deneme

21 Ekim 2019 Pazartesi

ELELE VERİP ROJAVA DEVRİMİNİ TASFİYE EDİYORLAR




ELELE VERİP ROJAVA DEVRİMİNİ TASFİYE EDİYORLAR


OYUNUN BİRİNCİ PERDESİ: ABD - TÜRKİYE “MUTABAKATI”


(ROJAVA’YI İŞGAL ETME GİRİŞİMİ TÜRK BURJUVAZİSİNİN YENİ 

ULUSAL GÜVENLİK KONSEPTİ’NİN BİR SONUCUDUR)

9 Ekimde başlayan Rojava’yı işgal girişimi ABD heyetinin Türkiye’ye gelmesi ve yapılan görüşmeler sonucunda süresi 5 gün ile sınırlanan ve 22 Ekim akşamı sonlanacağı söylenen “ateşkes” ile durdu. Faşist diktatörlüğün “ateşkes”i kabul etmesinin nedenleri ayrı bir yazanın konusu olacak. Burada, “ateşkes” vesilesiyle üzerinde durulması gereken, bu “ateşkes”in Suriye’de nüfuz alanlarının paylaşılmasında ve Rojava devriminin tasfiyesinde bir ara “çözüm” olduğudur. ABD-Türkiye arasında imzalanan “mutabakat”ın temel özelliği, ABD’nin varılan anlaşmanın geçerli olduğu alanda üslerin kapatması ve askerini çekmesidir. Anlaşmanın diğer bir temel özelliği de Rojava devrimine teslimiyet dayatmasıdır. Anlaşmanın başka bir temel özelliği de ABD’nin yaptırım tehdidinin boşa çıkmış olmasıdır. Söz konusu 13 madde, faşist diktatörlüğün işgalini “güvenli bölge” adı altında meşrulaştırıyor ve SDG-YPG’nin “ağır silahlarını toplamasını ve tahkimatları ile tüm muharip mevzileri kullanılamaz hale getirmesini” şart koşuyor. Bu, Rojava devriminin tasfiyesinden başka bir şey değildir.

Bu “mutabakat”, Rojava devriminin tasfiyesi için ABD-Türkiye arasında atılan ilk adımdır; oyunun ilk perdesidir. İkinci adım da muhtemelen 22 Ekimde Rusya-Türkiye (ve Suriye) arasında Soçi’de atılacak. Bu da Rojava devriminin tasfiyesi için atılan ikinci adım olacak; oyunun ikinci perdesi. Rusya ile “Fırat’ın Doğusu”nda geriye kalan alan üzerine pazarlık İdlib sorununun nasıl çözüleceği üzerine yol gösterici olacaktır aynı zamanda.

Böylece, bu iki adımla Rojava devrimi, Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu, elele veren emperyalist ülkeler (Rusya ve ABD) ve bölgesel güç olarak Türkiye tarafından tasfiye edilmiş olacak.

Söz konusu “mutabakat”ın 7., 9., 10. ve 11. maddeleri ABD-Türkiye açısından sorunun ne olduğunu yeteri kadar açıklıyor:

7. maddeye göre “Türk tarafı Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen güvenli bölgedeki tüm meskun mahal (güvenli bölge) sakinlerinin dirliği ve güvenliğini sağlayacağını taahhüt eder, sivillerin ve sivil altyapının zarar görmemesi için azami dikkati göstereceğini vurgular.”

Böylece işgal edilen alan “güvenli bölge” ilan ediliyor; işgal meşrulaştırılıyor ve işgalci güçlerin burada varlığı ve kalıcılığı tanınmış oluyor.

9. maddeye göre “Her iki taraf Türkiye’nin, YPG ağır silahlarının toplanması ve YPG tahkimatları ile tüm muharip mevzilerinin kullanılmaz hale getirilmesi dahil, milli güvenlik kaygılarının giderilmesini teminen bir güvenli bölge kurulmasının devam eden önemi ve işlevselliğinde mutabık kalır.”

Bu maddeye göre devrim güçleri, Rojava devrimi, savunma imkanlarından mahrum kılınıyor; devrimin resmen tasfiyesi talep ediliyor.

10. maddeye göre “Güvenli bölge, evvelemirde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kontrolünde olacak ve her iki taraf, güvenli bölgenin her veçhesiyle uygulanmasında eşgüdümü artıracaktır.”

Bu madde, işgal bölgesinde hakimiyetin TSK’nın, dolayısıyla faşist diktatörlüğün elinde olduğunu kabul ediyor.

11. maddeye göre de “Türk tarafı Barış Pınarı Harekatı’na, güvenli bölgeden YPG’nin 120 saat içinde geri çekilmelerini teminen ara verecektir. Barış Pınarı Harekatı, bu geri çekilmenin tamamlanmasını müteakip durdurulacaktır.”

Bu madde de YPG’nin kendi ülkesinden çıkmasını, güneye, Suriye içlerine doğru çekilmesini talep ediyor.
Burada söz konusu olan, tam teslimiyettir, Rojava devriminin tam bir tasfiyesidir veya paramparça edilmesidir.

Bu işgal girişimiyle Suriye eksenli rekabette güç dengesi de değişmiştir. Türkiye’den herkes (ABD, Rusya), kendi işine gelen bir ilerleme istiyor. Aynen daha önceki işgallerde olduğu gibi. Bu sefer kantarın topuzu Türkiye lehine biraz fazla kaçtı! Amerikan emperyalizmi, diktatörün dayatması ve AB’yi kapıları açarım tehdidiyle kendi aleyhine, işgal girişimi karşısında nispeten hareketsiz bıraktı. Söz konusu 13 maddelik “mutabakat”, AB’nin suya sabuna dokunmaya çıkışları bunun açık ifadesidir

Şüphesiz ki, bunda, Türkiye’nin ABD ve AB ile boy ölçüşecek güce sahip olduğu değil, coğrafyanın jeostratejik gücü bağlayıcı bir rol oynamıştır. Bu coğrafya, sürekli tekrar ettiğim gibi “belalı” bir coğrafyadır. Dünya jeopolitiğinde vazgeçilemez bir alandır. Dünya hakimiyeti peşinde olan emperyalist ülkelerin bu hakimiyeti sağlayabilmek için öncelikle göz diktiği bir coğrafyadır. Kuzeyden güneye, doğudan batıya veya tersi geçişin kavşağıdır. ABD, Türkiye’ye bu gözle bakmaktadır ve Türkiye'nin Rusya ile son dönemdeki gelişen ve derinleşen ilişkileri göz önünde tutulursa böyle bir alanı rakibine kaptırmamak için bu işgal sorununda adeta çaresiz kalmıştır.

Aynı şekilde Rusya da bu coğrafyayı kendi hegemonya mücadelesi için kullanmak isteyecektir. O da Türkiye’ye ABD’nin baktığı jeopolitik gözle bakmaktadır. Türkiye de bu her iki güç arasındaki bölge ve kendisi üzerine rekabet ve çelişkilerden yararlanıyor. Bu coğrafya bize bunu öğretiyor.

Rojava devriminin tasfiyesinde jeopolitik rekabet belirleyici neden olmuştur; bölgemizde ABD, Rusya, Türkiye arasındaki küresel, Türkiye açısından bölgesel rekabetin ortaya koyduğu gerçeklik budur.

Açık ki, hesap Kürtlere, Rojava devriminin güçlerine, bu devrimi destekleyen uluslararası dayanışmaya sorulmadan yapıldı. Bunun böyle olduğunu çekilmiyoruz diyerek bu “mutabakat”ın geçerli olmadığının açıklanmasından, direnişin devamından, uluslararası dayanışmanın gücünden anlıyoruz.

Faşist diktatörlük en modern silahlarını kullanarak saldırdı ve beklemediği bir direnişle karşı karşıya kaldı.

Bu ruh bize umudun ABD , Rusya ve Esad rejimi olmadığını, sadece ve sadece direniş olduğunu göstermektedir.

Unutmadık...Önce bijî Obama, sonra bijî Trumpf dedirtmeye çalıştılar... Şimdi de bijî Putin, bijî Esad dedirtmeye çalışıyorlar...

Denmediği içindir ki, Rojava devrimi muzaffer oldu...

Devam edecek: OYUNUN İKİNCİ PERDESİ