deneme

30 Ağustos 2020 Pazar

İYİ POLİS-KÖTÜ POLİS POLİTİKASIYLA AB DOĞU AKDENİZ’DE SÖZ SAHİBİ OLMAK İSTİYOR


                     İYİ POLİS-KÖTÜ POLİS POLİTİKASIYLA AB 

              DOĞU AKDENİZ’DE SÖZ SAHİBİ OLMAK İSTİYOR

Son birkaç gün içinde Doğu Akdeniz’de sular ısınmanın ötesinde kaynamaya başladı. Yunanistan’ın kıta sahanlığı hak talebi, daha doğrusu burası benim demesi ile Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşma sonucunda bu alana giremezsin demesi karşımıza sadece Türkiye-Yunanistan anlaşmazlığı olarak çıkmıyor. Arka planda Doğu Akdeniz’de Türkiye-AB rekabeti var.

Son birkaç günde karşılıklı laf düellosu:
A. Merkel’in, geleneksel yaz mevsimi basın toplantısında yaptığı açıklamadan: "AB üye ülkeleri olarak hepimizin, Yunan dostlarımızın haklarını ve söylediklerini ciddiye alma ve haklı oldukları yerde destekleme görevimiz var. Ancak ben gerilimin artmaması için çaba sarf ettim. Bu bazen sadece her iki tarafın tekrar tekrar konuşmasıyla mümkündür. Ekonomik bölgelerin pay edilmesine ilişkin oradaki tartışmalar ancak birlikte yürütülebilir. Almanya, bunun için çaba sarf ediyor.”

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yoğun olarak Türkiye ilişkilerini ele alıyoruz. "Bu ilişkiler çok yönlü. Türkiye, NATO müttefikidir. İhtilaf, iki NATO üyesi arasında. Bu bizi kayıtsız bırakamaz. Bu nedenle bile ittifak içindeki bu şeyleri açıklığa kavuşturmak lazım."

Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Doğu Akdeniz'deki gerilime ilişkin yaptıkları açıklamada Türkiye'ye yaptırımlar konusunda bir taslak metin üzerinde anlaşıldığını söylediler.

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, AB'nin Doğu Akdeniz ile ilgili sözlerine yönelik açıklamasında "AB’nin ülkemizin kendi kıta sahanlığı içinde yaptığı hidrokarbon faaliyetlerini eleştirmesi ve bunları durdurmamızı talep etmesi haddine değildir" dendi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Aksoy, "AB, çözüm arzu ediyorsa tarafsız davranmalı. Meseleye samimiyetle bir çözüm bulunması isteniyorsa, Yunanistan ve GKRY’nin bu durumun artık sürdürülemez olduğunu görmesi ve arkalarındakilerin yanlış hesaplarıyla hareket etmemeleri gerektiğini anlamaları lazımdır. Sonuç olarak, AB Doğu Akdeniz’de çözüm arzu ediyorsa tarafsız davranmalı ve dürüst bir arabulucu olmalıdır" açıklamasını yaptı.

Fransa Cumhurbaşkanı E. Macron, Doğu Akdeniz'de yaşanan gerilimle bağlam içinde yaptığı açıklamalarda 'Türkler sadece eyleme dönüşen sözlere saygı duyar' ifadesiyle diktatör Erdoğan’ın damarına bastı.

Diktatör Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile telefon görüşmesinde Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin ele alındığını açıkladı.

Son bir kaç gündür karşılıklı tehdit ve diyalog açıklamaları ve çağrıları birbirini kovalıyor. Soruna taraf olanlar (Türkiye ve Yunanistan) ve taraf olmak isteyenler veya yapılanlar (AB, Almanya, Fransa, NATO), bunların dışında ABD, “Sorunların diyalogla çözülmesi”nden bahsediyorlar. Ancak, diyalog için açık ve kapalı şartlar koşuluyor. Türkiye D. Akdeniz’deki arama, sondaj faaliyetini durdursun koşulu öne sürülüyor. Türkiye burası benim hakkımdır diyor ve diktatör Erdoğan’ın Malazgirt Savaşı’nın 949. yıl dönümünde yaptığı konuşmada “Türkiye Akdeniz’de, Ege’de, Karadeniz’de hakkı olanı alacaktır. Yaparız diyorsak yaparız ve bedelini de öderiz. Varsa bedel ödeme pahasına karşımıza çıkmak isteyen buyursun gelsin” açıklaması diyalog-tehdit karışımlıdır. Taraflar, istediklerini alabilecekleri bir diyalogdan yanalar. Bu nedenle de bu çağrıların bir anlamı kalmıyor.

Türkiye’nin Libya’da taraf olmasından bu yana hem Almanya’nın hem de Fransa’nın, dolayısıyla AB’nin rahatı kaçtı. Hele Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Ulusal Mutabakat Hükümeti’yle (UMH) "Deniz Yetki Alanlarının sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası" imzalamasıyla Doğu Akdeniz’de sular kaynama derecesine geldi. Kim haklıdır, kim haksızdırdan bağımsız olarak Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmak isteyen güçlerin bir kısmı doğrudan açığa çıkarken bir kısmı (ABD ve Rusya) bekle-gör, kendi çıkarlarını kollama modunda.

Ne Almanya ne de Fransa bu bölgede fazla bir şey yapabilecek, bırakalım Rusya ve ABD’yi Türkiye’ye dahi söz geçirecek durumda değiller. Diğer taraftan bu iki ülkenin Libya ve Doğu Akdeniz politikaları da örtüşmemektedir. Her ikisi de AB içinde birbiriyle rekabet eden, ama aynı zamanda AB’yi ayakta tutan, uzlaştıkları politikalar doğrultusunda yönlendiren emperyalist güçlerdir.

AB’nin, yapısından dolayı, ekonomik entegrasyon olmanın ötesinde bir yapılanma olmamasından dolayı ne dış politikada ve ne de buna bağlı olarak jeopolitik açılımlarda ortak hareket, ortak politika tespit edecek durumdadır. Dış politika ve jeopolitik açılımlarda her bir ülke kendi sermayesinin çıkarları doğrultusunda hareket etmektedir. Yani AB’nin, bütün üyelerini temsil eden somut bir dış politikaları yoktur.

Avrupa'dan, Yakın Ortadoğu'dan ve Afrika'dan 43 ülkenin (27 AB üyesi ülke ve Akdeniz'e kıyısı olan 16 ülke) katılımıyla 13 Haziran 2008’de kurulan “Akdeniz Birliği” ölü doğmuş çocuktur. AB, kendi içindeki rekabetten dolayı Akdeniz Birliği olarak şimdiye kadar ortak bir politika oluşturamamıştır. Dolayısyla gerek Libya’da ve gerekse de Doğu Akdeniz’de her ne kadar AB dillendirilse de Almanya ve Fransa kendi emperyalist politikalarına göre hareket etmekteler.
Aynı durumu Suriye’de de gördük ve görmekteyiz. Suriye eksenli Ortadoğu’da AB’nin esamesi okunmamakta. Ancak bu alanda Fransa, Almanya’dan daha önplandadır. O da ABD’nin gölgesinde hareket ettiğinden dolayıdır.

Şimdi bu iki güç, AB adına AB üyesi olan Yunanistan’ın “haklarını” korumak için harekete geçtiler. Fransa sert gücü, Almanya da yumuşak gücü temsil ediyorlar. Hal ve hareketleriyle Almanya Türkiye’ye havuç veriyor, Fransa’da sopa gösteriyor.
Bu politika ne kadar başarılı olur onu zaman gösterecek. Ancak, Türk burjuvazisi Doğu Akdeniz’deki hakkından vazgeçmeyeceğini hal ve hareketiyle, yaptığı araştırma ve sondaj faaliyetiyle göstermektedir.

Bu alandaki pastanın oldukça büyük olduğu sürekli söylenmekte. AB’nin 30 yıllık enerji tüketimini sağlayacak kapsamda bir potansiyelden bahsedilmektedir. Almanya ve Fransa bu pastadan aslan payını almak amacıyla oradalar. Doğrudan orada olmaları mümkün olmadığı için Yunanistan’ı AB üyesi olarak öne sürerek oradalar.

Almanya ve Fransa, bir ABD, Rusya ve herhalde pek yakında göreceğimiz gibi bir Çin olamadıkları için kendi başlarına Doğu Akdeniz’de olamıyorlar. Bu iki ülke güçlü olmanın “hukuku”na veya hukuksuzluğuna dayanarak Doğu Akdeniz’de olacak derecede güçlü değiller. Bugünün Almanya’sı ve Fransa’sı II. Dünya Savaşı ve öncesinin Fransa’sı ve Almanya’sı değildir. Onlarda bunu biliyor ve Doğu Akdeniz’e diğer kıyıdaş ülkelerin MEB sahasına dokunmuyorlar, tartışmalı yapmıyorlar. Ancak, paylaşıma açık olarak gördükleri Türkiye’nin MEB sahasına göz dikmiş durumdalar.

Bu bölgede esas oyuncu olarak ABD ve Rusya güncel olarak sahaya Almanya ve Fransa yoğunluğunda inmiş durumda değiller. Her ne kadar ABD, hala Türkiye-Yunanistan arasında “sen de haklısın-sen de haklısın” konumunda olsa da Rusya ve Türkiye’nin atacağı adıma göre nerede durduğunu gösterecek.

Aslında Doğu Akdeniz’deki bu AB-Türkiye veya Almanya+Fransa-Türkiye rekabetinde Almanya ve Fransa’dan ziyade Türkiye'nin tavrı safları netleştirecektir. Mısır, İsrail ve Suriye’nin nerede durdukları belli. Ne yapacağı belli olmayan Lübnan’dır.
Geriye tartışma götüren, rekabet edilen alanlar olarak Libya ve Doğu Akdeniz’de Türkiye'nin MEB ilan ettiği alan kalmaktadır.
Libya’daki şimdilik sessizliğe bürünmüş durum ne kadar devam eder, oradaki mevcut ittifaklaşma Doğu Akdeniz’e olduğu gibi yansır mı, bu henüz bilinmiyor.

Her halükarda Doğu Akdeniz’de Türkiye-AB arasındaki rekabete Rusya ve ABD doğrudan müdahil olacaktır. Böyle bir alanda hem enerji, enerjinin pazara sevkiyatı ve bölgenin jeopolitik konumu açısından ABD ve Rusya’nın soruna doğrudan müdahil olmamaları düşünülemez. İşin içine Çin de mutlaka bir biçimde girecektir. Doğu Akdeniz, onun Afrika, Ortadoğu ve Avrupa’ya açılma politikasını doğrudan etkilemektedir.

Türkiye ile Yunanistan arasında son günlerde yaşanan denizdeki ve havadaki savaş gemileri ve savaş uçakları arasındaki “it dalaşı” çatışmaya her an evrilebilir. Ancak ne AB ve ne de NATO, muhtemel çatışmanın Türk-Yunan savaşına evrilmesini istemezler, buna kesin karşı gelirler. Çünkü bu durumda birbirine karşı savaşan iki NATO üyesi, NATO’nun varlığının sorgulanmasına neden olur. Bir savaş durumunda hiçbir AB ülkesi, Yunanistan yanında Türkiye’ye karşı savaşa girmez. Bunun bir dizi nedenleri vardır. İlk akla gelen soru şu olur: Bunun bana getirisi ne olur? Ve bu durumda AB hangi zorluklarla karışı karşıya kalır? AB içinde bu soruyu sorabilecek iki ülke vardır. Almanya ve Fransa. Bakmayın Fransa’nın “diklenen” Cumhurbaşkanına ve Yunanistan yanında yer alan Almanya Başbakanına; iş ciddiye bindiğinde Alman ve Fransız tekelci burjuvazisinin jeopolitik/jeostratejik aklı üstün gelecektir ve savaşmayacaklardır.

Ancak, diktatör Erdoğan’ın çatışmayı fırsat bilerek işi savaş boyutlarına taşıması mümkündür.