deneme

21 Mart 2020 Cumartesi

HANGİ SINIF İÇİN NEYİN PAKETİ?



HANGİ SINIF İÇİN NEYİN PAKETİ? 
 
EKONOMİYİ KURTARMANIN MI, 
 
SALGINA KARŞI MÜCADELENİN Mİ PAKETİ?

Alınan bu tedbirlerin, destek paketlerinin korona-virüs salgınına karşı mücadeleyle
hiçbir ilişkisi yoktur. Bütün bu tedbirler, ekonomik krizin yıkıcı etkisine karşı sermayeyi
koruma tedbirleridir. Her kriz döneminde burjuvazinin/devletin yaptığını şimdi de görüyoruz.
2008 krizinde ortaya saçılan ve trilyon dolarla ifade edilen miktarlar kadar
olmasa da, şimdi gündemde olan desteklerin zaman içinde sermaye için
harcandığını, sermayenin, tekellerin hizmetine sunulduğunu görececeğiz.
Türkiye'de açıklanan 100 milyar liralık "Ekonomik İstikrar Kalkanı" paketi bunun
açık ifadesidir. ABD ve AB’de bunu yapıyor.

Hükümetin 18 Martta açıkladığı ekonomik tedbir paketi, korona-virüs salgınıyla değil, ama doğrudan ekonomiyle ilgili olduğu tartışma götürmez bir gerçekliktir. Söz konusu salgının da etkisiyle şirazesi kaymış sermayeyi kurtarmak, ekonomik seyri rayına oturtmak için hazırlanmış bir pakettir. Bu salgının ekonomiyi nasıl vurduğunun somut verileri henüz yayınlanmadı. Ancak, görünen köy kılavuz istemez; sadece Türk burjuvazisi değil, bütün dünyada salgının ekonomideki tahribatının sınırlı tutulması, mutlaka kurtarılması gereken işletmelerin kurtarılması için ekonomiyi destekleme paketleri hazırlandı, hazırlanıyor. Toplam miktar 2008 krizindeki kadar olmasa da, azımsanacak gibi değil. Toplamda trilyon dolarla ifade edilen miktar söz konusu. Ve bu miktar, salgına karşı halkın sağlığı için değil, sermayeyi kurtarmak için harcanıyor. Şimdiye kadarki açıklamalarda hiçbir hükümet, gerekirse birkaç haftalığına da olsa üretimi tamamen durdururuz demedi, diyemez de. Ama salgının devam etmesi durumunda bu gerçeklikle karşı karşıya kalınabilir. Bazıları (örneğin Almanya Başbakanı A. Merkel), çekirdek işletmelerde üretimin devam edeceğini açıklarken, bazıları (örneğin Erdoğan) salgın döneminde üretimi fırsata çevirmekten bahsedebilmektedir.

Öyleyse söz konusu paketler, Covid-19 gerçeğiyle soslanmış ekonomiyi kurtarma paketleridir. Bunlar, işçi sınıfı ve emekçi yığınlara karşı birer saldırı paketleridir. Türk hükümetinin açıkladığı paket, bunu açıkça göstermektedir.
Pakette açık tanımlamaların yanı sıra, zaman içinde somutlaştırılacak noktalar da var. Ama sınıfsal ayrım, paketin kimin; hangi sınıfın çıkarına olduğu çok açık: Paketin adı zaten “Ekonomik İstikrar Kalkanı” değil mi?

1)“Ekonomik İstikrar Kalkanı” paketine göre 10 sektörde (Perakende, AVM, Demir-Çelik, Otomotiv, Lojistik-Ulaşım, Sinema-Tiyatro, Konaklama, Yiyecek-İçecek, Tekstil-Konfeksiyon ve Etkinlik-Organizasyon sektörleri) KDV ve SGK primleri altı ay erteleniyor. (Paketin 1. maddesi).
Bu sektörler toplamında yüz binlerce işçi çalışmaktadır. Ama onlar için bir şey öngörülmüyor. Daha doğrusu, her koşul altında çalışmaları öngörülüyor.

2) “Ekonomik İstikrar Kalkanı” paketinin 2. ve 3. maddelerine göre konaklama vergisi öteleniyor. Bundan en çok memnun olan turizm şirketleri olacaktır, oralarda çalışan işçiler değil.

3) Paketin 4. maddesine göre iç havayolu taşımacılığında 3 ay süreyle KDV oranı yüzde 18’den yüzde 1’e indiriliyor. Hem evden dışarı çıkmayın deniyor hem de iç hava yolu taşımacılığı yapan şirketlere bu ayrım yapılıyor. Bira garip değil mi?

4) Hükümet, bazı işletmelerin bu salgından etkilenebileceğini düşünecek kadar duyarlı olduğu için paketin 5. maddesinde “KOVİD-19 salgınıyla ilgili tedbirlerden etkilendiği için nakit akışı bozulan firmaların bankalara olan kredi anapara ve faiz ödemelerini asgari 3 ay öteleyecek ve gerektiğinde bunlara ilave finansman desteği sağlayacağız” diyor. Salgından etkilenecek işletmelerin sıkıntıya düşmemeleri için tedbir alınıyor.
Peki, oralarda çalışanlar için de tedbir alınıyor mu? Yok, alınmıyor.

5) Türk sermayesinin/ekonomisinin geleceğini düşünen hükümet, paketin 6. maddesinde ihracatçıların yüzünü güldürüyor: “İhracattaki geçici yavaşlama sürecinde kapasite kullanım oranlarının korunması amacıyla ihracatçıya stok finansmanı desteği vereceğiz.”

6) Paketin 7. maddesine göre esnaf ve sanatkarların Halkbank’a kredi borcu faizsiz olarak 3 ay erteleniyor.
Peki, esnaf ve sanatkarların yanında çalışanlar için de bir “erteleme” var mı? Yok.

7) Paketin 8. maddesine göre Kredi Garanti Fonu limiti 25 milyar liradan 50 milyar liraya çıkartılarak, kredilerde öncelik, gelişmelerden olumsuz etkilendiği için likidite ihtiyacı oluşan ve teminat açığı bulunan firmalar ile KOBİ’lere veriliyor.
İşletmelere/şirketlere kredi desteği verilirken, bu işletme ve şirketlerde çalışanlara bir şey veriliyor mu? Verilmiyor.

8) Paketin 9. maddesine göre ne olduğu, nasıl olacağı bilinmeyen, “vatandaşlarımız”a verilecek bir “sosyal amaçlı kredi paketleri”inden bahsediliyor: “Vatandaşlarımız için uygun ve avantajlı şartlarda sosyal amaçlı kredi paketleri devreye alınmasını teşvik edeceğiz.”

9) Paketin 10. maddesine göre “500 bin liranın altındaki konutlarda kredilendirilebilir miktar yüzde 80’den yüzde 90’a çıkartılacak, asgari peşinat yüzde 10’a” düşürülecek. Yani salgına karşı mücadele adı altında konut satış teşviki de yapılıyor!

10) Paketin 11. maddesine göre hükümet, “Virüsün yayılmasına karşı alınan tedbirlerin etkisiyle Nisan, Mayıs ve Haziran aylarında temerrüde düşen firmaların kredi siciline “mücbir sebep” notu düşülmesini sağlıyor”. Salgından dolayı yükümlülüğümü yerine getiremedim diye her işletme, bu zor durumundan, salgını öne sürerek kurtarılacak.
Peki, bu işletmelerde zor durumda kalan, kalacak olan işçiler de “mücbir sebep”ten dolayı ücretli izine ayrılacaklar mı, başkaca olanaklara sahip olacaklar mı? Hayır, öyle bir şey yok.

11) Paketin 12. maddesine göre “Tek başına yaşayan 80 yaş üstü yaşlılar için sosyal hizmet ve evde sağlık hizmetlerinden oluşan periyodik takip programı devreye alınacak”.
Nasıl olacak, nasıl örgütlenecek? Cevap yok.

12) Paketin 13. maddesine göre “Asgari ücret desteği devam edecek”. Bu maddenin böyle bir pakette ne işi var, orası zaman içinde anlaşılır.

13) Paketin 14. maddesine göre üretimin aksamaması için çalışma koşulları değiştirilebilir deniyor. Evde çalışma imkanı örgütleniyor, ama aynı zamanda esnek çalışma modelinin de etkin olarak kullanılacağına vurgu yapılıyor. Burada dikkati çeken, uzaktan çalışma modelinden ziyade esnek çalışma modelidir. Her üretim birimi uzaktan (evden) çalışmaya uygun değildir. Ancak esnek çalışma yöntemiyle işçiler çalışmaya zorlanacaklardır. Durum o aşamaya gelince bunun ne olduğu açıklık kazanacaktır.

14) Paketin 15. maddesine göre “Kısa Çalışma Ödeneği devreye alınacak, bundan faydalanmak için gereken süreçler kolaylaştırılacak ve hızlandırılacak. Böylece faaliyetine ara veren iş yerlerindeki işçilere geçici bir gelir desteği verilirken, işverenlerin de maliyeti azaltılmış olacak”.
Bunun nasıl örgütleneceği, hangi baskı ve yoksulluğun dayatılacağı zaman içinde anlaşılacaktır.

15) Paketin 16. maddesine göre “En düşük emekli maaşı 1.500 liraya yükseltilecek”.
Bunun bu pakette ne işi var? Bilinmiyor.

16) Paketin 17. maddesine göre “Emeklilerin bayram ikramiyesi Nisan ayı başında ödenecek. Yine emeklilerin maaş promosyon ödemelerinin de, şubelere gitmelerine gerek kalmaksızın, doğrudan hesaplarına yatırılması sağlanacak.”
Gerçekten de çok büyük bir özveri! Emeklisinin düşünen bir hükümet ancak bunu yapabilirdi!

17) Paketin 18. maddesine göre “Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın belirlediği kriterlere göre ihtiyaç sahibi ailelere yapılacak nakdi yardımlar için ilave 2 milyar liralık bir kaynak ayrılacak”.
Eh, Sermayeye aktarılanların yanında bu devede kulak gibi bir şey oluyor. Yoksa değil mi?

18) Paketin 19. maddesine göre hükümet, “İstihdamdaki sürekliliği temin etmek amacıyla 2 aylık telafi çalışma süresini 4 aya çıkartıyor.”
Bunun nasıl uygulanacağı bir muamma, Uygulanma durumunda altında hangi çapanoğlunun çıkacağını göreceğiz.

Bu paketten, salığına karşı değili, ama ekonomiye kalkan olan bu paketten sermaye dünyası memnun:

Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı İsmail Gülle, "Cumhurbaşkanımızın açıkladığı önlemler paketini, Türk ihracatçısını önümüzdeki dönemde rahatlatacak önemli bir hamle olarak” görüyor
İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç de, "Cumhurbaşkanımızın açıkladığı tedbirler, koronavirüsün etkilerine karşı ekonomimizin 'koruyucu maskesi' olacaktır" görüşünde.

İstanbul Sanayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan, "Ekonomik İstikrar Kalkanı" paketine ilişkin, "Kesintisiz nakit akışı ve istihdam konusunda açıklanan tedbirler memnuniyet vericidir. Bu tedbir ve destekler, sanayimizin ve üretim hayatımızın çarklarının dönmesi açısından can suyu niteliğindedir. 100 milyar TL'lik bir kaynak devreye giriyor." görüşünde.
Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) Genel Başkanı Orhan Aydın’a göre, "Ekonomik İstikrar Kalkanı" paketinin iş dünyasının talepleriyle örtüşüyor ve “ Alınan tedbirler insan yaşamı üzerine kurulu ve olmazsa olmaz tedbirler”dir.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Başkanı Nail Olpak, "Cumhurbaşkanımız tarafından açıklanan 'Ekonomik İstikrar Kalkanı' paketi bütüncül bir yaklaşımla ele alınan, hem arzı hem de talebi desteklemeye yönelik bir paket" diyor.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Burak Akkol, Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi'ne ilişkin, "Üretimin ve ihracatın devamı, istihdamın korunması ve işletmelerimizin uluslararası rekabette geri kalmaması açısından Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi'ni önemli ve yerinde buluyor.

İnşaatın pakete dahil edilmemesi dilendiriliyor, ama sermaye dünyası bu paketten memnun. En azından şimdilik bazı önlemlerin alınması sermayeyi rahatlatmış. Böylesi paketlerin arkasının geleceğinden şüphemiz yoktur.

Sonuç itibariyle:
Bundan önceki makalede belirttiğim gibi, virüsün sınıfsal bir karakteri yoktur; fakir-zengin, işçi-kapitalist ayrımı yapmıyor. Ancak burjuvazinin bu salgına karşı mücadele adı altında aldığı tedbirler soruna sınıfsal açıdan bakıldığını göstermektedir.

Açık ki, her sınıf kendi derdine düşmüş durumda. Hükümet, sermayeyi kurtarmak için paket hazırlarken, işçi sınıfı ve emekçiler için hazırlanan, örgütlenen virüs salgınına rağmen çalışmaktır; ölümle yüz yüze, yan yana çalışmaktır.

Bu türden paketler, sermayenin ve karın dokunulmazlığı, kutsallığı zemininde hazırlanmaktadır. Burjuvazinin adalet anlayışı budur. Boşuna adalet mülkiyetin temelidir demiyor burjuvazi.

Bu adalet anlayışında mülkü olmayanların, sermayesi olmayanların; işçi sınıfı ve emekçi yığınların yeri yoktur. Paket bunu gösteriyor.

Paket, önce büyük sermayeye, sonra da küçük sermayeye sahip çıkıyor. Sermaye sınıfından olmayanlar için de “makyaj” türünden talepler söz konusu oluyor.

İnsanlarla dalga geçer gibi, bütün medya imkanları kullanılarak “evde kalın”, dışarı çıkmayın deniyor. Peki, evde kalındığında, evde kalanların yüzde kaçı kendi imkanlarıyla evde kalacak? Evde kalın denilen kitlenin ezici çoğunluğu, çalışmak zorunda olanlardır. Peki, bu çoğunluk evde kalınca, onların giderleri karşılanacak mı? Hayır.

Evde kalmayanlar, daha doğrusu kalamayanlar, evde kalanların da yaşamlarını sürdürmelerinin bir garantisidir. Onlar ölümle pençeleşerek çalışacaklar ki, bazıları evde kalabilsinler.

Bu talep, gerçekten de sınıfsal karakterlidir. Bu çağrıyla, burjuvaziye, imkanı olanlara, sen evde kal, senin için ölecek olanlar var deniyor.

Salgının ekonomi üzerindeki tahribatının boyutları henüz tam olarak bilinmiyor. Ancak, zaten seyri, ne ondurur ne öldürür olan dünya ekonomisine ekonomi dışı bir faktör olarak, sermaye hareketini kendi yasal çevriminden saptıracak derecede etkide bulunması, bu dünya fazla üretim krizinin şimdiye kadar yaşanmış olanlardan, örneğin 1929-33 krizinden çok daha ağır olabileceğini göstermektedir.

Salgın tedbiri olarak, uluslararası ticaretin durma noktasına gelmesi, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının mutlak gerileyeceğini gösterir; bu aynı zamanda sermayenin emin limanına, “ulusal” topraklarına geri dönmesi anlamına gelir. Zaten kriz dönemlerinde bu süreç hep işler. Ama şimdi daha güçlü olarak gündeme gelebilir.
 
Bu salgının uzun sürmesi, ülkelerin, salgından dolayı içe kapanmasını derinleştirecektir. Göklere çıkartılan emperyalizm ötesi teoriler iflas etmiş olur.

Bu salgının uzun sürmesi, aynen “ilkel birikim” imkanı gibi bazı ülkelere sıçramalı gelişme olanağı sağlarken, bazı ülkelerin de çökmesine, iddiasızlaşmasına yola açabilir.

Bu salgının uzun sürmesi durumunda esnafçılık, küçük üretim ölür. Şimdiye kadarki krizlerde görülmediği kapsamda küçük burjuvazi, proleterleşme sürecine girer. Düşünmek lazım: Küçük üretim birimi, market veya başka biçimde işyerlerinin birkaç hafta veya bir-iki ay kapanması durumunda kaç küçük üretici veya esnaf bunun altından kalkabilir? Devlet, o paketleri hazırlayan devlet, bu küçük üreticilere sadece sadaka verecektir, yardım etmeyecektir. O devlet, öncelikle büyük sermayeyi koruyacaktır.

Bu salgının uzun sürmesi durumunda şimdiye kadarki krizlerde görülmediği kapsamda sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi gündeme gelir. Kapitalizmin acımasız rekabet yasası, küçük olanı yıkar; birkaç teke hakim duruma gelir.

Bu salgının uzun sürmesi durumunda devlet, yok sayılan veya “inceltilen” devlet, şimdiye kadar görülmediği kadar güçlenir; özel sermayeye terk ettiği birçok alana yeniden girer. Tabii ki, memleketi kurtarma adına, ama aslında tekelci sermayeyi güçlendirmek için. Öldü, yok oldu, geride kaldı denen tekelci devlet kapitalizmi boy atar.

Bu salgının uzun sürmesi durumunda sermayelerin anası sanayi sermayesi bütün ekonomiye ağırlığını koyar; kar oranları yükselir. Mali sermayeyi üretimden kopartan, başlı başına bir mali sermaye, mali kriz teorileri üretenler bu gelişmenin altında ezilip yok olurlar.

Dünya tarihinde eşi pek görülmemiş bir süreçten geçilmektedir; nasıl ki, faşizm ve gericilik, en geniş kesimlerin ortak mücadelesini hazırlayan maddi zemin ise şimdi buna bir de salgın eklenmiştir. Bu salgının bu boyutlarda olmasının tek nedeni kapitalizm gerçekliğidir. Bu konuda burjuvazinin soruna sınıfsal yaklaşımı (paketler vs.) aynı zamanda devasa bir aydınlatma çakılmasının çıkış noktası olabilir. Bu salgının tahribatı ve burjuvazinin sorunu ele alışı karşısında işçi sınıfı ve emekçi yığınların devrimci faaliyete kayıtsız kalacağı düşünülemez.

Aksi taktirde, salgının uzun sürmesi durumunda burjuvazi sınıfsal çıkarları uğruna iktidarını ayakta tutmak için adımlar atacaktır. Salgının ne derece etkili olacağına; toplumu kasıp kavurmayacağına veya kavuracağına bağlı olarak burjuvazi, aynen Alman faşizminin toplama kamplarında olduğu gibi veya bir biçimde insanları, işçileri, emekçileri ölecekleri biline biline çalışmaya zorlayacak adımlar atabilir. Salgının ne kadar süreceği henüz kestirilemiyor. Ancak, durum o boyutlara varırsa, devlet, ekonomiyi ayakta tutmak için ordu ve polisini harekete geçirmekten, işçileri silah zoruyla çalışmaya zorlamaktan geri kalmayacaktır.

Burjuva devletin ve sermayenin mantığı, başka bir düzene geçilmesi için yolu açmak veya kaosa boyun eğmek olmayacak, tam tersine zor yoluyla varlığını sürdürmek olacaktır.
Sermayenin bu mantığını veya doğasını anlamayan avanak küçük burjuva, kendiliğindenciliğe umut bağlayarak, yani kendine bir misyon biçmeyerek sonuç alınabileceği ve kapitalizmin kendi kendine çökebileceği hayal etmeye devam edebilir.

Devam edecek:
Bu salgınla birlikte sağlık sisteminin de gündeme gelmesi, sosyalizmi yeniden hatırlattı. Gelecek yazıda kapitalizmde ve sosyalizmde sağlık sisteminin sınıfsal özelliklerini karşılaştıracağız.

NEWROZ PİROZ BE!