deneme

27 Mart 2020 Cuma

KORONAVİRÜS - KAPİTALİZMDE VE SOSYALİZMDE SAĞLIK SİSTEMİNİN SINIFSAL KARAKTERİ




KORONA-VİRÜS 
 
KAPİTALİZMDE VE SOSYALİZMDE SAĞLIK SİSTEMİNİN SINIFSAL 

KARAKTERİ


Kapitalizmde Sağlık Sistemi

Sağlık sisteminin mülkiyetin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilişkisi vardır. Kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerine kurulmuş bir üretim biçimidir. Üretim araçları kimin, hangi sınıfın mülkiyetindeyse toplumun altyapısı (ekonomisi) onun elindedir ve dolayısıyla toplumun üst yapısı da (örneğin devlet, hukuk, eğitim, sağlık) o altyapının çıkarlarına göre örgütlenmiştir. Bu nedenle kapitalizmde değişim, reform, demokrasi, burjuva sınıfın çıkarlarına ters düşemez, sermayenin sömürüsünü engelleyici olamaz. Değişimin bir sınırı vardır. Bu nedenle nasıl ki, kapitalizmde demokrasi, burjuva demokrasisinin ötesine geçemezse, sağlık sistemindeki değişim de, reform da sermayenin çıkarlarına ters düşecek boyutlarda olamaz.

Kapitalizmde artı değer üretimine ve sermayenin çoğaltılmasına hizmet etmeyen bir sağlık sistemi düşünülemez. Bunun neden böyle olduğunu biraz açalım:
İşçi sınıfı, işgücünü satmak zorundadır. Aslında kapitalist düzende tek özgürlüğü de budur; işgücünü satmak veya satmamak özgürlüğü. Kapitalist tarafından satın alınan işgücü, artı değer üreten işgücüdür. Üretilen toplam değerin bir kısmı, kapitalistin el koyduğu değerdir, yani artı değer. Geriye kalan kısmı, işçiye ücret olarak verilen kısmı ise işçinin zorunlu ihtiyaçlarını (gıda maddeleri, konut, eğitim, sağlık vb.) karşılamaya ancak yetecek kadardır.

Artı değer ancak ve ancak üretim araçlarının özel mülkiyette olması koşullarında üretilebilir. Artı değer üretimi veya kar, daha fazla kar, kapitalist üretimin amacıdır.

Anca her işgücü harcamasının sonucunda artı eğer üretilmez. Burada üretken iş (işgücü harcaması) ile üretken olmayan iş (işgücü harcaması) arasında önemli bir farkın olduğunu belirtmeliyiz. Konumuz açısından bu fark oldukça belirleyicidir.

Bizim üretken iş kavramımızda bir daralma oluyor. Kapitalist üretim, yalnızca meta üretimi değil, esas olarak artı değer üretimidir. İşçi, kendisi için değil, sermaye için üretir, Bu nedenle, artık yalnızca üretmesi yetmez. Artı değer üretmek de zorundadır. Sadece, kapitalist için artı değer üreten veya sermayenin kendisini değerlendirmesi (çoğaltması, çn) için çalışan işçi üretkendir” (1).
Bu durumda, doğrudan artı değer üreten ve sermayenin çoğalmasına katkıda bulunan iş (işgücü harcaması) üretkendir.
Üretken olmayan iş (işgücü harcaması) olmaksızın ekonomik ve toplumsal yaşam sürdürülemez. Devlet, kültür, eğitim, sağlık vb. alanlardaki faaliyetler üretken olmayan faaliyetlerdir. Bu faaliyetlerin finansmanı ancak artı değerin bir kısmıyla ve ücretlilerden alınan vergilerle karşılanabilir (Basitleştirmek için bu iki kalemi belirtiyorum).

Üretken olmayan işler için harcamanın kaynağı, kapitalist toplumda ne türden üretken olmayan alanlarda ne kadar harcama yapılacağını belirliyor. Kapitalist toplumda üretken ve üretken olmayan iş (işgücü harcaması) birbirine bağlıdır, birbirini etkiler. Kapitalizm ancak artı değer üretimi olursa var olabilir. Bu nedenle üretken olmayan iş (işgücü harcaması) kapitalizmde her zaman üretken işe (işgücü harcamasına) bağımlıdır. Üretken işin (artı değer üretiminin ve sermayeyi çoğaltmanın) çıkarları neyi gerektiriyorsa üretken olmayan alanlardaki faaliyetler de ona göre biçimlenir, gelişir. Bunun ne menem bir bağımlılık olduğunu, kapitalizmde ne mümkündür ne mümkün olamaz sorularında arayabiliriz.

Kapitalizmde ücretlendirme yasası var olduğu müddetçe ev işinin ücretlendirilmesi mümkün değildir; bunun için kapitalizmi yıkmak gerekir. Amaç kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmaksa, bu sefer de ev işini ücretlendirmeye gerek kalmaz.

Kapitalizmde sağlık sisteminin insanların sağlığı için bir sistem olmasını talep etmek veya bunun için mücadele etmek, kapitalizmi yıkmakla eş anlamlıdır; kapitalizmde sağlık sisteminde reformların yapılması için burjuvaziyi zorlayabilirsiniz ve bazı sonuçlar, iyileştirmeler elde edebilirsiniz. Hepsi bu kadar.

Üretim araçlarının özel mülkiyette olması, üretimin amacının artı değer, kar olması, üretken olmayan alanlarda kapitalizmin sınırlarını ortaya koymaktadır: Kapitalizm, üretken iş harcaması; azami artı değer üretimi, azami kar için olanaklarını en iyi, optimal olarak kullanır; ancak üretken olmayan alanlardaki harcamalar için imkanlarını optimal kullanmaz, kullanamaz. Bu nedenle burjuvazi, kapitalist sistem, örneğin, eğitim alanında, sağlık alanında toplumun gereksinimlerini optimal, en iyi bir şekilde sağlayamaz; bunu garanti edemez. Kapitalizm, sadece ve sadece kar ilkesine göre hareket edebildiği için bunu yapamaz. Örneklersek: Her işletmenin, bunların arasında bir ilaç tekelinin amacı azami kardır; diğer tekeller gibi ilaç tekeli de azami kar için üretir. Ama insanları kısa zamanda iyileştiren veya insanları gerçekten yeniden sağlığına kavuşturan ilaçlar üretirse, azami kar amacına ulaşamaz. Bu nedenle uzun süren tedavi, bağımlılık yaratan ilaçlar üretilir ve satılır. Kapitalizm, insanı sağlık bakımından iyileştirmeyi değil, tedavi görsün, bu tedaviden dolayı o alandaki sermaye çoğalsın, tıbbi araçlar üreten tekellerin karı artsın diye uzun dönem hasta kalmasını amaçlar.

Kapitalizmde devlet, ilaç tekelleriyle, ilaç tekelleri üniversitelerle, sağlık sisteminde; hastanelerde kullanılan her türden alet vb. üreten tekeller, işletmeler hastane yönetimiyle, hükümetle sıkı ilişki içindedir. Kapitalizmde sağlık sistemi, politikası sermayenin genel çıkarlarına, burjuva politikaya entegre olmuştur.

Neoliberalizm öncesinde, diyelim ki, II. Dünya Savaşı sonrasından geçen yüzyılın sonlarına doğru devletin ekonomi ve toplumsal yapıdaki ağırlığının olduğu dönemde; özelleştirmenin henüz sağlık alanında tam yaygınlaşmadığı dönemde de devlet-ilaç tekelleri veya sermaye-sağlık sistemi arasındaki ilişki sermayenin çıkarlarına öncelik veren ilişkilerdi. Bugün, sağlık alanını da özelleştirildiği koşullarda; sağlığın açıktan alınıp-satıldığı koşullarda sağlık sistemindeki sınıfsallık, insanlara paran kadar sağlık ilkesini uyguluyor.

Özelleştirmeyle birlikte sağlık sektörü de üretken iş alanına dönüşmüştür. Örneğin hastaneler, bu alana yatırım yapan kapitalistlerin sermayelerinin çoğaltıldığı alanlara dönüşmüşlerdir.

Burjuvazi, işçi sınıfı ve emekçi yığınları, gerek gördüğü kadarıyla sağlıklı olmasını amaçlar; ölmeyecek, işe gidebilecek ve üretecek kadar sağlıklı olması burjuvazi için yeterlidir. İşçinin, emekçinin, gerçekten sağlığına kavuşması, burjuvazinin kar amacıyla çelişkilidir. Tam sağlık sistemi, elde edilen artı değerin giderek artan kısmının bu alana yatırılması demektir. Kapitalizmde bu olmaz; hasta işçi ölebilir, sokakta iş arayan sayısız işçi vardır. Mantık budur.

Ancak, sınıf mücadelesi sonucunda burjuvaziye sağlık alanında da reformist adımlar attırılabilir; iyileştirmeler olabilir. Gerçekten de II. Dünya Savaşından sonra sosyalizmin dünya çapında yükselen prestiji, kapitalist dünyada sağlık alanında da birtakım hakların elde edilmesini kolaylaştırmıştır. Keynesçi kapitalizmin bu reformları, neoliberal kapitalizmle birlikte tersine dönmüştür; bu reformlar, özelleştirmelerle ortadan kaldırılmıştır.
Bütün dünyada burjuvazi, bir virüsle baş edemediğini, acizleştiğini göstermiştir. Ülkeden ülkeye ne kadar değişik olursa olsun sağlık sistemleri dünya çapından çökmüştür. Bu, burjuvazinin eseridir. İnsan sağlığına ne kadar önem verdiğinin göstergesidir.

Burjuvazi, salgınla mücadele adı altında öncelikle ekonomiyi kurtarmak için attığı adımlarla neyin peşinde olduğunu göstermiştir; burjuvazi açısından önemli olan, on binlerin, yüz binlerin, milyonların ölmesi değildir; burjuvazi açısından önemli olan ekonominin ayakta kalmasıdır, az hasarla kurtulmasıdır. Bu nedenle trilyon dolarla ifade edilen miktarlar ortalığa saçılmaktadır.

Burjuvazi, salgınla mücadele adı altında ilaç ve aşı bulma yarışına girmiştir. Bu yarışı/rekabeti kazanan bu alanda tekel kurmuş olacaktır.

Sosyalizmde Sağlık Sistemi

Sosyalizmde sağlık sistemi tamamen farklıdır. Sosyalizmde sağlık sistemi toplumsal mülkiyet üzerinde yükselir. Sosyalizmde sağlık sistemi bütün toplumun sağlığı için vardır. Bunun böyle olduğunu SSCB (Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği) pratiğinde görüyoruz. SSCB, bütün toplum için her bakımdan tam tıbbi bakımın erişilebilir ve mevcut olduğu tek ülkeydi. SSCB, ücretsiz tıbbi bakım ilkesinin tam olarak uygulandığı tek ülkeydi.

Sovyet Anayasası, SSCB'nin her vatandaşına hastalık ve sakatlık durumunda olduğu kadar yaşlılıkta da ücretsiz tıbbi yardım ve malzeme bakımı hakkı vermektedir. Bu hak, Sovyet Anayasasının (1936 Anayasası) 120. maddesinde şöyle tanımlanır:
SSCB yurttaşları, yaşlılık, hastalık ve sakatlık durumlarında maddi bakım görme hakkına sahiptirler. Bu hak, işçi ve ücretli memurların sosyal güvenliğinin, devlet hesabına, giderek daha fazla gelişmesi, emekçilere parasız sağlık hizmeti sunulması, emekçilerin hizmetine sunulmuş kapsamlı bir tedavi merkezleri ağıyla güvence altına alınmıştır.”

Sosyalizmde sağlık sistemi, toplam sosyalist inşanın entegre bir bileşenidir. SSCB’de bu sistem bugünden yarına gelişmemiştir. Ama daha başından beri Sovyet iktidarının, proletarya diktatörlüğünün temel görevlerinden birisi olmuştur. 1919’da VIII. Kongre’de kabul edilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi programında bu konuya da yer verilmiştir.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi, halk sağlığının korunması alanındaki çalışmalarının temelini her şeyden önce hastalıkların gelişmesini önlemek amacıyla kapsamlı hijyen ve sıhhi önlemlerin uygulanması olarak görmektedir...Buna göre SBKP, acil görevler olarak şunları görür:

1) Çalışanların yararına kapsamlı sıhhi önlemlerin kararlı bir şekilde uygulanması; a) yerlerin rehabilitasyonu (toprağın, suyun ve havanın hijyenik olarak izlenmesi); b) Bilimsel ve hijyenik ilkelere uygun olarak halk beslenmesinin sağlanması; c) bulaşıcı hastalıkların gelişmesine ve yayılmasına karşı önleyici tedbirlerin uygulanması; d) sağlık mevzuatının oluşturulması.
2)Yaygın hastalıklarla mücadele (tüberküloz, zührevi hastalıklar, alkolizm, vb.).
3) Genel olarak erişilebilir, özgür ve kaliteli bir tedavi ve ilaç tedariki sağlamak."

Sovyet sağlık sisteminin faaliyeti, hastaları tedavi etmekle sınırlı değildir, aynı zamanda halkın sağlık durumunun ve fiziksel kapasitesinin genel gelişimine, ölüm oranının düşürülmesine, bazı hastalıkların, özellikle de bulaşıcı hastalıkların yok edilmesine kadar uzanır.

Sovyet sağlık sisteminin başarısı, tıp biliminin gelişimi ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. Sosyalist inşa yıllarında, bu alanda faal olan bilimsel araştırma kurumlarının sayısı sürekli artmıştır. Aynı şekilde sağlık sisteminin bütün bileşenlerinde kurum, doktor, hemşire, tıp teknolojisi vb. devasa nitel ve nicel gelişmeler olmuştur. (Yazının hacmini genişleteceği için bu alandaki verileri buraya aktarmıyorum. (Kaynak olarak Büyük Sovyet Ansiklopedisini ve yakında çıkacak olan “Sayılarla Sovyet İktidarının 40 Yılı”nı gösterebilirim)

SSCB anayasası, işçilerden ve emekçilerden oluşan bütün halka kapitalizmde hayal edilemez, verilmesi mümkün olmayan haklar veriyor ve bu hakların gerçekleştirilmesini, yani hak edenler tarafından kullanılmasını garantiliyor. Bu haklardan birisi de sağlık hakkıdır. Burada sadece sağlık hakkını değil, başka hakları da dikkate alarak bir karşılaştırma yapalım.

Anayasanın I. Bölümünün (Toplumsal Düzen) 4. maddesinde şöyle deniyor: “SSCB’nin ekonomik temelini sosyalist ekonomi sistemi ve üretim araçlarının ve aletlerinin sosyalist mülkiyeti oluşturur. Bu ekonomik temel, kapitalist ekonomi sisteminin tasfiyesi, üretim araçları ve aletlerinde özel mülkiyetin kaldırılması, insanın insan tarafından sömürüsünün yok edilmesiyle sağlamlaştırılmıştır.”

SSCB’de söz konusu temel hakların gerçekleştirilebilir olduğu anayasanın yukarıdaki maddesinde açıklanıyor. SSCB sosyalist bir ülkedir. Sosyalizmde üretim araçları toplumun mülkiyetindedir. SSCB’de müttefikleriyle birlikte işçi sınıfının iktidarı, proletarya diktatörlüğü kurulmuştu. Bu sınıf ve müttefikleri bu temel hakları kendine veriyor ve uyguluyordu.

Neydi bu temel haklar?

Anayasanın X. Bölümünde yurttaşların temel hakları ve görevleri ele alınıyor:
Madde 118: “Çalışma hakkını sadece ilan etmez. Bilakis, Sovyet toplumunda krizlerin olmadığı gerçeğinin, işsizliğin yok edildiği gerçeğinin yasal teyidiyle teminat altına alır” ve 1947 Anayasasında da “SSCB vatandaşları, çalışma hakkına; yani işin nicel ve nitel durumuna göre ücretlendirmedeki güvence altına alınmış çalışma hakkına sahiptir.”

Çalışma hakkı” ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı koşullarda gerçekleşir. Nitekim Sovyetler Birliği Anayasasında (1936 Anayasası) bu hak kapsamlı olarak yer alır ve uygulanır. Orada şöyle deniyordu:

Madde 119: “SSCB yurttaşları dinlenme hakkına sahiptirler. Dinlenme hakkı, işçi ve ücretli memurlar için sekiz saatlik işgününün saptanması, çalışma koşullan zor olan bir dizi meslek için işgünü süresinin 7 ve 6 saate indirilmesi ve çalışma koşulları daha da ağır olan bazı işletme bölümlerinde ise, bu sürenin 4 saate düşürülmesi, işçi ve görevliler için her yıl paralı izin verilmesi ve emekçilerin hizmetine sunulmuş sanatoryum, dinlenme yurtları ve kulüplerden oluşan kapsamlı bir ağla güvence altına alınmıştır.”
Madde 120: “SSCB yurttaşları, yaşlılık, hastalık ve sakatlık durumlarında maddi bakım görme hakkına sahiptirler. Bu hak, işçi ve ücretli memurların sosyal güvenliğinin, devlet hesabına, giderek daha fazla gelişmesi, emekçilere parasız sağlık hizmeti sunulması, emekçilerin hizmetine sunulmuş kapsamlı bir tedavi merkezleri ağıyla güvence altına alınmıştır.”

Madde 121: “SSCB yurttaşları eğitim hakkına sahiptirler. Bu hak, genel temel eğitim zorunluluğu, parasız yedi yıllık eğitim iyi notlara sahip yüksek okul öğrencileri için devlet çiftliklerinde, Makine ve Traktör İstasyonları’nda emekçilerin parasız üretim, teknik ve tarımsal eğitiminin örgütlenmesiyle güvence altına alınmıştır.”

Madde 122: “SSCB’de, ekonomik, devletsel, kültürel, toplumsal ve politik yaşamın bütün alanlarında kadın erkekle eşit haklara sahiptir. Bu hakların gerçekleştirilme olanağı, çalışma, emeğinin karşılığını alma, dinlenme, sosyal güvenlik ve eğitim hakkı konusunda erkekle eşit kılınmasıyla güvence altına alınmıştır. Kadının yükü ana ve çocuğun devlet koruması altında olması, çok çocuklu ve yalnız annelere devlet yardımı sağlanması, paralı hamilelik izni verilmesi, geniş bir doğumevleri, çocuk bahçeleri ve kreşleri ağının kurulmasıyla hafiflemiştir.” (2).

İki hakkı (çalışma ve sağlık) biraz açalım:
Kapitalizmde “çalışma hakkı” temel insan hakkı olarak sunulmaktadır. Kimler bu talebe sahip çıkıyor, gerçekleşmesi için mücadele ediyor veya etmiş diye soracak olursanız karşınıza küçük burjuva çevreler ve sosyal demokratlar; sosyal demokrasinin etkisi altında olan sendikalar çıkar. Görünüşte tamamen doğru bir talep. Hele kitlesel kronikleşmiş işsizliğin yaygın olduğu günümüzde işsizlik bağlamında bu talepten daha doğru başka talep de pek olamaz diye düşünüyor olabiliriz. Sosyal demokrat ve revizyonist anlayış, bu talebi, milyonlarca insanın var oluşunun teminatı olarak görüyor; öyle ki, bu hak, diğer bütün temel hakların gerçekleşmesi için ön koşul sayılıyor. Gerçekten de insanca bir yaşam için çalışmak her insanın hakkı olmalıdır. Burası doğrudur. Engels'in dediği gibi insanı insan yapan; hayvanlar aleminden ayrılmamızı sağlayan iş/çalışmak değil miydi? Öyle ki, çalışmak insanın gelişmesi için temel öneme sahip olduğu için “çalışma hakkı” BM-İnsan Hakları Açıklamasına da alınmıştı. Bu açıklamanın 23. maddesinde şöyle denir: “Her insan çalışma, meslek seçimi özgürlüğü, uygun ve tatmin edici çalışma koşulları ve işsizliğe karşı korunma hakkına sahip olmalıdır”.

Burada temel soru veya sorun şu: Anayasal olarak kabul edilmiş dahi olsa kapitalizmde çalışma hakkı gerçekleşebilir mi? Bu mümkün müdür? Burjuva toplum, sınıflı bir toplumdur. Bu nedenle hakim hukuk, hakim toplumsal ilişkileri ifade eder; hakim hukuk, hakim sınıf olan burjuvazinin hukukudur, bu hukuk da üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanır; bu mülkiyeti korumak için vardır. Bu durumda, işsizliğe neden olan koşullar hukuk aracılığıyla ortadan kaldırılamaz. Bu, burjuvaziye kendini ortadan kaldır demek anlamına gelir. Bu nedenle, sömürü hakkı üzerine kurulmuş toplumsal bir düzende; kapitalizmde çalışma hakkını teminat altına almak imkansızdır; hem sömürü hakkı hem de çalışma hakkı aynı zamanda bir arada gerçekleşemez; bunlar birbirlerini dışlar. Burjuva toplumda ön plana çıkartılan, çalışma hakkı değil, iş gücünün sömürüsüdür; çünkü iş gücü sömürüsü, kapitalizmin temel çelişkisi (üretimin toplumsal karakteri ile ona özel el koyuş arasındaki çelişki), çalışmayı veya çalışma hakkını insan yaşamının birincil temel koşulu olarak teminat altına almayı imkansız kılmaktadır. Üretim araçlarının özel mülkiyette olması, toplumun refahı için üretimin önünde engeldir; kapitalizmde üretim kâr, daha fazla kâr amaçlıdır, toplumsal refah amaçlı değildir. Burjuva düzenin amacı; var oluş nedeni, sermayenin çıkarlarını korumaktır. Bu nedenle Marks, burjuva toplumda sömürü ve kâr bağlamında analiz yaparken şu sonuca varır:

Haziran günlerinden önce kaleme alınan ilk anayasa tasarısında, “çalışma hakkı” proletaryanın devrimci isteklerinin özetlendiği bu ilk acemice formül ... bulunuyordu. Bunu yardım hakkına çevirdiler, oysa, hangi modern devlet yoksullarını şu ya da bu biçimde beslemez! Çalışma hakkı, burjuva anlamda, mantıksızlıktır, boş, acınacak bir istektir. Ama çalışma hakkının gerisinde, sermaye üzerindeki iktidar vardır, sermaye üzerindeki iktidarın gerisinde üretim araçlarına sahip çıkmak, onları birleşmiş işçi sınıfına bağımlı kılmak, yani ücretli işin, sermayenin ve bu ikisi arasındaki karşılıklı ilişkilerin kaldırılması vardır. “Çalışma hakkı”nın arkasında Haziran ayaklanması vardı. Gerçekte devrimci proletaryayı yasa dışı kılan bu Kurucu Meclis, ilke olarak, anayasanın bir formülünü, yasaların yasasını reddetmek ve “çalışma hakkı”nı aforoz etmek zorundaydı”(3).
Çalışma hakkı” ancak sosyalizmde; üretim araçlarının toplumsal mülkiyette olduğu ve üretimin toplumun refahı için yapıldığı koşullarda gerçekleşir...(4).

Aynı durum diğer temel haklar için de geçerlidir. Dinlenme hakkı, eğitim hakkı, cinsiyet eşitliği hakkı, sağlık hakkı. Kapitalizm koşullarında bu hakların gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Çünkü özel mülkiyete dayanan, sömürü, azami kar amaçlı kapitalist sistemde bu hakların gerçekleştirilmesi sermayenin çıkarlarına ters düşer.

Şüphesiz ki, bu haklar kapsamında birtakım kolaylaştırmalar için, birtakım reformlar için mücadele edilir ve sonuçlar da alınabilir, alınıyor da. Ama bunlar kapitalizmde eğitim, çalışma, sağlık, dinlenme haklarının, kadın ve erkek eşitliğinin gerçekleştirildiği anlamına asla gelmez. İşçi sınıfı ve emekçiler, kapitalizmde en fazlasıyla işgücünü satma hakkına, paran kadar eğitim, sağlık, dinlenme satın alma hakkına sahiptirler. Şimdilerde, daha önce kamusal olan bu “haklar”, özelleştirildiği için kapitalistin sermayesini çoğaltan “hak”lara dönüşmüştür.

Sosyalizm, insan sağlığını kapitalist sömürüden kurtarır. Kapitalizmde sağlık sisteminin ücretli olması, sömürünün, kapitalistin sermayesini çoğaltmasının bir biçimdir. Paran varsa veya ne kadar varsa o kadar tedavi olabilirsin. Sağlık sigortalarının nasıl kuşa çevrildiği, birtakım iyileştirmelerin nasıl geri alındığı bilinmiyor değil.

Bir virüs, kapitalizmde sağlık sistemini dağıttığı, birçok ülkede çökerttiği gibi, bu sistemin sınıfsal karakterini de gözler önüne serdi. Bütün kapitalist ülkelerde söz konusu virüs salgınından dolayı alınan tedbirler, virüse karşı mücadeleden ziyade ekonomiyi, kapitalistleri kurtarmaya hizmet etmektedir. Ortaya saçılan paralar, tedbir paketlerinin içeriği bunu göstermektedir.

Dün Sars, Ebola, bugün Korona-virüs salgınları, etkileri her birinde farklı da olsa nihayetinde binlerce insanın ölümüne, sosyal ve ekonomik yıkımlara neden olmuştur. Uluslararası tekellerin hakim olduğu neoliberal ekonomi sistemi, işçi sınıfı ve emekçi yığınların mücadele sonucu elde ettikleri sağlık alanındaki iyileştirmeleri yok etmiş, sağlık sektörünü tamamen sermayeye açmıştır. Şimdiki salgına karşı emperyalist devletlerin yanı sıra gelişmiş ülkelerin de tutarsız, kapsamlı olmayan, kararsız, çelişkili mücadele anlayışları, önce büyük sermayeyi, ilaç tekellerini koruma, onların düşüncelerine ters düşmeme kaygısından kaynaklanmaktadır. Sağlık sistemini özelleştirenler ve dolayısıyla hastalığı kar kaynağı, sermayeyi çoğaltma kaynağı olarak görenler bunlardır.
Hastalığı, kazanç konusu yapmak kapitalizmin ayrılmaz bir parçası, bir bileşeni olmuştur.

Sonuç itibariyle:
Sosyalizmde çalışma hakkı vardır.
Kapitalizmde çalışma hakkı yoktur, olamaz da. Ancak işgücünü satma hakkı, özgürlüğü vardır.

Sosyalizmde sağlık hakkı vardır.
Kapitalizmde sağlık hakkı yoktur, olamaz da. Ancak en fazlasıyla ödeme karşılığında sağlığı satın alma özgürlüğü, hakkı vardır.
Bunun böyle olmasının nedeni, her iki toplum sisteminde mülkiyetin sınıfsal karakterinde aranmalıdır.

Kapitalizmde her şey sermaye içindir.
Sosyalizmde insan, sistemin merkezindedir.

Kapitalizmde genel anlamda insan sağlığı sorunu yoktur. İnsan sağlığı, sermayenin işine geldiği kadarıyla, çıkarına uygun düştüğü kadarıyla önemlidir.
Sosyalizmde bunun tam tersi söz konusudur.

Kapitalizmde işçi ve emekçilerin sağlık imkanlarına ulaşmaları oldukça sınırlıdır; sigortalı olanların yanı sıra, sigortasız olanlar da vardır. Kapitalizmde paran kadar sağlık satın alabilirsin.
Sosyalizmde insanların sağlık imkanlarına ulaşmalarının önünde hiçbir engel yoktur; sosyalizmde sağlık sistemi, halkın sağlığı için vardır.

Kapitalizmde sağlığı doğrudan etkileyen konut, temiz su, temel gıda temin imkanları yoktur veya paran kadar vardır.
Sosyalizmde bunun tam tersi söz konusudur.

Bolca insanlıktan bahsediliyor; özel mülkiyet zemininde, somutta da kapitalizmde genel anlamda insanlık yoktur, sınıflar vardır. Burjuvazi, başlangıçta feodalizme karşı mücadelesinde insani olan değerleri önemsedi. Ancak, iktidara geldikten sonra, iktidarda kalmak için insani olan ne varsa hepsini ayaklar altına aldı, alıyor. Burjuvazi için belirleyici olan, sermayenin çıkarlarıdır, kapitalist sınıfın çıkarlarıdır. Kendine göre insani olanı kendi sınıfında; bu da baskıdır, sömürüdür, talandır, savaştır.
Ancak sosyalizmde amacı aynı olan, antagonist sınıflardan arınmış toplum, insanlık söz konusudur.
Her iki düzende sağlık sistemlerinin karakteri bunu açıkça göstermiyor mu?

Devam edecek
    *


1) K. Marks, Kapital I, METE; C. 23, s. 532).
2) Stalin; C.10, s. 106-132.
Ayrıca bkz.: İ. Okçuoğlu; “SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları”, Akademi Yayın, Temmuz 2011.

3) K. Marks; Fransa'da Sınıf Savaşı, Türkçe, s. 63.

4)Sosyalizm, işgücünü sömürüden kurtarır, onu özgürleştirir. Bu bir devrimdir ve ilk denemesini; başarılı uygulamasını SSCB’de görüyoruz. Sovyet insanı, Ekim Devriminden sonra sosyalizmin inşa sürecinde kendisi için çalışmayı (üretmeyi) toplum için çalışmayı öğrenmiştir. Sosyalizmde sömürücülere ve başkaca asalaklara yer yoktur; yani sosyalizmde başkasının sırtından yaşamın tadını çıkartma imkanı yoktur. Sosyalizmde hiç kimse, payına düşen işi başkasını sırtına yıkamaz. Bu nedenle Sovyet Anayasasında çalışmak, çalışabilecek durumda olan her Sovyet vatandaşının görevi ve onuru olarak tanımlanır. Bu anlamda “çalışmayan yememelidir” sosyalizmin temel bir ilkesidir.

Sosyalizmde, somutta da Sovyetler Birliği'nde iş (çalışma veya sıkça yanlış kullandığımız kavramla ifade edecek olursak “emek”) insanların yegane var oluş, geçim kaynağıdır. Sosyalizmde hem toplumun hem de insanların refahı çalışmaya bağlıdır. Bu nedenle Sovyet insanı hem kendi refahı hem de toplumun refahı için çalıştığının bilincindeydi. Bu nedenle çalışma sosyalizmde toplumsal bir mesele olarak görülmelidir ve Sovyetler Birliği'nde de insanlar çalışmayı toplumsal bir mesele, halkın bir meselesi olarak görmüşlerdir.

Sosyalizmin en önemli kazanımlarından birisi de çalışma hakkının uygulanmasıdır; gerçekleştirilmesidir. Çalışma hakkı ve işin niceliğine ve niteliğine göre ücretlendirme Sovyet Anayasasında her vatandaşın dokunulamaz hakkı olarak yer alıyordu. Sovyetler Birliği, kapitalizmin sürekli refakatçisi olan işsizliği; işçi sınıfının ayaklarına vurulmuş o korkunç prangayı ortadan kaldırmıştır.