deneme

20 Aralık 2015 Pazar

BİR AYRIK OTU HİKAYESİ! (II)*


BİR AYRIK OTU HİKAYESİ! (II)*

Dünya Ekonomisinde Çevrim (Konjonktür) Seyri

IV-KRİZ ÇEVRİMİ-SERMAYE HAREKETİ (KONJONKTÜR HAREKETİ) VE İNİŞLİ-ÇIKIŞLI DURGUNLUK AŞAMASI

FED'n faiz artırımı açıklamasından dolayı bir ekleme:

ABD Merkez Bankası (FED) 16 Aralıkta faiz oranını artırdı. 7 yıldan bu yana neredeyse sıfır faizden 25 baz puan artırarak yüzde 0.50’ye çekti. Faiz artırmanın temel nedeni olarak da “ekonomide önemli iyileşmeler” gösterildi; iş pazarında gözle görülür istikrarlaşma, ücretlerde artış, yurt dışından kaynaklı risklerde gerileme tespitleri yapıldı. FED Başkanı faiz artırımı açıklamasında bu türden tespitleri neye dayandırdığını anlamak oldukça imkansız. Başkan Janet Yellen “Alice Harikalar Diyarında” gezinti yapıyor.

Her iki yazıda da [BİR AYRIK OTU HİKAYESİ! (I)*-Dünya Ekonomisinde Çevrim (Konjonktür) Seyri] göstermeye çalıştığımız gibi dünya ekonomisi; önemli tekil ülke ekonomileri; gruplaştırılmış ülkele ekonomileri hiç de faiz artırımını gerekli kılacak bir istikrar veya iyileşme içinde değil. Amerikan ekonomisinin, diğer emperyalist ülke ekonomilerinden biraz daha iyi durumda olması; ekonomik kriz içinde olmaması Engels'in deyimiyle gelişmesi “tırısa kalkmış” bir ekonomi olduğu anlamına gelmez. Dünya ekonomisindeki farklı gelişme eğilimleri giderek ortaklaşan ve dünya ekonomisinin bu süreçte karakterin belirleyen bir inişli-çıkışlı durgunluğa doğru gelişiyor olduğunu FED Başkanının gözünden kaçmış olduğu söylenemez.

Hal böyle olmasına rağmen bu faiz artırımı da nereden çıktı? Faiz artırımıyla FED ekonomi frenine basıyor; doların dünya çapında önemi göz önünde tutulursa dünya ekonomisindeki gelişmeyi frenliyor; şimdiye kadar neredeyse bedava olan kredi teminini pahalılaştırıyor. Açık ki, burada dünya gerçekliğiyle ilgisi olmayan iki neden söz konusu: Birincisi, ucuz dolardan kaynaklanan küresel çapta kredi patlamasını sınırlandırmak. İkincisi de toplumsal ve ekonomik yaşamda neoliberal uygulamaların şaşkına çevirdiği, çıkış yolu göremeyen insanların kendilerini bir parça da güvende hissetmelerini sağlamak, onları 2008 krizi artık sonlanmıştır düşüncesine getirmek. Bu bir algı operasyonudur ve dünya çapında burjuva medya bu algının oluşumunda üstüne düşen görevi yerine getirmiştir.

Şu veya bu nedenden dolayı burjuvazi, kapitalist sistemim savunucuları düpedüz yalan söylerler. Buna alışığız. Ama FED Başkanının böyle açıktan küstahça yalanla gerçekleri saptırmaya çalışması, bir şeyleri saklama çabasının bir yansıması olarak görülmelidir. Hiçbir şeyin yolunda gitmediğini Janet Yellen de biliyor; ekonominin gelişmesinde “tırısa kalkma” yok, ücretlerde artış yok, iş piyasasında bir iyileşme yok, hammadde fiyatları düşmekte. Petrol fiyatları dramatik olarak düşmekte. Bunların hepsi, üretmek için talebin olmadığını ifade eden göstergelerdir.

FED'in faiz artırımı dünya piyasalarında, borsalarda, merkez bankalarında olumsuz bir gelişme olarak algılanması ve ona göre tepki verilmesi gerekirdi. Ama tam tersi oldu; örneğin hisse senedi piyasaları olumsuz tepki vermediler; tam tersi yönde hareket ettiler. Türkiye gibi ülkelerden dolar küme küme kaçacak, dolar daha da kıymetlenecek dendi, hiç de öyle olmadı; örneğin dolar, TL karşısında değer kaybetti.

2008 dünya krizinin ilk döneminde „batmaması gerekecek derecede büyük“ mali kurumların batmaması için trilyonlarla ifade edilen dolar kullanıldı. Merkez bankaları, özellikle FED ekonomiyi canlandırmak için bolca dolar bası ve adeta dağıttı. Bu yazıda göstermeye çalıştığımız sonuçlar ortada. Dünya ekonomisinde bir canlanma olmadı; en fazlasıyla bir inişli-çıkışlı durgunluk sürecine girildi. Buna karşın bu paralar, „batmaması gerekecek derecede büyük“ ve bundan dolayı da batmalarına izin verilmeyen mali kurumların (bankaların, başkaca mali yatırımcı kurumların) elinde toplandı. Bunlar da bu paraları, getirisi nispeten az olduğu için üretime değil, spekülatif faaliyetlere yatırdılar. Bu arada „batmaması gerekecek derecede büyük“ mali kurumlar, ne yaparlarsa yapsınlar batırılmayacaklarının bilincine vardıkları için daha da dizginsiz spekülasyona giriştiler.

Devletlerin, işletmelerin, hanelerin dünya çapında almış oldukları kredi miktarı 200 trilyon dolar üzerinde. Faizlerin ödenmesi gerekiyor; faizlerin ödenmesi için de ekonominin sürekli büyümesi gerekir. Ama ekonomi büyümüyor. Ekonominin büyümemesi, durgunluk ve yeniden kriz borç miktarını artırıyor.
Bütün bunlar kapitalist sistemin bugün yaşamakta olduğu içinden çıkılamaz durumudur.


1- Dünya ekonomisinin seyriyle ilgili senaryolar ve gerçeklik olan eğilim
Daha önceki dünya ekonomisinin seyrini ele alan birkaç makalede muhtemel gelişmeleri göstermeye çalışmıştık; söz konusu olan birkaç senaryoydu ve dünya ekonomisi nasıl bir süreçten geçerek krizden çıkacağı üzerine görüş beyanıydı. Hatırlatacak olursak:

16.01.2010 tarihli “Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları (2)” makalesinde üçü durgunluk olmak üzere toplam altı olasılıktan bahsetmiştik. Söylenenler kısaca şunlardı:

[“Sanayi üretiminin V biçiminde gelişme seyri (olasılık I):

 
Böyle bir gelişmeyi; üretimin dibe vurmasından sonra -kısa zamanda- dik bir yükselişe geçmesini öncelikle dünya mali piyasası (mali sektör) kapitalistleri; mali kurumlar, spekülatörler vb. ummaktalar. Böyle bir gelişme, onların en kısa zamanda kumara kaldıkları yerden devam etmelerini mümkün kılacaktır. Ama nesnel durum; sanayi üretiminin seyri, mali piyasalardaki karamsarlık böyle bir gelişmenin olmayacağını; V biçiminde bir üretim artışının ve dolayısıyla kısa zamanda krizden çıkışın olanaksız olduğunu göstermektedir.
Sanayi üretiminin W biçiminde gelişme seyri (olasılık II):


Genel olarak sanayi kapitalistleri üretimin W biçiminde bir seyir izleyerek artacağı-yükselişe geçeceği ve krizden çıkılacağı beklentisi içindeler. Böyle bir gelişme mümkündür. Bu durumda Mart 2009 dünya sanayi üretiminin bu kriz sürecinde ilk dibe vuruş dönemi olur. Marttan sonra artan üretim mutlak büyüme sınırına varmadan yeniden düşer; Mart ayındaki seviyesinin gerisine de düşebilir ve sonra üretim yükselişe geçer ve krizden çıkılır. Dünya sanayi üretiminin mevcut seyri böyle bir olasılığın gerçeklik olmasına uygundur.

Sanayi üretiminin durgunluk içinde gelişme seyri (olasılık III)-Durgunluk (I):


Üretimde durgunluğun üç biçimi var. Burada I. durgunluk olarak tanımladığımız durgunluğu L durgunluğu olarak da tanımlayabiliriz. Japon ekonomisinin genellikle 1990-1994 dünya krizinden bu yana gösterdiği gelişme tam da bu durgunluğu ifade eder. Dolayısıyla ekonominin L biçimindeki seyrinin ne anlama geldiğini anlatmak için, Japon ekonomisinin 1990-1994 dünya krizinden bu yana gelişmesini anlatmak yeterlidir...

OECD-toplamı bazında dünya sanayi üretimi Şubat 2008'deki en yüksek seviyesinden (2005=100 bazında yüzde 8,9 oranında mutlak büyüme) Mart 2009'da yüzde 10,2 oranında mutlak gerileyerek dibe vuruyor. Şimdi üretimin bu seviyesinden yavaş yavaş; inişli-çıkışlı bir gelişmeyle; mutlak küçülerek ve mutlak büyüyerek yıllarca süren bir süreçten sonra çıkacağı bir ihtimal olarak kabul edilmektedir. Bu durumda “Japon hastalığı”, dünya sanayi üretimi hastalığına dönüşmüş olacaktır. Böyle bir gelişme de gerçekleşebilir bir olasılıktır.

Sanayi üretiminin mutlak küçülme eğilimli durgunluk içinde gelişme seyri (olasılık IV)-Durgunluk (II):

 
Dünya ekonomisinin böyle bir durgunluk sürecinden geçmesi de olasıdır. Böyle bir gelişme 1929-32 krizi ve sonrasında yaşanmıştır. 1925/29=100 bazında kapitalist dünya üretimi ancak 1936 yılında mutlak büyümeye geçebilmişti; yani krizden 3-4 yıl sonrasında da belli bir durgunluk aşaması yaşanmıştı. 1929'dan 1936'ya üretim aşama aşama gerilemiş ve sonra da artmaya başlamıştı. Bu kriz sürecinde üretim ancak 3 sene sonra dibe vurmuş ve sonra yükselişe geçmiştir.

Sanayi üretiminin inişli-çıkışlı durgunluk içinde gelişme seyri (olasılık V)-Durgunluk (III):

...Burada söz konusu olan, konjonktür çevriminde (kriz-durgunluk-canlanma-yükseliş) yükseliş aşamasının çevrimin bir aşaması olmaktan çıkması ve yerini inişli-çıkışlı durgunluğun almasıyla konjonktür çevriminin üç aşamalı olmasıdır. Özellikle 20. yüzyılın son çeyreğinden bu yana emperyalist ülkelerde konjonktür çevrimindeki bu değişim görülmektedir. Şu veya bu ülkede, örneğin bazen Japonya'da, Almanya'da veya ABD'de üretimin yüksek artışı bu değişim gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Dünya ekonomisinin mevcut durumu; özellikleri, şu veya bu faktörün karakteri üretimde bu türden bir seyir izleneceğini; dünya üretiminin muhtemelen 20011 yılından sonra konjonktür çevriminin inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına varacağını göstermektedir. Yani veriler, dünya ekonomisinin bu türden bir durgunluğa girme olasılığının çok yüksek olduğunu göstermektedir.
Konjonktür, dünya ekonomisi nasıl gelişecek; mevcut durum hangi olasılıkların gerçeklik olmasına maddi zemin oluşturacak? Bu ve benzeri sorular, geniş bir yelpazede yer alan uzmanlar, iktisat kurumları vb. tarafından taraşılmaktadır. Birçok olasılık sıralanmaktadır. Ekonomi dergisi “Capital”de (Almanya) dört senaryodan bahsedilmektedir (www. capital.de, 27.12.2009). Tabii bu senaryoların gerçekleşmesine maddi zemin oluşturabilecek gelişmelerin yanı sıra gerçekleşme olasılığını azaltan olgular da var.
Birinci senaryoya göre ekonomi hızla toparlanıyor ve yükselişe geçiyor ve buna paralel olarak da enflasyon artıyor; kredi muslukları açılıyor, yatırımlar yapılıyor, tüketim harcamaları artıyor, ama aynı zaman tüketici fiyatları da yükseliyor. Tekelci sermayenin sözcüsü bu dergiye göre böyle bir senaryonun gerçekleşme olasılığı yüzde 50.
Böyle bir gelişmenin olabilmesi için ön koşul olarak, bankaların bilançolarında temizliği tam yapmış olmaları gerekiyor.
Amerikan ekonomisinin 2009'un 3. çeyreğinde yüzde 3,5 oranında, Çin ekonomisinin yüzde 8,9 oranında büyümesi, bankaların yeniden kar yapmaya başlamaları, işletmelerin zorlukla karşılaşmadan borç para (kredi) bulabilmeleri böyle bir olasılığın gerçekleşmesi için maddi faktörler olarak görülüyor.
Yukarıda grafiklerle gösterdiğimiz I. ve II. olasılıklar (V ve W biçiminde büyüme) şu veya bu biçimde bu senaryoya tekabül etmektedir.

İkinci senaryonun adı “durgunluk” veya “Japon ilişkileri”dir. Banka bilançolarında kara delikler var. Tüketiciler tüketmemek; satın almamak için adeta ortak karar almışlar. Söz konusu dergiye göre böyle bir senaryonun gerçekleşme olasılığı yüzde 15.
Bu “banka krizinden sonraki uzun dönem dermansızlığının nedenleri her şeyden önce iş piyasasındadır” tespitini yapıyor söz konusu dergi; kriz uzun sürüyor, krizden sonra birçok işçi yeniden iş bulamıyor. Böylece iktisadi büyüme düşüyor. Diğer taraftan iş yerini kaybetme korkusu harcamaları (tüketimi) frenleyici bir rol oynuyor. Böyle bir süreç şu veya bu ölçüde deflasyona da zemin hazırlıyor; fiyatlar düşüyor, tüketiciler gereksinimlerini temin etmeyi erteliyorlar.

Diğer bir neden de krizin geriye bıraktığı yüksek borçlar. Bu borçları ödemek yılları alıyor, kredi muslukları açılmıyor ve devlet ekonomiyi sürekli, konjonktür paketleriyle desteklemek zorunda kalıyor.

Japon ekonomisi böyle bir senaryo için örnek olarak gösteriliyor (Yukarıda bahsettiğimiz III. olasılık -L biçiminde gelişme). 1980'li yılların sonunda spekülasyon balonunun patlamasından sonra Japonya, ağır bir banka kriziyle; hisse senedi ve gayrimenkul fiyatlarının çökmesinden sonra bankalar ve başkaca mali kurumlar yığılmış batık kredilerle karşı karşıya kaldılar. Bilançoları temizlemek on seneden fazla bir zaman aldı ve Japon ekonomisi bu sorunla boğuşmaya hala deva etmektedir. Japonya bu süreçte olağanüstü borçlanmıştır; Borç miktarı 2008'de yurt içi brüt üretimin yüzde 172,1'ine ve 2009'da da yüzde 185,3'üne tekabül etmektedir.

Üçüncü senaryo derinleşen kriz; “krizden sonra kriz”. Önce ekonomide dibin görüldüğü sanılıyor; üretimde yeniden bir kıpırdanma, hatta yükseliş başlıyor ve belli bir noktadan sonra yeniden küçülüyor ve ilk küçülme noktasından da geriye düşüyor. Yukarıda bahsettiğimiz IV. olasılık böyle bir gelişmeye tekabül ediyor. 1929-32 krizinde bu türden kriz gelişmesi yaşanmıştır. Söz konusu dergiye göre böyle bir senaryonun gerçekleşme olasılığı yüzde 30.

Dördüncü senaryon hiper enflasyon (yüksek enflasyon). Bütçe açıkları daha da artar, para bolluğundan geçilmez olur. Söz konusu dergiye göre böyle bir senaryonun gerçeklik olma olasılığı ancak yüzde 5.
Bir ihtimale göre ekonomi beklenenden daha hızlı büyür. Bu süreçte açılmış kredi musluklarını kapatmak; piyasadaki parayı yeniden toplamak ekonominin büyüme süresinden zamansal olarak daha yavaş gerçekleşirse, piyasalardaki dolaşan para yükselen enflasyona neden olabilir; sendikalar yüksek ücret talep ederler, tekeller fiyatları yükseltirler, hammadde fiyatları artar, yatırımcılar/spekülatörler maddi değerler alanına kayarlar; böylece enflasyon kendi kendini ateşler (Capital).

Başka bir ihtimal de ekonomi dibi gördü, krizden çıkıyoruz diye iyimserlik havasının yayıldığı dönemde ekonominin ilkinden daha da geriye düşmesi; daha derin bir dibe yuvarlanmasıdır. Yani 1929-32 krizinde yaşanan durum. Böyle bir ihtimal düzene, alınan kararlara güveni sarsar. Devlet kötüye gidişi durdurmak için kapsamlı teşvik paketleri hazırlar; ekonomiye devasa miktarlarda para pompalar; devlet iflasları, paradan kaçış (değerli madenlere -örneğin altın- yöneliş), kağıt para krizi gündeme gelir.

Amerikan hükümetinin sadece 2009 yılında piyasaya 2,5 trilyon dolar sürdüğü göz önünde tutulursa böyle bir gelişmenin maddi koşulları hiç yok denemez”]
Tek tek ülke ekonomileri analiz edildiğinde yukarıda belirtilen olasılıkları bir biçimiyle görebiliriz. Ama bu sadece o ülke ekonomileri için geçerli olur, genelleştirilemez. Örneğin L biçiminde bir gelişme Avro Bölgesi genelinde geçerli olabileceği gibi V biçiminde bir gelişme Türkiye ekonomisinde geçerlidir. Veya yukarıdaki ülkeler ve ülke gruplarıyla ilgili grafiklere bakarak söz konusu bu olasılıklardan hangisinin hangi ülkeler veya ülke grupları için geçerli olabileceğini görebilirsiniz. Her halükarda bu biçimler tekil olup dünya ekonomisinin genel seyrini karakterize etmemektedir.

24.06.2009 tarihli “Gerçekler ve Kurgu Dünyası” makalesinden:
[“Kapitalist ekonomi, nispeten uzun süren bir durgunluk döneminden geçerek krizden çıkma eğilimine girmiştir; çok sayıda faktör bu gelişmeye işaret etmektedir. Tabii bu eğilimi altüst edebilecek, başka yöne çevirebilecek gelişmeler de olabilir. Örneğin önde gelen emperyalist ülkelerin ekonomisini doğrudan ve güçlü olarak etikleyen bir savaş, bu ülkelerde ve genel olarak bütün dünyada askeri-sanayi kompleksini güçlendirecektir; bolca savaş ve onunla bağlam içinde olan sektörlerde yatırımları canlandıracak, bu da kaçınılmaz olarak ekonomide yapay ama etkili bir canlanmaya neden olacaktır. Böyle bir durumda kapitalist dünya ekonomisi mevcut krizinden hızla çıkmanın ötesinde belli bir dönem de, savaşın beraberinde getireceği yıkımdan kaynaklanan talebi karşılamak için bolca üretim yapacaktır. Tam tersi bir durum, dünya politikasını ve ekonomisini etkileyecek kapasitede olan şu veya bu ülkede devrimin veya bölgesel devrimlerin gerçekleşmesidir. Bu durumda kapitalist ekonomi açısından ölüm çanları çalmaya başlamış demektir. Kapitalizme/emperyalizme özgü toplumsal ve ekonomik çelişkilerin mevcut gelişmişlik durumu bu her iki ihtimalin yakın dönemin bir sorunu olmadığını göstermektedir. Tabii farklı gelişmelerin de olabileceğini; olabileceği ne demek, olduğunu savunan çevreler de var. Bu çevrelerin bir kısmının dünyanın geleceği hakkındaki söylemlerine, en azından bir kısım söylemlere bakacak olursak, mücadele etmenin bir anlamının kalmadığı sonucuna varırız. Onlar, kapitalizmi mücadelesiz çökertme yeteneğinde olanlardır. Özellikle krizin şiddetli ve durgunluğun olduğu dönemlerde genellikle “sol” radikal çevreler, kapitalizmin sonundan, can çekişen kapitalizmden bahsederler, şimdi kapitalizmin sonundan çokça bahsedilmesi gibi.
Ama öznenin hesaba katılmadığı, onun eylemi dışında kapitalizmin her kriz döneminde, kriz sürecinde açığa çıkan çelişkilerini çözdüğü için ayakta kalmasına şaşıp kalırlar ve kapitalizmi kendiliğinden çökertme teorilerini bir dahaki krize kadar rafa kaldırırlar.

Siyasal sonuçları dikkate alınmadan salt ekonomi bazında sayısız senaryolar üretilmektedir. Birkaç örnek: Bir senaryo, 1929-1932 krizinin tekrarlanacağı üzerine kurulmuş. Başka bir senaryo, Japonya'nın 1990'dan buyana yaşadığı ekonomik koşullar yaşanacaktır anlayışı üzerine kurulmuş. Başka bir senaryoya göre enflasyon artacak. Bir başka senaryo da hiper enflasyon ve para kıyımı üzerine kurulmuş. Bu senaryoların hepsinde mutlaka bir parça gerçeklik vardır, ama her bir senaryo, senaryo olarak mı gerçekleşir, yoksa senaryoların karışımından oluşan başka bir gelişme mi söz konusu olur, bunu şimdiden tespit etmek için kahin olmak gerekir. Tabii her şeyi daha baştan hep doğru bilenlerin olduğu dünyada yaşadığımıza göre, iradi tespitlerle dünyanın geleceğine yön verenler çıkarsa hiç şaşmam. Bu senaryolar gerçekçi değil, ama kendimi bir senaryoya göre hazırlamak istiyorum diyorsanız, geriye iki alternatif kalıyor: Birinci alternatif, Nostradamus'a baş vurmaktır. 1503'de doğmuş olan bu Fransız kıyamet günü ustasının; bu “kutsal” kahinin birkaç asırlık dağarcığında bugünlere ışık tutacak bir şeyler olabilir. Kim bilir!
İkinci alternatif de kıyamet günü tellallarına sormaktır!
...
Bu kriz hangi yönde gelişebilir? İnsanlık ne türden gelişmelerle karşı karşıyadır? Bir de buna bakalım. Esas itibariyle dört gelişme söz konusu olabilir.

Birinci gelişme:
Yaşanan krizden nispeten hızlı bir çıkış olabilir ve kriz daha bu sene içinde sonlanabilir. Bu durumda burjuvazi krizden pek fazla bir sonuç çıkartma gereği görmez ve “korktuğumuza değmedi” der ve birtakım kaçınılmaz düzenlemelerle kaldığı yerden devam eder.
Ama böyle bir gelişmenin gerçekleşmesi pek mümkün gözükmüyor; bu, imkansızın gerçekleşmesi anlamına gelir; krizin mevcut etkisi ve kapsamı böyle bir olanağı dışlıyor.

İkinci gelişme:
Yaşanan kriz, kapitalist sistemin temellerini sarsar. Uluslararası iktisadi ilişkilerde anarşi hakim olur. Derinleşen ve kapsamlaşan kriz dünya çapında görülmemiş bir işsizliğe neden olur. Dünya çapında yoksuluk dayanılamaz boyutlara varır. Emperyalist ülkeler de dahil dünyanın birçok ülkesinde siyasi krizler patlak verir; hükümet üstüne hükmet değiştirme süreci başlar. “Güçlü el”, “tek el” sesleri yükselmeye başlar; otoriter rejimlerin yolu açılır. Her bir ülke kapıları kapatır; korumacılık akıl almaz boyutlara varır. Sermaye ve üretimin uluslararasılaşması çöker. AB dağılır veya dağılma sürecine girer. Korumacılığı esas alan ve savaş hazırlığı içinde olan ülkeler, birçok uluslararası siyasi, ekonomik ve askeri anlaşmayı tanımadığını ilan eder.
Sosyal devlet olgusu tamamen rafa kaldırılır. Burjuva demokrasisinin yerini açıktan gerici, faşist veya faşizan rejimler almaya başlar.
Bazı ülkelerde kendiliğindenci ayaklanmalar gündeme gelir, örneğin 2000'li yılların başında Arjantin'de olduğu gibi.
Kapitalizm çökmez, ama geçerli olan mali sistem,; ulusal ve uluslararası düzenlemeleri çöker.
Dünyanın böyle bir gelişme ile karşı karşıya kalma ihtimali de oldukça zayıftır. Çin, Hindistan, Brezilya gibi ülkelerin krizde olmamaları, dünya ekonomisinde böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi önünde engeldir; bu ülkelerde üretim dünya kapitalist sistemine nefes aldırır. Bunun ötesinde uzun da olsa belli bir zaman sonra emperyalist ülkelerde sanayiye yatırımlar yeniden başlar.
Bu, gerçekleşme şansı oldukça düşük bir ihtimaldir.
Üçüncü gelişme:
İşçi sınıfı ve müttefikleri kriz ortamının sunduğu olanakları da değerlendirerek iktidarı ele geçirme mücadelesine girişirler; daha doğrusu sınıf mücadelesini, iktidara gelerek yeni bir aşamaya taşırlar; dünyanın şu veya bu ülkesi, şu veya bu bölgesi emperyalizmden, kapitalizmden arındırılmış olur. Bu ihtimalin gerçekleşebilmesi için bu mücadeleyi sürdürecek derecede güçlü komünist partilerin olması gerekir. Böyle bir durum dünya çapında söz konusu olmadığına göre bu ihtimalin gerçekleşmesini de beklenmemelidir.

Dördüncü gelişme:
Ekonomik kriz derinleşerek devam eder, ama ikinci ihtimalde anlatılanlara yol açmaz ve durgunluk aşamasına girer; Stalin'in 1929 krizinden sonrası için tespit ettiği “özel tipten bir durgunluk” söz konusu olabilir.
Mevcut temel eğilimler bunu gösteriyor”]

Uluslararası alanda sağdan ve soldan birtakım çevrelerin, bir kısım emperyalist burjuva ideologların, ekonomi uzmanlarının uzun sürecek bir krizden, belli bir dönem ekonomide büyüme oranlarının düşük olacağından bahsetmeleri ve 1930’lu yılları örnek göstermeleri pek ilginç değil. Yeni bir olgudan bahsetmiyorlar. Komünist önderler, dünya kapitalizmini, ekonomik krizi analiz etmişler ve bugün çokça sözü edilen “durgunluk” olgusu üzerinde durmuşlardır. Nispeten uzun süren durgunluk, “özel tipten durgunluk” önce Engels ve sonra da Stalin tarafından analiz edilmiştir.

15.08.2010 tarihli “Kriz Karşılaştırması - Dünya Ekonomisi Üzerine Notlar” makalesinde de soruna ilişkin olarak şu tespit yapılıyordu:

[“III-Kriz Çevriminin Gelişme Aşaması ve “Özel Tipte Durgunluk” İhtimali
...
Yaşanmakta olan krizin dibe vurma sürecinde kriz dibe vurduktan sonra nasıl bir seyir izler, krizden çıkış nasıl olur üzerine birçok ihtimal söz konusuydu... Şimdi krizin dibe vurmasından sonra 13 ay geçti. Geçen bu zaman zarfında sanayi üretiminin seyri bazı ihtimallerin maddi temelinin kalmadığını göstermektedir.

Sanayi üretiminin V çizerek krizden çıkma olasılığının maddi nedeni kalmamıştır. Bunun olabilmesi için üretimin dibe vurmasından sonra -kısa zamanda- dik bir yükselişe geçmesi gerekirdi. Ama ... sanayi üretiminde böyle bir gelişme olmamıştır. V biçiminde gelişme kısa zamanda krizden çıkılacağı anlamına gelir ki, nesnel durum böyle bir gelişmenin olamayacağını göstermektedir.

Sanayi üretiminin W biçiminde gelişme olasılığı da giderek zorlaşıyor. Sanayi üretimin W biçiminde bir seyir izlemesi, dibe vurduktan sonra artışa geçmesi, belli bir zaman sonra yeniden gerilemesi ve sonra yükselmeye başlaması (W biçimi) artık pek olanaklı gözükmüyor. Mart 2009'dan sonra artan üretim mutlak büyüme sınırına varmadan veya geçtikten sonra da yeniden düşer; Mart ayındaki seviyesinin gerisine de düşebilir ve sonra üretim yükselişe geçer ve krizden çıkılır. Böyle bir gelişme kesinkes olamaz düşüncesinde değilim, ama sanayi üretiminin genel seyri bu ihtimalin gerçekleşmeyeceği yönünde.

Geriye sanayi üretiminin durgunluk içinde gelişmesi kalıyor. Üretimde durgunluğun üç biçimi var. ... Her üç durgunluk senaryosunun da gerçekleşmesi mümkün.

2- Kriz çevriminin ne öldüren ne de onduran aşaması -
Özel tipte durgunluk ve dünya ekonomisi

Evet, sanayi üretiminde belli bir artış var, ama bunun yanıltıcı olabileceği; ekonominin kısa bir zaman zarfında yükselişe geçemeyeceği, uzun süren bir durgunluğa girebileceği üzerine emperyalist burjuvazinin ekonomistleri de dikkati çekiyorlar. Buna da 1873 ve 1929 krizlerini örnek olarak gösteriyorlar. Engels ve Stalin tarafından incelenen bu olgu üzerine burjuva ekonomistler de doğru örnekler veriyorlar. Gerçekten de yaşanmakta olan krizden hızlı bir çıkışın maddi temeli yok. Şüphesiz ki, üretim önümüzdeki dönemde -belki de 2010 yılı ortalaması itibariyle- mutlak küçülmeden mutlak büyümeye geçmiş olacak. Ama bu, ekonominin kısa zamanda yeniden dolu dizgin üreteceği, çevrimin yükseliş aşamasına varacağı anlamına gelmez. Bunun böyle olmadığını 1873 ve 1929 krizlerinde gördük. Şimdi de böyle bir durumla karşı karşıya kalmanın maddi nedenleri var.

Kapitalist ekonomide kriz sonrası durgunluk olgusu ilk kez Engels tarafından tespit edilmiştir. 1873 kriz sonrasıyla ilgili değerlendirmesinde Kapital III’e yaptığı bir ekte şöyle der:
Daha önceki 10 yıllık döngüleriyle, devresel süreçlerin had biçimi, yerini –çeşitli sanayi ülkelerinde çeşitli zamanlarda yer alan- işlerde nispeten kısa ve hafif bir iyileşme ve nispeten uzun ve belirleyici olmayan, daha kronik ve daha uzun süreli baskıya bırakmıştır. Belki de burada söz konusu olan, döngülerin sürelerinin uzaması sonucudur”(15).

13 Kasım 1885’te Engels, Danielson’a yazdığı mektubu şu paragrafla noktalar:
1870’den beri Almanya ve özellikle de Amerika modern sanayide İngiltere’nin rakipleri oldular. Bunun sonucu, fazla üretim sürecinin, İngiltere’yle sınırlı oluşundan daha büyük bir sahaya yayılması ve en azından şimdiye kadar had (akut -çn.) yerine kronik karakter almasında önceleri on senede bir atmosferi temizleyen bu fırtınanın gecikmesi sayesinde bu uzun devam eden kronik buhran (depresyon -çn.), şimdiye kadar eşi görülmemiş güçte ve genişlikte bir krizi hazırlayacaktır. Bu, yazarın bahsettiği ve bütün Avrupa ülkelerine sirayet eden tarım krizinin şimdiye kadar devam etmesiyle daha da kaçınılmaz olacaktır. Ve tarım krizi Amerika’nın batısındaki bakire siyah topraklar yorgunlaşana kadar devam edecektir” (16).

İngiltere'de Çalışan Sınıfın Durumu” yapıtının Almanca baskısına yazdığı önsözde Engels şöyle der:
Her on yılda bir sanayinin seyri, genel bir ticari krizle sert bir kesintiye uğruyordu. Bunu, kronik halsizliğin uzun bir döneminden sonra kısa, birkaç yıllık bir gönenç dönemi izliyor ve her zaman hummalı bir aşırı üretim ve onun sonucu olan yeni bir çöküşle sona eriyordu...”

1866 krizini gerçekten de 1873 dolayında kısa süreli ve hafif bir ticari yükseliş takip etti, ama bu uzun sürmedi...1876'dan bu yana bütün başat sanayi kollarında süreğen bir durgunluğa girdik. Ne tam çöküntü geldi ne de çöküntü öncesi ve sonrasında hak ede geldiğimiz özlenen gönenç. Öldürücü bir sıkıntı, bütün işkollarında ve bütün pazarlarda süreğen bir mal fazlalığı - yaklaşık on yıldır yaşadığımız bu. Bu nasıl oluyor?”

“…Modern sanayinin koşulları, buhar gücü ve makine donanımı; yakıt, özellikle kömür olan her yerde yerine getirilebilir ve İngiltere'nin yanı sıra başka ülkelerde -Fransa, Belçika, Almanya, Amerika, hatta Rusya'da- kömür vardır. Ve oralardaki insanlar, sırf İngiltere'nin şanı-şerefi ve daha büyük bir zenginlik elde etmesi uğruna, İrlandalı yoksul çiftçilere dönüştürülmenin hiçbir yararı olmadığını gördüler. Kararlı bir biçimde, yalnızca kendileri için değil, ama dünya için mal üretimine giriştiler ve sonuç şu ki, İngiltere'nin neredeyse bir yüzyıldır tadını çıkardığı imalat tekeli geri döndürülemeyecek biçimde kırıldı...”
Bu tekel ayakta kaldığı sürede bile pazar, İngiliz sanayinin artan üretkenliğine ayak uyduramıyordu; sonuç, on yıllık bunalımlardı” (17).
Engels'in işaret ettiği, Stalin'in “özel tipten durgunluk” dediği bu olgu neyi ifade ediyor?

26 Ocak 1934’te SBKP- XVII. Kongresine sunduğu siyasi raporda Stalin şöyle diyordu:
Kapitalizm, işçilerin emek yoğunluğunu arttırma yoluyla sömürülmelerini artırarak işçilerin sırtından; emeklerinin ürünü olan maddeler üzerinde, gıda maddeleri ve kısmen de hammaddeler üzerinde en düşük fiyat politikası uygulayarak çiftçilerin sırtından; emeklerinin ürünlerinin, esasen hammaddelerin ve sonra da gıda maddelerinin fiyatlarını daha da düşürerek sömürge ve ekonomik bakımdan zayıf ülkelerin köylülerinin sırtından, sanayinin durumunu biraz hafifletmeyi başardı.
Bu, sanayinin yeni bir yükselişini ve yeni bir açılıp gelişmesini beraberinde getiren krizden olağan bir durgunluğa geçişin söz konusu olduğu anlamına mı gelir? Hayır, bu anlama gelmez. Her halükarda şu durumda kapitalist ülkelerde sanayinin yeni bir bir yükselişini gösteren ne doğrudan ne de dolaylı emareler vardır. Dahası: öyle geliyor ki, en azından yakın gelecekte böylesi emareler hiç olmayacaktır, olmaz da. Çünkü kapitalist ülkelerin sanayisinin biraz da olsa ciddi bir yükselişe ulaşmasını imkansız kılan bütün o olumsuz koşullar etkilidir. Burada söz konusu olan, kapitalizmin devam eden genel krizidir. Ki bu kriz temelinde, ekonomik (aç. Stalin) kriz cereyan etmektedir; işletmelerin kronikleşmiş düşük kapasite çalışması; tarım krizini sanayi kriziyle iç içe geçmesi; olağan yükselişin başlangıcını haber veren sabit sermayenin biraz da olsa anlamlı bir yenilenmesi için eğilimin yokluğu vs. vs.

Açık ki burada, sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunlukla karşı karşıyayız” ( aç. İ.O.)(18).
Daha önceki krizlerde olduğu gibi 1873 krizinde ekonominin kriz döneminden hemen sonra dik bir yükseliş (üretimde V biçiminde bir gelişme) içinde olduğunu görmüyoruz. Tersine, krizden sonra ekonomi, uzun bir dönem durgunluk aşamasına giriyor. Bu olgu, 1825’ten sonra kapitalizmin fazla üretim krizlerinde ilk defa ortaya çıkıyordu.

1873 krizinden sonra kapitalist ekonomilerde uzun süren ve en derin noktasına 1878/79’da varan bir durgunluk dönemi yaşanır. Ancak bu durgunluk (depresyon) dönemi aşıldıktan sonra kapitalist ülkelerde yeniden bir ekonomik canlanma, yükseliş başlar. Yeniden, kapsamlı sabit sermaye yatırımları, yeni işletmeler vs. gündeme gelir.

1929 krizi döneminde görülen özel cinsten depresyonla kast edilen, tek tek kapitalist ülkelerde ve bir bütün olarak kapitalist ülkelerde sanayi üretiminin; sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin hiç gerçekleştirilmediği veya da az boyutlarda gerçekleştirildiği değildir. Soruna bu açıdan baktığımızda hiç de öyle “özel cinsten bir depresyon”dan bahsedemeyiz. Çünkü bu dönemden sanayi üretimi; sermayenin genişletilmiş yeniden üretimi hem kapitalist dünya hem de tek tek kapitalist/emperyalist ülkeler açısından çeşitli boyutlarda gerçekleştirilmişti. Burada söz konusu olan, sanayi üretiminin, yeniden, en dip noktasından daha geriye düşmeden, ama aynı zamanda yükselişe de geçmeden sergilediği seyirdir”]

Stalin'in belirttiği “Sanayi çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayiyi çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunluk” ifadesini ekonomide nasıl bulmaktadır?

Daha önceki birçok makalede, örneğin 16.01.2010 tarihli “Kriz Karşılaştırması ve Krizden Çıkış Senaryoları (2) (Aynen Kitaplarda Yazıldığı Gibi Klasik Bir Ekonomik Kriz Süreci)” makalesinde bu konu ayrıntılı olarak ele alındı ve 2011 yılından sonra böyle bir inişli-çıkışlı durgunluk sürecinin gündeme geleceği belirtildi. Gerçekten de baş taraftaki grafiklerden de anlaşılacağı gibi dünya ekonomisinin mevcut durumu; özellikleri, şu veya bu faktörün karakteri üretimde bu türden bir seyir izleneceğini; dünya üretiminin muhtemelen 2011 yılından sonra konjonktür çevriminin inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına vardığını göstermiştir.

Şimdi bu gelişmeyi birkaç grafikle gösterelim.

Sanayi üretimindeki gelişme, dünya ekonomisinin genel durumu ve yapılan tahminler, önümüzdeki dönemde büyümenin küçük oranlarda -diyelim ki yüzde 1-2 mutlak büyüyerek veya dönem dönem de yüzde 1-2 oranlarında mutlak küçülerek devam edeceğini göstermektedir. Sanayinin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçmesi, ama olağan bir durgunluğa değil, yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayinin çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunluğa geçişi üretimin + 1-2 ve -1-2 bandında seyretmesinden başka bir şey değildir. Bu büyüme oranlarında sanayi üretimi ne krizin dip noktasına ne de yükseliş aşamasına varmış olur. Aslında bu değerleri +2,5 ve -2,5 büyüme bandına da çekebiliriz. Bu büyüme oranları da sanayide krizin dip noktasını görme veya yükselişte olma anlamına gelmez. Aşağıdaki grafiklerde üst değeri +2 ve 2,5 alt değeri de -2 ve 2,5 olarak sınırlandıracağız.
İnişli-çıkışlı durgunlu sürecini en iyi olarak zincirleme endeksle gösterebiliriz.

2.1-Dünya sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk 
 
 
Aralık 2013-Mayıs 2015 arasında (değerleri 2013 öncesine de çekebilirsiniz) dünya sanayi üretimi 1,19 ve -0,47 arasında büyüyor veya küçülüyor; üretim veya çevrim ne yükselişe ne de kriz denebilecek bir düşüşe geçebiliyor.





2.2-Önde gelen emperyalist ülkeler sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk

Sanayi üretiminin yıllara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:

Amerikan sanayi üretimi, yıllık bazda krizden çıkmış olmanın da bir ifadesi olarak durgunluk sürecinde değil. Alman sanayi üretimi de 2011 yılında yüzde 8,7 oranında bir büyümeyle sıra dışı kalıyor. Alman sanayi üretimi diğer yıllarda ve İngiltere ve Fransa sanayi üretimi de verili dönem boyunca yıllık bazda inişli-çıkışlı durgunluk içinde kalmıştır.

Sanayi üretiminin yılın çeyreklerine göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:

Sadece Japon sanayi üretimi belli çeyreklerde söz konusu bandın üst ve alt sınır değerlerini aşıyor. Ama bu aşma durumu 17 çeyreklik bir üretim sürecinin seyrini değiştiremiyor; üretimi yükselişe geçiremediği gibi krize de sürükleyemiyor; ne onduruyor ne de öldürüyor.
Verili dönemde diğer ülkelerde sanayi üretimi ideal-klasik bir inişli-çıkışlı durgunluk aşamasına denk düşüyor.

Sanayi üretiminin aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:


Ekim 2011'den günümüze kadar olan dönemde bu ülkelerde aylık sanayi üretiminin seyri, Almanya, Japonya ve İngiltere örneğinde olduğu gibi bazı aylarda belirtilen inişli-çıkışlı durgunluk bandını aşan büyüme ve küçülme gösterse de sonuç itibariyle ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk süreci sergilemektedir. Amerikan sanayi üretimin de ise gerçekten ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk görülmektedir.

2.3-Entegre ülke grupları sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk süreci:

Sanayi üretiminin yılın çeyreklerine göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:
Aşağıdaki grafikte ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşaması nasıldır sorusunun cevabını görüyoruz. 2011-2015 arasında sanayi üretimi ne onduruyor ne de öldürüyor; üretim ne kriz çevriminin yükseliş aşamasına götürüyor ne de krize sürüklüyor. Üretim + ve – 2 bandı arasında kalıyor.
















Sanayi üretiminin aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:
Bu ülke gruplarında sanayi üretiminin kriz öncesindeki en yüksek seviyesinden bu yana aylık gelişme bazında ele aldığımızda üretimin seyrindeki değişimi -kriz çevriminin aşamalarını daha çıplak bir biçimde görürüz.

Kriz sürecinde üretim, her bir ülke grubunda farklı boyutlarda mutlak geriliyor; yüzde -4,2'ye kadar düşüyor.

Mayıs 2009'dan itibaren üretim artışı oluyor, üretim AB grubunda en fazla yüzde 2,3 oranında artıyor. Diğerlerinde üretim artışı 0,5-1,9 arasında değişiyor. Bu boyutlarda bir üretim artışı kriz çevriminin canlanma aşamasına denk düşebilir. Sanayi üretimi krizden çıkıyor, ama üretim artışı yükselişe geçemiyor. Canlanma aşamasının arkasından (Eylül 2009'dan sonra üretimde inişli-çıkışlı bir gelişme dönemi başlıyor; ne onduran ne de öldüren bu süreç, kriz çevriminin inişli-çıkışlı durgunluk aşamasını ifade etmektedir. Yukarıdaki grafik ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşamasını göstermektedir.

2.4-BRIC ülkeleri sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk

Çin hariç Hindistan ve Brezilya sanayi üretiminde + ve -2 bandını çok aşan üretim artışı ve gerilemesi olsa da Çin de dahil bu ülkelerin hepsinde üretim artışında yavaşlamanın olduğu tartışma götürmez. Aşağıdaki grafikte Ocak 2011'den günümüze 54-55 aylık süreçte bu ülkelerde sanayi üretiminde söz konusu olan durgunluğun gelişmesini ve aynı zamanda Rusya sanayi üretiminin ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşaması sergilediğini görüyoruz. 
 
















 
2.5-Ekonomisinde belli bir dinamizm olan başka ülkelerde sanayi üretiminde görülen inişli-
çıkışlı durgunluk

2.5.1-Polonya, Türkiye, Meksika ve Kore sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk

Sanayi üretiminin aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:
Ocak 2014-Mayıs-Haziran 2015 arasında bu ülkelerde sanayi üretiminin inişli-çıkışlı bir durgunluk aşamasında olduğunu görüyoruz. 

 
Grafiğin ilk kısmında bazı aylarda sıra dışılık Türkiye ve Kore sanayi üretiminde görülüyor. Grafiğin alt kısmında ise Polonya ve Meksika sanayi üretiminde ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşaması görüyoruz.

Sanayi üretiminin yılın çeyreklerine göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:

Bu ülkelerde sanayi üretiminin gelişmesini yılın çeyrekleri bazında krizin başlangıcından bu güne ele alırsak kriz çevriminin aşamalarını gösterebiliriz.


Türkiye ve Kore sanayi üretiminde görüldüğü gibi -10'u aşan mutlak küçülme (2008'in son çeyreği) 2009'un ikinci çeyreğinde yüzde 11,8, yüzde 5 oranlarında büyümeye geçiyor. Bu durum krizden sonra bu ülkelerde üretimde yükseliş aşaması yaşandığını, diğer bir ifadeyle kriz çevriminde yükseliş aşaması görüldüğünü göstermektedir. Üretimin en azından yüzde 4, yüzde 5 oranında bir artışı doğrudan kriz çevriminin yükseliş aşamasına işaret eder. 2009'un ikinci çeyreğinde söz konusu olan bu süreçte üretimde büyüme oranları 20011'in sonuna kadar sürekli küçülür. 17. çeyrekten itibaren ise bu ülkelerde sanayi üretiminin inişli-çıkılşı bir durgunluk sürecine girdiğini görüyoruz.

2.6-İtalya ve Kanada sanayi üretiminde inişli-çıkışlı durgunluk

Sanayi üretiminin aylara göre gelişmesinde inişli-çıkışlı durgunluk:

Bu iki ülkede de sanayi üretimini aylık bazda kriz başlangıcından günümüze kadarki gelişmesini grafikleştirdik.
Grafikte kriz sürecini, kriz sonrasında üretimde canlanma ve ve İtalya açısından kısmen yükseliş aşamasını ve sonrasında gelen inişli-çıkışlı durgunluk aşamasını görmekteyiz.

















Aralık 2011-Haziran 2015 arasında üretimde ideal bir inişli-çıkışlı durgunluk aşaması görüyoruz.

Bütün bunlar; zincirleme endeks bazında göstermeye çalıştığımız inişli-çıkışlı durgunluk, ne onduran ne de öldüren bu süreç, nasıl değerlendirilmelidir veya ne anlama gelmektedir?










3-Kriz çevriminin ne öldüren ne de onduran aşaması
Özel tipte durgunluk üzerine bir değerlendirme

15.08.2010 tarihli “Kriz Karşılaştırması - Dünya Ekonomisi Üzerine Notlar” makalesinde sonuç itibariyle söylenen şuydu:

Üretim, krizin dibe vurduğu noktadaki seviyesinde kalmadı; kısa zamanda yeniden artmaya başladı. Bu artışın konjonktür çevriminin (kriz çevriminin) canlanma aşaması mıdır, yoksa uzun dönem devam edecek olan durgunluk aşaması mıdır, bu henüz belli değil. Engels'in işaret ettiği, Stalin'in “burada, sanayin çöküşünün derin noktasından, sanayi krizinin derin noktasından bir durgunluğa geçişle, ama olağan bir durgunluğa değil,yeni bir atılıma ve sanayinin yeni bir yükselişine, açılıp-gelişmesine götürmeyen, ama sanayinin çöküşün derin noktasına da geri götürmeyen özel cinsten bir durgunlukla karşı karşıyayız” diye tanımladığı uzun dönem sürecek olan bir süreçle mi karşı karşıyayız, bu belli değil. Sanayi üretiminde eğilim canlanma yönünde, ama krizde olan ülke ekonomilerinin genel durumu, canlanma gibi gözüken gelişmenin depresyon olmasını da beraberinde getirecek özellikler taşıyor. Bunun böyle olması durumunda konjonktür çevriminin (kriz çevrimi) uzun süren durgunluk (Stalin'in tanımladığı “özel tipte durgunluk”) aşaması devam ediyor demektir”.

Dünya ekonomisindeki; tek tek ülke ve ülke grupları ekonomilerindeki gelişmeler, grafiklerin de gösterdiği gibi kriz çevriminin böyle bir aşamasına girilmiştir; ne onduran ne de öldüren, ama süründüren bir çevrim aşaması.
Bu inişli-çıkışlı durgunluk aşaması ne anlama gelmektedir? Buna biraz açıklık getirelim.
Aşağıdaki köşeli parantez [ ] içindeki değerlendirme 1992'de tamamlanan ama henüz yayımlanmamış bir çalışmadan (Kapitalizmin ve Ekonomik Krizlerin Tarihi 1600-1990 - Çağımızda Ekonomik Krizlerin Çevrimli Hareketi ve Stalin) alınmıştır.

[Konjonktür seyrinin, sermaye hareketinin aşamaları konusuna da Marksist teori açıklık getirmiştir. Marks, birbirini takip eden dört “karakteristik periyot”tan bahseder (19) ve tek tek periyotları da şöyle tanımlar:
1) Durgunluk (20), gevşeme (21) veya hareketsizlik, sessizlik (22) devreleri veya dönemleri.
2) Açılıp serpilme (23), orta canlanma (24), artan canlanma (25) dönemleri.
3) Fazla üretim ve spekülasyon (26) dönemi, aşırı gerilim (27), hızlanma (28) veya yüksek yoğunluktaki üretim (29), sahte açılıp serpilme dönemi (30).
4) Kriz (31) ve patlama (çökme) -kriz anlamında- dönemleri (32) .

Veya “Modern sanayinin izlediği kendine özgü yol. ... ortalama canlılık dönemleri, yüksek yoğunlukta bir üretim, kriz ve duraklama...”dır (33). Sabit sermayenin “çevrimi sırasında işler, birbirini izleyen durgunluk, orta derecede faaliyet, hızlanma ve kriz dönemlerinden geçer” (34).

Marks ve Engels’in tespitlerinden hareketle Marksist literatürde konjonktür çevriminin dört temel aşamasından bahsedilir; kriz, durgunluk, canlanma ve yükseliş. Ama açıktır ki, bu her bir aşama, birbirinden Çin Seddiyle ayrılmamıştır. Her bir aşamanın sınırları açıktır. Bu durum özellikle son iki aşama (canlanma ve yükseliş) için geçerlidir. Her bir aşama, bir öncekinden bir sonrakine geçişte bir köprüdür, bizzat geçiştir. Hiçbir aşama, sürekli aynı kalmaz. Örneğin canlanma aşaması, başlangıçta durgunluk özellikleri, sonunda da yükseliş özellikleri taşır.

Marks’ın, “durgunluk durumu, yükselen canlanma, açılıp serpilme, fazla üretim, kriz durgunluk, durgunluk durumu” (35) tespiti, aşamaların iç içe geçmişliğinin bir ifadesidir.
Marks’a göre konjonktür çevrimi, durgunluk aşaması (36) ile başlar ve kriz aşaması (37) ile sonlanır.

Marks’a göre konjonktür yükselişi, çevrimin açılıp serpilme ve fazla üretim aşamalarında ve konjonktür gerilemesi de çevrimin durgunluk ve kriz aşamalarında söz konusudur. Sanayi çevriminin doruk noktasını kriz aşaması, Marks’ın deyimiyle “genel kriz” (38) oluşturur.

Demek oluyor ki, konjonktür aşamaları içinde kriz aşaması, belirleyici aşamadır. Kriz aşaması, konjonktürün temelini ve karakterini belirler. Durgunluk aşamasında kriz sorunları; kriz döneminde açığa çıkan/patlak veren çelişkiler çözümlenir. Çözümlenme ve yükseliş ise ufuktaki, gelen krize hazırlıktır. Klasik konjonktür aşamalarında durum böyledir.

Bugünkü, üç aşamalı konjonktürde ise kriz ve durgunluk aynı fonksiyonları yerine getirir. İnişli- çıkışlı durgunluk aşaması, canlanma ve yükselişin, ağır sancılı, bazen mutlak küçülmeyi de içeren bir büyümenin ifadesidir: Kapitalist ekonomide II. Dünya Savaşından sonra görülen yeni olgular, konjonktür çevriminin de değişimine neden olmuştur. Öyle ki, 1970’lerden sonra, özellikle emperyalist ülke ekonomilerinde konjonktür çevriminin yükseliş aşaması yerini, inişli-çıkışlı durgunluk aşaması almıştır. Bugün konjonktür çevriminin dört aşamasından değil, üç aşamasından (inişli-çıkışlı durgunluk-kriz-canlanma bahsediyoruz) (39).

Klasik çevrim:















İnişli-çıkışlı durgunluk olgusu:
Lenin şöyle diyor:
Kendisini, şu veya bu şekilde uzun bir sanayisel durgunluğun takip ettiği ... sanayi krizlerinde ... fazla üretim, burjuva toplumunda üretici güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur” (40).

Lenin bunu 1917 yılında söylüyordu ve tarihi gelişme, somutta da 1929-32 dünya ekonomik kriziyle Lenin’in bu anlayışı doğrulandı. Ve 1929-32 krizini 1933’ten 1937’ye kadar süren dört senelik bir durgunluk dönemi takip etti.

Lenin’in tespitinden 11-12 sene sonra doğrulanan sezgisi, emperyalizmin tekelci kapitalist aşamasında kriz çevriminde değişmelerin olacağını gösteriyordu. Nitekim 1929-32 krizinde kriz çevriminde değişme olmuştur. Lenin’in tespitine göre tekelci kapitalizminde kriz çevrimindeki değişme, kriz çevriminin kriz ve durgunluk aşamasında gündeme gelmiştir.
Lenin’in bu anlayışından hareketle Stalin,1934’te 1933-37 durgunluğunu doğru değerlendirmiştir (41)...

Emperyalist ülkelerde devletin tekeller lehine aldığı ... tedbirler sonuç itibariyle kriz çevriminin değişmesini beraberinde getirmiş ve şimdiye kadar gördüğümüz kriz çevrimine yeni bir aşama girmiştir: İnişli-çıkışlı durgunluk. Böylelikle inişli-çıkışlı durgunluk, kriz çevriminin veya ekonomik çevrimin yükseliş aşamasının yerine geçen aşama olmuştur. Böyle bir aşamanın, yani Stalin’in belirttiği “özel tipte bir durgunluğun” şu veya bu şekilde süreklilik arz eden gelişmesini 1950’den sonraki dönemde önce ABD ve İngiltere sanayinde, 1970’lerden sonra da Alman, Fransız ve Japon sanayilerinde görmekteyiz.

Bu durumu açıklamak için kapitalizmde kriz çevriminin gelişmesine bakalım.
Marks:
Sanayi yaşamı, birbirini takip eden orta canlılık, yükseliş, aşırı üretim, kriz ve durgunluk gibi periyotlara dönüşüyor” (42).

Bu soruna ilişkin olarak Engels:
Gerçekten, ilk genel krizin patlak verdiği 1825’ten beri bütün sanayisel ve ticari dünya, bütün medeni halkların ve onların şu veya bu şekilde barbar eklerinin üretimi ve mübadelesi takriben her 10 senede bir bozuluyor. Mübadele tıkanıyor, pazarlar dolup taşıyor, ürünler kütlesel ve sürümsüz olarak (satılmadan -çn.) ortada duruyor, nakit para görünmezliğe bürünüyor, kredi kayboluyor, fabrikalar duruyor, çalışan kitleler, çok fazla gıda maddesi ürettikleri için gıda maddelerine muhtaç duruma düşüyorlar, iflası iflas, cebri satışı cebri satışı takip ediyor. Tıkanıklık (durgunluk-çn.) yıllarca sürüyor. Üretici güçler ve ürünler saçıp-savruluyor ve yok ediliyor, ta ki, yığılmış meta kütlesi şu veya bu şekilde değerden düşürülerek nihayet satılmaya başlanıncaya kadar üretim ve mübadele yavaş yavaş hareket etmeye başlayıncaya kadar. Gidiş, yavaş yavaş hızlanır, tırısa geçer, sanayisel tırıs, dörtnala gidişe geçer ve bu dörtnala gidiş nihayet en tehlikeli sıçramalardan sonra yeniden, krizin çukuruna ulaşmak için, tam sanayisel, ticari, kredisel ve spekülâtif engelli yarışın dizginsiz aşamasına ulaşır. Ve (bu) çevrim yenilenir. Bunu 1825’ten beri beş kere yaşadık ve şu anda (1877) altıncı defa yaşıyoruz” (43).

Marks’tan aktardığımız sözler, kriz çevriminin veya ekonomik çevrimin aşamalarını gösterirken, Engels’ten yaptığımız alıntı yine bu aşamalar ve aşamaların nasıl geliştiğini göstermektedir. (Bu anlayışlarda serbest rekabetçi dönem kapitalizminde kriz çevriminin özelliğinden bahsedildiğini hatırlatalım).

Ekonomik krizin periyodik olarak patlak vermesi, kapitalizme özgü bir yasallıktır. Bu, üretimin toplumsal oluşu ve ona özel el koyuş arasındaki çelişkiye dayanır ve bizim açımızdan tartışma dışıdır.

Kriz, kapitalist yeniden üretimin çelişkilerini geçici olarak çözer, yani fazla üretim (sabit sermaye veya meta biçiminde) yok edilir. Yani büyük boyutlarda sermaye kıyımı; toplumsal zenginlik yok edilir ve böylelikle yeni sermaye oluşumuna olanak sağlanır; yeniden yatırıma, yeniden üretime geçilebilene kadar sermaye kıyımı yapılır. Yükselişten durgunluğa doğru iniş, yani kriz, sermayenin imha edildiği süreçtir. Bu süreç en şiddetli bir biçimde durgunluk döneminde devam eder.
Durgunluk aşaması, aynı zamanda canlanmaya geçişin bir nevi hazırlandığı süreçtir. Canlanmaya geçiş, artık yeteri kadar sermaye kıyımının yapıldığı, yeni sermaye oluşumunun şartlarının olgunlaştığı süreçtir. Böyle başlayan yeni sermaye yatırımı, genişletilmiş yeniden üretim, meta üretimi doruk noktasına; yükseliş aşamasında ulaşır. Ve kriz, yükseliş aşamasının doruk noktasında patlak verir ve yukarıda anlattığımız bu ekonomik çevrim-kriz çevrimi yeniden başlar.

Her bir kriz, sabit sermayenin yenilenmesini; tesislerin ve makinelerin yenilenmesini beraberinde getirir. Konjonktürün ikinci çevriminde, birinci çevrimindeki sabit sermaye eskimiş demektir; her bir yeni kriz, bir önceki kriz çevrimindeki sabit sermayeyi eskitmiş olur. Bu, her bir kriz çevrimi süresi içinde sabit sermayenin belli bir dönüşümden, devirden geçtiği anlamına gelir (44).

Bu temel anlayışı nasıl somutlaştırabiliriz? Şöyle: Bina/tesis, makine vs. olarak yatırılan (sabit) sermaye amortisman biçiminde parça parça meta ürüne aktarılır ve meta satıldıkça parasal sermaye olarak, yeniden kapitaliste döner. Böylelikle kapitalist, bir makinenin fiyatını, o makinenin ürettiği ürün vasıtasıyla tüketiciye, diyelim ki 5 sene de ödetir. Marks, aynı yerde bu durumu şöyle açıklar:

Sabit sermaye olarak yatırılan sermaye değer, ürün tarafından, döner sermaye olarak yatırılmış olan kadar dolaştırılır ve her ikisi de, meta sermayenin dolaşımı ile aynı ölçüde para sermayeye çevrilir. Fark, yalnızca şu olguda yatar ki, sabit sermayenin değeri parça parça dolaşır ve bu yüzden de, uzun ya da kısa aralıklarla parça parça yerine konulmak, maddi biçimi içerisinde yeniden üretilmek zorundadır” (45).

Burada, fazla üretim ve kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemdeki bazı özelliklerini anlatmış olduk. Şimdi sorun şu: Bu özellikler bugün de; yani tekelci devlet kapitalizminde de geçerli midir? Emperyalizm/tekelci kapitalizm, tekelci devlet kapitalizmi! Yani kapitalizmin, serbest rekabetçi aşamasından çıkması; ekonomik, siyasi alanlarda, teknolojide yeni koşulların, olguların gündeme gelmesi! Bütün bu yeni şartlar, kriz çevrimini etkiliyor mu, onu deforme ediyor mu? Bu soruya yazı boyunca birçok yerde evet cevabını verdik. Lenin ve Stalin’den aktarılan anlayışlarla da bu “evet”imizi temellendirdik.

Yeniden Lenin’e dönelim:
Sermaye birikimi, makine vasıtasıyla işçilerin dışlanmasını hızlandırırken ve bir kutupta zenginlik karşı kutupta sefalet üretirken, ... sanayi yedek ordusunu; işçilerin ‘görece fazlalığını’ veya ‘kapitalist fazla nüfusu’ da üretir. (Bu nüfus) olağanüstü çok biçimler alır ve sermayeye, üretimi olağanüstü hızlı genişletme imkânı verir. Üretim araçlarındaki sermaye birikimi ve kredi ile bağ içinde bu imkân, diğer şeylerin yanı sıra fazla üretim yoluyla krizlerin kavranması için anahtarı ele verir. (Bu krizler) kapitalist ülkelerde periyodik olarak başlangıçta ortalama her 10 senede bir, ... uzun ve daha ziyade belli olmayan aralıklarla periyodik olarak patlak verirler” (46).

Lenin, emperyalizmi/tekelci kapitalizmi analiz etti; kapitalizmin serbest rekabetçi aşamasından çıkışını ve en yüksek (son) aşamasına geçişini temellendirdi. Tekelci devlet kapitalizminin oluşum dönemini yaşadı ve oluşum sürecindeki tekelci devlet kapitalizmi üzerine tespitler yaptı.
Yukarıdaki anlayış, Lenin’in bu alandaki bilimsel faaliyetinin sadece bir yansımasını ele vermektedir. Lenin, emperyalist çağda, tekelci kapitalizminde ve giderek de tekelci devlet kapitalizminde kriz veya ekonomik çevrimin serbest rekabetçi dönemde olduğu gibi devam etmediğini, değişime uğradığını, önceleri “ortalama her 10 senede bir patlak veren krizlerin, şimdi yine “periyodik” olarak ama düzensiz aralıklarla “daha az belirli aralıklarla” patlak verdiğini tespit etmektedir.

Kriz çevrimindeki değişme iki notada olmuştur:
1- Kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemdeki ortalama 8-10 senelik periyodikliği deforme olmuş,
bozulmuştur. Örneğin “Politik Ekonomi” kitabında tespit edildiği gibi 1920-37 arasında üç kriz söz konusu olurken, II. Dünya Savaşından sonra ABD’de üç kriz (1957-1958, 1974-1975, 1981-1983), Almanya’da bir kriz (1981-1983); Fransa’da iki kriz (1974-75, 1981-83); İngiltere’de iki kriz (1974-1975, 1981-1983) ve Japonya’da bir kriz (1974-75) yaşanmıştı. Burada Lenin’in belirttiği gibi “daha ziyade belirli olmayan aralıklarla patlak veren krizleri” görüyoruz.

2- Kriz çevriminin serbest rekabetçi dönemde görülen aşamaları da deforme olmuş, bozulmuştur. Lenin ve Stalin’den aktarmıştık. Krizleri şu veya bu şekilde uzun süreli bir durgunluk takip ediyor. (Böyle bir durgunluk olgusu, daha serbest rekabetçi dönemde, 1882 krizini takip eden yıllarda da görülmüştü. Ama bu, istisnai bir olgu olarak kaldı). Burada söz konusu olan, Stalin’in tespit ettiği gibi, özel cinsten bir durgunluktur. Bu durgunluk, sanayiyi ne tam yükseliş aşamasına ne de krizin en derin noktasına götürüyor. Bunun yerine, büyüme yavaş oluyor; inişli-çıkışlı bir durgunluk içinde gerçekleşiyor.

Politik Ekonomi” kitabında yer alan ve eleştirdiğimiz anlayış (kriz çevrimi sürecinin giderek kısalması) söz konusu dönem için doğruydu. Ama bugün için yanlıştır. Revizyonistler, belirtmeseler de bu anlayıştan hareket ederek, aynı zamanda “sosyalizm” diye yutturmaya çalıştıkları Sovyet revizyonizmi karşısında kapitalist ekonomideki konjonktürel her gerilemeyi “kriz” olarak lanse etme çabasıyla II. Dünya Savaşından sonra bolca “kriz” üretmişlerdir. Onların anlayışına göre krizlerin çevrimi şöyle gelişiyor:
Dönemler
Krizler
Kriz çevrimi süresi
1952-1958
1952, 1958
6 sene
1958-1963
1958, 1963
5 sene
1963-1967
1963, 1967
4 sene
1967-1971
1967, 1971
4 sene
1971-1974
1971, 1974
3 sene
1974-1977
1974, 1977
3 sene
1978-1980
1977, 1980
2 sene
1980-1981
1980, 1981
1 } sürekli kriz
0 } sürekli kriz
1982
1982
Bu anlayışın vahim olan sonucu şudur: Kriz çevrimi süresi giderek kısalıyor ve belli bir zaman sonra süre sıfır noktasına düşecek, yani kapitalizmde ekonomik krizlerin çevrimliliği ortadan kalkacak ve sürekli kriz gündeme gelecek. Revizyonistler Marksizm’i bu denli çarpıtma imkânını bulamadılar; sistemleri çöktü. Ama onların anlayışı son kertede sürekli krizlere ve dolayısıyla kapitalizmin kendiliğinden çöküşü anlayışına (R. Luxemburg) götürüyor...

Alınan tedbirler sonucu, kriz ne gerçek anlamda en derin noktasına kadar gelişebiliyor ne de ekonomik çevrimin yükseliş aşamasına varılıyor. Böylelikle ekonomik çevrimden; kriz çevriminden, çevrimin yükseliş aşaması ve krizin en derin noktasına ulaşma aşaması çıkıyor, bunun yerini “özel tipte bir durgunluk” alıyor. Stalin’in bahsettiği bu “özel tipte durgunluk”, adı üzerinde “normal” bir durgunluk değildir. Bu durgunluğun “özel tipte” olması, onun ekonomik çevrimi/kriz çevrimini etkilemesinden/bozmasından dolayıdır.

Özele tipte durgunluk” krizin devam etmesi değildir ve bu anlamda “özel tipte durgunluk” dendiğinde akla mutlaka kriz gelmemelidir.

1929-32 krizinde de gördüğümüz gibi, “özel tipte durgunluk”, kriz, en derin noktasına ulaştıktan ve üretimde yeniden hareketlenme başladıktan sonra; yani krizden çıkma sürecine girildikten sonra- canlanma dönemi- gündeme gelmişti.
Stalin’in tespit ettiği “özel tipte durgunluk”, bugün inişli-çıkışlı durgunluk olarak karşımıza çıkıyor.

1929-32 krizinden sonra neden uzun bir dönem “özel tipte durgunluk” yaşandığı gerçeğini 1929-32 krizinin eşsiz derinliğinde ve kapitalizmin genel krizinin birinci aşamasındaki keskinleşmesinde aramak gerekir. Böylelikle “özel tipten durgunluk”ta bilinçlilik (tedbir) unsuru değil, kapitalist üretim biçiminin çelişkilerinin bütün çıplaklığıyla hakim olması doğrudan belirleyiciydi. Oysa inişli-çıkışlı durgunlukta söz konusu çelişkilerin yanı sıra, sürekli bahsettiğimiz tekelci devlet tedbirler de gündeme geliyor.

Tekelci devlet tedbirlerin amacı, son kertede, kapitalizmin içsel çelişkilerinin, örneğin krizlerin, bütün şiddetiyle patlak vermesini engellemek, frenlemek, geciktirebilmek veya tekelci olmayan burjuvazinin sırtına yıkarak, tekellerin konumunu korumaya çalışmaktır.

Bununla; tekelci devlet tedbirlerle, inişli-çıkışlı durgunlukla krizlerin önlenebileceğini, krizlerin tarihe karıştığını veya en azından tekelci burjuvazi açısından tarihe karıştığını savunmuyoruz...

Şimdi ne oluyor?
Birincisi: Tekelci burjuvazinin, krizsel gelişmeyi tekelci olmayan burjuvazinin sırtına yıkarak selamete çıkabildiğini, bunda devletin önemli bir rol oynadığını Almanya örneğinde gördük.

İkincisi: Rasyonelleştirme vasıtasıyla milyonlarca işçi sokağa atılıyor ve büyük bir işsizler ordusu doğuyor ve bu kitlesel kronikleşiyor. Bu olgu, bir taraftan tekellerin işçi sınıfı üzerinde baskısını artırırken, diğer taraftan da bu baskı, sınıf çelişkilerinin keskinleşmesine yol açıyor.

Üçüncüsü: Tekelci burjuvazinin aldığı söz konusu tedbirler (sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesi-rasyonelleştirme ve sermaye ihracı) son kertede hem ülke içinde, yani iç pazarda tekeller arasında rekabeti hem de dünya pazarında yine tekeller arası, ama esas itibariyle emperyalist devletler arası çelişkileri keskinleştiriyor.

Söz konusu bu üç tedbir, emperyalist ülkelerde aynı dönemde uygulanmaya konduğu için, bu durum kaçınılmaz olarak dünya pazarına da yansıyor. Bunun sonucu, dünyayı yeniden paylaşma için rekabetin keskinleşmesidir.

Lenin’e bir daha başvuralım:
Burjuva ülkelerde durumun böyle olması ve onların, dünya pazarında sürekli keskinleşen rekabetleri, devamlı büyüyen miktarlarda üretilen metaların sürümünü devamlı zorlaştırıyor, daha da zorlaştırıyor. Şu veya bu şekilde uzun periyodik sanayisel durgunluğun takip ettiği şu veya bu şekilde had sanayisel krizlerde ifadesini bulan fazla üretim, burjuva toplumda üretici güçlerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur. Krizler ve sanayisel durgunluk periyotları...” (47).

Lenin’in bahsettiği “uzun periyotlu sanayisel durgunluk”, Stalin’in bahsettiği “özel tipten durgunluk”, kapitalist üretim biçiminin çelişkilerinin müdahalesiz gelişmesinin sonucu olan durgunluk bugün, tekelci devlet tedbirlerin bir sonucu olarak, tekelci devlet kapitalizminin tam gelişmişliğinin, dolayısıyla müdahaleciliğin de bir sonucu olarak ekonomik çevrimin krizden önce gelen aşamasını oluşturmuştur. Bu nedenle Lenin ve Stalin’in bahsettiği “durgunluk”, gelişen tekelci devlet kapitalizminin bir görünümüyken, inişli-çıkışlı durgunluk, tam gelişmiş tekelci devlet kapitalizmin görünümüdür. Bu nedenle, inişli-çıkışlı durgunluk, tekelci devlet tedbirlerin kriz çevrimine dahil ettiği bir aşama olmuştur; kapitalizmde yeni olan gelişmenin nesnel yasaya dönüşmesidir bu.
(Bugün ise inişli-çıkışlı durgunluk ekonomik çevrimi olan; kapitalizmin makineli üretim aşamasında olduğu hemen her ekonomide/ülkede görülmektedir.)


İnişli-çıkışlı durgunluk döneminde üretim ve ekonomik büyüme nasıl bir seyir izler? ... üretimin gelişmesi ve ekonomik büyümenin durumuyla ilgili bütün veriler, '70’li yıllardan sonra ekonomik büyümede 1950-70 arasında görülen hızın kesildiğini, GSMH’nın artık büyüme hızını yitirdiğini, sürekli yükselişin sürekli inişe geçtiğini, bir yıl mutlak gerilediyse öbür yıl 1 veya 2 oran artan bir seyir izlediğini gösteriyor. Buna göre inişli-çıkışlı durgunluk döneminde esas olan, ekonomik büyümenin yavaş olmasıdır. Ve bu yavaş büyüme sürecinde üretim, inişler-çıkışlar çizerek, ama belli bir büyüme kapsamında kalarak sürdürülür. Böylelikle mevcut kapasite kullanımı da belli seviyeye düşer, ama ortalama olarak belli seviyede kalır. Bu durum işsizler ordusunun da sayısal olarak belli seviyede kronikleşmesini beraberinde getirir.

Böyle bir sürecin/aşamanın söz konusu olduğu ekonomi çevriminde kriz ne zaman patlak verir? “Zamanı gelince” diye cevap verebiliriz, ama bu kolaycı yol olur.

İnişli-çıkışlı durgunluk, krizsel olguları emen, krizsel gelişmeyi ileri tarihe, ileri bir sürece iten, bu mümkün değilse krizi, tekelci olmayan burjuvazinin sırtına yıkan bir aşamadır. Dolayısıyla ekonomik çevrimin/kriz çevriminin süresi doğrudan doğruya inişli-çıkışlı durgunluğun süresine bağlıdır, tıpkı Lenin ve Stalin’in bahsettikleri durgunluğun kriz çevriminin süresini belirledikleri gibi. Bu aşama 3 sene, 5 sene veya 7 sene sürebilir ve bu süreden sonra kriz patlak verebilir. Her halükârda kriz patlak verir, çünkü bu kapitalist üretim biçiminin karakterine özgüdür.

Krizin patlak vermesiyle inişli-çıkışlı durgunluk aşaması, ekonomik çevrimin kriz aşamasına dönüşmüş olur. Krizden çıkınca (canlanma), bu aşama yeniden başlar.

'70’li yıllarla birlikte ekonomik büyümedeki gerilemeyi tam anlamıyla inişli-çıkışlı durgunluk olarak düşünelim. Bu süreç 1974-75 dünya krizinin patlak vermesini engelleyemedi. Krizden sonraki gelişme de bu sefer 1981-83 dünya krizinin patlak vermesini engelleyemedi. 1974-75 krizi ile 1981-83 krizi arasında 5-6 senelik bir zaman farkı var. 1981-83 krizinden sonra kapitalist dünya ekonomisinin ve ele aldığımız ülkelerde ekonominin durumu hiç de iç açıcı değildi. Ekonomik büyümenin hızı yavaşlamış, konjonktürel inişler/çıkışlar süreklilik kazanmış, her haliyle/olgusuyla inişli-çıkışlı durgunluk hakim olmuştur. Bu durum bugüne kadar (Mart 1992) devam etmiştir ve bugün dünya ekonomisi ekonomik kriz içindedir.

Görüyoruz ki krizin çevrimi, inişli-çıkışlı durgunluğun süresiyle doğrudan ilgilidir. Ve inişli-çıkışlı durgunluğun şartlarını da kapitalist ekonomi belirlemektedir.

Engels şöyle diyor:
Pazarların genişlemesi, üretimin genişlemesine ayak uyduramaz. Çatışma kaçınılmaz olur. Çatışma, kapitalist üretim biçimini parçalamadığı müddetçe başka çözüm üretemeyeceğinden, periyodik olur. Kapitalist üretim yeni bir “kusurlu dolaşım” doğurur” (48).
Günümüz şartlarında; olgunlaşmış tekelci devlet kapitalizmi şartlarında bu “kusurlu dolaşım” (çevrim) inişli-çıkışlı durgunluktan başka bir şey değildir ve bu sermaye hareketinin; konjonktür hareketinin veya çevriminin yasal bir aşaması olmuştur.]

Genel birkaç sonuç:
Aşırı birikmiş sermaye, sürekli sermaye kıyımı demektir; kapitalist üretim biçimi bu aşırı birikmiş sermayeyi yok ederek ancak üretim ve yeniden üretim sürecini işlevsel kılabilir. Aşırı birikmiş sermaye ancak ve ancak kriz sürecinde yok edilebilir, kroniksel olmaktan çıkartılabilir. Ve kapitalist ekonomide, pazarda hala bu aşırı sermayenin yok edilmesiyle uğraşılmaktadır.

Son dönemlerde, diyelim ki bu yüzyılın başından bu yana devasa boyutlar alan spekülatif sermaye ve bu bağlamda dünya çapında mali sektör, yine dünya çapında maddi değerlerin üretimini (sanayi sektörünü) baskılamaktadır. Üretim alanında azami kar olanağı bulamayan sermaye kaçınılmaz olarak mali alana; spekülasyona yönelmektedir. Mali sektörde kar arayışı bir taraftan fazla üretim krizlerinin tetikçisi/vesilesi olurken, diğer taraftan da şurada burada patlamaya hazır ve patlayan balonlar/köpükler oluşturmaktadır. Bu da dünya ekonomisini sarsmaya yetmektedir.

Kriz yönetimi devletin en önemli görevlerinden birisi olmuştur.
2008 krizi devletin kriz yönetiminde ne denli önemli olduğunu çok açık bir biçimde göstermiştir. Tekelci sermayeyi; bankaları ve işletmeleri, ama özellikle bankaları (mali sermaye) kurtarmak için toplamda trilyon dolarla ifade edilen “kurtarma paketleri”, alınan başkaca tedbirler; korumacılık vs. devletin sermaye adına üstlenmiş olduğu görevlerin başında gelmektedir. Kurtarma operasyonlarının sonucu olarak devlet borçlarında kelimenin gerçek anlamıyla patlama olmuştur. Devlet ve sermaye krizin üstesinden gelmek için ortaklaşa atılan adımlardan istenilen sonucu alamamışlardır; elde ettikleri sonuçlar en fazlasıyla gelecek krizin daha kapsamlı ve derin olmasına neden olacaktır.
2008 krizi devletin işlevi konusunda neoliberalizmin başka bir “şehir efsanesini” gözler önüne sermiştir. Bu efsaneye göre devlet küçülmekte, ekonomiden çıkmakta ve “asli görevler”ine dönmektedir. 2008 krizi bunun böyle olmadığını tartışmaya gerek bırakmayacak bir açıklıkta göstermesine rağmen, hala neoliberalizmin bu şehir efsanesine inanan 'sol'lar var. Ulusal veya uluslararası tekelci sermayenin faaliyeti için çerçeve koşulları oluşturan devlettir; bu sermayeye yatırım olanakları sağlayan, yatırım faaliyetine yardımcı olan, rekabetini kolaylaştıran ulusal ve uluslararası alanda yasaları ve anlaşmaları hazırlayan devletten başkası değildir. Bu faaliyetin ceremesi; mali yükü de halkın sırtına yıkılmaktadır. Bunu örgütleyen de devlettir.
Bu faaliyetinden dolayı devletin kriz yönetimi, birçok ülkede devletin iflas etme tehlikesini kronikleştirmiştir.

Kriz sürecinde kar oranı düşer, pazarlar çöker. Bundan dolayı üretim, krizin şiddetine göre yıllarca geriye atılmış olur. Krizin aşılması için, kriz öncesi en yüksek üretim seviyesinin aşılmış olması gerekir. Ama bunun gerçekleşebilmesi için de aşırı birikmiş sermayenin (sabit sermaye, ürün) yok edilmesi ve sömürünün, yeni yatırımlar azami kar getirecek derecede arttırılmış olması gerekir.

Durgunluk, her zaman, ekonominin krizden çıktığı anlamına asla gelmez; şimdi dünya ve tekil ekonomilerde yaşanan durgunluk, hem krizde olmayan hem de krizde olan ülkelerde görülmektedir. Örneğin dünya ekonomisi bir bütün olarak krizde değil, ama durgunluk içindedir. Bu dönemde sanayi üretiminde görülen artış yanıltıcı olabilir; üretim yeniden gerileme trendine girebilir. Burjuvazi bu ihtimalden dolayı korku içinde; ideologları, üretimin yeniden gerilemesine “ikinci dip” diyorlar.
Günümüzde çevrimin yükseliş aşamasını inişli-çıkışlı durgunluk almıştır.

Kapitalizmin çözülmemiş sorunları, çelişkileri çoğalmaktadır; çelişkiler ötelenmektedir, bölgesel çok farklı gelişmeler etkili olmaktadır; kapitalist dünya ekonomisinin ulusal ekonomilerin toplamından öteye geçen bir bütünselliği yoktur. Yukarıdaki grafikler bunun böyle olduğunu bütün çıplaklığıyla göstermektedir.

Nelte'nin yasasına gelince: Daha fazla üstünde durmaya değer mi?

*

EK BÖLÜMLER

Çin ekonomisinde güncel gelişmeler:
Yukarıda ele alınan konunun dağılmaması için dünya ekonomisinde güncel gelişmeyi burada ayrıca ek olarak analiz etmeye çalışalım.
Özellikle Çin ekonomisi bağlamında Nelte için, teorisini kanıtlamak bakımından oldukça önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Çin'de de ekonominin, Engels'in dediği gibi “Gidiş, yavaş yavaş hızlanır, tırısa geçer, sanayisel tırıs, dörtnala gidişe geçer ve bu dörtnala gidiş nihayet en tehlikeli sıçramalardan sonra yeniden, krizin çukuruna ulaşmak için, tam sanayisel, ticari, kredisel ve spekülâtif engelli yarışın dizginsiz aşamasına ulaşır” tespiti gerçekleşiyor gibi gözükmektedir. Çin ekonomisinde büyüme oranlarının küçülmesi ve belli bir seviyede bu ülke ekonomisinde durgunluk emarelerinin görülmesi, bugün için kriz eğiliminin oldukça güçlendiği sürece işaret etmektedir. Bu gelişmenin ilerlemesi durumunda; Çin'de de bir fazla üretim krizinin patlak vermesi durumunda dünya ekonomisinin hangi yönde ve nasıl gelişeceğini analiz etmek bağlamında farklı burjuva-'sol' çevrelerden oldukça farklı görüşler okuyacağız. Emperyalist burjuvazi açısından Çin ekonomisinin krize yuvarlanması şu dönemde hiç de istenmeyen bir gelişme olacaktır. Nelte türünden unsurlar için Çin ekonomisinin krize yuvarlanması hayal ettikleri başka bir düzene geçişin en son ve kesin kanıtı olacaktır. Ne de olsa bunlar, dünya ekonomisini özellikle yeni pazar olan Çin kurtarmıştır. Şimdi bu yeni pazar da krizde olduğuna ve yerkürede başkaca da yeni pazar olmadığına göre kapitalizmin cankurtaranı kalmamış olacaktır.

Çin'de ne oluyor sorusunu kısaca şöyle cevaplandırabiliriz:
Yukarıda gösterdiğimiz gibi, birkaç istisna ülke hariç dünya ekonomisinde hakim olan inişli-çıkışlı durgunluk; ekonomik çevrimin bu ne onduran ne de öldüren aşaması, etkisini kaçınılmaz olarak Çin ekonomisinde de göstermiştir. Burada iki gelişme önplana çıkmaktadır:

2008 krizi patlak verdiğinde başta ABD olmak üzere emperyalist ülkeler, ağırlıkta Avro Bölgesi ve bunun ötesinde Çin, Türkiye gibi ülkeler de yasızı “kurtarma paketleri” hazırlayarak ekonomiyi canlandırma, krizden çıkartma veya krize girmesini engelleme çabası içine girmişlerdi. Toplamda trilyon dolarla ifade edilen bu tedbirler esas amacına ulaşmamış; merkez bankalarının bu parasal imkanları maddi değerlerin üretimi (sanayi) yerine hisse senedi pazarlarına akmış, faizler düştüğü için de dünya piyasaları ucuz dolarla dolup taşmıştı. Ve maddi değerlerin üretiminde (sanayide) istenilen sonuç alınamayınca Çin'e küresel motor rolü düşmüştü.

ABD ve Avrupa'da -Avrupa'da ve ABD'de de biraz farklı olmasına rağmen- ekonominin ne onduran ne de öldüren bir seyir içinde olması sonuç itibariyle talebin giderek düşmesini beraberinde getirmiş ve Çin, bütün çabalarına rağmen bu gidişi engelleyememiş ve sonuçta da Çin'de üretim yavaşlamaya başlamıştır. Sanayi alanında yatırım olanaklarının gerilemesi, yatırım alanı arayışı içinde olan sermayenin daha güçlü bir biçimde gayrimenkul ve hisse senedi pazarlarına yönelmesini beraberinde getirmiştir. Bu pazarlar, dünya ekonomisi açısında çok da önemli değil, ama Çin ekonomisi bakımından sistemin işleyişi bakımından oldukça önemli bir göstergedir. Çin hükümeti, gidişatı durdurmak için piyasaya para pompalamış ve yasaklama tedbirleri almıştır (yeni hisse senedi emisyonlarını durdurmak, düşen fiyatlar üzerine spekülasyonu yasaklamak, büyük yatırımcıların hisse senetlerini 6 aydan daha kısa bir zamanda satmalarını yasaklamak vs.). Ama bu tedbirler bugün gelinen aşamayı pek fazla da etkilememiştir. Artan ekonomik sorunlardan dolayı Çin hükümeti 2-3 hafta önce yuanın değerini düşürmüştür. Çin'in bu adımı dünya borsalarını doğrudan etkilemiş ve bu zaman zarfında dünya borsalarında 8 trilyon dolar buharlaşmıştır.
Yuanın değerini düşürmekle Çin, ihracatı tetiklemeyi amaçlıyor. Bu da dünya pazarlarında emperyalist ülkeler arasındaki rekabeti keskinleştiriyor.

Birkaç istisna hariç dünya ekonomisinde hakim olan genel durgunluk, inişli-çıkışlı durgunluk göz önünde tutulursa Çin ekonomisindeki bu gelişme dünya ekonomisinde sarsıcı bir istikrarsızlığın ve yeni bir krizin patlak vermesinin tetikleyicisi olabilir. Bu durumda 1930'lu yıllarda 1929-32 krizinden sonra 1938 krizinin patlak vermesi gibi bir krizle karşı karşıya kalınabilir. Dünya ekonomisinde ikinci bir dibe vurma gerçekleşebilir.

Çin ekonomisinde bugün yaşanan sorunlar, Batının emperyalist ülkelerinde 2008 krizinden dolayı yaşanmıştı. Burada söz konusu olan aşırı birikmiş sermayeden kaynaklanan sorundur. Aşırı birikmiş sermaye kapitalist üretim biçiminin seyrini doğrudan etkilemektedir:

Türkiye ekonomisinin güncel durumu:

Ekonominin Gelişme Seyrini Doğru Okumalıyız**
Dünya ekonomisinde devam eden iki başlılık eğilimi -bir taraftan krizde olmayan ekonomilerde durgunluk sürecine giriş ve diğer taraftan da hala bir kısım ekonomilerin krizde oluşu; doların aylardan beri TL karşısında değer kazanması, seçim ve sonrası süreçte siyasi istikrarsızlığın veya belirsizliğin ekonomi üzerinde olumsuz etkisinden sıkça bahsediliyor olması ve bu arada ekonomide büyüme oranının açıklanması, ekonomi konusunda yanlışın doğru olarak analiz edilmesine bir kez daha vesile oldu.

Ekonomide büyüme veya küçülme; kriz veya artış söz konusu olduğunda kıstas sorusu güdeme gelir. Neye göre ekonomi büyüyor veya küçülüyor veya neye göre krizden veya üretim artışından bahsediyoruz? Bu sorular sorulduğunda ekonominin politik ekonomi olduğu ve bunun da sınıfsal karakter taşıdığı açığa çıkar. Bu gerçek göz önünde tutulmaksızın ekonomi bağlamında sorunlara ve bunun siyasal sonuçlarına doğru cevap verilemez. Burada “ekonomistler ne işe yarar” sorusu da akla gelir. Bu bağlamda Türkiye'de “sol”da duran ekonomistlerin değerlendirmelerine baktığımızda -belki bir-iki istisna hariç- diğerlerinin Türkiye'de ekonominin ne kadar “berbat” durumda olduğunu; bazılarına göre neredeyse hiç üretilmediğini; büyüse de aslında bunun bir büyüme olmadığını; yani kapitalizmi, kapitalizm olmaktan çıkartan bir değerlendirme yapmaya çalıştıklarını görürüz. Türkiye'de ekonominin istikrarsız olduğu, dönem dönem çok kırılgan bir süreçten geçtiği uluslararası sermaye hareketinden bağımsız hareket edemediği bir gerçektir. Ama bu gerçekten hareketle kapitalizmi kapitalizm olmaktan çıkartan bir değerlendirme; kapitalizmin nesnel yasalarını göz ardı eden bir analiz, “sol”da duran ekonomistlerin iş değildir. Bunlar kafalarında nasıl bir kapitalizm canlandırıyorlar ki, sömürüyü, hırsızlığı, yolsuzluğu, toplumsal yoksuluğu, işsizliği vb. anlatırken kapitalizmin nesnel ekonomik yasalarını ve bunların topluma yansımalarını göz ardı edebiliyorlar? Açık ki, kafalarında kabul edilebilir; “sosyalleşmiş”, burjuva da olsa demokrasinin kurallarına sıkıca bağlı işleyen bir kapitalizm veya Keynesçi bir kapitalizm canlandırıyorlar. “Sol”da duran bir ekonomist “ekonomi büyüdü, ama sömürüye dayanarak büyüdü” türünden bir değerlendirme nasıl yapabilir? Peki kapitalizmde ekonomi sömürüsüz büyür mü? Veya “sol”da duran ekonomistler ne zamandan beri politik ekonominin sınıfsal karakterini bir kenara atarak ekonominin gelişme seyrini maddi değerlerin üretiminden kopartıp GSYH bazında değerlendirmeye başladılar? Bu ve benzer sorular çoğaltılabilir. Ama bir gazete yazısının boyutlarını aşacağı için bu kadarı yeter diyelim.

Son duruma baktığımızda GSYH'nın ölçek alınarak yapılan değerlendirmelerde şunu görüyoruz:
Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) değeri sabit fiyatlarla yüzde 2,3 oranında büyümüş. Mevsim ve takvim etkisinden arındırıldığında bu büyüme sabit fiyatlarla GSYH bir önceki çeyreğe göre yüzde 1,3 artıyor.
Bu gelişmeyi “iş dünyası”, “Büyümede rölantiden çıkıldı; ilk çeyrekte yüzde 1.6 beklenen büyüme yüzde 2.3 geldi”; ekonomistler büyümeyi ‘şaşırtıcı’ buldular. İşadamları da “Siyasi belirsizlik bir an önce aşılmalı, yoksa bu yılı kaybederiz” vb. açıdan değerlendiriyorlar. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “finansal piyasalardaki dalgalanmalara rağmen Türkiye ekonomisinin beklentilerin üzerinde büyümeye devam ettiğini söyledi. Ekonominin kesintisiz 22 çeyrektir büyüdü”, “İlk çeyrekte bir önceki yılın aynı dönemine göre 577 bin kişiye istihdam sağlandı” diyor, ama aynı dönemde kaç işçinin işten atıldığını söylemiyor.

Hormonlu’ değil Mercedes’li büyüme”den, “Zengin büyüme”den bahsediliyor, “büyüme lüks tüketimden kaynaklı”, “Dünyada Mercedes sayesinde büyüyen tek ülke herhalde Türkiye” deniyor. Öyle ki, “Ayşe hanım teyze” anlasın diye bir kısım doğru tespitlerin yanı sıra “Demek ki son yıllardaki GSYH büyümesi, sanayinin büyümesine dayanmayan bir büyüme” tespiti yapılıyor. Yani sanayiye; genel anlamda maddi değerlerin üretimine dayanmayan bir büyümeden bahsediliyor. Soru şu: maddi değerlerin üretimine dayanmayan bir ekonomide büyüme olur mu?

Bu soruya cevap vermeye çalışalım:
Her toplumsal sınıfın veya her üretim biçiminin kendine özgü bir politik ekonomisi vardır. Ve her bir politik ekonomide ekonominin gelişme seyrini tespit etmemize yarayan kıstaslar vardır. Bu kıstaslar sınıfsal bakış açısına göre değişir; örneğin bir burjuva ekonomistin kapitalist ekonominin gelişme seyrini tespit ettiği kıstaslar ile bir Marksist-Leninistin aynı amaç için kullandığı kıstaslar farklıdır ve doğal olarak varılan sonuçlar da farklı olacaktır. Bu anlamda kapitalizmde -burjuva politik ekonomide- ekonominin gelişme seyrini gösteren bir dizi kıstas, egemen sınıfın (burjuvazinin) çıkarlarına hizmet eder. Burjuvazi ve ekonomistleri, rakamlarla, ekonomi verileriyle oynamanın, çıkarına uygun sonuçlar versin diye çarpıtmanın ötesinde ekonominin gelişme seyrini ele veren göstergeleri kendi sınıfsal çıkarlarına hizmet edecek bir şekilde düzenler. Buna GSYH, GSMH gibi hesaplama yöntemleri bir örnektir.

Marksist-Leninist politik ekonomide ise, burjuvazinin anladığı içerikte GSYH veya GSMH diye bir kavram yoktur. Bu kavramın yerine Marksist-Leninist politik ekonomide toplumsal toplam ürün (TTÜ) veya da brüt ürün (BÜ) kavramları kullanılır. GSYH-GSMH ile TTÜ-BÜ arasında bağlayıcı farklılık vardır. Bu kapsamlı bir yazıda bu farklılığı açmanın olanağı olmayacağı için kısaca şunu söyleyelim: Burjuvazi, maddi değerlerin üretilmediği sektörleri de hesaplamaya dahil ederken ve farklı sonuçlara varırken, Marksist-Leninist politik ekonomi sadece ve sadece maddi değerlerin üretimini hesaplamaya dahil eder. Toplumsal toplam ürün ve dolayısıyla ulusal gelir de, maddi üretim dallarında çalışan işçiler tarafından üretilir. Buna, maddi varlıkların üretildiği dallar–sanayi, tarım, inşaat sektörü, taşıma sektörü vs.–dahildir. Devlet aygıtının, kredi sektörünün, (üretim sürecinin dolaşım alanındaki devamını teşkil eden ticari operasyonlar hariç) ticaret vs.nin dahil olduğu üretici olmayan dallarda, özelleştirilmemiş hizmet sektöründe yeni değer (artı değer) üretilmez, dolayısıyla ulusal gelir de üretilmez.
Bu farklılıktan dolayı “Hormonlu’ değil Mercedes’li büyüme”, “Zengin büyüme”, “büyüme lüks tüketimden kaynaklı”, “Dünyada Mercedes sayesinde büyüyen tek ülke herhalde Türkiye” türünden saptamalarla, ekonomini seyri açıklanamaz. Bunlar, ekonominin seyrini değil, en fazlasıyla gelir dağılımındaki uçurum haline gelmiş farklılaşmayı; zenginin daha çok zenginleştiğini, fakirin daha çok fakirleştiğini; kapitalist sistemin doğasındaki var olan adaletsizliği göstermeye yarar. Eğer söz konusu olan, ekonomide büyümenin veya küçülmenin tespiti ise bunun kıstası maddi değerlerinin üretimidir. Nasıl, hangi sömürü, ücret köleliği koşularında üretildiği başka bir konudur.

Diğer taraftan maddi değerlerin üretimini neye göre ölçeceksiniz; büyümeyi veya küçülmeyi neye göre tespit edeceksiniz sorusu da var. Bu sorunun cevabı doğru verilmezse; yani istatistik verileri işinize geldiği gibi kullanırsanız küçülen ekonomiden büyüyen bir ekonomi sonucu çıkartabileceğiniz gibi, büyüme oranlarını yüksek göstererek, oldukça hızlı ve dinamik büyüyen bir ekonomi ortaya çıkartabilirsiniz. Bunun nasıl yapılabilir olduğuna bir örnek verelim:

Yıllara göre sanayi üretimi 2007=100 bazında 2014'te yüzde 21,8 oranında büyümüş. Ama krizin en derin olduğu 2009=100 bazında ise 2014'te yüzde 35,9 oranında büyümüş olur.

Yılın çeyreklerine göre 2008/I=100 bazında sanayi üretimi 2015'in ilk çeyreğinde yüzde 17,1 oranında büyümüştür. Ama krizin dip noktada olduğu 2009'un ilk çeyreğini baz alırsanız 2015'in ilk çeyreğinde sanayi üretimini yüzde 48,6 oranında büyütmüş olursunuz.

Aylık sanayi üretiminin gelişme oranını tespit etmek için Ocak 2008'i baz alırsanız Mart 2015'te sanayi üretiminin ancak yüzde 18,75 oranında büyümüş olduğunu görürsünüz. Ama krizin dip noktada olduğu Aralık 2008 ayını baz alırsanız bu sefer sanayi üretimini Mart 2015'te yüzde 65,75 oranında büyütmüş olursunuz. Aslında Mart 2015 itibariyle değer değişmemektedir. (1000 0tomobil, veya 2 milyar dolarlık sanayi üretimi). Değişmeyen bu değeri, ölçü alınan bazı değiştirmekle farklılaştırmış olursunuz. Bu nedenle, neye göre ölçmeliyiz sorusunun cevabını konjonktür çevriminde aramalıyız: Buna göre ekonominin (klasik anlamda kriz, canlanma, durgunluk, yükseliş, günümüzde ise kriz, canlanma ve inişli-çıkışlı durgunluk) aşamalarından gelişmeyi göstermek bakımından bağlayıcı olan kriz öncesi en yüksek büyüme verisi (oran veya mutlak değer) baz alınmalıdır. Bütün gelişme; üretim, işsizlik, kapasite kullanımı, yatırımlar vb. buna göre ölçülmelidir. Bu yapıldığında istatistik verilerden doğru politik sonuçlar çıkartmanın maddi zemini (ekonomik zemini) elde edilmiş olur.

Şimdi, maddi değerlerin üretiminde belirleyici ağırlığı olduğu için sanayi üretimini esas alarak sanayi üretiminin, bu anlamda da ekonominin gelişme seyrine bakalım.

Yıllara göre genel sanayi ve imalat sanayi üretiminin seyri:


Kriz öncesindeki en yüksek üretim seviyesine göre (2007=100) genel sanayi üretimi yüzde 21,8 ve imalat sanayi üretimi de yüzde 21,3 oranında artmış.

Yılın çeyrekleri bazında, kriz öncesi en yüksek üretim seviyesine göre (2008/I = 100) 2015'in ilk çeyreğinde genel sanayi üretimi yüzde 17,1 ve imalat sanayi üretimi de yüzde 15,0 oranında artıyor.

Bu artış oranı aylık bazda (kriz öncesi en yüksek üretim seviyesi olan Ocak 2008 = 100) Mart 2015'te genel sanayi üretiminde yüzde 27,3 ve imalat sanayi üretiminde de yüzde 26,4 oranına varıyor.

Bu verilerden hareketle, yukarıdaki grafikte gelişme eğiliminin de gösterdiği gibi ekonominin seyrinde bir sorunun olmadığını, çarkların dönmesi gerektiği gibi döndüğünü söyleyebiliriz. Ama sanayi üretiminin krizden çıktığı dönemden sonrasındaki (2010 sonu itibariyle) gelişmeye baktığımızda üretimde açık seçik bir yavaşlamanın, bir durgunluğa doğru gidişin olduğunu, bu anlamda da ekonomide sorunların baş gösteriğini, çarkların dönmesi gerektiği gibi dönmemeye başladığını görüyoruz.


Grafik büyümenin oldukça küçüldüğünü, üretimde yavaşlamanın, durgunluğun baş gösteriğini gösteriyor: Ocak 2008-Mart 2015 arasında sanayide büyüme oranı yüzde 27,3'ten krizden çıkıştan sonraki dönemde Aralık 2010-Mart 2015 arasında yüzde 17,5'e düşüyor; 9,8 puanlık bir gerileme oluyor.
Yılın çeyreklerine göre bu gerileme 2011'in ilk çeyreğinden 2015'in ilk çeyreğine göre genel sanayi üretiminde yüzde 17,1'den yüzde 11,3'e düşüyor (5,8 puanlık bir gerileme).

Buradan çıkartılması gereken sonuç:
2010 sonunda dünya piyasalarında bulunun bol miktardaki dolar varlığından da yararlanarak önemli bir büyüme dinamiği sergileyen ekonomilerden birisi olan Türkiye ekonomisi, Çin de dahil dünya ekonomisinde hakim olan durgunluk sürecine girmiştir. Bunun doğrudan sonucu dış kaynak olanaklarının giderek daralmasıdır, kapasite kullanım oranının düşmesi ve nihayetinde de gerileyen üretimin işsizlik olarak topluma yansımasıdır.

Bunu böyle olduğunu kapasite kullanım oranının seyri de göstermektedir:
İmalat sanayi aylık kapasite kullanım oranı kriz öncesinde (2007 ve 2008) yüzde 79,9'dan Haziran 2015'te yüzde 75,1'e düşmüştür. 2012-2015 arasında bu oran, 2013'ün haziran, temmuz, ağustos ve 2014'ün haziran ayları hariç yüzde 75'in altında kalmıştır.
İşsizlik oranındaki durum:


Gençlik arasında işsizlik oranı kriz döneminde en yüksek seviyesinden (Mayıs 2009 yüzde 25,2) Mart 2015'te yüzde 18,2'ye; tarım dışı işsizlik oranı Nisan 2009'da yüzde 16,9'dan Mart 2015'te yüzde 12,1'e ve genel işsizlik oranı da keza Nisan 2009'da yüzde 13,9'dan Mart 2015'te yüzde 10'a düşüyor. Bu durumda eğer manipülasyona baş vurmak isterseniz krizin doruk noktasından günümüze işsizlik oranının gençlikte yüzde 25,2'den yüzde 18,2'ye; tarım dışı işsizliğin yüzde 16,9'dan yüzde 12,1'e ve genel işsilik oranının da yüzde 13,9'dan yüzde 10'a düştüğünü söyleyebilirsiniz.

Ekonomiyle ilgili verileri burjuvazi kendi çıkarına uygun duruma getirme maharetini gösterdiği için istatistiklere inanmak biraz saflık olur. Bu nedenle çoğu kez birkaç veriyi bir arada kullanmak ve eğilim tespiti yapmak gerekir. İşsizlik konusunda ise burjuvazi tamamen yalan söyler. Yayınlanan işsizlik verilerine göre, örneğin yukarıdaki grafiğe göre Ocak 2005'ten Mart 2015'e işsizlik oranları düşmektedir. Gelişme eğilimi bunu gösteriyor. Ama bu verilerin hiç biri gerçeği yansıtmamaktadır. Tüik, Şubat 2014 itibariyle hesaplama yöntemini değiştirdi; işsiz sayılanların kapsamını daralttı ve binlerce işsiz, bir anda, yöntem değişikliğiyle işsiz konumundan çıkartıldı. Böylece işsiz sayısında önemli bir “azalma” oldu.
Resmi verilere göre 3 milyon civarında olan işsiz sayısı aslında gerçek sayının yarısını dahi yansıtmaktadır.

Diğer taraftan kapitalist ekonominin klasik konjonktür hareketine denk düşen bir işsizlik hareketi de artık pek görülmüyor. Gelişen teknoloji ve üretimde uygulanması Türkiye gibi ülkelerde de belli bir kronikleşmiş kitlesel işsizlik oluşturmuştur. Bu nedenle ekonominin krizde olduğu dönemde artan işsizlik, ekonominin krizde olmadığı dönemde önemsiz boyutlara çekilemiyor; belli bir oranda sürekliliği var oluyor.

Sonuç itibariyle şunu söyleyebiliriz:
Türkiye ekonomisi, 2008'de başlayan son krizden en erken çıkan (2010 sonu itibariyle) ve dikkate değer bir büyüme dinamiği sergileyen ekonomilerden birisiydi. Dünya ekonomisinde önemli ağırlığı olan AB, Avro Alanı ülkeleri hala kriz-krizden çıkma aşamasındayken, büyüyen, “yükselen ekonomiler” kategorisinde sayılan ülkeler de son dönemde belli bir durgunluk aşamasına girmişlerdir. Bu ülkelerde büyüme oranları küçülmüştür.

Dünya ekonomisi kriz ve durgunluk süreçlerinin çakışacağı bir noktaya doğru seyretmektedir. Türkiye'de de ekonomi bu seyrin dışında değildir. Bu gerçekten hareketle politik tespitler hızla krize giren, krizin ayak seslerinin duyulduğu bir ekonomi tasavvuruna göre yapılmamalıdır. Bunun hiçbir nesnel verisi yok. Nesnel veriler, durgunluk sürecinde olan ekonominin verileridir. Bu veriler bir taraftan dış kaynak kullanma olanaklarının daraldığını, üretim artışının gerilediğini, ihracatın zorlaşabileceğini gösterdiği gibi, işsizliğin de artacağını göstermektedir. Bütün bunlar, dış politik iflasla, hükümetin Kürt ulusan hareket karşısında “çözüm süreci” adı altında dayattığı çözümsüzlükle, baskıyla, özgürlüklere saldırıyla; seçim sonuçlarını, HDP'nin yükselişini hazmedememekten kaynaklanan girişimlerinin sonuçlarıyla birleştirildiğinde burjuvazinin yönetememe krizini derinleştirecektir.
30.06.2015
Kaynaklar:
15) Marks-Engels; Toplu Eserleri; C. 25, s. 506.

16)Marks-Engels; Toplu Eserleri; C. 36, s. 386.

17)Engels; Vorwort zur zweiten deutschen Ausgabe (1892) der "Lage der arbeitenden Klasse in England": Marks-Engels; Toplu Eserleri; C. 22, s. 326/327.

18) Stalin; C. 13, s. 258/259.

19) Marks; “Grundrisse der Kritik der politischen Ökonomie”, s. 608, 1953.

20) Bkz.: METE Marks-Engels Toplu Eserleri), C. 23, s. 661 (Kapital, C. I).

21) Bkz.: METE, C. 25, s. 506 (Kapital, C. III).

22) Bkz.: Agk., s. 372.

23) METE, C. 25, s. . III) s. 507. )

24) METE; C. 23, s. 661

25) METE; C. 25, s. 372 (Kapital, C. III).

26) Agk., s. 507

27) Agk., s. 505.

28) METE; C. 24, s. 185/186 (Kapital, C. II).

29) METE; C. 23, s. 661 (Kapital, C. I).

30) METE; C. 24, s. 409 (Kapital, C. II).

31) Örneğin, Kapital, C. I, s. 662.

32) METE; C. 25, s. 372 (Kapital, C. III).

33) METE; C. 23, s. 661 (Kapital, C. I).

34) METE; C. 24, s. 185/186 (Kapital, C. II).

35) METE; C. 25, s. 372 (Kapital, C. III).

36) Agk., s. 506, 511.

37) METE; C. 23, s. 662, 697 (Kapital, C. I); C. 25, s. 506 (Kapital, C. III); C. 26/2, s. 525 (Kapital, C. IV. İkinci kısım).

38) METE; C. 23, s. 28.

39) Bkz.: MLKP, II. Kongre Belgeleri.

40) Lenin: C. 24, s. 468.

41) Stalin; C. 13, s. 258/259.

42) METE; C. 23, s. 476.

43) METE; C. 19, s. 218/219.

44) Bkz.: METE, C. 24, s. 185/186.

45) METE; C. 24, s. 193.

46) Lenin; C. 21, s. 53 ("Karl Marks" makalesinden).

47) Lenin; C. 29, s. 104.

48) METE; C. 19, s. 218.
*

*) Esas itibariyle Mayıs 2015'te hazırlanan bu yazının bazı bölümleri Temmuz-Ağustos verilerini de içermektedir.

**) Bu yazı 8 Temmuz 2015 tarihli Yeni Özgür Politika'da “Yönetememe krizine doğru..” başlığıyla kısaltılarak yayımlanmıştır.