deneme

21 Ekim 2018 Pazar

ENFLASYON DEDİĞİN NE Kİ, İKİ AYDA BİTİRİRSİN!



ENFLASYON DEDİĞİN NE Kİ, İKİ AYDA BİTİRİRSİN!

EKONOMİNİN GÜNCEL SEYRİ (I)

Türkiye’de ekonominin güncel durumunu iki makalede ele alacağız. İlk makalede enflasyonu, enflasyona karşı mücadelede hükümetin programını ve neyi amaçlandığını açıklamaya çalışacağız.

İkinci makalede maddi değerlerin (sanayi) üretimindeki durumu güncel verilerle analiz edeceğiz. Bu sefer sadece genel anlamda sanayi üretimi verileriyle yetinmeyeceğiz, hemen bütün sektörlerdeki gelişmeleri ele alacağız. Böylece mevcut krizin başlangıç aşamasında birtakım özelliklerinin olup olmadığını tespit etmeye çalışacağız.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 9 Ekimde açıkladığı “Enflasyonla Topyekun Mücadele Programı” “dağ fare doğru”du türünden bir program. Programın amacı, Mart 2019’da yapılması gereken yerel seçimlere AKP’nin daha fazla hasar görmeden, ekonominin seyrinden dolayı daha fazla oy kaybına uğramadan bu seçim badiresini atlatabilmesini sağlamaktır. Bu amaca ne derece hizmet edeceğinden bağımsız olarak Albayrak, “topyekun mücadele” derken burjuvazinin, sermayenin iliklerine kadar sömürdüğü işçi sınıfı ve emekçi yığınları da bu mücadeleye katılmaya, bu programı benimsemeye davet ediyor. Böylece yaşanmakta olan krizin, onun bir göstergesi olarak enflasyonun yükü toplumun sırtına yıkılıyor. Kriz döneminde şu veya bu sermaye, işletme, kapitalist iflas edebilir, üretimi daralabilir, ama her halükarda krizde kaybeden, daha da yoksullaşan, işsiz kalan işçilerdir, emekçilerdir. Her işçi bunu kendi yaşamının bir parçası olarak bilir. Bakan Albayrak, toplumun bel kemiğini oluşturan milyonlarca işçi ve emekçiye, sermayenin durumunu düzeltmek için aldığımız tedbirlere katlanın, sahiplenin demek istiyor.

Programın içeriği ne?

-Bazı ürünlerde en azından yüzde 10 indirim yapılacak: Enflasyonla mücadele hareketine katılan tüm firmalarla asgari yüzde 10 indirim kampanyası üzerinde mutabakata varılmış. İndirim kampanyasında enflasyon sepetindeki tüm kalemler yer alacak.
-Elektrik ve doğal gaza yıl sonuna kadar zam yapılmayacak.
-KDV iadesi yapılacak: KDV iadelerinin ödenme süreçleri hızlandırılacak.
-Bankalar 1 Ağustos'tan sonra yüksek faizle kullandırılmış ticari kredilerin faiz oranlarında 10 Ekim'den itibaren yüzde 10 indirim yapacaklar.
-Sebze ve meyve fiyatlarının ucuzlaması için Hal Yasası'nda değişiklik yapılacak. Komisyonculuk kaldırılacak.
-Gıda ürünlerinde fiyat dalgalanmalarını yakından takip edilmek için ürün gözetim mekanizması süreci çalışması başlayacak. Stokçulukla etkin mücadele edilecek. (Günlük gazetelerden)

Yaptıkları açıklamalarla kapitalistler ve sermaye kurumları bu programı desteklediler:
TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu: 81 il ve 160 ilçedeki odalarımız ve borsalarımızla birlikte enflasyonla mücadeleyi sahipleneceğiz.
TÜSİAD Başkanı Erol Bilecik: Programın başarısı için gereken ne varsa yapmaya hazırız.
MÜSİAD Başkanı Abdurrahman Kaan: Enflasyon, hedeflerimizin önünde bir pranga gibi duruyor.
TBB Başkanı Hüseyin Aydın: Nominal faiz hadlerinin daha aşağı seviyede olması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
İTO Başkanı Şekib Avdagiç: Program reel sektörün artan maliyet enflasyonuna karşı kalıcı çözümler getiriyor.
İSO Başkanı Erdal Bahçıvan: Tüm paydaşların el ele mücadelesi enflasyona karşı set oluşturacaktır.
TİM Başkanı İsmail Gülle: Açıklanan programın ihracat odaklı olması da bizleri ziyadesiyle mutlu etti.
Yaşar Topluluğu: Tüm şirketlerimiz ve markalarımızla destek vermeye devam edeceğimizi belirtmek isteriz.
TESK Başkanı Bendevi Palandöken: Programa esnaf ve sanatkar camiası olarak biz de destek veriyoruz.
Sabancı Topluluğu: Regüle olmayan sektörlerde, üretimimiz olan ürünlerde indirim yapacağız.
Orka Holding Başkanı Orakçıoğlu: Tüm markalı ürünlerimizde yüzde 20 indirime gidiyoruz.
A101: Programa tam desteğimizi bildiririz.
ATO Başkanı Gürsel Baran: Enflasyonla mücadele sadece bugünü değil, çocuklarımızın geleceğini etkileyeceği için de çok önemli. Bu nedenle biz de ATO olarak elimizi taşın altına koymaya hazırız.
Dış Ekonomik Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak: Enflasyonla mücadele sürdürülebilir ve istikrarlı bir büyüme için büyük öneme sahip.
ASKON Başkanı Hasan Ali Cesur: Toplumun tüm kesimleri, bilinçli bir şekilde topyekun bu kampanyaya destek vermelidir.(Günlük gazetelerden)

Görüyoruz ki, bu programı destekleyenler arasında sermayenin hemen her kesimi var, ama toplumun bütün kesimleri yok.

Enflasyona karşı “mücadele seferberliği”ne katılan şirket sayısının bini geçtiği ve ürün çeşidinin de arttığı söyleniyor. Olabilir.
Ama sorun çözülmüyor. Bu yüzyılda, Aralık 2003’te, enflasyon yüzde 25,3 idi. Bu oran yine başka bir AKP hükümeti döneminde yüzde 24,5 (Eylül ayı) olarak gerçekleşti. Yerel seçimler öncesinde bu enflasyon oranı, hükümeti acil tedbirler almaya zorlamıştır. 2 aylık bir “topyekun mücadele” ile ne elde edilebilecekse onu elde etmek için. İki aylık programla enflasyona karşı mücadele edilemeyeceğini diktatör Erdoğan ve hükmet bilmiyor olabilirler, ama bu programı destekleyen sermaye çevreleri pekala biliyorlar.

Doğrudur, programa göre elektrik ve doğal gaza yıl sonuna kadar zam yapılmayacak, mücadeleye katılacak firmaların ürünlerinde yüzde 10 indirim uygulanacak ve 1 Ağustos'tan geçerli olmak üzere bankaların yüksek faizle kullandırdıkları kredilerin faiz oranlarında yüzde 10 indirim yapılacak. Bunun ötesinde işletmelerin kullanacakları Türk Lirası (TL) cinsinden kredilere yüzde 14'e kadar finansman desteği sağlanacak ve işçilerin işten çıkartılmalarının önüne geçilmesi için işletmelere destek verilecek vb. Ama bugün indirim yapan şimdiden binin üzerinde şirketin bu program sonunda yaptıkları indirimin acısını işçi ve emekçilerden çıkartmayacaklarının bir garantisi var mı? Yok. Bugün indirim yapanlar, yarın, yaptıkları indirimi fazlasıyla geri alacaklardır. Peki, O zaman ne olacak?
Bu yöntemle enflasyonun bir iki ay gerilemesi, en azından iniş sürecine geçmesi sağlanabilir. Ama sonrasında ne olacak?

Tamam, programda öngörüldüğü gibi bankalar kredi faizlerinde yüzde 10 indirim uygulamasını yapabilirler. Böylece bankalar birkaç ay, programa göre iki ay karlarının bir kısmından feragat etmiş olurlar. Ama sonra ne olacak? Orası açık! Bunu kayınpeder ve damat bilmiyor olabilirler? Ama bankalar kesinlikle biliyorlar.

Ekonomi nasıl bir enflasyonla karşı karşıya?

Burada, aynı anda etkide bulunan iki enflasyon türüyle karşı karşıyayız: Talepten kaynaklanan enflasyon ve maliyetten kaynaklanan enflasyon. Başka bir deyişle talep enflasyonu ve maliyet enflasyonu.
Üretilen ve arz edilen mal ve hizmetler, bu mal ve hizmetlere olan talebin gerisinde kalıyorsa, bu durumda bunların fiyatı yükselir. Bunun devamlılık kazanması durumunda genel fiyatlarda artış olur ki, bu da enflasyonun yükselmesine neden olur. Böyle bir enflasyon, farklı olguların bir araya gelmesinden kaynaklanır. Örneğin, bir ülkede gelirler artıyorsa, borçlanma cazip hale getirilerek harcama kolaylaştırılıyorsa, reklamlarla ihtiyaçlar yapay olarak zorunluluk haline getiriliyorsa, faizler düşük olduğu için tasarruf yapmak anlamsızlaştırılıyorsa bu faktörler, talebi arttıran rol oynarlar. Toplumun bütün kesimleri için gelir artışı hariç diğer faktörler hükümet tarafından pompalanmıştır.

Şayet mal ve hizmetlerin üretilmesi ve arz edilmesi için girdi maliyeti sürekli artıyorsa, bu durumda maliyet üzerinden genel fiyatlarda bir artış olur ki, bu da sonuçta maliyet enflasyonuna neden olur.

Mal ve hizmetlerde maliyeti arttıran en önemli faktörler şunlardır: Dövizin değer kazanması nedeniyle üretim yapmak için ithal edilen mal ve hizmetlerin fiyatları artar; enerji (burada petrol) fiyatlarının artması, ithal edilen bu hammaddeye bağlı ürün ve girdilerin fiyatlarını arttırır, yani fiyatı artan petrol bağlamında ithal edilen girdi fiyatları yükselir ve bu da nihai ürüne yansır; bunun dışında ücretlerde ve vergilerde artışı da maliyeti arttırır.

Türkiye’de bu iki enflasyon türünün ikisi de var; bir taraftan talepten kaynaklanan enflasyon, diğer taraftan da girdi maliyetinin artmasından kaynaklanan enflasyon aynı anda etkili oluyorlar.
Türkiye’de son aylarda etkili olan yüksek enflasyonun en önemli nedeni döviz kurlarında; somutta da doların TL karşısında kısa zamanda çok yüksek değer kazanmış olmasıdır. Türk sanayisi üretmek için dışarıya iki açıdan bağımlıdır; bunlardan birisi enerji (petrol ve doğal gaz) ikincisi de enerji dışında ara malları, hammaddelerdir. Sanayi, üretebilmek için bunları ithal etmek zorundadır. Fiyatları dolar üzerinden hesap edildiği için bu maddelerin artan fiyatı, girdi fiyatlarının yükselmesi anlamına gelir. Yaşanan budur.

Enflasyonla Topyekun Mücadele Programı”, enflasyonla mücadele programı olmaktan başka herşeye benziyor. Diktatör ve hükümeti, bir şeyleri kurtarmak, artarak üzerlerine gelen baskıyı hafifletmek, Mart ayında yerel seçimlerde “kazasız-belasız” çıkmak, büyük bir olasılıkla asgari ücrete yapılacak zammı düşük tutmanın hesabı yapıyor.

Programın hemen her satırında veya çözme iddiasıyla ele alınacağı açıklanan hemen her sorunda sınıfsallık görülüyor. Başka türlü de olamazdı; enflasyonla mücadele programı sermayeyi kollama programıdır. Bu taraflılığı göstermemek istercesine “topyekun mücadele”den, adeta ulusal seferberlikten bahsedilmesi de insanlarla; sömürülen ve ezilen sınıf ve sosyal katmanlarla alay etmekten başka bir anlam taşımaz. Sermaye çevrelerinin bu programı selamlaması, destekleyeceklerini açıklamaları, programın sermaye ile ortaklaşa hazırlanmış olduğunu gösterir. Daha doğrusu, bu programın içeriği sermaye tarafından hazırlanmış ve hükümete, açıklaması için sunulmuştur. İşçi sınıfı ve emekçiler, birtakım tüketim maddelerinde yüzde 10 oranında fiyat indirimiyle hatırlamış program.

Yüzde 10 indirim, halktan çok satıcı şirketlere, dükkanlara ve o üretici firmalara (yani sanayi ve ticaret sermayesine/burjuvazisine) yarayacaktır. İndirimin söz konusu olduğu ürün ve satıcı şirket sayısı artmaktadır. Bu ürünlerin satıcısı konumunda olan dükkanlar, büyük alış-veriş yerleri yüzde 10 fiyat indirimini düşünerek fiyat ayarlaması zaten yapmışlardır. Ama her halükarda kampanya sonrasında, iki ay sonra bu indirimin acısını tüketicinden fiyat arttırarak çıkartacaklardır. Bu arada üretici işletmeler stoklarını eritecek, depolar boşalacak, “elde mal” kalmayacaktır. Satıcı konumundaki işletmeler de “işlerin kesat” gitmesinin önünü almış olacaklardır. Yeniden bir ticari canlılık yaşanacaktır.
Programda halktan yana gözüken tek nokta yüzde 10 indirim. O da sermayenin işine yaramaktadır.

Program KDV iadesi öngörmektedir. Bu şu anlama geliyor: KDV alacakları iki ay içinde söz konusu sermaye kesimlerine geri ödenecek. Burada söz konusu olan, 150 ila 200 milyar TL tutarında bir miktar. Bu miktarı alan işletme ne yapabilir? Yatırım yapar, genişlemeye gider. Yani daha çok üretir ve satmaya çalışır. Bu da enflasyonla mücadeleden başka her şeye benzer.
KDV iadesi, bu koşullarda sermayenin ödüllendirilmesidir.

Kredi faizleri oranının yüzde 10 indirilmesi de sermayenin yararına olacaktır. Tüketici kredisi, konut kredisi, ihtiyaç kredisi, kredi kartı kullanıcılarından kesilen aylık yüzde 3’e varan kredi faizleriyle ilgili bir şey yok. Milyonarca insanı ilgilendiren bu alanda indirim yapılmalı, bu yük hafifletilmeli türünden bir açıklama da yok. Açık ki, burada sermayenin belli kesimlerine enflasyona karşı mücadele programını sahiplenmeleri için destek sunulmaktadır. Bu durumda tüccarın, sanayicinin, esnafın faiz yükü azalacaktır. Bu yükü, kendileri için bu kaybı bankalar üstlenirler mi dersiniz? Neden üstlensin ki? Bankalar bunu, artan tüketici kredisi faizleri üzerinden milyonlarca tüketicinin sırtına yıkacaklardır.

İki aylık enflasyonla mücadele komedisinin bir de asgari ücretle ilgili yanı var:
Bilindiği gibi yeni asgari ücret, enflasyon oranına göre belirlenecek. Bu durumda enflasyon oranı ne kadar düşük olursa asgari ücret de o kadar az artmış olur. Yukarıda bahsettiğimiz kampanya sürecinde yüzde 10 indirim, açık ki enflasyonun yükselmesini frenlemesinin ötesinde bir miktar düşürecektir de. Enflasyona karşı iki aylık mücadele programında bunun hesabının yapılmamış olduğu düşünülemez. Asgari ücretin belirlenmesinde yıl sonu enflasyon oranı baz olarak alınıyor. Bu durumda gerileyen enflasyon oranı baz alınacağı için, asgari ücrete zam da olması gerekenden daha düşük olacaktır. Bu, asgari ücret alan işçinin işine yaramayacağına göre kimin işine yarar? Elbette ki, sermayenin işine yarar. Asgari ücretle çalışanların sayısı yaklaşık 7 milyondur (farklı rakamlar veriliyor, bu nedenle yaklaşık 7 milyon diyoruz).
Hükümet böyle bir hesabın peşinde olabilir mi? Olmazsa şaşarım.

Enflasyon, kapitalist ekonominin bir sorunudur. Enflasyon, sınıfsal içeriklidir ve enflasyonda nihai amaç, işçi ve emekçiler tarafından yaratılan ulusal geliri/varlıkları büyük sermayenin/tekellerin lehine yeniden paylaşmaktır. Bu nedenle enflasyon, kapitalist üretim ilişkilerinden türeyen veya kaynaklanan sosyo-ekonomik bir süreçtir. Enflasyon, işçi ve emekçi yığınların sömürülmesinin bir yöntemidir.

Enflasyonun itici güçleri; oluşmasını sağlayan nedenler, kapitalizmin ekonomik yasallıklarında ve kapitalist/burjuva toplum düzeninin çelişkilerinde aranmalıdır. Bu çelişkiler, büyük sermaye veya tekelci sermaye hakimiyeti tarafından koşullanırlar.

Enflasyon dolaysız, açık görünür ifadesini para/döviz süreçlerinde ve fiyat gelişmesinde bulur. Ama her para/döviz süreci/hareketlenmesi ve fiyat gelişmesi mutlaka enflasyon anlamına gelmez. Fiyatlardaki süreklilik arz eden artış, hem enflasyona doğrudan bir işarettir hem de enflasyonist gelişmenin boyutlarını gösterir. Bunun en uygun ölçeği de tüketim maddeleri fiyatlarındaki gelişmedir/artıştır. Fiyat artışı, paranın değer kaybına neden olur; yani alım gücü düşer. Bu da toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçi ve emekçi yığınların olduğundan daha çok yoksullaşmasına neden olur.
Mücadele edilmezse enflasyon, ücret artışını, halkın tasarrufunu eritir, reel ücretlerin düşmesine neden olur; kısaca “elde avuçta” bir şey bırakmaz.

Enflasyona karşı mücadele edilemez mi? Edilir.
Enflasyona karşı mücadelenin birinci yolu, nihai çözüm yoldur. Mülkiyetin sınıfsal karakterini değiştirecek olan toplumsal altüstü, devrimi gerçekleştirmektir. Böylece üretim araçlarının özel mülkiyette oluşu ortadan kaldırılır ve bu üretim araçları toplumsal mülkiyete geçer. Enflasyon sorunu böyle kökten çözülmüş olur.

Ama bir yol daha var; sistem içinde kalarak, kapitalist ekonomi ilişkiler içinde enflasyona karşı mücadele, nedenlerine bağlı olarak her bir ülkede farklı da olsa günümüzde sonuç itibariyle birtakım tedbirlerin alınmasını ve uygulanmasını beraberinde getirir. Bunlar, (her bir ülkenin gerçekliğinden kaynaklanan farklılık ve tedbirin önemi değişken de olsa) şunlardır:

Faizler arttırılırsa dövize olan talep azalır, koşullar iyileştirilerek sıcak para gelişi sürekli kılınır, turizm gelirleri arttırılır, ülkenin dış borç sorunu varsa, erteleme, yeniden yapılandırma yol ve yöntemleri üzerinde durulur ve böylece dışarıdan borç alınır, yabancı sermaye akışının sürekli kılınması için koşullar iyileştirilir; bütün bunlar yapıldığında uluslararası piyasada o ülke ekonomisine belli bir güven duyulur; bütün bunların toplamı sonucunda döviz kurları artmaz, aksine düşer veya düşük seviyede seyreder.

Türkiye gibi enerji fukarası bir ülkede, böylesi dönemlerde ilk yapılması gereken enerji tasarrufudur. Bu ithal maddelerinin fiyatları, uluslararası ekonominin seyrinden, bu alanda söz sahibi ülke ve tekellerin fiyat politikalarından dolayı yüksek olabilir. Mevcut enflasyona bir de ek ithal enflasyon istemiyorsanız enerjide tasarruf kaçınılmazdır. Ucuz enerji (petrol ve doğal gaz) temin etme imkanı olmayan ülkenin enerji tasarrufunu katı uygulamayı, kışın üşümeyi, Saray’ı ısıtmamayı göz alması gerekir.

Faizleri arttırırsanız, insanlar harcama yapmaz, tasarrufa yönelir; tüketim geriler. Üretimi arttırarak da aynı sonuca varabilirsiniz. Ürün bolluğu, talebi gevşetir, geriletir.
Türkiye’de ekonomi ithalata dayalı üretmektedir. Dolayısıyla döviz kurlarında her yükseliş ithal edilen malların fiyatına yansımaktadır. Ama ithal malları fiyatları, özellikle enerji, dış kaynaklı nedenlerden dolayı da yükselebilir. Her halükarda ithal malları fiyatlarındaki yükseliş enflasyonu tetikler veya derinleştirir. Enflasyonla mücadele adına bundan kaçınmak için ithalatı “olmazsa olmaz”la sınırlandırmak gerekir. Bunun ötesinde ithal kalemlerini şişiren birçok ürün “yerli” ve “milli” üretilmelidir. Tabii ki, bu arada lüks ürünlerin ithalatı yapılmamalıdır. Ama bu durumda Saray’ın hali ne olur, orasını bilemem.

İşletmeleri, ticari, sanayisel faaliyetlerini öz kaynak yerine kredi kullanarak finanse etmelerini birtakım tedbirlerle, teşviklerle tersine çevirmenin yol ve yöntemleri bulunmalıdır; böylece kredi kullanımından kaynaklanan yüksek girdi finansmanı geriletilir.

Ancak bu ve benzeri tedbirleri alırsanız, halka da enflasyona karşı “topyekun mücadele” talebinde bulunabilirsiniz. Bu konuda önce, krizin sahibi olan sermaye ve onun toplumsal temsilcisi olan burjuvazi bizzat, elini taşın altına koyarak örnek olmalıdır. Ama bunu yapmayacaktır. Enflasyonist gelişmeyi ulusal gelirin sermaye lehine yeniden paylaşımını sağlayacaktır; işçileri ve emekçileri enflasyonla da sömürmeye devam edecektir.

İşçi sınıfı ve emekçilerin toplumsal, sendikal, iktisadi örgütlenmeleri mevcut, ele edilmiş hakların gasp edilmemesi, enflasyonun ağır yükünün burjuvazi; sermaye tarafından üstlenilmesi için kitlesel mücadeleyi örgütlemekten başka bir yolları yoktur. Bunda devrimci örgütlere devasa bir birleştiricilik, mücadeleye ortaklaşa önderlik etme görevi düşmektedir.

Son olarak, yeri gelmişken doların TL karşısında değer kazanmasının ne denli ekonomik gelişmeye, dış siyasal baskı ve spekülasyona dayalı olduğunu göstermek isterim. Aşağıdaki grafik aydınlatıcıdır:


Türkiye’de ekonomik gelişme üzerine dillendirilen görüşlere baktığımızda aynı sonuca varan iki ana eğilim görüyoruz. Bunlardan biri CHP’nin akıl fukarası ekonomi değerlendirmesidir. Söylenen şu: Ekonomi krizde, battık, batıyoruz. Krizden yararlanarak Erdoğan’ı devirmek esas amaç. Bu görüş, genel olarak “sol”da, özel olarak da devrimci yapılarda da bir biçimde savunulmaktadır. Söylenen şu: Kriz patlak verir, dolar alır başını gider, bu gelişmeye Erdoğan daha fazla dayanamaz ve gider.

Tamam, CHP’yi anlıyorum. Ama “sol”a ne oluyor? Devrim yapmak, düzeni değiştirmek, kapitalist/burjuva sistemi, sömürülen ve ezilen sınıfları -işçi sınıfı ve emekçileri- örgütleyerek yıkmanın mücadelesini verdiği iddiasında olanlar, ne zamanda beri bu iddialarını ekonomik krize bağladılar? Bana göre bu, umutsuzluk ve çaresizliğin, sorunlara çözüm bulamamanın açık ifadesidir. Bu, kendi kendimizi iddiasızlaştırmaktan başka bir şey değildir. Dolardaki değer artışında; TL’nin dolar karşısında değer kaybetmesinde sıkça söylenen, ekonomi o kadar berbat ki, doların değeri bu denli ve oldukça hızlı artıyor; borçlanma krizi, Erdoğan buna daha fazla dayanamaz ve gider.
Bu yapılırken doların değerindeki değişim ile diktatör Erdoğan ve rejimi üzerindeki özellikle ABD kaynaklı siyasal ve ekonomik baskı hemen hemen hiç dikkate alınmadı, alınmıyor. ABD’nin Türkiye ile özellikle Suriye eksenli olarak Ortadoğu konusunda görüş ayrılığı, Türkiye-Rusya yakınlaşması ve bunun giderek siyasi, ekonomik ve askeri alanlara yayılması; şimdiye kadar istedikleri gibi yönlendirdikleri, kullandıkları Türkiye’yi eskisi gibi yönlendirememeleri, kullanamamaları, başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist güçleri rahatsız etmiştir. 15 Temmuz darbe girişimi bunun açık ifadesidir.

ABD, Brunson’ı ver dolar artmasın dedi. Vermeyince dolar değer kazanmaya devam etti. ABD güdümlü kuruluşlar da aynı doğrultuda hareket ettiler. Örneğin uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, ABD’nin ambargo tehdidi vs. Bronson’ın bırakıldı, dolar TL karşısında değer kaybetmeye başladı. Aynı dönemde AB-Türkiye arasında ilişkiler ısıtıldı. Türkiye’nin kapıları açacağından korkan başta Almanya olmak üzere AB ülkeleri, Erdoğan’ı yeniden keşfettiler. ABD-AB arasındaki ilişkilerin gerilmesi, krizde olan Türk ekonomisinin başta Almanya olmak üzere AB’nin çıkarına olmayacağı; bu ve başka nedenlerle Almanya’nın Türkiye’ye nispeten sıcak, destekleyici mesajlar vermesi, nihayetinde Erdoğan-Merkel görüşmesi... Bütün bu gelişmeler sonucunda doların TL karşısında değer kazanması tersine döndü. 14 Ağustos 2018’de 6,87’yi gören dolar, 20 Ekim 2018’de 5,64’e geriledi. Bu arada Türk ekonomisinde doların bu denli hareketli olmasına neden olabilecek gelişmeler olmadı. Amerikan emperyalizminin Türkiye üzerindeki siyasi baskısı, doların hareket yönünü, değişim hızını belirledi. Yine bu arada ne ABD ne de uluslararası ekonomi kuruluşları; Türk devletine ve özel şirketlerine kredi verenler, Türkiye'nin bu borcu çeviremeyeceğini, borç krizine gireceğini önplana çıkarmadılar. Yani Türk ekonomisini ve Erdoğan'ı bu açıdan vurmadılar. En azından bugün açısından böyle bir çıkışın sonuç getirmeyeceğini biliyorlar. Ama bizdeki “sol” bunu bilmiyor olmalı ki, sürekli borçlanma krizinden, borç batağından bahsediyor.

Dolar yeniden yükselişe geçebilir, Türkiye borç batağına gömülebilir. Ama bugün doların TL karşısında değer kaybetmesini, Türkiye’nin borç batağında iddianızı nasıl açıklıyorsunuz?