deneme

17 Temmuz 2021 Cumartesi

TÜRKİYE-ABD-RUSYA VE ÇİN İLİŞKİLERİ


TÜRK BURJUVAZİSİ KENDİ HİKAYESİNİ YAZIYOR (VI)

DEĞİŞEN GÜÇLER DENGESİNİN JEOPOLİTİĞİ


TÜRKİYE-ABD-RUSYA VE ÇİN İLİŞKİLERİ

II


Bu Amerikan Avrasya jeopolitikasından geriye ne kaldı?

-Dünyanın kalbi, “kara delik” Rusya parçalanmadı, bölünmedi.

-Amerikan emperyalizmi “batı cephesi”ni tuttu; Baltık ülkelerinden Karadeniz’e, Bulgaristan’a kadar uzanan bir hat oluşturdu. Ancak, son Ukrayna krizinde de gördüğümüz gibi Rusya, buraya kadar dedi. AB, Amerikan emperyalizmi için “demokratik köprübaşı” olmaktan pek memnun olmadığını gösterdi. NATO ve AB’nin bazı yeni üyeleri, örneğin Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya, Bulgaristan ABD’nin Rusya’ya karşı hemen her hamlesini desteklemekte neredeyse birbirleriyle yarışırlarken, AB’nin politikasını belirleyen Almanya, Amerikan çıkarları için Rusya ile ilişkilerini bozmayacağını çok açık bir biçimde anlaşılır kıldı. Bu durumda ABD’nin elinde bölünmüş bir “Batı” kaldı.

-“Güney”de Amerikan jeopolitikası tökezledi. Bu alanda merkezi rol oynaması gereken Türkiye bu rolü oynamadı, tam tersine kendi çıkarları için Amerikan politikalarına ters düşen adımlar attı. “Güney” sahasında yer alan Afganistan, “dünyanın kalbi”ne en yakın ülkedir. Ancak, ABD, 20 senelik işgalden sonra bu ülkeyi apar topar terk etti. Bu, bir yenilgidir.

Bu cephe de çöktü.

-“Kara delik”, kara delik olmadığını gösterdi, toparlandı ve saldırı-savunma hamleleriyle (örneğin Gürcistan savaşı bir saldırı hamlesidir. Ukrayna ise bir savunma hamlesidir) bu Amerikan jeopolitikasını yenilgiye mahkum etti.

-“Uzakdoğu çapası” Japonya’dan ibaret kaldı. Çin, hiç de ABD’nin “uysal” çıkar koruyucusu olmadığını ve olmayacağını gösterdi.

Bu cephe de çöktü.

Aslında bu durum Amerikan emperyalizmi açısından bir hezimettir. Bunun birkaç nedeni var.

Birincisi, Rusya’nın yeniden güçlenmesi,

İkincisi, AB’nin ABD’nin istediği gibi arkasında durmaması.

Üçüncüsü, gerileyen ABD’nin artık eskisi gibi söz geçirememesi, örneğin Türkiye gibi ülkelerin kendi çıkarlarına göre hareket etmesi.

Dördüncüsü, Çin’in hızlı yükselişi ve Amerikan hegemonyasına meydan okuması.

Beşincisi, ABD’nin Afganistan yenilgisi.

Şimdi durum değişti. Durumu değiştiren güçler dengesindeki değişimdir. ABD son ulusal güvenlik stratejisinde Rusya’yı “düşman”, Çin,i de “rakip” olarak gördüğünü açıkladı. Aslında tam tersinin gerçek olmasını umuyorlar. Rusya rakip ve Çin ise baş düşman!

Aslında ortada Çin olmasa, Amerikan emperyalizminin eski jeopolitik anlayışında, yani Avrasya jeopolitikasında değişen bir şey olmayacaktı. Rusya sürekli çevrelenmiş ve uzun vadede zayıflatılmış olacaktı. Ama Çin durumu kökten değiştirdi.

Şimdi ABD, on kere düşünüp bir kere hamle yapacak duruma düşürüldü. Neden?

Hem Rusya’yı hem de Çin’i aynı derecede düşman olarak göremez. Tabii görebilir, ancak bu durumda karşısında ortak hareket eden bir Rusya ve Çin bulur. Bunu asla istemez.

Sadece Rusya’ya göre bir jeopolitika izlese, Çin sessiz sedasız güçlenmeye devam ettiği gibi, Orta Asya ülkelerinde Amerikan faaliyetlerinin altını oymaya devam eder, belki bunu açıktan açığa yapar.

Sadece Çin’e göre bir jeopolitika izlese, bundan en çok Rusya memnun olur; Batı cephesinde durumu kendi lehine çevirir.

Batı’ya, Amerikan emperyalizmine karşı mücadelede Çin ve Rusya’nın ortaklaştırılmış adımı veya Rusya ve Çin’in çevrelenmesine karşı Rusya ve Çin’in ortaklaştırılmış mücadelesi birbirine güvenin sergilendiği bir ortaklık, müttefiklik olmayacaktır. Rusya, Çin’in Sibirya’nın bir kısmında ve Uzakdoğu’daki sınır bölgelerinde gözünün olduğunu biliyor. Ussuri nehri ve Zhenbao Adası üzerindeki Çin birliklerine ateş açması (1969) bu iki ülkenin her zaman savaşabileceğinin açık ifadesidir.

ABD, Rusya’yı kendi yanına çekmeye çalışabilir. Ancak, bu hiç başarı vaat etmeyen bir hamle olur.

Amerikan emperyalizmi Çin’i Pasifik’te çevrelemeye çalışır; bunun için bölge ülkelerini örgütlemeye çalışmakta ve bölgeye askeri güç göndermeye devam etmektedir.

Ancak, bu güç aktarımı Ortadoğu’dan kısmen çekilmeyi, Batı cephesini AB/NATO’ya bırakmayı göze almak demektir.

Ortadoğu’dan çekilmek sadece ve sadece, Rusya, Türkiye ve İran’ın işine gelir.

Diğer taraftan şu gerçeği de görmek gerekir: Çin’i Pasifik’te çevrelemek pek başarılı bir hamle olmaz. Çünkü Çin, dünyaya açılmak için sadece deniz yolunu kullanmayacağını “Bir Yol Bir Kuşak” projesiyle göstermiştir. Orta Asya çıkışlı rota daha şimdiden Türkiye’ye ulaşmıştır. Buna bir de Pakistan ve Myenmar üzerinde dünya denizlerine açılacağını eklersek ABD’nin Çin’i Çin Denizi’ne mahkum edemeyeceğini görürüz.

Pasifik Amerikan emperyalizmi için başlı başına bir tehdit. Bu yüzyılın ilk yıllarından bu yana, ama daha ziyade son yıllarında Amerikan emperyalizmi sadece Uzakdoğu’da değil, dünya çapında kendine meydan okuyan yeni bir dünya gücüyle karşı karşıyadır. Bu meydan okumanın yanında Amerikan emperyalizmi, Doğu Akdeniz, Ortadoğu, Karadeniz, Ukrayna, Arktik Okyanusu gibi alanlarda karşı karşıya kaldığı rekabeti sürdürülebilir. Ancak, Çin ile rekabet, onun meydan okuması, yukarıdaki sorunların hiçbirine benzemez. Burada bir nevi taht kavgası var. Sonradan gelen, gelişen güç, yeterli geliştiğine inanınca tahta gözünün olduğunu dillendirir. Bu dillendirme rekabettir. Bu rekabette dünyanın yeniden “soğuk savaş” türünden bir sürece gireceğinin açık ifadesidir.

Amerikan emperyalizmi “komünizme karşı” kapitalist dünyayı korumak adına bu dünyada yer alan irili-ufaklı ülkeleri kendi çıkarına göre istediği gibi örgütlemekte pek zorluk çekmemişti. Ancak, şimdi durum, o dönemkinden oldukça farklıdır. Bu fark, dünyanın henüz tam kutuplaşmadığı, çok rekabet merkezli olduğu bir süreçten geçiliyor olmasıdır.

SSCB ile Çin arasındaki çelişkilerin savaş boyutuna varacak derecede keskinleşmesi; hiç de sosyalist olmayan bu iki ülkenin birbirlerine karşı duruşları (1960-1990) ABD’nin Pasifik’te işlerini kolaylaştırmıştı. Ancak, şimdi tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. ABD, Pasifik’te Çin’i çevreleyim derken Rusya’yı da çevrelemiş oluyor. Bu da bu her iki ülkenin çevrelenmeye karşı ortaklaşa adım atmalarına neden olacaktır.

Bu durumdan kurtulmak için Amerikan emperyalizmi, şayet Çin’in meydan okumasını ciddiye alıyorsa Rusya’yı yanına çekmek zorunda kalacaktır. Ama Rusya’yı yanına çekmek, Amerikan emperyalizminin Rusya’ya karşı bütün jeopolitik hedeflerinden vaz geçmesi anlamına gelir. ABD bundan vaz geçer mi, Rusya böyle bir yakınlaşmaya olumlu bakar mı, bu geleceğin bir sorunudur.

Çin’in yükselişini, bir dünya gücü olarak gelişiyor olduğunu Batı dünyası, özellikle de ABD göremedi mi? Göremedi diyebileceğiniz gibi gördü de diyebilirsiniz. Ancak soruya cevap vermiş olmazsınız. Çin hızlı gelişmesini kendi kendine sağlamamıştır. Çin, sermaye ve üretimin uluslararasılaşma sürecinden; yani emperyalist küreselleşme sürecinden en çok yararlanan ülke olmuştur. Otoriter çalışma sistemi, kısmen kumanda ekonomisi, SSCB örneğinden çıkardığı dersler, işgücünün neredeyse bedava denecek kadar ucuzluğu ve sorunsuz olması uluslararası tekeller için bir cennetti. Fabrikalar taşındı, yenileri inşa edildi, teknoloji transferi yapıldı. Ayrıca Çin de teknoloji hırsızlığında ne kadar mahir olduğunu gösterdi. Birkaç kelimeyle bu olanaklar Çin’in hızlı gelişmesinin maddi zeminini oluşturdu. Bu olanaklar olmasaydı Çin gelişmez miydi? Gelişirdi, ama bu kadar hızlı gelişmezdi.

Çin, SSCB ve revizyonist blok dağıldıktan sonra Rusya ve kendinden ayrılan ülkelerin, Varşova Paktı’nın üyesi olan Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin ABD, AB ve NATO tarafından nasıl talan edildiklerini, kullanıldıklarını görüyor ve bundan ders çıkartıyordu. Bu nedenle yönetim “komünist partisi”nin elindeydi. Bu nedenle Batı’nın, özellikle de ABD’nin ayağına basmadan, sessiz yürümeye özen gösteriyordu. Bunun sonucudur ki, 2013’de geliştirilen “Bir Yol Bir Kuşak” projesinin ne anlama geldiğini ABD pek anlamamıştı.

Bu proje, deniz ve karada yürütülen, saptanan stratejik hedefleri içine alan ilmik ilmik örülen bir jeopolitik ağdır, bir dünya hakimiyeti stratejisidir.

Bu ağı parçalamaya Amerikan emperyalizminin gücü yeter mi? Veya bu ağın örüldüğü ülkeleri baskı altına alarak projeden çıkmalarını sağlayabilir mi? Buna gücünün yetip yetmeyeceğini göreceğiz. Ancak Çin, liman kiralayarak Yunanistan’a kadar geldi. Çin'in İran'la petrol karşılığı 400 milyar dolarlık yatırım anlaşması bu projeyi Türkiye sınırına getirdi. Zaten demir yolu ile Çin, Türkiye üzerinden Avrupa'ya bağlandı.

ABD’nin Çin’i Pasifik’te kuşatmaya çalışması, bu doğrultuda adımlar atması Çin’in meydan okumasında bir değişikliği beraberinde getirmez. Çin, İran ve Rusya ile yaptığı petrol anlaşmasından dolayı Malakka Boğazına olan bağımlılığını azalttı. Çin, Pakistan ve Myanmar üzerinden dünya denizlerine açılabilir. Çin, söz konusu projenin kara ayağı üzerinden (Rusya üzerinden Avrupa'ya, Orta Asya-Kafkaslar-Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşıyor.

ABD’nin işi Ortadoğu'da da oldukça zor. Bu bölgeden çıksa bir türlü çıkmasa bir türlü. Çıkarsa boşalttığı alan Rusya, İran ve Türkiye tarafından doldurulacak. Çıkmasa Çin’i çevrelemek için Pasifik’e yeterli güç aktaramayacak. Ancak, görünen o ki, ABD’nin Ortadoğu’dan çıkmasına gerek yok. Çin zaten Doğu Akdeniz’e kadar geldi!

Sonuç itibariyle:

Zaten yoğun olan bölgesel krizlere (Ortadoğu, Suriye, Rojava, Doğu Akdeniz, Ukrayna-Karadeniz) ek olarak Çin kaynaklı yeni krizler eklenecektir veya bahsettiğim krizlere Çin’in müdahil olduğunu göreceğiz.

1990-’91’de yıkılan “Soğuk Savaş” döneminin iki kutuplu dünyasının yerine hala devam etmekte olan çok rekabet merkezli bir dünya almıştır. Bu çok rekabet merkezli dünya üç kutuplu bir dünyaya doğru evrilmektedir:

1-Amerikan emperyalizmi önderliğinde Atlantik-AB güç merkezi. Bu bir kutuptur.

2- Rus emperyalizminin önderliğinde Avrasya güç merkezi. Bu güç merkezi henüz bir kutup değildir.

3- Çin emperyalizminin önderliğinde Asya-Pasifik güç merkezi. Bu güç merkezi de henüz bir kutup değildir.

Dünya jeopolitikasına damgasını vuran jeopolitik güç merkezleri bunlardır.

Bu her bir güç merkezinin jeopolitik hamleleri Türkiye’yi doğrudan etkileyecektir. Türkiye, istemese de coğrafi konumundan dolayı bu güç merkezleri tarafından baskılanacaktır, etrafındaki gelişmelere müdahil olmak zorunda kalacaktır.

Türk burjuvazisi şimdiye kadar Rusya ve ABD arasındaki çelişkilerden yararlanarak belli bir denge politikasıyla bugüne kadar geldi. Ama şimdi işin içine üçüncü bir güç merkezi dahil oldu. Bu üç güç merkezi arasındaki çelişkilerden yararlanma politikası, iki güç merkezi arasındaki çelişkilerden yararlanma politikasına benzemez, daha zordur.

 

Emperyalistleşen Türkiye ve Türk Burjuvazisinin Durumu yazı serisinde (V. makale) belirttiğim ihtimal hala geçerlidir:

Türk burjuvazisi ve kapitalizmi kendisini, varmak istediği aşamada orada olanlara kabul ettirmek sorunuyla karşı karşıyadır. Batı'lı müttefikleriyle, Rusya ile sorunun-ilişkilerin kaynağı budur; ilişkilerin şimdiye kadarkinden daha üst seviyede düzenlenmesi talebi, Türk burjuvazisinin ve kapitalizminin talebidir. Ya bunu kabul ettirir veya da “şamar oğlanı” olur. Önümüzdeki görülebilir zaman içinde bunun ikisinden birisi gerçekleşecektir; Türkiye, Batı'lı emperyalist müttefikleri veya da Rusya tarafından ya hizaya getirilecektir; uslandırılıp, eskisi gibi uysal köleye dönüştürülecektir veya da kendisini kabul ettirecektir.”

(http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2017/03/emperyalistlesen-turkiye-ve-turk_14.html)

Şimdi Türkiye, iki değil üç jeopolitik güç arasında kalmış durumdadır. Bu üç jeopolitik güç arasında kalmanın avantajları olduğu gibi dezavantajları da olabilir. Bir ahtapot gibi denizden ve karadan kollarını Afrika ve Asya-Avrupa’ya atmış olan Çin emperyalizminin rolü Türkiye’nin sıkışmışlığına ABD’den daha fazla bir etkide bulunabilir.

Çelişkiler ve çıkarlar yumağı

Amerikan emperyalizmi açısından:

1-Orta Asya Türk cumhuriyetlerini Rusya'dan uzaklaştırmak, kendine bağlayabilmek. Bu anlayışını hala sürdürmektedir.

2-Rusya ve Çin'in ortak hareket etmesini engellemek.

3-Rusya'yı çembere almak, tecrit etmek.

4- Çin’i çembere almak, tecrit etmek.

5- Enerji (petrol, doğal gaz) kaynaklarını ve dünya pazarlarına sevkıyat yollarını kontrol etmek.

6-Dünya ticaretinde ve askeriyesinde önemli olan su yollarını (boğazları) kontrol etmek.

Rus emperyalizmi açısından:

1-ABD’nin çevreleme hattını parçalamak, en azından ilerlemesini durdurmak. Bugün Baltık ülkelerinden Karadeniz’e kadar uzanan hat ve Ukrayna-Karadeniz üzerine rekabet bunun açık göstergesidir.

2-Karadeniz’in bir NATO gölü olmasını engellemek.

3-Orta Asya Türk devletlerinde ABD faaliyetini denetim altında tutmak.

4-Afganistan'ın Rusya’ya karşı bir üs olmasını engellemek.

5-Akdeniz’e iniş yolunun kesilmemesini sağlamak.

6-Türkiye’nin Karadeniz sınırları boyunca çevrelenmesini engellemek.

7-Batı’lı güçleri Güney Kafkasya’dan uzak tutmak.

8- Libya ve Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmak.

Çin emperyalizmi açısından:

1-Pasifik’te denizden çevrelenmeyi yarmak.

2-Rusya ile işbirliği içinde “Bir Yol Bir Kuşak” projesinin Rusya ve nüfuz sahasında uygulanmasında engel çıkmasını engellemek.

3- Bu projenin uygulanması için liman vb. kiralamak, gerekli yerlerde askeri üsler kurmak.

Bu projenin her bir adımı kaçınılmaz olarak ABD ile Çin’i karşı karşıya getirecektir. Bu çelişkiler nerede nasıl gelişir bunu yakın zamanda göreceğiz.

Rusya-Çin ilişkileri sorunsuz olmayacaktır. Bugün olmasa da yarın Çin, Sibirya ve Rusya Uzakdoğusunun bir kısmında gözünün olduğunu gösterecektir. Bunu Rusya da bildiği için gerekli tavrı sergileyecektir.

Türkiye, Azerbaycan-Ermenistan savaşı vesilesiyle girdiği Güney Kafkasya’da kalmayacaktır. Azerbaycan Orta Asya’ya, Türk ülkelerine açılan bir yoldur. Türk burjuvazisi bunu zaten söylüyor. Bu açılım en çok ve doğrudan Rusya’yı rahatsız edecektir. Yanı sıra İran da Türkiye ile rekabetinden dolayı bu açılımdan rahatsız olduğunu dile getirecektir. Çin, Türkiye’nin Orta Asya’daki varlığının bir biçimde Doğu Türkistan’a yansımasından rahatsız olacaktır. ABD, Doğu Türkistan sorununun kendisi ile birlikte Çin’e karşı kaşımak için Türkiye’yi teşvik edecektir.

Afrika’da Çin, ABD, Fransa, şimdi pek gündemde olmasa da yakın zamanda birbirlerini ayağına basacaklar; bu rekabet kaçınılmaz olarak sertleşerek su yüzüne çıkacaktır.

Kıbrıs, stratejik konumundan dolayı sadece Türkiye-AB arasında bir sorun olmaktan çıkarak Türkiye-AB-ABD-Rusya ve Çin arasında bir sorun olacaktır.

Bu çelişkiler yumağına daha özgün, ayrıntı olanlar da eklenebilir. Ama sadece bunlar üç güç merkezi arasındaki ilişkilerin nasıl gelişeceğini ve bu ilişkilerde Türkiye’nin nelerle karşı karşıya kalabileceğini göstermeye yeter.

Şüphesiz ki şu imkan hala vardır, hem de bazı sahalarda güçlü bir şekilde vardır:

Türkiye coğrafi konumundan; stratejik öneminden dolayı bu üç güç merkezinin jeopolitikasının uygulanmasında adeta kilit bir rol oynamaktadır. Kilit rol oynama Çin için de geçerlidir. Türkiye ve Rusya, ama yoğunluk bakımından Türkiye, Çin’in AB’ye açılan son kapısıdır. Ve Çin bu kapıyı iyi değerlendirmenin ötesinde projenin Orta Asya’da, yani Türk devletlerinde, Hazar denizi geçişinde ve Güney Kafkasya girişinde sorun çıkmasın diye Türkiye’ye başka bir gözle de bakmak zorunda kalabilir.

Geriye bildiğimiz tekrar kalıyor:

Bu her bir güç merkezi, Türkiye’yi kendi çıkarları doğrultusunda kazanmak için elinden geleni yapacaktır; yani Türk burjuvazisinin de çıkarlarını göz önünde tutacaktır.

ABD’den uzaklaşan, en azından mesafeli duran Türkiye, Rusya ve Çin için “iyi” bir Türkiye’dir.

Rusya ve Çin’e karşı bölgemizde en çok ABD’nin Türkiye’ye ihtiyacı vardır.

Ancak, her üç güç merkezi de Türkiye’nin kendilerinden bağımsız dış politika üretmesinden ve uygulamasından hiç memnun olmayacaktır. ABD ve Rusya şimdiye kadar Türkiye’nin kendilerinden bağımsız dış politika üretmesinden hiç memnun olmadılar, ama oynadıkları “büyük oyun” gereği sineye çektiler.

Son olarak Avrasyacılık fikrini işleyen çevreler hakkında şunu söylemek gerekir. Bunlar kendilerini anti-emperyalist, milliyetçi, ulusalcı olarak tanıtıyorlar. Oysa bunların yaptığı anti-amerikancılıktan başka bir şey olmadığı gibi Pantürkizm ve turancılıktır; bunların hepsi ırkçıdır. Sadece Kürt özgürlük hareketine bakışları aslında ne olduklarını göstermeye yeter. Bu çevrelerden birisi de “Vatan Partisi”dir. Bu partinin genel başkanı D. Perinçek’in Avrasyacılık konusunda akıl hocası Aleksandr Dugin’dir. Dugin aynı zamanda Putin’in de danışmanıdır. Dugin Rus-Slav ırkının üstünlüğünü; özellikle Rusya’daki düğer toplumlara karşı savunan şovenist, ırkçı bir jeopolitikacıdır. Başka türlü de olamaz. Çünkü jeopolitik doktrin savunucusu demek ırkçılık, sömürgecilik, şovenizm ve faşizm demektir. Bir jeopolitik doktrin savunacaksın, onun gerçekleşmesi için mücadele edeceksin ve sonra da ben ırkçı, şoven, sömürgeci ve nihayetinde faşist değilim diyeceksin. Bu olmaz. Bu olmazı savunanların başında da D. Perinçek gelir. A. Dugin, hem Putin’in hem de D. Perinçek’in akıl hocasıdır. Ancak, Dugin Rus emperyalizminin jeopolitik başarısı, parlak bir geleceğe sahip olması için Putin’e akıl veriyor. Aynı Dugin D. Perinçek’e de akıl veriyor. Her iki ülkenin çıkarları aynı çıkarlar olamayacağına göre Dugin, Pertinçek’e nasıl bir akıl veriyor acaba?

Diğer taraftan anti-emperyalist, milliyetçi, ulusalcı olarak Çin ve Rusya ile iyi ilişkiler geliştirilmesinin Türkiye açısından ne denli önemli olduğunu sürekli vurgulayan bu çevreler, aslında Batı’dan kopmayı Çin ve Rusya (Avrasya) eksenine katılmayı önermekteler. Bu unsurlar sadece ve sadece Türkiye’nin eksen, kamp değiştirmesini savunuyorlar.

Devam edecek

TÜRKİYE İŞÇİ SINIFI KENDİ HİKAYESİNİ YAZACAK