EMPERYALİSTLER
ARASI İLİŞKİLERDE
İKİ EĞİLİM VE GELİŞMENİN
YÖNÜ
Kapitalizmin genel krizinin
başlamasından bu yana emperyalist ülkeler arasındaki siyasi ve
ekonomik ilişkilerin önemli değişmelere uğradığım görüyoruz.
ilk önemli değişmeye Ekim Devrimi'yle başlayan süreç neden
olmuştu. Ekim Devrimi'yle başlayan süreç, sadece SB'de değil,
uluslararası planda sosyalizmin yükselme, kapitalist dünyanın ise
tarihi olarak gerileme süreciydi. Bu süreç, dünya pazarının
ikiye bölünmesi ve bu bölünmüşlükten dolayı da kapitalist
dünya pazarının daralması, kapitalist etkinliğin sınırlanması
süreciydi.
SB'de modem revizyonistlerin
iktidara gelmesinden sonra söz konusu sürecin sınıfsal karakteri
değişmesine rağmen süreç, süreç olarak etkisini korumuştu.
Yani dünya pazarının bölünmüşlüğü; kapitalist dünya pazarı
-revizyonist dünya pazarı- devam etmişti. Ekim devrimiyle başlayan
dönemde olduğu gibi, bu dönemde de emperyalist güçler arasındaki
siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin değişmesinde sadece ve
sadece kapitalist sisteme özgü yasallıklar belirleyici olmuyordu.
Söz konusu ilişkilerin değişime uğramasında SB'nin sosyalist
olduğu dönemde sosyalizmin, SB'de revizyonistlerin iktidara
gelmelerinden sonra da revizyonizmin/sosyal emperyalizmin belirleyici
etkisi olmuştur.
Revizyonist bloğun
yıkılmasından sonra emperyalist güçler arasındaki siyasi,
ekonomik ve askeri ilişkilerin gelişmesin! belirleyen yeni koşullar
gündeme gelmiştir ve kapitalizmin genel krizinin başlamasından bu
yana emperyalist güçler arasındaki söz konuşu ilişkilerin
değişime uğramasını ilk defa, salt kapitalist sisteme özgü
yasallıklar belirlemektedir: Artık sistem olarak sosyalizm yok,
artık sistem olarak revizyonizm yok, ve uluslararası komünist
hareket henüz belirleyici bir güç olmaktan uzak. Bütün bu
faktörlerin sahneden çekildiği günümüzde emperyalist ülkeler
arasındaki siyasi, ekonomik ve askeri ilişkilerin değişimini salt
kapitalist sisteme özgü yasallıklarının bir ifadesi olan,
kapitalizmin eşit olmayan siyasi ve ekonomik gelişme yasası;
rekabet belirlemektedir.
Biz burada üç süreci ele
aldık; Ekim Devrimi'nden Kruşçev revizyonistlerinin siyasi
iktidarı gasp ettikleri ve SB'de sosyalizmin yıkılmaya başladığı
zamana kadar olan dönem. Modem revizyonistlerin iktidara
gelişlerinden revizyonist blokun yıkılışına kadar olan dönem
ve revizyonist blokun yıkılmasından sonraki dönem.
Bu üç süreç içinde
emperyalistler arası ilişkilerde esas itibariyle iki eğilimin
belirleyici olduğunu görüyoruz. Söz konuşu süreçlerin her
birinde somut tarihi koşullar, emperyalistler arası ilişkilerin
hangi eğiliminin hakim olduğunu gösteriyor veya genel ekonomik,
siyasi ve askeri ilişkilerin yönünü belirliyorlar.
Lenin şöyle diyor:
"...
İki eğilim var: Bunlardan birisi bütün emperyalistlerin ittifakım
kaçınılmaz yapıyor. Diğeri ise, bir emperyalisti diğerlerinin
karsısına dikiyor. Hiçbirisi sağlam temele dayanmayan iki
eğilim." (C. 27, s. 363. "Dış
Politika Üzerine Rapor").
Demek oluyor ki;
a-Emperyalist
ülkeler arasındaki ilişkiler, bütün emperyalist ülkeler
arasında gerçekleştirilen bir ittifaka doğru gelişebiliyor.
"Bütün ülkelerin
emperyalistlerinin genel ittifakı, ekonomik kapitalist ittifaka
dayanan bu ittifak, dünya tarihinin birçok büyük, gözde
kesitlerinin kanıtladığı gibi, anavatan tanımayan, sermayenin
savunulması için doğal ve kaçınılmaz olan ittifak, emekçilere
karsı ittifakın korunmasını, bütün ülkelerin kapitalistlerinin
birliğinin korunmasını, anavatanın çıkarlarım, halkın
çıkarlarından daha üstün tutan ittifak...
"Tabii
ki bu ittifak, eskiden olduğu gibi, kapitalist sistemin sonuna kadar
karsı konulamaz gücüyle kendini geçerli kılacak temel ekonomik
eğilimi olarak kalacaktır."
(Lenin; agk., s. 359/360)
b- Bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakını olanaksız kılan eğilim de var;
"Kapitalizmin
bu temel eğiliminin (yukarıdaki
alıntıda kastedilen eğilim -çn) bir
istisnası... emperyalist savaşın, şimdi bütün dünyayı kendi
aralarında paylaşmış olan emperyalist güçleri... birbirlerine
düşman gruplara, düşman koalisyonlara bölmüş olmasıdır. Bu
düşmanlık, bu mücadele, bu ölüm-kalım dalaşı, belli
koşullarda bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakım
olanaksız kılıyor" ve "bütün ülkelerin
emperyalistlerinin genel ittifakı... politikanın itici gücü..." olmuyor. (Lenin; agk., s.
359,360,363)
Emperyalizmin tarihi, bu
eğilimlerden hangisinin hangi nedenlerden dolayı esas yönü teşkil
ettiğim, emperyalist ülkeler arasındaki ittifakların, hangi
formda ve şiddette olursa olsun, emperyalist ülkeler arasındaki;
çatışmaları, savaşları, rekabeti engelleyemediğini
göstermektedir.
"Çünkü
kapitalizm koşullarında sömürgelerin, çıkar ve nüfuz
alanlarının vs. paylaşımı için katılanların gücünden, genel
ekonomik, mali, askeri vb. gücünden
başka bir şey düşünülemez. Ama katılanların gücü, dengesiz
değişir. Çünkü kapitalizm koşullarında tek tek işletmelerin,
tröstlerin, sanayi dallarının ve ülkelerin eşit bir gelişmesi
olamaz." (Lenin, c. 22, s. 300,
"Emperyalizm...")
Devamla Lenin şöyle der;
"Bunun
için 'emperyalistler arası' veya 'ultra-emperyalist' ittifaklar,
kapitalist gerçeklikte. .. hangi biçime bürünürlerse
bürünsünler, ister bir emperyalist grubun bir başkasına karşı
birleşmesi, ister bütün emperyalist devletleri kucaklayan genel
bir ittifak olsun, bunlar, kaçınılmaz olarak, savaşlar arasındaki
dönemlerde bir 'nefes alma' olmaktan başka bir şey değildir.
Barışçıl itti-faklar, savaşlara zemin hazırlarlar-ve
savaşlardan doğarlar, tek veya aynı temel üstünde dünya
ekonomisinin ve dünya siyasetinin emperyalist bağ ve ilişkileri
temeli üstünde barışçıl ve barışçıl olmayan mücadelenin
değişken biçimlerim doğurarak bir ötekini koşullandırırlar"
(Agk., s. 301).
Şimdi Lenin'in bu öğretişi
ışığında söz konuşu eğilimlerin belirttiğimiz süreçlerin
ilk ikisinde nasıl şekillendiklerini kısaca ele aldıktan sonra,
günümüzde, son süreçte durumun ne olduğunu tespit edelim.
Ekim Devrimi'nin zaferi ve
Rusya'nın, dünyanın altıda birinin kapitalist dünyadan kopması,
geçici de olsa, emperyalistler arası ilişkilerde birlik eğilimim
geliştirdi: Bunun en bariz örneği, bütün emperyalist ülkelerin
Sovyet ülkesine karşı düzenledikleri ortak silahlı müdahaledir.
Bu müdahalenin yanı sıra, Rus karşıdevrimci güçlerin
desteklenmesidir.
Ekim Devrimi, emperyalistler
arası ilişkilerde birleşme eğiliminin ön plana çıkmasına
neden olmuştur.
Belirttiğimiz gibi bu, geçici
bir durumu ifade ediyordu. Emperyalist güçlerin Sovyet ülkesine
karşı düzenledikleri ortak silahlı mücadeleden sonuç
alamamaları, keza destekledikleri karşıdevrimci güçlerin de
Sovyet iktidarı tarafından yenilgiye uğratılması ve bu süreç
içinde aynı emperyalist güçler arasında rekabetin, hegemonya
mücadelesinin yeniden başlaması veya giderek keskinleşiyor olması
emperyalistler arası ilişkilerin birlik eğilimim geri plana itmiş,
birlik eğilimini olanaksız kılan eğilimi ön plana çıkartmıştır.
Görüyoruz ki, sonuç
itibariyle, söz konuşu dönemde, emperyalist güçlerin dünyayı
yeniden paylaşma mücadeleleri, Sovyet ülkesine karşı
koalisyonlarından daha belirleyici olmuştur; onların
politikalarına sosyalizme karşı ortak mücadele değil, rekabet,
hakimiyet, dünya pazarlarım, hammadde kaynaklarım ve nüfuz
alanlarım yeniden paylaşma yön vermiştir.
Lenin bu durumu şöyle ifade
ediyordu.
"Şimdiye
kadar, sadece, emperyalist güçler arasındaki derin anlaşmazlıktan
dolayı, sadece bu anlaşmazlıkların tesadüfi parti içi
anlaşmazlıklar olmadığından dolayı, bilakis, burada söz konuşu
olanın emperyalist ülkelerin ekonomik çıkarlarının derin, kökü
kazınamaz çatışma olmasından dolayı, muzaffer olabildik;
sermaye ve toprağı olan özel mülkiyete dayanan emperyalist
ülkeler, kaçınılmaz olarak böyle bir talan politikası gütmek
zorundadırlar ve bunu yaparken de, Sovyet iktidarına karsı
güçlerim birleştirme denemeleri verimsiz kalmıştır."
(C. 31, s. 462, "VIII Bütün
Rusya Sovyet Kongresi")
Bu,
emperyalistler arası çelişkileri kavramanın ve yararlanmanın
açık örneğidir. Lenin burada, emperyalistler arası ilişkilerde
birleşme, koalisyonlaşma eğiliminin; Sovyet ülkesinin varlığından
dolayı bir dönem güçlenen bu eğilimin yerini, emperyalistler
arası rekabeti, hegemonya mücadelesini; birbirlerine karşı
mücadeleyi ifade eden eğilime; "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakını" (Lenin),
olanaksız kılan eğilime bıraktığım gösteriyor.
Yine
Lenin'in belirttiği gibi, I. Dünya Savaşı boyunca emperyalist
ülkeler birbirleriyle "meşgul"düler. Savaşan
emperyalist gruplardan birisi (İngiltere, Fransa, ABD) diğerini
(Almanya, Avusturya-Macaristan vs.) yenince, yenen taraf, yenilenleri
de güdümüne alarak Sovyet ülkesini yok etmeyi esas hedef olarak
görür. Ama belirttiğimiz nedenlerden dolayı da bu "haçlı
seferi" yenilgiyle sonuçlanır. Görüyoruz ki, sadece bir kaç
sene içinde, koşullar değiştiği için, emperyalistler arası
ilişkilerin iki temel eğilimi sürekli değişmiştir. I. Dünya
Savaşı boyunca, "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"
mümkün olmamıştır. (Böyle bir koalisyonu dışla-yan eğilimin
hakim olması); I. Dünya Savaşı'nın bitmesinden sonra, "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı" Sovyet
ülkesine karşı silahlı müdahale formunda; bu ittifakla
gerçekleşmiştir. (Böyle bir koalisyonu mümkün kılan eğilimin
hakim olması); emperyalistler arası çıkarların/çelişkilerin,
Sovyet ülkesine karşı silahlı müdahale formundaki ittifaktan
daha ağır basması, bu ittifakın emperyalistler arası koalisyonu
ifade eden eğilimin yerini, emperyalistler arası mücadeleye,
"bütün ülkelerin emperyalistlerinin ittifakım"
olanaksız kılan eğilime bırakmasını beraberinde getirmiştir.
Bütün bunlar 1914-1920
döneminde söz konuşu olan gelişmelerdir.
Peki, her iki dünya savaşı
arasında kalan süreçte emperyalistler arası ilişkilerin
birbirine zıt bu iki eğiliminin gelişmesi nasıl olmuştu?
Bu süreç içinde kapitalist
sistemin özünde var olan yasallıkların etkisi sonucunda, I. Dünya
Savaşı sonrasında kurulan ve 1919 Paris Anlaşması’yla
-Versailles Anlaşması (1919)- hukuksal anlam kazanan "düzen"
yavaş yavaş yıkılmaya başlamıştır. Çünkü kapitalizmde
siyasi ve ekonomik eşit olmayan gelişme yasası sonucu yenik ve
güçsüz düşen güçler (örneğin Almanya), yeniden gelişmişler
ve pazarlar, hammadde ve nüfuz alanlarını yeniden paylaşma
talebini yükseltmişlerdir. Faşist Almanya, müttefikleriyle
birlikte dünya hakimiyetim gerçekleştirme planını uygulanmaya
konmasının ifadesi olan II. Dünya Savaşı'nı başlatmıştır.
Bu süreçte söz konuşu
eğilimlerden hangisi belirleyici olmuştur?
İngiltere, Fransa ve ABD,
Alman emperyalizmini SB'ye karşı yöneltmek için desteklemişlerdi.
Ama, faşist Almanya'nın
dünya hakimiyeti planı sadece SB ile sınırlı değildi. Yine
11,.ABD, Fransa ve İngiltere, Münih anlaşması ile faşist
Almanya'ya saldırılması gereken yönü, alanı göstermişlerdir.
Ne var ki, faşist Almanya, II. Dünya Savaşı'nı SB'ye saldırarak
başlatmamıştır.
Bu dönemde
"bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakı"nı
olanaksız kılan eğilim; emperyalistler arası ilişkilerin
gelişmesinde, emperyalistler arası koalisyonu olanaksız kılan
eğilim hakim olmuştur. Emperyalist ülkeler, sosyalist SB'ye karşı
koalisyon kuramamışlar, tam tersine bir kısmı SB'nin yanında
diğer bir kısmına karşı savaşacak kadar parçalanmışlardı.
Burada da emperyalistler arası çelişkiler, SB'ye karşı "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı”nın
kurulmasından daha ağır basmış ve böyle bir ittifakı olanaksız
kılan eğilim hakim olmuştur.
Ekim
Devrimi'nden günümüze kadar uzanan dönemin ilk sürecinde, Sovyet
ülkesine karşı 14 ülkenin geçici olarak gerçekleştirdiği
"bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakı"nı
mümkün kılan eğilimin kısa hakimiyeti dışında, bu ittifakı
olanaksız kılan eğilim hakim olmuştur.
İkinci süreçte (II. Dünya
Savaşı sonundan modem revizyonist bloğun yıkılışına kadar
olan dönem) gelişme nasıldı? Bir de buna bakalım.
II. Dünya Savaşı'nda Alman
faşizmi ve müttefikleri yenildiler, savaştan SB muzaffer olarak
çıktı; sosyalizm uluslararası planda güçlendi. Doğu ve Orta
Avrupa ülkeleri kapitalist dünyadan koptular. Kapitalist dünyada
ise Amerikan emperyalizmi hegemonyasını kurdu; öyle ki, diğer
emperyalist ülkeler de dahil, bütün kapitalist dünyayı
hegemonyası altına aldı, haraca bağladı.
II. Dünya
Savaşı sonrasında dünya iki kampa bölünmüştü: SB
önderliğinde sosyalist kamp ve ABD önderliğinde kapitalist kamp.
Bu iki kamp/sistem arasındaki antagonist çelişki, "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı
mümkün kılan maddi temeli oluşturdu: Başka ülkelerin de
kapitalist dünyadan kopması, kapitalist ülkelerde SB ve
sosyalizmin muazzam prestiji, SB'nin artan enternasyonal otoritesi
Amerikan emperyalizminin, yenik veya zayıf düşen emperyalist
ülkeleri kendi güdümüne, siyasi, ekonomik ve askeri sultasına
alarak sosyalist kampa karşı kapitalist cepheyi örgütlemesini
zorunlu kıldı/kolaylaştırdı. Böylelikle, belirttiğimiz
nedenlerle, "bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakı"
mümkün oldu; emperyalistler arası ilişkilerin birbirine zıt
eğilimlerinden emperyalist koalisyonu, ittifakı mümkün kılan
eğilim esas eğilim oldu. Diğer eğilim tali planda kaldı.
SB'de Kruşçev
revizyonistlerinin siyasi; iktidarı gasp etmeleri ve proletarya
diktatörlüğünü yıkarak, kapitalizmin restorasyon yolunu
açmaları çelişkilerin mahiyetini değiştirdi, fakat bu kez de
revizyonist kamp ile mevcut emperyalist kamp arasındaki çelişki
yükseldi.
Modem
revizyonist kampın dağılmasına (1989/90) kadar devam eden bu
sürecin temel özelliği şöyleydi: Modem revizyonist kamp ile
kapitalist kamp arasındaki çelişki, "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı
mümkün kılan belirleyici faktör olma özelliğim korurken,
kapitalist kamp içinde; emperyalist koalisyonda, etkisini giderek
gösteren çatlaklar belirmeye başladı; yeniden güçlenen her bir
emperyalist ülke, ABD'nin boyunduruğuna karşı koymaya başladı.
Böylelikle modem revizyonist bloka
karşı, emperyalistler arası koalisyon devam ederken, bu koalisyonu
oluşturan emperyalist ülkeler, kapitalist dünya pazarı, hammadde
kaynakları ve nüfuz alanları üzerine rekabete giriştiler ve
nihayetinde, kapitalist dünyada, ABD, AT ve Japonya merkezli üç
ayrı, birbiriyle rekabet eden emperyalist güçler doğdu.
Modem
revizyonist kamp dağılmasaydı, kendi içinde parçalarına ayrılan
kapitalist kamp tamamen dağılır mıydı, dağılmaz mıydı, bu
ayrı bir sorun. Ama her halükarda, modem revizyonist blokun
dağılması, kapitalist kamptaki emperyalistler arası çelişkilerin
daha şiddetli olarak açığa çıkmasını beraberinde getirdi;
modern revizyonist blokun
çöküşü, giderek etkisi zayıflamış olan "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı”nın
yıkılma sürecini hızlandırdı; emperyalistler arası
ilişkilerin gelişmesinde birbirine tamamen zıt olan temel iki
eğilimden birisi olan birleştirici eğilim, giderek yerini "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı”nı
olanaksız kılan eğilime bırakmaya başladı. Modem revizyonist
blokun
dağılmasından sonra dünya böyle bir sürece (üçüncü süreç)
girdi.
Şimdi,
"bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakı"nı
zorunlu kılan, dolayısıyla bu ittifakı olanaklı hale getiren
neden; önce sosyalist, sonra da modem revizyonist blok artık yok.
Yani emperyalist koalisyonun maddi temeli ortadan kalktı, bununla
birlikte de, birleştirici eğilimin maddi temeli ortada kalkmış
oldu.
İçinde
bulunduğumuz bu süreç, kapitalist dünyanın değişimim yaşadığı,
söz konuşu eğilimlerin birisinden diğerine geçiyor olduğu
süreçtir. Şimdi ve giderek daha şiddetli bir şekilde "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı
olanaksız kılan eğilim hakim olmaya başlamıştır. Yani
"emperyalistlerin genel ittifakı",
artık, "politikanın itici gücü"
(Lenin) olmaktan çıkmaya başlamıştır.
Emperyalizmin tarihinde,
emperyalistlerin genel ittifakının, politikanın itici gücü
olduğu iki süreç vardır: Bunlardan birincisi 14 kapitalist
ülkeden oluşan emperyalist koalisyonun Sovyet ülkesine silahlı
müdahalesidir. Bu süreçlerden ikincisi de II. Dünya Savaşı
sonrasından, modem revizyonist blokun çöküşüne kadar devam eden
süreçtir.
Modem
revizyonist blokun
dağılmasından sonra ortaya şöyle bir durum çıktı: "Bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı
ifade eden "emperyalistlerin genel
ittifakı"nın maddi koşulları
ortadan kalkmasına ve "artık
politikanın, itici gücü"
olmaktan çıkmasına rağmen, "emperyalistlerin
genel ittifakı”nı ifade eden,
"politikanın itici gücü"
olan bir dizi emperyalistler arası siyasi, ekonomik ve askeri
koalisyonlar varlıklarım devam ettiriyorlar.
Şimdi bu
koalisyonları ve "politikanın
itici gücü" olacak muhtemel
eğilimi; emperyalistler arası ilişkilerdeki eğilimi ele alalım:
II. Dünya Savaşı'ndan sonra
kurulan devletler arası koalisyonlara, dünya tarihinin hiçbir
döneminde rastlanmamıştır. Emperyalist devletler, çok sayıda ve
etkili koalisyonlar kurmuşlardır.
I. Dünya
Savaşı'nda birbirlerine karşı savaşan ülkelerin oluşturdukları
"itilaf devletleri" ve "ittifak devletleri",
emperyalizmin tarihinde ilk koalisyonlaşmayı ifade ediyordu. Ve bu,
"bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakı"nı
değil, bütün ülkelerin emperyalistlerinin birbirleriyle savaşan
iki ittifakını, iki koalisyonunu ifade eden bir durumdu.
Rusya'da
Ekim Devrimi'nin zaferi, yenen, yenilen emperyalist ülkeleri
birleştiriyor ve "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı" gerçekleşiyordu.
14 kapitalist/emperyalist ülke, emperyalizmin-kapitalizmin tarihinde
ilk defa, Sovyet ülkesine karşı askeri müdahale formunda
koalisyon kurmuş oluyorlardı.
Versailles
Anlaşması, bir koalisyon değil, I. Dünya Savaşı'nda galip gelen
ülkelerin, yenilenleri -özellikle Almanya'yı- boyunduruk altına
alma anlaşmasıydı. Versailles Anlaşmasından II. Dünya
Savaşı'nın sonuna kadar geçen süreç içinde söz konusu olan,
Cenevre Konferansı (1922), Hoog Konferansı (1922), Washington
Konferansı (1922), "Dörtlü Güç Paktı", "Dokuzlu
Güç Paktı" (1922), Cenevre Konferansı (1922), Locarno
Anlaşması (1925), Münih Anlaşması (1938), faşist devletler
koalisyonu (Almanya, İtalya, Japonya) ve Anti-Hitler Koalisyonu,
"bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakı"nı
değil, çıkar ilişkilerinin yakınlaştırdığı çeşitli
emperyalist ülkelerin birbirine karşı; koalisyon kuranların
diğerlerini dışladığı ve bundan dolayı da emperyalist ülkeler
arasındaki çelişkilerin doğrudan yansıması olan
anlaşmalardı/koalisyonlardı. Bunlara Ropallo Anlaşması’nı
(1922), Lozan Anlaşmasını (1923), Küçük Antantı, Briand-Kellog
Paktı'nı ve başka, bir dizi multi ve bilateral anlaşmaları da
ekleyebiliriz. [Bu anlaşmaların bazılarına Sovyetler Birliği ya
taraf olmuştur (örneğin Ropallo-Anti Hitler Koalisyonu), ya da
katılmıştır (Örneğin Hoog Konferansı, Lozan Anlaşması). Yeri
bu yazı olmadığı için tartışmasına girmiyoruz, ama her
halükarda söylenmesi gereken, SB'nin bu anlaşmalarda ve
konferanslarda bir emperyalist koalisyona karşı
başka bir emperyalist koalisyonun yanında yer almadığıdır;
sosyalizmin, uluslararası komünist işçi hareketinin, ulusal
kurtuluş mücadelelerinin çıkarlarım savunduğudur.] Bütün bu
anlaşmalar, kapsam ve etki bakımından II. Dünya Savaşı'ndan
sonraki anlaşmalarla; koalisyonlarla karşılaştırılamayacak
derecede kısa ömürlü ve etkisiz kalmıştır.
[Tam olmasa da bir istisnayı
Milletler Cemiyeti (1919) oluşturuyordu. Bu cemiyet, çok sayıda
ülkelerden oluşan bir koalisyondu. Bütün ülkeler tarafından
değil, Almanya'ya karşı savaşmış olan ülkeler tarafından
kurulmuştu.]
Bütün bu
emperyalistler arası koalisyonlar, Sovyet ülkesine karşı silahlı
müdahale koalisyonu hariç, "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı
olanaksız kılan eğilimi ifade ediyorlardı.
II. Dünya savaşı sonrasında
kurulan ekonomik, siyasi ve askeri koalisyonlara gelince.
Burada söz
konuşu olan, ICC (1919, Uluslararası Ticaret Odası); BIZ (1930,
Uluslararası Ödemeyi Denkleştirme Bankası); IBRD (1944, Yeniden
İnşa ve Gelişme için Uluslararası Banka-Dünya Bankası); IMF
(1944, Uluslararası Para Fonu); BM (1945, Birleşmiş Milletler);
GATT (1947, Genel Gümrük ve Ticaret Anlaşması); COCOM (1949,
Doğu-Batı Ticaret Politikası İçin Koordinasyon Komisyonu); Paris
Kulübü (1950'den beri toplanan alacaklı ülkelerin kurulu); EGKS
(1952, Montan Birliği; Kömür ve Çelik için Avrupa Topluluğu);
IMC (1954, Uluslararası Mali Konferans); EURATOM (1957, Avrupa Atom
Topluluğu); EWG/EG/EU /1957, AET/AT/AB (şimdiki adıyla Avrupa
Birliği); OECD (1961, Ekonomik İşbirliği ve Gelişme için
Örgüt); EP (Avrupa Parlamentosu, AB'nin danışma ve kontrol
organı); EMF (1972, Avrupa Menajer Forumu); ER (1974, AB üyesi
devletlerin devlet, hükümet başkanları ve dışişleri
bakanlarının toplantısı); EPZ (1973, Avrupa Siyasi İşbirliği);
30'lar Grubu (1978, ekonomi, bilim, politika sektörlerinden ve
uluslararası örgütlerden maliye, özel banka ticareti, milli banka
ve döviz ilişkileri alanlarında uzman şahsiyetlerden oluşan
komisyon); EWS (1979, Avrupa Para Sistemi); IEA (1974, Avrupa Enerji
Acenteliği); TK (1973, Triloteral Komisyon, ABD'nin Batı Avrupa ve
Japonya'nın ekonomi, politik ve bilim dallarından seçkin 300 kadar
temsilcilerinden oluşan komisyon); önde gelen kapitalist ülkelerin
ekonomik zirve toplantısı (1975, "7'ler Zirvesi"); UF
(1983, Uluslararası Mali İşler Kurumu); KSZD (1949, Avrupa
Güvenlik ve İşbirliği Örgütü); BDT (1991, Bağımsız
Devletler Topluluğu); NAFTA (1994 Kuzey Amerika Serbest Ticaret
Bölgesi); RGW (1949, SB'de revizyonistlerin iktidarı gasp
etmesinden sonra kuruluş amacından sapan karşılıklı Ekonomik
Yardımlaşma Konseyi) ve askeri alanda NATO (1949); WEU (1954, Batı
Avrupa Birliği) ve Varşova Paktı (1955) gibi uluslararası
koalisyonlardır. Bunların hepsini burada ele alırsak, makalenin
kapsamı oldukça genişler ve ayrıca gereksiz de. Biz burada daha
ziyade Avrupa merkezli veya Avrupa kıtasında etken olan önemli
bazı emperyalist koalisyonları ele alarak II. Dünya Savaşı'ndan
sonra ve revizyonist bloğun dağılmasından sonra "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı
mümkün kılan ve olanaksız kılan, emperyalistler arası
ilişkilerdeki iki temel eğilimin nasıl geliştiğim göstereceğiz.
NATO
4 Nisan 1949'da Washington'da
Danimarka, Belçika, İngiltere, Fransa, İzlanda, Kanada, İtalya,
Hollanda, Lüksemburg, Norveç, Portekiz ve ABD arasında kurulan
Kuzey Atlantik Paktı'na 1952'de Türkiye ve Yunanistan, 1955'te
Almanya ve 1982'de de İspanya katıldı. NATO'nun kuruluş amacı,
sosyalist bloğa karşı mücadeledir. Antiemperyalist mücadele
sonucu kurulan ulusal devletlere, ulusal kurtuluş hareketlerine
karşı mücadele de NATO'nun kuruluş amaçlarındandır. NATO,
kuruluşundan bu yana emperyalist savaş paktının çekirdeğim
oluşturma özelliğinden hiçbir şey kaybetmemiştir. NATO, ABD
hakimiyetinde önemli emperyalist ülkelerin askeri bir
koalisyonudur.
Varşova Paktı'nın ve SB'nin
dağılmasından sonra, kuruluş nedeni, amacı ortadan kalkmış
olduğu için NATO, meşruluk sorunuyla karşı karşıya kalmıştır.
Bu sorunu aşmak, yeni varlık nedeni kazanmak için NATO '90'lı
yılların basında iki yeni göreve yönelmiştir; kooperatif
güvenlik anlayışı ve üye ülke sınırları dışında da
faaliyet. 20 Aralık 1991'de kurulan Kuzey Atlantik Kooperasyon
Konseyi (KAKK) ve ilk defa Ekim 1993'te gündeme gelen "Barış
için ortaklık" anlayışı NATO'ya meşruluk kazandırması
gereken görevlerdir. NATO, bu iki yaklaşımıyla Doğu ve Orta
Avrupa devletlerim veya Avrupa'nın eski Varşova Paktı ülkelerini,
üyelik ve güvenlik sözü verilmeksizin kendine yaklaştırmayı
becermiştir. Şimdi KAKK 38 üye devletten oluşmaktadır.
Rusya, barış için ortaklığa
21. üye olarak katılmıştır. (Haziran 1994).
Kuruluş
nedeni ortadan kalkan NATO içindeki hakim iki eğilim bu paktı
önemsizleştiriyor; Varşova Paktı dağılmadan öncel NATO, hemen
hemen bütün önemli ülkelerin ittifakını oluşturuyordu. Şimdi
bu ittifakın maddi nedeni kalmadığı için bu askeri koalisyonda
ifadesini bulan "emperyalistlerin
genel ittifakı", "politikanın itici gücü" olmaktan
çıkıyor, emperyalistler arası ilişkilerin birleştirici eğilimi
yerini, ittifakı olanaksız kılan eğilime bırakıyor. Varlık
nedeni ortadan kalkan bu pakt içinde özellikle Almanya, Fransa bir
tarafta, ABD ve İngiltere de öbür tarafta olmak üzere ortaya
hegemonya çelişkileri çıkıyor ve bu çelişkiler, bu askeri
emperyalist koalisyonu parçalama yönünde gelişiyor.
NATO'nun yeni görevlerle
meşruluk kazanma cabası, onun yıkımım veya önemsizleşmesini
hızlandırıyor. Şüphesiz, hangi formda olursa olsun, yeni
üyelerle NATO'nun kapsamı genişliyor, ama bu genişleyen alan
içinde NATO üyesi emperyalist ülkelerin hegemonya, nüfuz, pazar
mücadelesi de artıyor. Dolayısıyla bu genişleme NATO üyesi
emperyalist ülkelere, NATO'yu birbirlerine karşı emperyalist
çıkarlarının ifade edildiği kürsü olarak kullanma olanağı
vermekten öte fazla bir anlam taşımıyor. Diğer taraftan
NATO'nun, üye ülkeler dışında aktif faaliyeti de, aktif
faaliyetin gösterildiği alandaki emperyalist çıkarlar tarafından
belirleniyor. Örneğin Yugoslavya.
Görüyoruz
ki, sosyalist bloğa karşı hemen hemen "bütün
emperyalistlerin ittifakının kaçınılmazlığını"
(Lenin) ifade eden eğilimin somutlaşma formlarından birisi olan
NATO; emperyalistler arası ilişkilerde birlik, ittifak eğiliminin
ifadesi olan bu askeri koalisyon, kendini var eden nedenlerin ortadan
kalkmasıyla "emperyalistlerin
genel ittifakı" ve son bir iki
senelik tecrübenin de gösterdiği gibi emperyalist "politikanın
itici gücü" olmaktan çıkıyor.
O halde; kuruluşunda
emperyalistler arası ilişkilerin birleştirici-koalisyoncu eğilimim
ifade eden NATO, şimdi emperyalistler arası ilişkilerin birliğim
ve koalisyonu olanaksız kılan eğilimi ifade ediyor.
Avrupa
Birliği (AB)
AB, l Kasım 1993'te yürürlüğe
giren Maastricht Anlaşması temelinde kuruldu. AB'nin önceli Avrupa
Topluluğu'dur (AT, 1967). AT'nin önceli de 1957'de kurulan Avrupa
Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Atom Topluluğu (1957) ve 1952'de
kurulan Montan Birliği'dir (Kömür ve Çelik için Avrupa
Topluluğu). Belçika, Danimarka, Almanya, Fransa, Yunanistan,
İngiltere. Manda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Portekiz ve
İspanya AB'yi oluşturan üye ülkelerdir. Avrupa Parlamentosu 1994
yılında, Finlandiya'yı, Norveç'i, Avusturya'yı ve İsviçre’yi
aday üye olarak olarak kabul etti. Doğu ve Orta Avrupa ülkelerinin
üye olmaları şimdilik söz konuşu değil. Ama 1994'ten beri
Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti ile birlik
anlaşması; Estonya, Letonya ve Litvanya ile serbest ticaret
anlaşması ve Rusya'nın da dahil olduğu başka bir dizi ülkeyle
de ortaklık anlaşması ve kooperasyon ilişkileri mevcuttur.
AB,
"Birliğin ve üye devletlerin
güvenliğinin bütün formlarda güçlendirilmesi"
anlayışına sahiptir.
Dolayısıyla,
her ne kadar "BM Kartası'na göre
barışın korunması"ndan,
"enternasyonal işbirliğinin
teşviki"nden,
"temel özgürlüklere, insan haklarına saygı duyulması"ndan
ve "hukuk devleti ve demokrasinin
güçlendirilmesi ve geliştirilmesi"nden
bahsedilse de esas olan, bütün Avrupa'nın değil, AB'nin
güvenliğidir. Yani AB, üyesi bu imtiyazlı ülkelerin güvenliği
için adımlar atar, ama Avrupa'nın bütün ülkelerinin güvenliği
için değil.
l Ocak 1994'te yürürlüğe
giren anlaşmayla AB, Avrupa Ekonomik Alanı olarak genişlemişti
(AT + 7 EFTA ülkesi). Bu, 379 milyon nüfuslu, dış ticareti (kendi
dışındaki ülkelerle) 493 milyar, toplam ekonomik gücü 7.1
trilyon dolara varan bir alandır.
AB,
emperyalist bir ittifaktır. Bu ittifak içinde Alman emperyalizminin
ağırlığı belirleyicidir. Ama bu, birlik içinde yer alan
emperyalist ülkeler arasında çelişkilerin olmadığı anlamına
gelmemektedir. AB ve geniş anlamıyla AEA, çok sayıda ülkenin
emperyalistlerinin ekonomik ittifakıdır. Koşulları olduğu için
sermayenin enternasyonal birleşme eğilimi sonucu kurulan AB,
kendini oluşturan emperyalist ülkeler arasındaki
ilişkilerin/çelişkilerin gelişmesine paralel olarak şekillenmeye
mahkumdur; bu emperyalist koalisyonu oluşturan emperyalist
ülkelerin, dünya hakimiyeti planları, (hem tek tek ülke olarak,
hem de ittifak formunda) ortaklığın, bu ekonomik koalisyonun devam
ettirilmesini zorunlu kılıyorsa bu birlik devam edecektir. Şayet
birliği oluşturan emperyalist ülkeler arasındaki çelişkilerin
gelişmesi, birliği, bu ekonomik koalisyonu parçalama yönünde
olursa, AB parçalanacaktır. Nasıl ki, II. Dünya Savaşı'ndan
sonra ABD'nin hegemonyasına ebediyen evet demeyen, Almanya, Fransa,
İtalya, İngiltere ve Japonya ABD emperyalizmine rağmen bağımsız
emperyalist güçler olarak gelişmişlerse, bugün AB içinde Alman
emperyalizminin sultasına da birliğe üye hiçbir emperyalist ülke
ebediyen evet demeyecektir. Dolayısıyla, bugün birçok "ülkenin
emperyalistlerinin ittifakı"nı
ifade eden AB'nin geleceği; emperyalistler arası ilişkilerde
birlik eğilimini mi, yoksa birliği olanaksız kılan eğilimi mi
temsil edeceğine bağlı olacaktır. Bu noktada da geleceği,
Leninist emperyalizm teorisi temelinde anlayabiliriz; her ne kadar
bugün AB formunda bir koalisyon içinde olsalar da, bu koalisyonu
oluşturan "emperyalist güçler
arasındaki çelişkiler... savaşa neden olacak" kadar
gelişeceklerdir ve AB formundaki "emperyalistlerin
genel ittifakı", "politikanın itici gücü"
olmayacaktır (Lenin). Uzun bir zaman
geçmemesine rağmen Maastricht Anlaşması’ndan sonraki gelişmeler
bunu gösteriyor.
Bugün AB içinde birleştirici
olan eğilim, NATO'da görüldüğü gibi hızlı olmasa da, yerini
birleşmeyi, ittifakı olanaksız kılan eğilime bırakacaktır veya
AB kendi askeri gücünü de kurarak, başka emperyalist güçlere
karşı ittifak gücü olarak, dünya hakimiyeti için savaşacaktır.
Batı Avrupa Birliği (BAB)
II. Dünya
Savaşı sonrasında emperyalist ülkelerin SB'ye karşı nasıl bir
askeri ittifak içinde olacakları tartışılırken, ABD'nin fikri,
bu işe önce Batı Avrupa başlasın şeklindeydi. Öyle de oldu.
Fransa ve İngiltere arasında imzalanan Dünkirchen Anlaşması 'nın
(1947) devamı olarak Mart 1948'de Brüksel'de Belçika, Fransa,
İngiltere, Lüksemburg ve Hollanda tarafından düzenlenen
konferansla Batı Avrupa Birliği'nin temeli atıldı. Bu birlik esas
itibariyle SB'ye karşı kurulmuş askeri bir koalisyondu. Ama
birliğin bu esas amacının gizlenmesi için Fransa'nın
dayatmasıyla anlaşmada, "Alman
saldırganlık politikasının yenilenmesine"
karşı kurulmuştur formülasyonuna yer verildi. Kasım 1954'te
imzalanan BAB anlaşmasına Belçika, Almanya, Fransa, İngiltere.
İtalya, Lüksemburg ve Hollanda kurucu üye olarak katılmışlardı.
Daha sonra 1990'da, İspanya ve Portekiz, AB'ye üyeliklerinden
dolayı BAB üyesi olurlarken, 1992'.de Yunanistan geçici üye
olarak kabul edilmiş ve yine aynı yılda BAB ile Türkiye, İzlanda
ve Norveç arasında birlik üyeliği statüsü; Danimarka ve İrlanda
ile de gözlemci statüsü kabul edilmiştir. Sonuç itibariyle
NATO'nun bütün Avrupa üyeleri ya BAB üyeleridir, ya da onunla
herhangi bir bağ içindedirler. NATO üyesi olarak BAB dışında
sadece ABD ve Kanada kalmıştır.
Maastricht
Anlaşması’yla o zamana kadar ölü, fonksiyonsuz olan BAB'a yeni
anlamlar yüklenmiştir. Maastricht Anlaşması’yla bir taraftan
BAB'a "Avrupa Birliği'ni savunma
bileşeni", diğer taraftan da
"NATO'nun Avrupa direği olarak
inşa etme" görevini vermek için
hukuksal ve siyasi temel atılmıştı. Böylelikle BAB'da son
kertede hangi gücün karar vereceği belirsiz kalmıştır. Çünkü
"Avrupa Birliği"ni savunma bileşeni olmakla BAB, AB'ye
bağlanırken, "NATO'nun Avrupa direği" olmakla da NATO'ya
bağlanmış oluyordu. Bu, geçici bir durumun ifadesidir. Çünkü,
gerek NATO'daki gelişmeler ve gerekse de AB, BAB'ın nihai olarak
hangi emperyalist güçlerin askeri bir koalisyonu olacağım
gösterecektir.
Gelişmeler gösteriyor ki,
BAB, Avrupalı emperyalistlerin, AB'nin askeri koalisyonu olma
yönünde gelişecektir ve AB var olduğu müddetçe de bu böyle
olacaktır. Çünkü birbiriyle kıyasıya rekabet eden ABD'nin ve
AB'nin daha uzun bir müddet aynı askeri koalisyonda sorunsuz
(çekişmesiz) bir arada olmaları veya AB ülkelerinin, NATO
çerçevesinde de olsa ABD'nin sultasına evet demeleri gelişmenin
diyalektiğine ters düşmektedir. Bunun için BAB'ın NATO'nun
aksine, Avrupalı emperyalistlerin ve kapitalist ülkelerin askeri
ittifakı olarak var olmasının maddi koşulları vardır ve bu
koşullar, BAB'ın giderek güçlü bir askeri emperyalist koalisyon
veya AB'nin askeri kanadı olmasını gündeme getiriyor.
Her halükarda, (gelişmeler
ister bizim tespitimiz yönünde olsun, isterse de olmasın, bunun
pek önemi yok) önemli olan, BAB'da Alman emperyalizminin
yönlendirici olacağıdır. Avrupalı emperyalist ülkelerin asker
koalisyonu olma özelliğinin ön plana çıkacağı ve bu temelde de
BAB-NATO çelişkisinin gündeme geleceğidir ki, bu şimdiki
formunda NATO'nun sonudur.
Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)
NATO, AB ve BABınm aksine
BDT, SB'yi oluşturmuş ülkeler tarafından kurulmuştur. 8 Aralık
1991'de Rusya Federasyonu, Beyaz Rusya ve Ukrayna tarafından kurulan
BDT'ye 21 Aralık 1991'deki Alma Ata'daki toplantıda (resmi kuruluş
toplantısı) Ermenistan, Azerbaycan, Moldavya, Özbekistan,
Türkmenistan, Kazakistan, Tacikistan, Gürcistan ve Kırgızistan da
katılmışlardır. Sadece üç Baltık devleti eski SB topraklarında
kurulan bu yeni oluşuma katılmamıştır. Devletsel hükümranlığı
karşılıklı tanımak, üye ülkelerin birbirlerinin iç işlerine
karışmaması, topraksal
bütünlüğün/mevcut sınırların tanınması, sorunlarda zora
başvurmama, nükleer silahlar üzerinde kolektif kontrol vs. BDT'nin
temel amaçlarındandır.
BDT, çerçevesinde bir çok
anlaşma yapılmıştır. "Stratejik Silahlı Güçler",
"Sınır Güçleri", (1991); "Kolektif
Güvenlik",'"Barış Gücü" (1992); "Anlaşmazlıkların
Barışçıl Çözümü için Komisyon" (1994) yapılan
anlaşmalara birer örnektir.
Şimdiye kadar ki BDT
tecrübesi, yapılan anlaşmaların hiçbirinin pratiğe
geçirilemediğini gösteriyor. Başka türlü de olamazdı. Çünkü
BDT, çıkar ortaklığının, dolayısıyla gönüllü bir birliğin
ifadesi değildir. BDT, Rusya dışındaki üye ülkeler için
güvenliğin bir ifadesi değildir. BDT, Rusya Federasyonu'na
ekonomik bağımlılığın ifadesidir. Rusya bu gerçeği biliyor ve
bundan dolayı da BDT'yi, üye ülkeler üzerinde nüfuzunun,
hegemonya mücadelesinin bir aracı olarak kullanmaya çalışıyor.
Rus emperyalizmi, BDT'yi, bir nevi SB yapmaya çalışıyor. Rus
emperyalizminin bu niyetim ve pratiğim diğer üye ülkeler de
biliyorlar. Bunun içindir ki, BDT'nin toplantıları, bu
toplantılarda alınan kararlar, pratikte geçersiz kalıyor.
BDT, birçok devletin
oluşturduğu bir koalisyon karikatürüdür. Üye devletlerin Rusya
Federasyonu'na ekonomik bağımlılıkları azaldıkça, bu ülkelerin
Batılı emperyalist ülkelerle siyasi, ekonomik ve olası askeri
ilişkileri arttıkça, Rusya'ya alınan tavrın hatları
belirecektir ve BDT dağılacaktır. Veya Rus emperyalizmi darbelerle
(Azerbaycan'da denediği gibi) kendi adamlarım iktidara getirerek
ve/ya da bu ülkeleri işgal ederek "B"DT'yi ayakta
tutacaktır. Rus emperyalizminin bu boyutlara varan bir müdahalesine
dünya konjonktürü uygun değildir. Ve Batılı emperyalist ülkeler
Rusya'da, Kafkasya ve Orta Asya'da çıkar/hegemonya peşinde
koştukları müddetçe de Rus emperyalizmi böyle bir adım atmaktan
çekinecektir.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİÖ)
Bu örgüt 1975'te 35 ülke
tarafından kurulmuştur. Bugün 53 üyesi olan bu örgütte bütün
Avrupa devletleri, ABD ve Kanada temsil ediliyorlar.
AGİÖ, Avrupa'da güvenliğin
değil, güvensizliğin örgütü olarak kurulmuştur. AGİÖ, ABD ve
SB'nin Avrupa'daki nüfuz alanlarının karşılıklı olarak
tanınmasını sağlayan bir yapılanma olarak kurulmuştur:
Dolayısıyla ABD ve SB, bu örgütle Avrupa'nın güvenliğim değil,
kendi nüfuz alanlarının güvenliğim sağlamayı hedef
almışlardır.
AGİÖ,
kurulduğundan buyana "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"
olmaya, "emperyalistlerin genel
ittifakı" olmaya en tipik
örneği oluşturmaktadır.
Bu örgüt,
"emperyalistlerin genel ittifakı"
olmasına, emperyalistler arası ilişkilerde birlik, ittifak
eğilimine en tipik örnek olmasına rağmen ya da böyle olduğu
için, "politikanın itici gücü"
olmaktan oldukça uzaktır. BDT dahi
AGİÖ'den daha fonksiyoneldir.
Hemen hemen hiçbir yaptırımcı
gücü olmadığından dolayı, emperyalistler arası çelişkiler,
örneğin AB, NATO veya BM çerçevesinde açığa çıktığı
sertlikte bu örgütte açığa çıkmamaktadır.
AGİÖ, eşitlik, zora
başvurmama, sınırların dokunulmazlığı, sorunların barışçıl
çözümü, iç işlere karışmama, insan haklarına, temel
özgürlüklere, ulusların eşitliğine ve kendi kaderim tayin
hakkına saygı vb. konularda siyasi niyet açıklaması yapmaktan
Öte hiçbir "hukuksal" meşruluğu olmayan ve bundan
dolayı da ciddiye alınmayan bir örgüttür.
Birleşmiş Milletler (BM)
BM, 26 Haziran 1945'te
imzalanan ve 24 Ekim 1945'te yürürlüğe giren anlaşmayla kuruldu.
Bu örgütün kurulmasında Anti-Hitler Koalisyonu ülkeleri olan SB,
ABD, İngiltere inisiyatifçi olmuşlardır. BM, bağımsız
ülkelerin, enternasyonal barışın, güvenliğin ve devletler
arasında barışçıl işbirliğin geliştirilmesi için gönüllü
birlik yapmaları temelinde kurulmuştu. Gerçekten kuruluşunun ilk
yıllında, antisömürgeci, antiemperyalist mücadelelerin
yükseldiği dönemde BM, kısmen de olsa ilerici rol oynamak zorunda
kaldığı durumlar olmuştu. SB'de Kruşçev revizyonistlerinin
siyasi iktidarı gasp etmelerinden; sonra kapitalizmi yeniden inşa
yoluna girmesi, böylelikle BM'de kapitalist ve modem
revizyonist/sosyal emperyalist kampların oluşması, iki süper güç
olgusunun BM'ye yansıması, bu kuruluşu, kuruluş amacından
tamamen uzaklaştırmıştır.
51 devlet
tarafından kurulan BM'ye bugün 184 devlet üyedir. Modem
revizyonist blokun
dağılmasından sonra, tek süper güç olan ABD'nin güdümüne
giren BM, son bir kaç yıl içinde dünya halklarının nezdinde beş
para değeri olmayan bir konuma düşmüştür. Açık
taraflılığıyla, el attığı hiçbir sorunu çözememesiyle
tanınmış olan BM, SB'nin sosyalist olduğu dönemde birbirine
tamamen zıt iki ayrı sistemi kendi çatışı altında bir araya
getirirken, SB'de modem revizyonizmin iktidara gelmesinden sonra
"bütün ülkelerin ittifakı",
bütün ülkelerin genel ittifakı olmuştur. Bugün tamamen
emperyalistler arası bir koalisyon olan BM, bu özelliğinden dolayı
emperyalistler arası çelişkilerin hemen yansıdığı bir
kürsüdür. Ve BM, emperyalistler arası ilişkilerde birlik/ittifak
eğiliminin açık ifade edildiği devletler arası bir koalisyondur.
.
Bazı sonuçlar
Yukarıda ele aldığımız
gibi, BM'yi de dahil edersek Avrupa'da altı enternasyonal örgüt
kendi alanlarında faal. Bu haliyle Avrupa, emperyalist burjuvaların
savunduğu gibi birleşmeye, sınırları yıkmaya doğru yol
almıyor. Tam tersine, Avrupa'da bu altı örgüt birbiriyle rekabet
eder durumda. NATO AB'ye karşı; NATO BAB'a karşı; BAB NATO'ya
karşı; AB, BM'den ve BDT'den rahatsız; NATO, AB ve BAB, Rusya'ya
ve de BDT'ye karşılar. NATO, BAB ve AB, Rusya'nın dahil olmadığı
bir AGİÖ'ye karşı değiller.
Almanya, NATO üyesi ama
ABD'ye karşı. Keza aynı durum Fransa için de geçerli. İngiltere,
AB (şimdi çıktı), BAB ve NATO üyesi, ama taktiksel olarak ABD'ye
yakın, istersek bu örgütlerin ve üyelerin birbiriyle olan
çelişkilerim uzatabiliriz. Ama gereksiz.
Avrupa tarihinde bu denli
kapsamlı, hepsi değilse de bir kısmı oldukça etken bu kadar çok
örgütü hiçbir zaman bağrında toplamamıştı. Şimdiye kadar bu
denli kapsamı, olan emperyalist koalisyonlar, ittifaklar
görülmemişti.
Bütün bu
koalisyonların, "emperyalistlerin
genel ittifakı"nın maddi
temelleri vardı. Bu maddi temeller II. Dünya Savaşı sonucunda
esas itibariyle sosyalist kampla emperyalist/kapitalist kamp
arasındaki mücadelenin şiddetlenmesinin bir sonucu olarak
doğmuştu. Bu örgütlerin en önemlilerini şekillendiren bu iki
sistem arasındaki çelişkiydi/mücadeleydi. Bu çelişki ve
mücadele, diğer etkenlerle birlikte, "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı,
"emperyalistlerin genel ittifakı"nı
mümkün kılıyor, emperyalistler arasındaki ilişkilerin
gelişmesinde birlikçi/ittifakçı eğilim "politikanın
itici gücü" oluyordu.
Sosyalist sistemin yıkılması
ve modem revizyonist sistemin kurulmasından sonra da meselenin
özünde hiçbir şey değişmemiştir.
Almanya ve Japonya gibi
emperyalist ülkelerin, Alman emperyalizminin, başını çektiği
AB'nin, ABD emperyalizmi ile dünya hegemonyası için mücadele
edecek boyutlarda gelişmeleri ve 1989/90 döneminde de revizyonist
blokun yıkılması, söz
konuşu bu emperyalist koalisyonların (BM hariç) varoluş
koşullarını ortadan kaldırıyordu.
Varoluş koşulları ortada
kalkan örgütlenmelerin dağılmasına en radikal örneği Varşova
Paktı ve Karşılıklı Ekonomik Yardım Konseyi (1949, Comecon)
oluşturmaktadır.
SB'de
revizyonizmin iktidarı gasp etmesinden sonra, kuruluş amaçlarından
saptırılan bu örgütler, Sovyet modem revizyonizminin/sosyal
emperyalizminin yeni sömürgeci, hegemonyacı çıkarlarım koruyan
kuruluşlara dönüşmüşlerdi. SB'nin dağılmasıyla da bu
örgütlere üye ülkeleri bir arada tutan koşullar ortadan kalkınca
onların çözülmesi de sancısız, kısa sürede ve radikal olarak
gerçekleşmiştir.
Birbirleriyle dünya
hegemonyası için artık açıktan mücadele veren güçler, örneğin
ABD ve Almanya (veya Almanya güdümünde AB) daha ne kadar aynı
askeri koalisyonda beraber olabilirler? Bu beraberliğin sona
ermesinin artık bir zaman meselesi olduğu sürece girilmiştir.
Bugün NATO'nun varlığını
meşrulaştıracak bir neden olsa dahi, NATO'nun mevcut yapısıyla
varlığını sürdürmesi olanaksızdır. Çünkü, NATO içindeki
emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki çelişkiler, ittifakı
gerekli kılan nedenden daha güçlüdür. Bugün NATO'yu
meşrulaştıran bir neden olsaydı da, emperyalist ülkelerin bu
askeri koalisyondaki beraberliklerinin son bulmasının bir zaman
meselesi olduğu sürece girmiş olacaktık. (Sovyet ülkesine karşı
14 ülkenin askeri müdahalesini hatırlayalım).
Revizyonist
blokun
dağılmasından sonra, bu dağılmayla birlikte kapitalizmin genel
krizinin dördüncü aşamasına geçilmesiyle emperyalistler
arasındaki ilişkilerin gelişme seyri giderek değişmeye
başlamıştır. Henüz başında olduğumuz bu süreç, "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakını", "emperyalistlerin
genel ittifakı"nı mümkün kılan
eğilimin, artık o "nefes alma"
döneminin, "iki savaş arasındaki”
dönemin yerini emperyalist koalisyonları, "bütün
ülkelerin emperyalistlerinin ittifakı"nı
olanaksız kılan eğilime bıraktığı süreçtir. Bu vurgulardan
çok yakın bir gelecekte yeni bir emperyalist dünya savaşının
patlayacağı sonucunu mu çıkarmak gerekiyor? Hayır. Söylenen
şudur:
Emperyalistler
arası ilişkiler/çelişkiler, artık "emperyalistlerin
genel ittifakı"nı geçersiz
kılan derinlik ve kapsamda yeni bir sürece girmiştir. Bu süreç,
dünyayı yeniden paylaşmak için, çıkarları aynı olan güçlerin
yeni ittifaklar, koalisyonlar kurma doğrultusunda adım attıkları
bir süreçtir. Lenin'in dediği gibi "barışçıl
ittifaklar savaşlara zemin hazırlarlar ve savaşlardan doğarlar".
Öyle de oluyor. Belirttiğimiz
ittifakların hepsi II. Dünya Savaşının sonuçlarıdır ve uzun
bir "nefes alma"
dönemini ifade ettiler. Artık bu "nefes
alma" yerini, yeni savaşçı
gelişmelerin alacağı döneme bırakmaktadır.
Artık hiçbir güç Alman
emperyalizmini ABD'nin güdümüne sokamaz. Artık hiçbir güç
Japon emperyalizmini ABD'nin hegemonyasına sokamaz. ABD, NAFTA'sını
kurmuş, Alman emperyalizmi AB'yi kurmuş, Japonya da Pasifik
bölgesinde boş durmuyor.
Bu ekonomik birlikler, bu
alanların nihai olarak paylaşılmış oldukları anlamına asla
gelmiyor. Bu alanların ötesinde emperyalist rekabetin bölgesel
savaşlarla sürdürüldüğü alanlar da var: Balkanlar, Ortadoğu,
Kafkasya. Orta Asya da bu gelişmelere gebe.
Dünya, emperyalistlerin
kartlarını yeniden karıştırdıkları bir sürece girdi:
Emperyalistler arası çelişkilerin derinleşmesinin ve
kapsamlaşmasının ifadesi olan bu süreçte emperyalist ülkeler
arasında yeni düşmanlıklar doğacak, dünya hegemonyası için
ölüm kalım savaşına doğru gidilecektir. Kapitalist/emperyalist
dünya çıkarları taktiksel olarak aynı olan güçlere/koalisyonlara
bölünecektir. Bu bölünme nasıl somutlaşır, bunu bilmiyoruz,
ama savaşmak için, dünyayı yeniden paylaşmak veya mevcut
paylaşılmışlığı korumak için yeni koalisyonlaşmada ABD,
Almanya, Japonya ve Rusya belirleyici rol oynayacaklardır. (Bu
ülkelere Çin'i de katabiliriz.)
Bütün gelişmeler, yukarıda
tanımladığımız emperyalistler arası ilişkilerde iki temel'
eğilimden, birleştirici olanın hakim olduğu süreçten çıktığını
ve Lenin'in bir istisnai dediği eğilimin giderek ağır
basacağı/basıyor olduğu sürece girdiğimizi gösteriyorlar. Bu
eğilimi Lenin şöyle tanımlıyordu.
"Kapitalizmin
bu eğiliminin (birleştirici eğilim
-çn) bir istisnası... emperyalist
savaşın, şimdi bütün dünyayı kendi aralarında paylaşmış
olan emperyalist güçleri... birbirlerine düşman gruplara, düşman
koalisyonlara bölmüş olmasıdır. Bu düşmanlık, bu mücadele,
bu ölüm-kalım dalaşı, belli koşullarda bütün ülkelerin
emperyalistlerinin ittifakını olanaksız kılıyor" ve
"bütün ülkelerin
emperyalistlerinin genel ittifakı... politikanın itici gücü..."
olmuyor.
Kapitalizmin genel krizinin
dördüncü aşaması (revizyonist blokun dağılması,
emperyalistler arası çelişkilerin keskinleşmesi, dünya pazarının
yeniden bütünleşmesi) böyle bir sürece girildiğinin açık
ifadesidir. Bu sürecin sonucu, ya emperyalist savaştır, ya da
emperyalist savaşı önleyecek devrimdir.
Üçüncü bir yol yoktur.
Proleter Doğrultu, Sayı 5, Mayıs - Haziran 1996