ENFLASYON
DEDİĞİN NE Kİ, İKİ AYDA BİTİRİRSİN!
EKONOMİNİN
GÜNCEL SEYRİ (I)
Türkiye’de
ekonominin güncel durumunu iki makalede ele alacağız. İlk
makalede enflasyonu, enflasyona karşı mücadelede hükümetin
programını ve neyi amaçlandığını açıklamaya çalışacağız.
İkinci
makalede maddi değerlerin (sanayi) üretimindeki durumu güncel
verilerle analiz edeceğiz. Bu sefer sadece genel anlamda sanayi
üretimi verileriyle yetinmeyeceğiz, hemen bütün sektörlerdeki
gelişmeleri ele alacağız. Böylece mevcut krizin başlangıç
aşamasında birtakım özelliklerinin olup olmadığını tespit
etmeye çalışacağız.
Hazine
ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 9 Ekimde açıkladığı
“Enflasyonla Topyekun
Mücadele Programı” “dağ
fare doğru”du türünden bir program. Programın amacı, Mart
2019’da yapılması gereken yerel seçimlere AKP’nin daha fazla
hasar görmeden, ekonominin seyrinden dolayı daha fazla oy kaybına
uğramadan bu seçim badiresini atlatabilmesini sağlamaktır. Bu
amaca ne derece hizmet edeceğinden bağımsız olarak Albayrak,
“topyekun mücadele” derken burjuvazinin, sermayenin iliklerine
kadar sömürdüğü işçi sınıfı ve emekçi yığınları da bu
mücadeleye katılmaya, bu programı benimsemeye davet ediyor.
Böylece yaşanmakta olan krizin, onun bir göstergesi olarak
enflasyonun yükü toplumun sırtına yıkılıyor. Kriz
döneminde şu veya bu sermaye, işletme, kapitalist iflas edebilir,
üretimi daralabilir, ama her
halükarda krizde kaybeden,
daha da yoksullaşan, işsiz kalan işçilerdir, emekçilerdir. Her
işçi bunu kendi yaşamının bir parçası olarak bilir. Bakan
Albayrak, toplumun bel kemiğini oluşturan milyonlarca işçi ve
emekçiye, sermayenin durumunu düzeltmek için aldığımız
tedbirlere katlanın, sahiplenin demek istiyor.
Programın
içeriği ne?
-Bazı
ürünlerde en azından yüzde 10 indirim yapılacak: Enflasyonla
mücadele hareketine katılan tüm firmalarla asgari yüzde 10
indirim kampanyası üzerinde mutabakata varılmış. İndirim
kampanyasında enflasyon sepetindeki tüm kalemler yer alacak.
-Elektrik
ve doğal gaza yıl sonuna kadar zam yapılmayacak.
-KDV
iadesi yapılacak: KDV iadelerinin ödenme süreçleri
hızlandırılacak.
-Bankalar
1 Ağustos'tan sonra yüksek faizle kullandırılmış ticari
kredilerin faiz oranlarında 10 Ekim'den itibaren yüzde 10 indirim
yapacaklar.
-Sebze
ve meyve fiyatlarının ucuzlaması için Hal Yasası'nda değişiklik
yapılacak. Komisyonculuk kaldırılacak.
-Gıda
ürünlerinde fiyat dalgalanmalarını yakından takip edilmek
için ürün gözetim mekanizması süreci çalışması başlayacak.
Stokçulukla etkin mücadele edilecek. (Günlük
gazetelerden)
Yaptıkları
açıklamalarla kapitalistler ve sermaye kurumları bu programı
desteklediler:
TOBB
Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu: 81 il ve 160 ilçedeki odalarımız
ve borsalarımızla birlikte enflasyonla mücadeleyi sahipleneceğiz.
TÜSİAD
Başkanı Erol Bilecik: Programın başarısı için gereken ne varsa
yapmaya hazırız.
MÜSİAD
Başkanı Abdurrahman Kaan: Enflasyon, hedeflerimizin önünde bir
pranga gibi duruyor.
TBB
Başkanı Hüseyin Aydın: Nominal faiz hadlerinin daha aşağı
seviyede olması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
İTO
Başkanı Şekib Avdagiç: Program reel sektörün artan maliyet
enflasyonuna karşı kalıcı çözümler getiriyor.
İSO
Başkanı Erdal Bahçıvan: Tüm paydaşların el ele mücadelesi
enflasyona karşı set oluşturacaktır.
TİM
Başkanı İsmail Gülle: Açıklanan programın ihracat odaklı
olması da bizleri ziyadesiyle mutlu etti.
Yaşar
Topluluğu: Tüm şirketlerimiz ve markalarımızla destek
vermeye devam edeceğimizi belirtmek isteriz.
TESK
Başkanı Bendevi Palandöken: Programa esnaf ve sanatkar camiası
olarak biz de destek veriyoruz.
Sabancı
Topluluğu: Regüle olmayan sektörlerde, üretimimiz olan
ürünlerde indirim yapacağız.
Orka
Holding Başkanı Orakçıoğlu: Tüm markalı ürünlerimizde
yüzde 20 indirime gidiyoruz.
A101:
Programa tam desteğimizi bildiririz.
ATO
Başkanı Gürsel Baran: Enflasyonla mücadele sadece bugünü değil,
çocuklarımızın geleceğini etkileyeceği için de çok önemli.
Bu nedenle biz de ATO olarak elimizi taşın altına koymaya hazırız.
Dış
Ekonomik Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak: Enflasyonla
mücadele sürdürülebilir ve istikrarlı bir büyüme için büyük
öneme sahip.
ASKON
Başkanı Hasan Ali Cesur: Toplumun tüm kesimleri, bilinçli bir
şekilde topyekun bu kampanyaya destek vermelidir.(Günlük
gazetelerden)
Görüyoruz
ki, bu programı
destekleyenler arasında sermayenin hemen her kesimi var, ama
toplumun bütün kesimleri yok.
Enflasyona
karşı “mücadele seferberliği”ne katılan şirket sayısının
bini geçtiği ve
ürün çeşidinin de
arttığı söyleniyor.
Olabilir.
Ama
sorun çözülmüyor. Bu
yüzyılda, Aralık 2003’te,
enflasyon yüzde
25,3 idi. Bu oran yine başka
bir AKP hükümeti döneminde yüzde
24,5 (Eylül ayı) olarak
gerçekleşti. Yerel seçimler öncesinde bu enflasyon oranı,
hükümeti acil tedbirler almaya zorlamıştır. 2 aylık bir
“topyekun
mücadele” ile ne elde edilebilecekse onu elde etmek için. İki
aylık programla enflasyona
karşı mücadele edilemeyeceğini diktatör Erdoğan ve hükmet
bilmiyor olabilirler,
ama
bu programı destekleyen sermaye çevreleri pekala biliyorlar.
Doğrudur,
programa göre
elektrik ve doğal gaza
yıl sonuna kadar zam yapılmayacak,
mücadeleye katılacak firmaların ürünlerinde yüzde 10 indirim
uygulanacak
ve 1 Ağustos'tan
geçerli olmak üzere bankaların yüksek faizle kullandırdıkları
kredilerin faiz oranlarında yüzde 10 indirim yapılacak.
Bunun ötesinde
işletmelerin kullanacakları Türk Lirası (TL) cinsinden kredilere
yüzde 14'e kadar finansman desteği sağlanacak
ve işçilerin işten
çıkartılmalarının önüne
geçilmesi için işletmelere destek verilecek vb. Ama bugün
indirim yapan şimdiden binin üzerinde şirketin bu program sonunda
yaptıkları indirimin acısını işçi ve emekçilerden
çıkartmayacaklarının bir garantisi var mı? Yok.
Bugün indirim yapanlar, yarın, yaptıkları indirimi fazlasıyla
geri alacaklardır. Peki, O
zaman ne olacak?
Bu
yöntemle enflasyonun bir iki ay gerilemesi, en azından iniş
sürecine geçmesi sağlanabilir. Ama sonrasında ne olacak?
Tamam,
programda öngörüldüğü gibi bankalar kredi faizlerinde yüzde 10
indirim uygulamasını yapabilirler. Böylece bankalar birkaç ay,
programa göre iki ay karlarının bir kısmından feragat etmiş
olurlar. Ama sonra ne olacak? Orası açık! Bunu kayınpeder ve
damat bilmiyor olabilirler? Ama bankalar kesinlikle biliyorlar.
Ekonomi
nasıl bir enflasyonla karşı karşıya?
Burada,
aynı anda etkide bulunan iki enflasyon türüyle karşı karşıyayız:
Talepten kaynaklanan enflasyon ve maliyetten kaynaklanan enflasyon.
Başka bir deyişle talep enflasyonu ve maliyet enflasyonu.
Üretilen
ve arz edilen mal ve hizmetler, bu mal ve hizmetlere olan talebin
gerisinde kalıyorsa, bu durumda bunların fiyatı yükselir. Bunun
devamlılık kazanması durumunda genel fiyatlarda artış olur ki,
bu da enflasyonun yükselmesine neden olur. Böyle bir enflasyon,
farklı olguların bir araya gelmesinden kaynaklanır. Örneğin, bir
ülkede gelirler artıyorsa, borçlanma cazip hale getirilerek
harcama kolaylaştırılıyorsa, reklamlarla ihtiyaçlar yapay olarak
zorunluluk haline getiriliyorsa, faizler düşük olduğu için
tasarruf yapmak anlamsızlaştırılıyorsa bu faktörler, talebi
arttıran rol oynarlar. Toplumun bütün kesimleri için gelir artışı
hariç diğer faktörler hükümet tarafından pompalanmıştır.
Şayet
mal ve hizmetlerin üretilmesi ve arz edilmesi için girdi maliyeti
sürekli artıyorsa, bu durumda maliyet üzerinden genel fiyatlarda
bir artış olur ki, bu da sonuçta maliyet enflasyonuna neden olur.
Mal
ve hizmetlerde maliyeti arttıran en önemli faktörler şunlardır:
Dövizin değer kazanması nedeniyle üretim yapmak için ithal
edilen mal ve hizmetlerin fiyatları artar; enerji (burada petrol)
fiyatlarının artması, ithal edilen bu hammaddeye bağlı ürün
ve girdilerin fiyatlarını arttırır, yani fiyatı artan petrol
bağlamında ithal edilen girdi fiyatları yükselir ve bu da nihai
ürüne yansır; bunun dışında ücretlerde ve vergilerde artışı
da maliyeti arttırır.
Türkiye’de
bu iki enflasyon türünün ikisi de var; bir taraftan talepten
kaynaklanan enflasyon, diğer taraftan da girdi maliyetinin
artmasından kaynaklanan enflasyon aynı anda etkili oluyorlar.
Türkiye’de
son aylarda etkili olan yüksek enflasyonun en önemli nedeni döviz
kurlarında; somutta da doların TL karşısında kısa zamanda çok
yüksek değer kazanmış olmasıdır. Türk sanayisi üretmek için
dışarıya iki açıdan bağımlıdır; bunlardan birisi enerji
(petrol ve doğal gaz) ikincisi de enerji dışında ara malları,
hammaddelerdir. Sanayi, üretebilmek için bunları ithal etmek
zorundadır. Fiyatları dolar üzerinden hesap edildiği için bu
maddelerin artan fiyatı, girdi fiyatlarının yükselmesi anlamına
gelir. Yaşanan budur.
“Enflasyonla
Topyekun
Mücadele Programı”, enflasyonla
mücadele programı olmaktan başka herşeye benziyor. Diktatör ve
hükümeti, bir şeyleri
kurtarmak, artarak üzerlerine gelen baskıyı hafifletmek, Mart
ayında yerel seçimlerde “kazasız-belasız” çıkmak, büyük
bir olasılıkla asgari
ücrete
yapılacak zammı düşük tutmanın hesabını
yapıyor.
Programın
hemen her satırında veya çözme iddiasıyla ele alınacağı
açıklanan hemen her sorunda sınıfsallık görülüyor. Başka
türlü de olamazdı;
enflasyonla mücadele programı sermayeyi kollama programıdır. Bu
taraflılığı göstermemek
istercesine “topyekun mücadele”den, adeta ulusal seferberlikten
bahsedilmesi de insanlarla; sömürülen ve ezilen sınıf ve sosyal
katmanlarla alay etmekten başka bir anlam taşımaz. Sermaye
çevrelerinin bu programı selamlaması, destekleyeceklerini
açıklamaları, programın sermaye ile ortaklaşa hazırlanmış
olduğunu gösterir. Daha
doğrusu, bu programın içeriği sermaye tarafından hazırlanmış
ve hükümete, açıklaması için sunulmuştur.
İşçi sınıfı ve emekçiler, birtakım tüketim maddelerinde
yüzde 10 oranında fiyat indirimiyle hatırlamış program.
Yüzde
10 indirim, halktan çok satıcı şirketlere,
dükkanlara ve o üretici
firmalara (yani sanayi ve
ticaret sermayesine/burjuvazisine)
yarayacaktır. İndirimin söz konusu olduğu ürün ve satıcı
şirket sayısı
artmaktadır. Bu ürünlerin satıcısı konumunda olan dükkanlar,
büyük alış-veriş yerleri yüzde
10 fiyat indirimini
düşünerek fiyat ayarlaması zaten yapmışlardır. Ama her
halükarda kampanya
sonrasında, iki ay sonra bu indirimin acısını tüketicinden fiyat
arttırarak çıkartacaklardır.
Bu arada üretici işletmeler stoklarını eritecek, depolar
boşalacak, “elde mal”
kalmayacaktır. Satıcı konumundaki işletmeler de “işlerin
kesat” gitmesinin önünü almış olacaklardır. Yeniden
bir ticari canlılık yaşanacaktır.
Programda
halktan yana gözüken tek nokta yüzde 10 indirim. O da sermayenin
işine yaramaktadır.
Program
KDV iadesi öngörmektedir. Bu şu anlama geliyor:
KDV alacakları iki ay içinde söz konusu
sermaye kesimlerine geri ödenecek. Burada söz konusu olan, 150 ila
200 milyar TL tutarında bir miktar. Bu miktarı alan işletme ne
yapabilir? Yatırım yapar, genişlemeye gider.
Yani daha çok üretir ve satmaya çalışır. Bu
da enflasyonla mücadeleden başka her
şeye benzer.
KDV
iadesi, bu koşullarda sermayenin ödüllendirilmesidir.
Kredi
faizleri oranının yüzde 10 indirilmesi
de sermayenin yararına olacaktır. Tüketici
kredisi, konut kredisi, ihtiyaç kredisi, kredi kartı
kullanıcılarından kesilen
aylık yüzde 3’e varan
kredi faizleriyle ilgili bir
şey yok. Milyonarca insanı
ilgilendiren bu alanda indirim yapılmalı, bu yük hafifletilmeli
türünden bir açıklama da
yok. Açık ki, burada sermayenin belli kesimlerine enflasyona karşı
mücadele programını sahiplenmeleri için destek sunulmaktadır.
Bu durumda tüccarın,
sanayicinin, esnafın faiz yükü azalacaktır. Bu yükü, kendileri
için bu kaybı bankalar üstlenirler mi dersiniz? Neden üstlensin
ki? Bankalar bunu, artan tüketici kredisi faizleri üzerinden
milyonlarca
tüketicinin sırtına yıkacaklardır.
İki
aylık enflasyonla mücadele komedisinin bir de asgari ücretle
ilgili yanı var:
Bilindiği
gibi yeni asgari ücret,
enflasyon oranına göre belirlenecek. Bu
durumda enflasyon oranı ne kadar düşük olursa asgari ücret
de o kadar az artmış olur. Yukarıda bahsettiğimiz
kampanya sürecinde yüzde 10 indirim, açık ki enflasyonun
yükselmesini frenlemesinin ötesinde bir miktar düşürecektir de.
Enflasyona karşı iki aylık mücadele programında bunun hesabının
yapılmamış
olduğu düşünülemez. Asgari ücretin belirlenmesinde
yıl sonu enflasyon oranı baz olarak alınıyor. Bu durumda
gerileyen enflasyon oranı baz alınacağı için, asgari ücrete zam
da olması gerekenden daha düşük olacaktır.
Bu, asgari
ücret alan işçinin işine yaramayacağına göre kimin işine
yarar? Elbette ki, sermayenin işine yarar. Asgari
ücretle çalışanların sayısı yaklaşık 7 milyondur (farklı
rakamlar veriliyor, bu nedenle yaklaşık 7 milyon diyoruz).
Hükümet
böyle bir hesabın peşinde olabilir mi? Olmazsa şaşarım.
Enflasyon,
kapitalist ekonominin bir sorunudur. Enflasyon,
sınıfsal içeriklidir ve enflasyonda nihai amaç, işçi ve
emekçiler tarafından yaratılan ulusal geliri/varlıkları büyük
sermayenin/tekellerin lehine yeniden paylaşmaktır. Bu nedenle
enflasyon, kapitalist üretim ilişkilerinden türeyen veya
kaynaklanan sosyo-ekonomik bir süreçtir. Enflasyon,
işçi ve emekçi yığınların sömürülmesinin bir yöntemidir.
Enflasyonun
itici güçleri; oluşmasını sağlayan nedenler, kapitalizmin
ekonomik yasallıklarında ve kapitalist/burjuva toplum düzeninin
çelişkilerinde aranmalıdır. Bu çelişkiler, büyük sermaye veya
tekelci sermaye hakimiyeti tarafından koşullanırlar.
Enflasyon
dolaysız, açık görünür ifadesini para/döviz süreçlerinde ve
fiyat gelişmesinde bulur. Ama her para/döviz süreci/hareketlenmesi
ve fiyat gelişmesi mutlaka enflasyon anlamına gelmez. Fiyatlardaki
süreklilik
arz eden artış, hem enflasyona doğrudan bir işarettir hem de
enflasyonist gelişmenin boyutlarını gösterir. Bunun
en uygun ölçeği de tüketim maddeleri fiyatlarındaki
gelişmedir/artıştır.
Fiyat artışı, paranın değer kaybına neden olur; yani alım gücü
düşer. Bu da toplumun ezici çoğunluğunu
oluşturan işçi ve emekçi yığınların olduğundan daha çok
yoksullaşmasına neden olur.
Mücadele
edilmezse enflasyon, ücret artışını, halkın tasarrufunu eritir,
reel ücretlerin düşmesine neden olur; kısaca “elde avuçta”
bir şey
bırakmaz.
Enflasyona
karşı mücadele edilemez mi? Edilir.
Enflasyona
karşı mücadelenin birinci yolu, nihai çözüm yoldur. Mülkiyetin
sınıfsal karakterini değiştirecek olan toplumsal altüstü,
devrimi gerçekleştirmektir. Böylece üretim araçlarının özel
mülkiyette oluşu ortadan kaldırılır ve bu üretim araçları
toplumsal mülkiyete geçer. Enflasyon sorunu böyle kökten çözülmüş
olur.
Ama
bir yol daha var; sistem içinde kalarak, kapitalist ekonomi
ilişkiler içinde enflasyona karşı mücadele, nedenlerine bağlı
olarak her bir
ülkede farklı da olsa günümüzde sonuç itibariyle birtakım
tedbirlerin alınmasını ve uygulanmasını beraberinde getirir.
Bunlar, (her
bir ülkenin gerçekliğinden
kaynaklanan farklılık ve tedbirin önemi
değişken de olsa) şunlardır:
Faizler
arttırılırsa dövize olan talep azalır, koşullar iyileştirilerek
sıcak para gelişi sürekli kılınır, turizm gelirleri arttırılır,
ülkenin dış borç sorunu varsa, erteleme, yeniden yapılandırma
yol ve yöntemleri üzerinde durulur ve böylece dışarıdan borç
alınır, yabancı sermaye akışının sürekli kılınması için
koşullar iyileştirilir; bütün bunlar yapıldığında
uluslararası piyasada o ülke ekonomisine belli bir güven duyulur;
bütün bunların toplamı sonucunda döviz kurları artmaz, aksine
düşer veya düşük seviyede seyreder.
Türkiye
gibi enerji fukarası bir ülkede, böylesi dönemlerde ilk yapılması
gereken enerji tasarrufudur. Bu ithal maddelerinin fiyatları,
uluslararası ekonominin seyrinden, bu alanda söz sahibi ülke ve
tekellerin fiyat politikalarından dolayı yüksek olabilir. Mevcut
enflasyona bir de ek ithal enflasyon istemiyorsanız enerjide
tasarruf kaçınılmazdır. Ucuz enerji (petrol ve doğal gaz) temin
etme imkanı olmayan ülkenin enerji tasarrufunu katı uygulamayı,
kışın üşümeyi, Saray’ı ısıtmamayı göz alması gerekir.
Faizleri
arttırırsanız, insanlar harcama yapmaz, tasarrufa yönelir;
tüketim geriler. Üretimi arttırarak da aynı sonuca
varabilirsiniz. Ürün bolluğu, talebi gevşetir, geriletir.
Türkiye’de
ekonomi ithalata dayalı üretmektedir. Dolayısıyla döviz
kurlarında her yükseliş ithal edilen malların fiyatına
yansımaktadır. Ama ithal malları fiyatları, özellikle enerji,
dış kaynaklı nedenlerden dolayı da yükselebilir. Her halükarda
ithal malları fiyatlarındaki yükseliş enflasyonu tetikler veya
derinleştirir. Enflasyonla mücadele adına bundan kaçınmak için
ithalatı “olmazsa olmaz”la sınırlandırmak gerekir. Bunun
ötesinde ithal kalemlerini şişiren birçok ürün “yerli” ve
“milli” üretilmelidir. Tabii ki, bu arada lüks ürünlerin
ithalatı yapılmamalıdır. Ama bu durumda Saray’ın hali ne olur,
orasını bilemem.
İşletmeleri,
ticari, sanayisel faaliyetlerini öz kaynak yerine kredi kullanarak
finanse etmelerini birtakım tedbirlerle, teşviklerle tersine
çevirmenin yol ve yöntemleri bulunmalıdır; böylece kredi
kullanımından kaynaklanan yüksek girdi finansmanı geriletilir.
Ancak bu
ve benzeri tedbirleri alırsanız, halka da enflasyona karşı
“topyekun mücadele” talebinde bulunabilirsiniz. Bu konuda önce,
krizin sahibi olan sermaye ve onun toplumsal temsilcisi olan
burjuvazi bizzat, elini taşın altına koyarak örnek olmalıdır.
Ama bunu yapmayacaktır. Enflasyonist gelişmeyi ulusal gelirin
sermaye lehine yeniden paylaşımını sağlayacaktır; işçileri ve
emekçileri enflasyonla da sömürmeye devam edecektir.
İşçi
sınıfı ve emekçilerin toplumsal, sendikal, iktisadi
örgütlenmeleri mevcut, ele edilmiş hakların gasp edilmemesi,
enflasyonun ağır yükünün burjuvazi; sermaye tarafından
üstlenilmesi için kitlesel mücadeleyi örgütlemekten başka bir
yolları yoktur. Bunda devrimci örgütlere devasa bir
birleştiricilik, mücadeleye ortaklaşa önderlik etme görevi
düşmektedir.
Son
olarak, yeri gelmişken doların TL karşısında değer kazanmasının
ne denli ekonomik gelişmeye, dış siyasal baskı ve spekülasyona
dayalı olduğunu göstermek isterim. Aşağıdaki grafik
aydınlatıcıdır:
Türkiye’de
ekonomik gelişme üzerine dillendirilen görüşlere baktığımızda
aynı sonuca varan iki ana eğilim görüyoruz. Bunlardan biri
CHP’nin akıl fukarası ekonomi değerlendirmesidir. Söylenen şu:
Ekonomi krizde, battık, batıyoruz. Krizden yararlanarak Erdoğan’ı
devirmek esas amaç. Bu görüş, genel olarak “sol”da, özel
olarak da devrimci yapılarda da bir biçimde savunulmaktadır.
Söylenen şu: Kriz patlak verir, dolar alır başını gider, bu
gelişmeye Erdoğan daha fazla dayanamaz ve gider.
Tamam,
CHP’yi anlıyorum. Ama “sol”a ne oluyor? Devrim yapmak, düzeni
değiştirmek, kapitalist/burjuva sistemi, sömürülen ve ezilen
sınıfları -işçi sınıfı ve emekçileri- örgütleyerek
yıkmanın mücadelesini verdiği iddiasında olanlar, ne zamanda
beri bu iddialarını ekonomik krize bağladılar? Bana göre bu,
umutsuzluk ve çaresizliğin, sorunlara çözüm bulamamanın açık
ifadesidir. Bu, kendi kendimizi iddiasızlaştırmaktan başka bir
şey değildir. Dolardaki değer artışında; TL’nin dolar
karşısında değer kaybetmesinde sıkça söylenen, ekonomi o kadar
berbat ki, doların değeri bu denli ve oldukça hızlı artıyor;
borçlanma krizi, Erdoğan buna daha fazla dayanamaz ve gider.
Bu
yapılırken doların değerindeki değişim ile diktatör Erdoğan
ve rejimi üzerindeki özellikle ABD kaynaklı siyasal ve ekonomik
baskı hemen hemen hiç dikkate alınmadı, alınmıyor. ABD’nin
Türkiye ile özellikle Suriye eksenli olarak Ortadoğu konusunda
görüş ayrılığı, Türkiye-Rusya yakınlaşması ve bunun
giderek siyasi, ekonomik ve askeri alanlara yayılması; şimdiye
kadar istedikleri gibi yönlendirdikleri, kullandıkları Türkiye’yi
eskisi gibi yönlendirememeleri, kullanamamaları, başta ABD olmak
üzere Batılı emperyalist güçleri rahatsız etmiştir. 15 Temmuz
darbe girişimi bunun açık ifadesidir.
ABD,
Brunson’ı ver dolar artmasın dedi. Vermeyince dolar değer
kazanmaya devam etti. ABD güdümlü kuruluşlar
da aynı doğrultuda hareket ettiler. Örneğin uluslararası
kredi
derecelendirme
kuruluşları,
ABD’nin ambargo tehdidi vs. Bronson’ın bırakıldı, dolar TL
karşısında değer kaybetmeye başladı. Aynı dönemde AB-Türkiye
arasında ilişkiler ısıtıldı. Türkiye’nin kapıları
açacağından korkan başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri,
Erdoğan’ı
yeniden keşfettiler. ABD-AB
arasındaki ilişkilerin gerilmesi, krizde olan Türk ekonomisinin
başta Almanya olmak
üzere AB’nin çıkarına olmayacağı; bu ve başka nedenlerle
Almanya’nın Türkiye’ye nispeten sıcak, destekleyici mesajlar
vermesi, nihayetinde Erdoğan-Merkel görüşmesi... Bütün bu
gelişmeler sonucunda doların TL karşısında değer kazanması
tersine döndü. 14 Ağustos 2018’de 6,87’yi gören dolar, 20
Ekim 2018’de 5,64’e geriledi. Bu
arada Türk ekonomisinde doların bu denli hareketli olmasına neden
olabilecek gelişmeler olmadı. Amerikan emperyalizminin Türkiye
üzerindeki siyasi baskısı, doların hareket yönünü, değişim
hızını belirledi. Yine bu arada ne ABD ne de uluslararası
ekonomi kuruluşları; Türk devletine ve özel şirketlerine kredi
verenler, Türkiye'nin bu borcu çeviremeyeceğini, borç
krizine gireceğini önplana çıkarmadılar. Yani Türk ekonomisini
ve Erdoğan'ı bu açıdan vurmadılar. En azından bugün açısından
böyle bir çıkışın sonuç getirmeyeceğini biliyorlar. Ama
bizdeki “sol” bunu
bilmiyor
olmalı
ki, sürekli borçlanma
krizinden, borç batağından bahsediyor.
Dolar
yeniden yükselişe geçebilir, Türkiye borç batağına
gömülebilir. Ama bugün doların TL karşısında değer
kaybetmesini, Türkiye’nin borç batağında iddianızı nasıl
açıklıyorsunuz?