfının tarihsel misyonunu ön planda tutarak toplumsal tabakaların burjuva, varsa feodal sistemlere karşı mücadelesini içerir. TP, aydınlanmacılığın sınıfsal karakterinin olmasından rahatsız oluyor, ama “ezilensel” karakteri olsaydı, belki de bu kadar öfkelenmeyecekti!
Burada Aydınlanmacı Marksizmin iki ayrı eğilimi vardır. Biri, burjuvaziyle birlikte bugün de birtakım yolların yürünebileceğini savunur; öteki, burjuvaziyle yürünecek bir yol kalmadığını ve artık mücadelenin burjuvazinin tarihsel ilkelerini edinmiş bir proletaryanın omuzlarında, burjuvazi dahil her türden eski ilişki ve güce karşı olduğunu savunur. Yani burjuvazinin silahları ona karşı kullanılacak ve bu savaştan zafer beklenecektir! Pratik-politik Marksizm alanında yer alan örgütlerin çoğunun yaklaşımı ikincisidir”.

TP, burada çok doğru bir değerlendirme yapıyor: Gerçekten de hangi kapsamda olursa olsun demokratik devrim söz konusu olduğunda emperyalizme ve yerli işbirlikçi sınıflara karşı işçi sınıfı diğer bütün toplumsal tabakaları, TP'nin deyimiyle bütün “ezilenler”i örgütlemek zorundadır. Sosyalist devrim söz konusu olduğunda ise en yakın müttefiklerini örgütlemek zorundadır.
Türkiye’de bugün, her iki eğilimden Aydınlanmacı Marksizm anlayışı egemendir. Kürt Hareketine şu ya da bu gerekçeyle uzak duranların, mücadelede işçi sınıfına önsel ontolojik ayrıcalık bahşedenlerin, Cumhuriyetin getirdiği kazanımları –Kemalistlerle birlikte ya da onlara da karşı– savunmayı önemseyenlerin, laikliğin savunulması gereken bir ilke ve uygulama olduğunu benimseyenlerin, bugün asıl mücadelenin somut devlet aygıtının kendisine değil emperyalist güçlere karşı olması gerektiğini ileri sürenlerin, ... tümü, şu ya da bu şekilde, her zaman pratik-politik olarak değil ama, anlayış olarak bu Aydınlanmacı Marksizm, ya da daha doğru ifadeyle Aydınlanmacı sosyalizm anlayışının izleyicileridir”.

Çok doğru, onlardan birisi de benim.
TP'nin ruh halinde yazı boyunca inişlerin-çıkışların olduğunu görüyoruz; yeri geliyor, karamsarlık sergiliyor, yeri geliyor öğüt veriyor, yeri geliyor küçümsüyor, yeri geliyor cüretkarlaşıyor, adeta meydan okuyor. Örneğin şöyle:

Marksizmi genel bir sosyalizm hatta solculuk içinde eritmeyeceksek, Marksist olmak bakımından katı olmayı sürdürmeliyiz. Bu türden bir ayrım, bugün “Marksist-Leninist” birçok örgüt ve akımı Marksizm dışına atmaktan çekinmeyecektir”.

Burada biraz da tehdit var. Sanki birilerine mesaj veriyor ve verdiğini sözü tut, hizaya gel, yoksa seni de “Marksizm dışına atmaktan” çekinmem diyor. TP, kime mesaj veriyor acaba?

Kime veya “mavi boncuk” dağıttığı hangi örgüte mesaj verir, onu bilemem, ama TP, antimarksist kalmakta taviz vermemeliyiz, katı olmalıyız, ısrarlı olmalıyız diyor. “Marksizmi genel bir sosyalizm .... içinde eritmeyeceksek, Marksist olmak bakımından katı olmayı sürdürmeliyiz” sözünden başka bir şey anlamıyorum.

TP, bunu sürdürmek, “Marksizmi genel bir sosyalizm” olarak görmeye devam etmek isteyenleri “Marksizm dışına atmaktan çekinmeyece(ğim)” diyor. Anlaşılan o ki, Türkiye devrimci hareketi veya “Marksizm alanının koordinatları”nda TP'ye yakın olan örgütler; o “mavi boncuklar”la ihya edilen örgütler bir ikilemle karşı karşıyalar: Ya “Marksizmi genel bir sosyalizm...içinde eritmeyeceksek, Marksist olmak bakımından katı olmayı sürdür(ecekler)” ya da TP, bu örgütleri “bugün “Marksist-Leninist” birçok örgüt ve akımı Marksizm dışına atmaktan çekinmeyecektir”.

TP, narsizmde sınır tanımıyor. Kendini, sınırlarını belirlediği “alan”ın merkezine yerleştirmiş ve Marksizmin geleceğini kendi geleceğine bağlıyor: “Ortaya koymaya çalıştığımız Marksizm anlayışı, Marksizm alanının içinde, bugün zayıf olan ama karmaşık ve eşitsiz olarak gelişen bir etkide ifadesini buluyor. Marksizmin geleceğinin bu etkinin somut tarzlar alması ve galebe çalmasına bağlı olduğunu yürek ferahlığıyla kabul ediyoruz”. Yani 'benim önderliğimi, teorimi kabul etmeniz, ezilenlerin tarihi misyonu için ezilenlerin ideolojisi Marksizmin ışıklı yolunda ezilenlerin sosyalizmini kurma mücadelesi vermelisiniz' diyor. Bu durumda TP'nin “Marksizmi ... somut tarzlar al(mış)” oluyor. Bunu yapmadığınız durumda da TP'nin Marksizmi “galebe çalınmış” oluyor.

Evet, “mavi boncuk” sahipleri karar verebilirler!

Türkiye devrimci hareketi TP-“koordinatları“na bakarak yerini bulabilir!
TP, “Marksizm alanının koordinatları” tespit etmiş ve “Marksizm alanının özneleri”nin yerlerini belirlemiş. Yazıyı uzatmamak için bu soruna girmeyeceğim. Yalnız öncelikle “mavi boncuk” dağıttığı örgütlerin yerini, “koordinatları”n göstereceğim. Kendinizi bu “koordinatlar” içinde bulamadıysanız, söz konusu yazıyı okumanızı salık veririm.

Öncelikle, ayrımı, devrimci olan ya da devrimci duruşunu koruyan örgütler arasında aramalıyız. Bu nitelikte, eski dönemlerde alışıldığı kadar, çok sayıda örgüt kalmadığı biliniyor. Devrimci örgütlerden MLKP, TKP/ML, MKP’nin politik Marksizmin genel alanında olduğu görüşündeyiz. Önemli örgütsel varlık sorunları yaşadığı izlenen bu öznelerin, politik etkinlik bakımından da düşük bir profil çizmelerine rağmen, Marksizmin genel alanının olanca politik devrimci varlıkları olduğunu kabul ediyoruz. Bu örgütler bir varlık iddiası taşımakta ısrar ediyor. Marksizmin genel alanının öznesel karşılığını vurgulamak bakımından asıl önemli halka budur. Çünkü bu halka, Marksizmin politik devrimci çağrısını yanıtlama anlamında ülkedeki yegane ‘adres’lerden oluşmaktadır. Ancak bir başka halka daha oluşturmak gerekmektedir. Devrimci duruşunu koruyan TKİP ile, devrimci duruşunu koruduğu söylenebilecek ‘örgütsel oluşumlar’ arasında ‘TKP/K’ ile TİKB’yi de Marksizmin genel alanının daha geniş bir çerçevesinin içinde değerlendirmek mümkündür”.
TP, ikinci on yılının başlangıcında karşı karşıya kaldığı sorunları şöyle anlatıyor:

Teori ve Politika, 10. yayın yılı dolayısıyla, 2005’in başlarında, bir muhasebeye girdiğini ilan etmişti. Kendi yolunu ve misyonunu, bu kadar zaman sonra gözden geçirecek, gerekiyorsa yeniden belirleyecek ve kurgusunu bu hususu gözeterek yeniden inşa edecekti. Ancak, gelişmeler beklendiği gibi olmadı. Teori ve Politika, teşrih masasına kendini yatırmışken, kurgunun götürücü unsurunun, pratik-politik Marksistlerin yaşamakta olduğu gelişmeyi öncelikle ele almakla karşı karşıya kaldı”.

TP, varoluşunun başından beri sanki Türkiye devrimci hareketiyle “sonra birleşiriz” temelinde işbirliği yapmış gibi hareket etmiş; kendisini teoride, Türkiye devrimci hareketini de “pratik politik” işlerde (Buna pratik-politik Marksizm diyor) sorumlu görmüş. İlk on yıl zarfında “pratik-politik”çiler varlıklarını yeniden üretebilecek durumdaymışlar. İkinci dönemin başında ise TP, “pratik-politk”çilerin artık kendilerini yeniden üretmekte zorlandıkları tespitini yapıyor ve bu koşullarda misyonunun ne olması gerektiğini kendine soruyor:

Teori ve Politika’ya göre, Türkiye’de kendine yetebilen bir pratik-politik Marksizm, genel nitelikli bir Marksizm alanının götürücü bileşeni olarak varlığını yeniden üretebiliyordu. Ancak, gelinen aşamada, pratik-politik Marksizmin, yuvalandığı devrimcilik alanıyla birlikte yeniden-üretim sorunu yaşadığı görüldü. Teori ve Politika’nın kurgusunun temellerinden biri zayıflamaktaydı. Biz, politik devrimciliğin ve özel bir kanal olarak komünist devrimciliğin erime sürecinde olduğu bir ülkede ne yapabilirdik? Bu koşullarda, Teori ve Politika gibi bir oluşumun misyonu ne olmalıydı?”
TP'nin varlığı da dahil her şey, belli bir plan, belli bir model, işbölümü üzerine kurulmuş. Gerçekten çok şaşırtıcı, dünya devrimci hareketinde, sınıf mücadelesinde ender görülen bir durum. Şöyle düşünmek gerekiyor: Türkiye'de sınıf mücadelesinin şurasında burasında yer alan; kendine Marksist, Marksist-Leninist ve Maocu diyen bir dizi örgüt var. Her biri kendine göre bir “teorik-politik misyon” oluşturmuş ve o misyon doğrultusunda “pratik-politik” uygulama içinde. TP, olarak birileri bu durumu gözlüyor ve şu sonuca varıyor: Biz bu örgütlerin başında “teorik-politik misyon oluştur”(alım); onlar da, bizim misyon merkezi olarak düşündüklerimiz -teorimizi- pratikte uygulasınlar. TP, ya böyle düşünüyor ya da bu örgütlerle veya bu örgütlerden birileriyle anlaşmıştır. Her iki olasılık da cüret gerektiren bir iştir.

TP'nin aşağıdaki değerlendirmesi bana bu yorumu yaptırıyor:

Başta esas amacımız, Marksizm için bir teorik-politika misyonu oluşturmaktı. Geçen zamandan sonra, Teori ve Politika’nın bir teorik-politik akım olduğunu kabul ve iddia ediyoruz. Zayıf bir teorik-politik akım. Ancak bu bir ‘ilerleme’dir. Öte yandan, pratik-politik Marksizmin belirli bir ağırlığı kabulünden hareket ediyorduk. Bugün bu göreli ağırlığın bir alt seviyeye düştüğünü öngörüyoruz. Teori ve Politika, başta, tutarlı olduğuna kanaat getirdiğimiz bir model kurmuştu. Bugün modelin oluşturucu öğelerinin en önemlisi devreden çıkmadı ama ağırlığını, modeli yeniden kurgulamayı gerektirecek ölçüde azalttı”.

TP, gelecekteki partisini de bu modele göre tasarlamış:
Teori ve Politika misyonunu gelecekte ortaya çıkması beklenen bir partiyi esas alarak yürütüyor. Bunu şimdiki koşullarda, ezilenlerin Marksist nitelikli devrimci partisi olarak ifade ediyoruz. Bu “parti”, gerçek varoluşunun zeminini pratik-politik Marksist örgütlerde buluyor; ideolojik grup konumunda olan oluşumların ve Teori ve Politika gibi varoluş tarzlarının oluşturduğu maddi varlığı yanında, bir de giydirilmiş, ve gelecekteki bir varlığı da içeren genel bir bünye oluşturuyordu imgelemimizde. Bu parti, özel olarak, şu an ve yerde pratik-politika yapan bir parti değildi, ama bu işi üstlenen bileşenleri vardı. Geçen dönemden sonra, ezilenlerin Marksist devrimci partisinin gerçek pratik-politik ayağı zayıfladı ve bu alanda bir boşluk oluştu. Politik Marksizmin kapsadığı alan, Teori ve Politika’nın başlangıç yıllarına göre, kategorik niteliğini tartışma konusu yapacak bir şekilde küçüldü”.

Gerçekten ilginç. Türkiye devrimci hareketi içinde yer alan örgütlerde -muhtemelen “mavi boncuk” dağıttığı örgütler- TP'nin ya “adamları” var ve bunlar “entrizm” yapıyorlar; yani bulundukları örgüt saflarında “çakı gibi” mücadele ederek TP'nin görüşleri doğrultusunda ideolojik ve teorik bulanıklıklar yaratıyorlar ve TP'ye zemin hazırlıyorlar ya da TP, nasıl olsa eninde sonunda “teorik-politik misyonumu” kabul edecekler diye hareket ediyor!
Hangi ihtimalin doğru olabileceğini bilmiyorum ama çok düşündürücü!
Sonra sıra “Ezilenlerin Marksist devrimci akıncıları”na geliyor:

Teori ve Politika, 1) Asıl olarak, Türkiye’ye, daha önce ancak parçalı belirtileri görülen bir Marksizm anlayışını sokmuştur; 2) Bu Marksizmi zayıf varlığında somutlayan bir teorik-politik akım yaratmıştır; 3) Mevcudiyeti ancak görülebilecek halde, ezilenlerin Marksizmi için, düşman topraklarında etkinlik yürütebilen teorik-politik akıncılar yaratabilmiştir”.

Böcele TP, varlığı boyunca yapmış olduğu işleri sıralıyor: Türkiye'de bilinen Marksizm anlayışlarının dışında “bir Marksizm anlayışını” ithal ediyor; “Türkiye'ye sokmak” demek ithal etmek demektir. Doğrudur, ithal ettiği Marksizm, Batı Marksizmidir. Bunun yerli adı da “ezilenlerin Marksizmi”dir. TP, Batı Marksizmi-“ezilenlerin Marksizmi” temelinde “teorik-politik akım”ın temsilcisi veya kendisi olmuştur. Çok ilginç olan da 3. maddedir. TP, “ezilenlerin Marksizmi için, düşman topraklarında etkinlik yürütebilen teorik-politik akıncılar yaratabilmiştir”. Düşman topraklarıyla kastedilen ne? Üzerinde mücadele edilen topraklar kastediliyorsa o topraklar bir/iki ülke toprağıdır; “düşman toprakları” değildir. Bana öyle geliyor ki, “düşman toprakları”ıyla “mavi boncuk” dağıttığı örgütleri kastediyor ve o örgüt veya örgütler içinde “ezilenlerin Marksizmi için, ... etkinlik yürütebilen teorik-politik akıncılar yaratabilmiş” olduğunu söylüyor. TP, şu veya bu örgütün şu veya bu aktivistini, şu veya bu “önder”ini etikleyebilir ve onları “akıncılar”ım diye tanımlayabilir. Ama her şeye rağmen “düşman toprakları” kavramı açıklanmalıdır.

Açık ki, TP henüz “asker”den yoksun. Doğrudan örgütlediği “pratik-politik” “akıncıları” yok. Bunun yerine “düşman topraklarında” TP için; “ezilenlerin Marksizmi için” mücadele eden “akıncıları” var. Tam da bu nedenden dolayı “...ezilenlerin Marksizminin pratik-politik akıncılarının var olduğu söylenemez” diyor. Yani TP'nin şu veya bu örgüt içinde gizli “akıncıları” var ama “ezilenlerin Marksizmi için” açıktan mücadele veren “akıncıları” henüz yok. Her halde bunu söylemek istiyor.

Çok düşündürücü! Gerçekten de çok düşündürücü! Sağda-solda sık sık “ezilenlerin Marksizmi” kavramını duydukça insanın kafasında acaba soruları sıklaşıyor! “N'oluyor”, “akıncı” mı oluyoruz diye insan kendi kendine soru sorma gereğini duyuyor.
Siz bu acaba sorularını kendinize sorma gereğini duymuyor musunuz?

Acaba TP, “ezilenlerin Marksizmi için” mücadele edenlerin ama bu mücadeleyi bir türlü meşrulaştıramayanların ideolojik önderi mi oluyor? Herhalde öyle oluyor. Yok, yok, “herhalde” değil, gerçekten öyle oluyor. Bu durumda “yaşasın ezilenlerin Marksizmi” derseniz, “yaşasın TP” demiş oluyorsunuz! İdeolojik yönünüzü belirlemiş oluyorsunuz, Marksizm-Leninizme lanet okuyorsunuz, Batı-Marksizmini, Post-Marksizmi kutsuyorsunuz. TP veya başkaca “ezilenlerin Marksizmcileri”, sizi var eden değerleri ayaklar altına alıyor, sizi yok ediyor!
TP, on yıllık varlığı sonunda, ikinci dönem başlangıcında yeni misyonunu açıklıyor: “Misyonumuzu, başlangıçta teorik olarak oluşturuculuk olarak ifade etmiştik. Bugün bu misyonun oluşturulduğunu ama elbette tamamlanmadığını kabul ediyoruz. Bütünsel Marksizm yolunda teorik-politik bir oluşum olduk. İçinde bulunduğumuz dönemdeki misyonumuz, teorik olarak ‘kuruculuk’, politik olarak ‘oluşturuculuk’ olmalıdır. Bütünsel Marksizm yolunda teorik-politik bir girişim olmalıyız”.

Bu tanımlamadan ancak şunu anlayabiliyorum:
1-Başlangıçta teorik oluşturucuyduk. Bu işi başardık, ama tamamladığımızı söyleyemeyiz.
2- “Bütünsel Marksizm”in temelini attık; “Bütünsel Marksizm yolunda teorik-politik bir oluşum” olduk.
3-İkinci dönemde ise “misyonumuz, teorik olarak ‘kuruculuk” ve “politik olarak ‘oluşturuculuk’ olmalıdır”.

İlk dönemin başlangıcında misyon, teori oluşturuculuğuydu.
İkinci dönemin başlangıcında ise misyon, “Bütünsel Marksizm yolunda teorik-politik girişim”cilik oluyor.
Bayağı yol alınmış!
TP bu tespiti iş olsun diye yapmıyor. Bir beklentisi var. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden bağımsız olarak “Teori ve Politika'(nın), 10. yayın yılı dolayısıyla, 2005’in başlarında” çok açık bir parti beklentisi var. “Ezilenlerin Marksist devrimci partisinin politik ayağının bir temel bileşenini artık, beklenen politik girişim oluşturacaktır. Ufkumuz, beklentimiz ve dikkatimiz bu türden inisiyatiflere de yoğunlaşacaktır”.

2005'in başlarında” TP'yi bu kadar heyecanlandıracak nasıl bir gelişmenin olduğunu bilmiyorum. Ama mutlaka bir bilen vardır, biz bilmesek de en azından TP -böyle yazdığına göre- mutlaka biliyor diye düşünüyorum. Demek ki, 2005'ten bu yana TP, “Ufkunu, beklenti ve dikkatini” “beklenen politik girişim” “türünden inisiyatiflere” yoğunlaştırmıştır. beklenen politik girişim oluşturacaktır”.

TP gerçekten de sabırlı, aradan yedi sene geçmesine ve “birtakım” gelişmelerin; umut bağladığı gelişmelerin kendi dışında gerçekleşmiş olmasına rağmen sabırla bekliyor.

Ama TP'nin “Hazreti Eyüp sabrı”yla beklediğini sınıyorsanız fena halde yanılmış olusunuz.

Bu zamana kadar, kesimsel bir yerde duruyor ve bu yer kadar yükümlülük ifade ediyorduk. Pratik-politik Marksizmin gerilemesi, doldurulamayan bir boşluk yarattı. Şimdi, acil olarak bu alanda işlevlenmeyi, pratik varlık göstermeyi değil, ama zaten ideolojik girdilerle doldurulmaya çoktan girişilmiş bu alanda Marksizmin bütünsel varlığını temsil etme mücadelesi vermeyi öngörmeliyiz”.

TP, resmen ve düpedüz örgüt darbesinden, örgüt tasfiyesinden bahsediyor ve bu işi “düşman topraklarında ezilenlerin Marksizmi için etkinlik yürüten teorik-politik akıncılar”ına yaptırıyor.

Şimdi, acil olarak bu alanda işlevlenmeyi, pratik varlık göstermeyi değil, ama zaten ideolojik girdilerle doldurulmaya çoktan girişilmiş bu alanda Marksizmin bütünsel varlığını temsil etme mücadelesi vermeyi öngörmeliyiz”den başka ne anlaşılabilir?
*

5. makale

İŞÇİ SINIFI - “EZİLENLER” ve “ÇATALLAŞAN” MARKSİZM (I)
(Anadolu coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça sorulan sorular)

6. makale

ÇATALLAŞAN” MARKSİZM - “ÇAKMA” MARKSİZM (II)
(Anadolu coğrafyasında Post-Marksizm savunuculuğu)
(Sıkça sorulan sorular)


7. makale

POST-MARKSİZM - “EZİLENLERİN MARKSİZMİ”
SINIFTAN KAÇIŞIN TEORİLEŞTİRİLMESİ
(İşçi Sınıfı - “Ezilenler” ve “Çokluk”)
(Sıkça sorulan sorular)

8. makale
BİR DEMAGOGUN HEZEYANLARI

EZİLENLERİN MARKSİZMİ” - “ÇAKMA MARKSİZM”
EZİLENLERİN MARKSİZMİ” - ANTİ-SINIFÇILIK
(Sıkça sorulan sorular)

9. makale

TP'NİN İDEOLOJİK DOKUSU POST-MARKSİZMDİR (ANTİ-MARKSİZMDİR)