BİR
DE DÖRTLÜ ZİRVE VARDI - ROJOVA DEVRİMİ TEHLİKEDE!
Suriye
savaşı, daha doğrusu bu
savaşta
uzun süren bir durum söz konusu olduğunda insanlar nesnel
durumdaki değişimi, olası gelişmeleri ele almaktan imtina etmeye
başlıyorlar ve değerlendirmelerin merkezine aktörlerin
vücut
dilini, çaresizliklerini,
mimiklerini vb. koyuyorlar.
Bundan
da anlaşılıyor ki, o konuda söylenecek fazla bir
şey
kalmamış ve sanki konunun “hali
pür melali”,
bizi,
aktörlerin “hali
pür melali” perspektifi
zemininde
ilgilendiriyor gibi bir durum ortaya çıkıyor. Aslında bu, genel
anlamda “sol”un Suriye savaşı değerlendirmelerindeki “hali
pür melali”dir.
Ne
olmuştu en son olarak Suriye sorununda? Beş gün önce, 27 Ekim’de
İstanbul’da Almanya, Fransa, Türkiye ve Rusya en üst temsiliyet
seviyesinde (devlet/hükümet başkanları) Suriye sorununun
çözümüne “katkı” sunmak için bir araya geliyorlar. Suriye
sorununun çözümüne katkı için şimdiye kadar sayısız
toplantılar, zirveler düzenlenmiş, onlarca devlet bu toplantılara
katılmış, ama bir sonuç alınamamıştı. “Sol” basında
çıkan değerlendirmelerde bu son zirve de sonuç alınamayan
toplantılardan birisi olarak görülüyor.
Toplantı
sonrası yapılan basın açıklamasında “Farklı
yaklaşımlarımız olsa da mutabakat sağlayıp bir bildirge
yayımlayabildik” formülasyonuyla durumu en iyi izah eden A.
Merkel olmuştur. O basın açıklamasında dillendirilen görüşleri
ekte veriyoruz (1).
Bu
dört devlet ve hükümet başkanının açıklamalardan hareketle,
isterseniz, konuyu biraz derinleştirerek, bir parça tarihe de
dalarak birkaç ciltlik bir çalışma çıkartabilirsiniz veya da
sorunu birkaç makale ile de sınırlı tutabilirsiniz. Ama boşuna
zaman harcamış olursunuz. Merkel’in formüle ettiği “Farklı
yaklaşımlarımız olsa da mutabakat sağlayıp bir bildirge
yayımlayabildik” lafının
burjuva reel politika açısından bir anlamı var. O
formülasyonu deştiğimiz zaman karşımıza çok rekabet merkezli
bir dünya, güçler
dengesinin değiştiği
-abarttığımı sanıyorsanız- değişiyor olduğu bir dünya
çıkmaktadır.
Bu
perspektif açısından baktığımızda diktatör Erdoğan’ın
inisiyatifiyle düzenlenen bu toplantıya bu dört ülkenin neden
katıldığı da anlaşılır. Ana hatlarıyla:
Rusya
açısından:
1-
ABD’nin baskısı sonucunda su yüzüne çıkan ABD-AB arasındaki
çelişkilerden yararlanmak, Rusya’ya karşı ABD ambargosunu,
baskısını AB’nin belirleyici üyeleri olan Almanya ve Fransa ile
ortak hareket ederek etkisizleştirmeye çalışmak.
2-Suriye
ve Ortadoğu sorunlarında tek başına ABD ile karşı karşıya
kalmamak veya Almanya ve Fransa’nın Suriye ve Ortadoğu’da ABD
inisiyatifi
dışında hareket edebilmeleri fırsatını onlara sağlamak.
3-Astana
sürecine AB’yi de katmanın zeminini hazırlamak ve Suriye sorunu
uluslararası
diplomasisinde Almanya ve Fransa, bütününde de Avrupa ile ortak
hareket edebilmek.
Rusya,
ABD tarafından “itilmiş ile
kakılmış”ları
topladı.
Bunların arasında başta
Türkiye olmak üzere
AB de var.
Almanya
ve Fransa açısından:
1-
Almanya ilk defa böyle bir toplantıya katılıyor. Üstelik bir de
diktatör Erdoğan’ın isteğiyle.
2--AB
ve AB içinde Almanya ve Fransa şimdiye kadar Suriye ve Ortadoğu
sorunlarına yabancı bırakıldılar. Fransa’nın durumu biraz
değiştik de olsa bir bütün olarak AB şimdiye kadar bölge
sorununda adeta dışlandı, “uzaktan gazel okuyor” durumuna
düşürüldü. Bu dörtlü zirve ile bu iki ülke, dolayısıyla bu
iki ülke kontrolünde AB, Suriye sorunu üzerine uluslararası
diplomaside daha aktif rol oynama olanağına sahip olmalarının
yolu açıldı veya açılmış yol genişletildi.
3-Özellikle
Alman emperyalizmi, Türkiye’nin ekonomik krizde olmasını kendi
ekonomisi açısından zararlı görmektedir. Bu nedenle ekonomisi
krizde olmayan bir Türkiye istemektedir. Bunun ötesinde
Alman sermayesi,
ekonomisi krizde olan bir
Türkiye’den
de yararlanmak istiyor.
4-
AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin yeniden canlandırılmasının
zemini güçlendirilmiştir. Her iki taraf da bundan bir AB üyeliği
sürecinin çıkmayacağını biliyor. Türkiye açısından bu
ilişki bir taraftan ekonominin seyrini olumlu etkilerken, diğer
taraftan ABD’nin ekonomik baskıları karşısında AB bir dayanak
olmaktadır. AB de ABD-Türkiye çelişkilerinden bölge sorunlarına
Türkiye üzerinden müdahil olma imkanı buluyor.
Türkiye
açısından:
1-Diktatör
Erdoğan Suriye’nin geleceğinin tartışıldığı bir toplantıyı
örgütlüyor. Katılımcılar da dünyanın en önemli ülkelerinden
üçü: Rusya, Almanya ve Fransa; yani Rusya ve AB. Bu zirvede ABD
dışlanıyor. İsterseniz buna Putin’in “fişeklemesi” de
diyebilirsiniz. Sonuç değişmez. Rusya, ABD’den, NATO’dan
uzaklaşan, ABD ile çelişkileri derinleşen bir Türkiye’ye kendi
çıkarları açısından ihtiyaç duymaktadır.
Rusya,
ABD ile kendisi arasındaki rekabette Türkiye’ye ihtiyaç
duymasaydı ve Almanya+Fransa temsiliyetinde AB, Suriyeli göçmen
tehdidi altında olmasaydı, Erdoğan’ın bu inisiyatifini kabul
ederler miyi? Kabul etmeleri için neden olmazdı ve dolayısıyla
böyle bir toplantı da gerçekleşmezdi. Ama gördüğümüz gibi
sınıf düşmanımız Erdoğan, bu dünya güçlerini bir araya
getirecek güce sahip!
2-Suriye
sorununda Türkiye, Rusya ile ilişkilerini, mutabık kaldığı
konuları derinleştirerek sürdürüyor ve yeni mutabık kalabilecek
konuları gündeme getiriyor.
3-Almanya,
son bir-iki yıl içinde en üst düzeyde temsiliyetle Türkiye’yi
en sık ziyaret eden ülkelerin başında gelir. Bilindiği gibi,
Merkel’in çok sık Türkiye ziyaretinin esas nedeni Suriye savaşı
kaynaklı göçmen sorunudur. Diktatör Erdoğan’ın sınırları
açma tehdidi, AB’yi bu hallere düşürmüştür. Suriye’den,
son olarak İdilib’den Türkiye’ye göçmen gelmesin, Türkiye de
artan göçmen sayısından dolayı sınırları açmasın diyen AB,
özellikle de Almanya, Erdoğan’ın her dediğini reddedecek
durumda değildir.
4-
İstanbul’da gerçekleştirilen bu zirvenin en önemli
nedenlerinden ve sonuçlarından birisi de ekonomi bağlantılı
olanıdır; ekonomisi krizde, ABD’nin ekonomik ambargo tehdidi
altında olan ve döviz sorunu yaşayan Türkiye ve Erdoğan
açısından bu zirve olumlu bir rol oynamıştır. Tabii ki, bu rol
ortak açıklamada yer almamıştır, ama zirvenin Erdoğan açısından
en önemli sonuçlarından birisidir.
5-Dörtlü
zirve öncesinde Alman Ekonomi ve Enerji Bakanı Peter Altmaier
eşliğinden Türkiye’ye “çıkartma yapan” Alman sermayesi,
sadece bir rüzgar olarak kalsa da, kalmayacağı da açık,
Türkiye’de döviz sorunu ve ekonomik krizin seyri bakımından
önemli bir olumlu rol oynamıştır.
6-İdlib
mutabakatı; Rusya, Türkiye ve İran arasında varılan anlaşmaya
göre Rusya’nın Türkiye İdlib’de üstlendiği sorumluluğu
yerine getiriyor türünden olumlu açıklamaları, işi biraz da
ağırdan alan Türkiye’nin Suriye politikasına yaramaktadır.
7-
“Fırat’ın doğusu” bağlamından diktatör Erdoğan basın
açıklamasında “Terörle
mücadele kisvesi altında sahada yeni emrivakilerin dayatılmasını
asla kabul etmeyeceğiz. Fırat’ın doğusunda tehditleri bertaraf
etmeyi sürdüreceğiz” derken
başta
Putin olmak üzere diğer katılımcılardan hiç ses çıkmaması
Erdoğan’ı
onaylamaktan
başka
bir
anlam taşımaz. Nitekim hemen sonrasında Kobane bölgesi top
atışına tutulmuştur. Yine ne Rusya’dan ne de ABD’den ses
çıkmıştır.
Katılımcı
diğer ülkeler açısından bu zirvenin somut sonuçları ne
olmuştur, bunu henüz görmedik. Ama sınıf düşmanı kabul edipte
ona karşı mücadeleyi küçümsemenin ötesine götüremeyenler
için bu zirvenin daha şimdiden bazı somut sonuçlarını
göstermekte yarar var.
Doların
TL karşısında değeri 14 Ağustos 2018’de 6,9822’den 31 Ekim
2018 itibariyle 5,4893’e düştüyse bunu, hükümetin krize karşı
mücadele anlayışıyla açıklayamayız. (Tabii doların TL
karşısındaki değer kazanımı veya kaybı anlık olduğundan
dolayı, yukarıdaki veriler de gün içindeki anlık verilerdir).
Diktatör
Erdoğan “Fırat’ın doğusu”na saldıracağını uzun bir
zamandan beri açıklıyor. “Fırat'ın doğusu”nu aynen Afrin ve
Cerablus-El Bab hattı gibi bir ulusal güvenlik sorunu olarak
görüyor. Açıklamaları yeni değil, ama son dönemdeki
açıklamaları retorik olmaktan çıkmıştır. Şöyle:
1
Ekim’de diktatör Erdoğan, Meclis’te yeni yasama yılının
açılış konuşmasında “Bundan sonraki hedefimiz Münbiç ve
Fırat’ın doğusunun terör örgütlerinden temizlenmesidir. En
kısa zamanda bunu da sağlayacağız” dedi.
14
Ekim’de Kobane-Tel Abyad hattına askeri sevkıyata hız verildi.
17
Ekim’de Akçakale kampı boşaltıldı.
26
Ekim’de diktatör Erdoğan “Afrin’i özgürleştirdiğimiz
gibi, inşallah Münbiç’i de, Ayn el-Arab’ı da, Tel Abyad’ı
da, Suriye’nin kuzeyindeki diğer toprakları da bölücü örgütün
zulmünden kurtaracağız” tehdidini yineledi.
27
Ekim’de dörtlü zirvede Erdoğan “Fırat’ın
batısında olduğu gibi doğusunda da milli güvenliğimize
yönelik tehditleri kaynağında bertaraf etmeyi sürdüreceğiz”
dedi.
28
Ekim’de İçişleri Bakanı S. Soylu, Tel Abyad sınırına gitti
ve buradaki sınır karakollarında askeri yetkililerle temaslarda
bulundu.
28
Ekim’de TSK, Kobane’ye top atışlarını başlattı.
Kobane’nin batısındaki Zor Mağar köyü ve çevresini obüslerle
vurdu.
29
Ekim’de ÖSO komutanları “Tel Abyad, Kobane ve
Münbiç’e eşzamanlı operasyon yapılacak” açıklaması
yaptılar.
30
Ekim’de AKP’nin TBMM Grup Toplantısında Erdoğan "Bu
konuyla ilgili hazırlıklarımızı, planlarımızı,
programlarımızı tamamladık. Hatta geçtiğimiz günlerde terör
örgütüne yönelik fiili müdahalelerimizi de başlattık. Yakında
daha kapsamlı ve etkili operasyonlarla terör örgütünün tepesine
tepesine bineceğiz." açıklamasını yaptı.
Rusya
da, ABD de sessiz. Kim bilir, belki de Erdoğan’dan korkuyorlar!
Belki de Türkiye ABD ve Rusya ayarında güçlü bir süper güç
olduğundan dolayı ABD ve Rusya ses çıkartmıyor!
Erdoğan’dan
korkmadıklarına ve Türkiye de ABD ve Rusya ayarında emperyalist
ülke olmadığına göre ve faşist diktatör her iki emperyalist
güç arasında gidip gelen bir uşak olduğuna göre bu cüreti
nereden alıyor? Bu uşağa bu cüreti kim, niçin veriyor?
Bilmiyorum.
Bildiğim bir şey varsa oda şudur:
Türk
burjuvazisi jeostratejik konumundan ve bu konumundan dolayı hem ABD
hem de Rusya için vazgeçilmezdir; jeopolitika oluşturma yeteneği
olan bu her iki emperyalist ülke, Türkiye’nin bu konumundan
birbirlerinin aleyhine yararlanmak istiyor. Türkiye de, herhangi bir
sömürge ülke olmaktan, emperyalist ülkelerin her dediğini eskisi
gibi kabullenmekten çok uzaklaşmış bir ülke konumundadır ve her
iki emperyalist ülke arasındaki çelişkilerden yararlanıyor.
(İstiyorsanız bunu, bir ABD’ye koşuyor, bir Rusya’ya koşuyor
diye de tanımlayabilirsiniz.) Ama genel anlamda “sol” bunlarla
uğraşmıyor. Kafasına koyduğu köhnemiş düşünceyi terk
etmiyor; Erdoğan uşak, her gelen kullanıyor. Yapamaz, her şey
bağırıp çağırmakla kalır. Gidemez. Gitse de bataklığa
saplanır, çıkamaz, ABD ve Rusya asla izin vermez vs. Orada
mücadele edenler var. Bunlara diyeceğimiz bir şey yok. Ama bazı
“sol”lar, yazın serin odada, kışın sıcak odada ahkam
kesiyor, bir taş da ben atayım demiyorlar. Attıkları taş en
fazlasıyla uşak, giremez, izin vermezler, Putin azarladı türünden
söylemlerden ibaret. Ama o
diktatör, ABD ile Rusya,
ABD-AB (Almanya, Fransa) arasındaki çelişkilerden yararlanarak
fiili adımlar atmakla meşgul.
Cerablus’a
gireceğim, El Bab’a kadar gideceğim, işgal edeceğim derken, ABD
ve Rusya’ya güvenerek “hiçbir şey yapamaz” diyenlerimizin
sayısı hiç de az değildi. Aynı durum Afrin için de geçerli.
Afrin’e gireceğim dediğinde aynı aymazlığı sergileyenler
oldu. Münbiç için de aynı aymazlık devam ediyor. Şimdi
“Fırat’ın doğusu”na gireceğim diyor. Gider mi, gidemez mi
göreceğiz.
Zirvenin
içeriğine ilişkin olarak ortak açıklama fazla bir şey
söylemiyor; alınan ortak kararlardan fazla bir şey çıkmayacaktır
diyebiliriz, hatta zirveyi bir kandırmaca olarak da görebiliriz.
Ama zirve üzerinden katılımcılar hem birbirlerine mesaj verirken
hem de katılmayanlara, öncelikle de ABD’ye mesaj vermiş
oluyorlar. Zirvenin esas amacı buydu.
Bu
dört ülke, Kürt ulusunu hiçe sayarak bir araya geliyor ve söz
konusu ortak kararları alıyor. Aslında bu zirve, emperyalist
ülkeler ve emperyalistleşen Türkiye arasında bir pazarlık
zirvesiydi. Bu
pazarlıkta ABD’nin yalnızlaştırılması, etkisinin azaltılması,
mümkünse kırılması;
işte bunlar zirvenin esas amacıydı.
Aslında bu dörtlü zirve,
ABD’nin Suriye eksenli yedi ülkeden (ABD,
Mısır, Suudi Arabistan, İngiltere, Ürdün, Almanya, Fransa)
oluşan “küçük” grubuyla diktatör Erdoğan’ın tanımladığı
dört ülkeden (Türkiye, Rusya, Almanya, Fransa) “daha küçük”
grubu arasında bir rekabet göstergesiydi, Suriye sahasında
emperyalistler arası rekabette güçler dengesinde bir değişim
ifadesiydi. Ne de olsa “küçük”
gruptan iki ülke “daha küçük” gruba transfer
olmuştu.
Bu
pazarlığın içinde faşist diktatörlüğün Rojava’ya
saldırması da vardı. Orada bir devrim boğulmak isteniyor ve bu
zirveye katılan Almanya, Fransa ve Rusya buna göz yumuyor. Belki
de Rojova deviminin boğulması, ABD’nin Rojava’dan çıkacağı
anlamına gelir diye düşünüyorlardır. Diktatör Erdoğan,
“ulusal güvenliğimizi tehdit eden” Rojava’yı “yok
edeceğiz” derken bunu sessizce dinleyenler ve itiraz
etmeyenler Putin, Merkel ve Macron’dan başkası değildi.
Zirve
sonrası açıklanan bildiride bu
dört ülke; Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa, diğer
şeylerin yanı sıra
Suriye’de “terörizme, teröristlere karşı mücadelede”
dikkati çeken bir ayrım ve dolayısıyla bir vurgulama yaparak şu
kararı alıyor:
1-“BM
Güvenlik
Konseyi
tarafından
terörist
olarak
tanımlanan
DEAŞ,
Nusra
Cephesi
ile El Kaide
veya
DEAŞ'la bağlantılı tüm diğer
bireyler,
gruplar, teşebbüsler, oluşumlar ve diğer terörist
grupların
tamamen ortadan kaldırılması amacıyla terörle mücadelede
kararlılıklarını teyit etmişlerdir”.
Diktatör
Erdoğan, ben de DEAŞ,
Nusra Cephesi ile El Kaide’ye
karşı mücadele ediyorum diyor.
2-Bu
dört ülke, “Suriye'nin
egemenliği ve toprak bütünlüğü ile komşu ülkelerin ulusal
güvenliğine zarar vermeyi amaçlayan ayrılıkçı gündemleri
reddetme kararlılıklarını ifade etmişlerdir”.
Faşist
diktatörlük açısından bildirinin belki de en önemli noktası
budur.
Burada
doğrudan kast edilen PYD’dir, SDG’dir, Rojava devrimidir. Bunu
imzalayanlar da, Türkiye’nin yanı sıra Rusya’dır,
Almanya’dır, Fransa’dır. Kürtleri
çok “seven” Rusya, Almanya ve Fransa, Türk burjuvazisinin savaş
konsepti olan ulusal güvenlik politikasını destekleyen bir karara
imza atıyorlar.
3-“Türkiye
Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu tarafından 17 Eylül 2018 tarihinde
Soçi'de imzalanan İdlip Gerginliği Azaltma Bölgesindeki Durumun
İstikrarlaştırılmasına İlişkin Muhtıra'yı memnuniyetle
karşılamışlardır. Ağır silahların ve radikal grupların
Muhtıra uyarınca tesis edilen silahtan arındırılmış bölgeden
çekilmesinde sağlanan ilerlemeyi takdir etmişlerdir".
Rusya,
Türkiye’nin İdlib mutabakatı doğrultusunda attığı adımlardan
memnun olduğunu söylüyor ve Almanya ve Fransa’nın da bundan
memnun olduğunu anlıyoruz. Ama bizdeki bazı Putinciler bundan hiç
memnun değiller; Putin
memnun, ama Putinciler memnun değiller!
Rojava
konusunda
Rusya’nın tavrında belli bir değişimin
olduğunun işaretleri veriliyor:
Rusya
Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, 12 Ekim’de Fransa’da bir tv.
söyleşisinde, "ABD, Suriye'de 'Kürdistan' projesiyle
tehlikeli bir oyun oynuyor", "ABD bu topraklarda
müttefiki olan Kürtleri orada bir yarı devlet kurmak için
kullanıyor. ABD yasa dışı bir şekilde yarı devlet kurma
çabasına girişti" açıklamasını yapmıştı . Bundan
birkaç gün sonra, 17 Ekim’de Rusya Dışişleri Sözcüsü M.
Zaharova da ABD'nin, Kürt müttefikleriyle Suriye'nin
kuzeydoğusunda "devlet benzeri" bir yapı kurmaya
çalıştığını,"Rusya’nın bu
girişimlerden ötürü endişe duyuyor" olduğunu
açıklamıştı.
“Fırat’ın
doğusu”na giden yol biraz da Efrin’e giden yola
benziyor. Türkiye, Rusya ile anlaşmışa
benziyor
ve son dönemlerde, Kaşıkçı olayı da dahil kendi lehine esen
rüzgarı arkasına alarak ABD’yi sessiz bırakıp “Fırat’ın
doğusu”na saldırmayı planlamış olabilir. Ama oranın boş
olmadığını da herhalde biliyordur. Rojava devrimini her koşul
altında savunacaklarını açıklayanlar var. Örneğin bunlardan
birisi Marksist Leninist Komünistler. Konuya ilişkin
açıklamalarında şöyle diyorlar:
"Faşist
Türk devleti ve onun kanlı çetelerinin tüm saldırganlıklarına
rağmen, Rojava devrimi kendini her koşulda savunacak ve yeni
direnişlerle Kobanê’nin ayak izlerini takip edecektir. Kobanê
direniş ruhuyla düşmanın ve işgalcilerin bütün saldırılarını
püskürtecek planlarını boşa çıkartacaktır. Devrimin özgür
insanları, yarattığımız bu büyük insanlık değerlerine uzanan
her türlü sömürgeci eli kıracaktır. Faşizm yenilecek, direnen
halklar kazanacaktır!"
Önümüzde
bir tecrübe var: Dün Efrin için yeşil ışık yakanların ve
susanların bugün “Fırat’ın doğusu” için de yeşil ışık
yakabilecekleri ve susabilecekleri düşünülmelidir.
Aynı
şekilde, faşist
diktatörlüğün
oluşturduğu yeni ulusal güvenlik konsepti ciddiye
alınmalıdır(2). ABD, Rusya izin vermezle, Erdoğan
bağırıyor-çağırıyorla, giremez,
gidemez, bataklığa saplanırla açıklanamayacak kadar önemli ve
vahim sonuçları olabilecek bir durumla karşı karşıya olduğumuzu
unutma lüksümüz yoktur. Bu konsept, Türk burjuvazisinin,
Erdoğan'ın,
savaş, yayılma, sömürgecilik konseptidir, Kürt ulusal
mücadelesini tasfiye etme konseptidir.
*
Ekler:
1)
Erdoğan’ın
konuşmasında öne çıkanlar şöyle: 1-Toplantımızın ve
aldığımız kararların Suriyeli kardeşlerimize hayırlı olmasını
diliyorum. Bu süreçte özellikle ana önceliğimiz akan kanın bir
an önde durdurulması hedefimiz var. Uluslararası toplum meseleyi
tam olarak sahiplenmediğinden sorun çözülemedi. Artık bu
kayıtsızlığa bir son verilmesi gerekiyor. İnisiyatif alınmadığı
sürece Suriye’deki kriz daha da kötüye gidecektir. 2-Bugün
Fransa ve Almanya’nın da katılımıyla Astana’da yakalanan
sinerjinin daha ileri taşınabileceğini gördük. Astana
formatında düzenlenen işbirliği uluslararası topluma örnek
olmuştur. 3-Bugün Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda
inancımızı teyit ettik. 4-İdlip mutabakatına bağlılığımızı
teyit ettik. İdlip’deki olumlu ilerlemeden memnuniyetimizi dile
getirdik. 5-Anayasa komitesinin kuruluş sürecinin, yılsonunda
tamamlanması konusunu ele aldık. 6-Terör örgütlerini kaynağında
bertaraf etme konusunu ele aldık. 7-Terörle mücadele kisvesi
altında sahada yeni emrivakilerin dayatılmasını asla kabul
etmeyeceğiz. Fırat’ın doğusunda tehditleri bertaraf etmeyi
sürdüreceğiz. 8-Suriyeli mültecilerin geri dönüş meselesini de
ele aldık. Bunun beş güdüm halinde yapılması gerektiğinde
karar kıldık. 9-(Suriyeli sığınmacılara yardım) Adil yük
paylaşımı hususunda AB’nin taahhütlerinin yerine getirilmesini
beklediğimizi hatırlatmak isterim. 10-Suriyeli mülteciler için
harcadığımız 33 milyar dolar Türkiye’nin fedakarlığını
açıkça göstermektedir. 11-Herkesin Suriye trajedisini
sonlandırmak için mücadele etmesi gerekiyor. 12-Gerek sahadaki
durumun iyileştirilmesi gerek siyasi çözümün sağlanması için
kararlı mesaj verildi. 13-“Aşırı radikal güçler Türkiye’nin
kontrolü altında”.
Putin’in
konuşmasında öne çıkanlar şöyle:
1-İstanbul’da
yapılan Suriye zirvesi yapıcı bir atmosferde gerçekleşti, ciddi
bir çalışma yapıldı. Türkiye yönetimine teşekkür etmek
istiyorum. 2-Liderlerle ayrı ayrı ikili görüşmeler yaptık.
Suriye’de durumun normalleştirilmesi için 4 ülke çalışmaya
devam edecek. İstanbul’da Macron’la ayrı bir görüşme
yapacağız. 3-Barış ve istikrar sadece diplomatik yollarla
mümkün. Rusya Almanya Türkiye ve Fransa Suriye’de çözümün
sadece siyasi ve diplomatik yollardan çözülebileceği konusunda
hemfikir. 4-Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulmalı.
Suriye’dekiler kendi kaderlerini kendileri tayin etmeli.
5-Suriye’deki şiddet oranı ciddi şekilde azaltıldı ancak
radikal unsurların temizlenmesi gerekiyor. Savaş tecrübesi edinen
bu caniler, ülkelerimizde aşırıcı ideolojilerini aşılayabilir,
bu kabul edilemez. 6-Radikal unsurlar İdlip bölgesinde silahlı
saldırılarda bulunacaksa, Rusya Suriye yönetimine kararlı bir
şekilde yardımcı olacaktır. 7-Türkiye’nin bir an önce
İdlip’deki silahsız bölgeden muhaliflerin çekilmesini
sağlamasını bekliyoruz. Türkiye’nin bu yönde elinden gelen
çabayı gösterdiğini görüyoruz. 8-Suriye anayasa komitesinin
çalışmasının başlatılması gerekiyor, bu alandaki reform
oluştu. 9-Mültecilerle ilgili uluslararası konferans öneriyoruz.
10-Rusya provokasyonlar olması durumunda İdlip’deki terör
tehdidinin yok edilmesi konusunda Şam’a yardım etme hakkını
saklı tutuyor. 11-Suriye’de diyalog sorunu İran olmadan
çözülemez, anayasa komitesinin oluşturulması sürecinde Tahran
ile müzakereler gerekli. 12-Rusya ve Türkiye, zirve sırasında
Fransa ve Almanya’ya Suriyeli sığınmacıların sorunlarının
çözümü ile ilgili uluslararası konferans düzenlemesi önerisinde
bulundu.
Merkel’in
konuşmasında öne çıkanlar şöyle: 1-Farklı
yaklaşımlarımız olsa da mutabakat sağlayıp bir bildirge
yayımlayabildik. 2-Sadece
askeri değil siyasi çözüm de bulunmalı. 3-BM
zemini kapsamında bir çözüm bulmalıyız. 4-İdlip’de
ateşkesin devamı için elimizden geleni yapmaya hazırız.
5-Anayasa
komitesi oluşumu ve seçimlerin yapılması gerekmektedir.
6-İnsanların
geriye dönebilmesi için siyasi çözüm gereklidir.
Macron’un
konuşmasında öne çıkanlar şöyle: 1-Sinagog
saldırısından dolayı Amerikan halkına taziyelerimi belirtmek
istiyorum. Amerikan halkının yanındayız. 2-Suriye’de
iki ayrı savaş yürütülüyor. Biri terörle mücadele, diğeri
rejim ve muhalifleri arasındaki savaş. 3-Suriye
halkı, geleceği hakkında söz sahibi olmalı. 4-Türkiye’nin
çabalarını takdirle karşılıyoruz” (Bu
derlemeyi 27 Ekim 2018 tarihli , Sendika.Org’dan aldık).
2)
-Darbe
Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası
(I), 2 Eylül 2016, ibrahimokcuoglu.blogspot.com
-Ortadoğu'da
“İt Dalaşı” ve Türk Burjuvazisinin Durumu
(Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası –
II),13 Ekim 2016, ibrahimokcuoglu.blogspot.com
-Musul
“Seferi” ve Türk Burjuvazisinin Durumu
(Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – III),
12 Kasım 2016, ibrahimokcuoglu.blogspot.com
-Ulusal
Güvenlik Politikası ve Türk Burjuvazisinin Durumu
(Darbe Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası –
IV),30 Aralık 2016, ibrahimokcuoglu.blogspot.com
-Emperyalistleşen
Türkiye ve Türk Burjuvazisinin Durumu
(Darbe
Karakterli “Renkli Devrim” Girişimi ve Sonrası – V - son
makale) 14 Mart 2017, ibrahimokcuoglu.blogspot.com