Sosyo-Ekonomik
Yapı Tahlilinde "Partizan Sesi" Tarzı Anti-marksizm
"Hala
bunları mı tartışıyoruz" denilecek türden duygularla,
okuduğumuz "Partizan Sesi"nin "sosyo-ekonomik yapı"
tahlillerinin güncel pek bir "kıymet-i harbiyesi"
olmayabilir. Ne var ki yöntemdeki antimarksizm, devrimci hareketin
aşması gereken temel bir zaafını oluşturuyor. Tartışmamızı
anlamlı kılan da bu. Bir önceki yazımızda ilk bölümü
yayınladığımız Türkiye'de Toplumsal Sınışarın Analizi"
aynı zamanda bu türden anlayışlara karşı Marksizm-leninizm
cephesinden verilen bir mücadele anlamına geliyor.
Proleter
Doğrultu
"Partizan
Gençlik" sayı 17'de; "Partizan Sesi" sayı 47, 48,
52 ve 53'te (Ekim 1996-Ocak 1997 arası) "Feodalizm-Kapitalizm
Bağlamında Yarı-Feodal Sistemin İrdelenmesi" adını taşıyan
makaleler yayınlandı. Bu yazıda ele alınan konuların, daha
ziyade yorumların her biri Marksist teoriye bir "meydan
okuma"nın açık ifadesi. Bu meydan okuyuşu ayrıntılarıyla
kısa bir yazı çerçevesinde ele almak olanaksız. Ayrıntıları
ele almayı gereksiz kılmak için bu yazıda temel olan birkaç
görüşü ele alacağız, bazı yanlışlıklara da değinmekle
yetineceğiz. Marksizmin nasıl katledildiğini, Marksist teorinin
nasıl anti-marksist bir teoriye dönüştürüldüğünü öğrenmek
isteyenler için söz konusu yazıların bizim bu yazımızda
karşılaştırmalı okunmasını salık veririz.
Belirterek
geçiyoruz:
1.
makalede şöyle deniyor:
"Emeğin
gasp ediliş biçimini tahlil etmeden, incelemeye girişmek ayakları
havada bir araştırma olur" (sayfa 28).
Burada söz
konusu olan bir üretim biçimi tahlilidir. Marks, Kapital'e hiç de
"emeğin gasp ediliş biçimini tahlil" ederek girmemiştir.
Yani bu yazının sahiplerine göre Marks, "ayakları havada bir
araştırma" yapmış. Lenin'in Rusya'da kapitalizmin gelişmesi
üzerine olan araştırmasının da "ayakları havada bir
araştırma" olması gerekir.
Arkadaşların
sorunu böyle koymaları yöntemseldir. Ve buna ileride geleceğiz.
2.
makalede şöyle deniyor:
"Feodal
gerici sınıflarla ittifaka giren Prusya burjuvazisi, devrimci
yollarla ama devletin zoru ve koruculuğu altında kapitalist üretim
biçimini alt yapıya egemen hale getirir. Bir süre sonra büyük
toprak ve malikane sahipleri koşulların zorlamasıyla (iç ve dış
koşulların) uzun bir süreçte dönüşerek kapitalist çiftlikler
haline gelmişlerdir. Böylece toprak beyleri kapitalist olurken,
önceden kendisine çalışmış köylünün üretim aletleri yerine
kendisininkini kor ve dolayısıyla köylüler arasındaki iç
başkalaşımı da yaratır.
Ancak
bunun için devletin her şeyden önce burjuva niteliğini taşıması
zorunludur, bunun yanı sıra ülkenin bağımsız olması, herhangi
bir kapitalist devletin egemenliğinde olmaması gerçekten
gereklidir. Burjuvazinin evrimci yollarla yapacağı devrimi
frenleyecek unsurlar olursa devrim yarıda kalır.
Demek ki
feodalizmden kapitalizme geçiş için gerekli olan BDD (burjuva
demokratik devrim, PD.) iki tipmiş.
1-
Burjuvazinin önderliğinde yürütülen halk hareketleriyle kanlı
ve devrimci biçimde feodalizmi tasfiye,
2- Evrim
yolu ile geçiştir. Buna "junker" ya da "Prusya"
usulü devrim denir. (sayfa 28).
Lenin ise
kendi görüşünü şöyle açıklıyor:
"Burjuva
gelişme içinde olan Rusya'da tarım sorununun 'çözümü' üzerine
tarafımdan açıklanan her iki yol tarımda kapitalizmin iki gelişme
yoluna tekabül eder. Onları Prusya ve Amerikan yolları olarak
tanımlıyorum. Prusya yolunun özelliği şudur; Ortaçağ toprak
mülkiyeti ilişkileri bir vuruşta yok edilmezler, aksine yavaş
yavaş kapitalizme uyarlar. Bundan dolayı (bu) kapitalizmde uzun bir
dönem yarı feodal özellikler var olur. Prusya toprak beyliği,
burjuva devrim tarafından yok edilmedi, tersine, ona dokunulmadı ve
o, özünde kapitalist olan 'Junker' iktisadının temelini
oluşturdu." (19. Yüzyıl Sonunda Rusya'da Toprak Sorunu, C.15,
s.131-132, Alm.).
Lenin'in
sözleriyle, arkadaşların yorum ve açıklamaları birbirine hiç
benzemiyor! "Tarımda kapitalizmin gelişmesinin iki yolu"nu
bu arkadaşlar "feodalizmden kapitalizme geçiş için
gerekli olan burjuva demokratik devriminin iki tipi"ne
çeviri vermişler.
Burada,
devletin burjuva nitelik taşıma zorunluluğu, ülkenin bağımsız
olması, kapitalist bir devletin egemenliği altında olmaması gibi
"yorumlar" Lenin'de yok. Bu "yorum" söz konusu
makaleleri yazanlara ait. Bu düpedüz bir uydurmadır. Teorilerini
bu "derin" tahliller üzerine kurduklarını, gelişmeyi
nasıl yasakladıklarını, diyalektiği idealizme nasıl
çevirdiklerini ileride göreceğiz.
3. makale:
"...
Tefecilik ve ticaret yoluyla meydana gelen para sermayenin sınai
sermayesine dönüşmesi için, sanayi burjuvazisinin devlete tamamen
egemen olması şart"tır. (Sayfa 28).
Bu
"teorik" temel, ileride göreceğimiz gibi, Türkiye gibi
ülkelerde kapitalizmin hakim olmadığını, "yarı-feodal
yarı-kapitalist" üretim tarzının teorik temellendirilmesi
için kullanılacak. Bu anlayıştan anlaşılıyor ki, Marksist
teorinin, Marks'ın Kapital'inin hiçbir önemi yok! Sormak
gerekiyor; sanayi burjuvazisi, nasıl sanayi burjuvazisi oldu?
Bunlar, aydan mı, başka bir dünyadan mı geldiler, yoksa bir kısım
tefeci ve ticaret sermayesinin (tefeci ve tüccarın) üretime
yatırılmasıyla mı doğdular?
Yukarıdaki
tespit "yarı sömürge/yarı kapitalist ülkeler" için
yapılmış. Devamla bu türden ülkeler üzerine, hiçbir bilimsel
yanı olmayan, salt gerçeği teoriye uydurma kaygısıyla yazılmış
anlayışlardan sonra bağlayıcı nokta şöyle açıklanıyor.
"Bu
gibi ülkelerin emperyalizm çağında sürekli bir dış pazar
sorunu olacaktır. Üstelik kendileri de ta ki proletarya
önderliğinde yapılması gereken demokratik halk devrimine kadar
yarı-sömürge olarak kalacaktır" (Sayfa 29).
4. makale:
"Emperyalizmin
yukarıdan aşağı inşa ettiği komprador kapitalizm, feodalizmde
açılan gedikleri doldurur ve aralarda biçimsel olarak kapitalist
ilişkileri yerleştirir. Komprador burjuvazi, ... emperyalizmin
zorla soktuğu kapitalist ilişkilerin ülkedeki temsilcisi... (sayfa
27)... emperyalizmin-kapitalizmin; üretim tarzına iradi müdahalesi
olmasaydı... emperyalizm, ülkede (kendi kurduğu kapitalizmle)"
(sayfa 28).
5. makale:
"Emperyalizmin
doğrudan yerleştirdiği komprador-kapitalizminde" (sayfa 28).
Şimdi bir
de Marks'ın anlayışını aktaralım:
"Araştırmalarımda...
bana yol gösteren sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir:
Yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, zorunlu,
iradelerinden bağımsız ilişkilere, maddi üretici güçlerinin
belli bir gelişme aşamasına tekabül eden ilişkilere girerler"
(Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı, Önsözden, s-335/336,
Marks/Engels, seçilmiş yazılar, C-1 Alm.).
Burada
insanların yerine toplumları da koyabilirsiniz. Marks diyor ki,
insanlar, toplumlar, kendi iradelerinden bağımsız olarak, zorunlu
olarak belli üretim ilişkilerine girerler. Bu arkadaşlar da,
"hayır, Marks doğru söylemiyor. Emperyalizm, bu ilişkileri
yukarıdan aşağı inşa eder. Yarı-feodal ülkelere kapitalist
ilişkileri zorla sokar, üretim tarzına iradi olarak müdahale
eder, 'yarı-feodal sistemlere' komprador kapitalizmini zorla
yerleştirir. Yani emperyalizm, iradi hareket eder, hiçbir nesnellik
tanımaz." diyor.
Demek
oluyor ki, emperyalizm, bir "tercih" politikası yapıyor.
Böylelikle, insanların ne türden bir üretim ilişkilerine
gireceğini, hangi ülkelerde ne türden üretim ilişkilerini
geliştireceğini tespit eden emperyalizm, bu arkadaşlar tarafından,
nesnel dünyanın ve onun yasalarının ötesine geçirilerek felsefi
anlamda bir ide'ye dönüştürülüyor, her şeye hakim, her şeyi
istediği gibi düzenleyen bir güce, doğaüstü bir güce
dönüştürülüyor. Arkadaşlar, emperyalizmi böyle fetişleştirmek
zorundalar. Bunun bir nedeni var. O nedeni de şöyle açıklıyorlar:
5. makale:
"Çağımızdaki
yarı-sömürge, yarı-feodal toplumsal yapılanmalarda burjuvazi, ne
devrim yoluyla ne de Prusya usulü bir geçişle kapitalizmi hakim
hale getirebilir. Zaten emperyalizmin hakim olduğu koşullarda
yarı-sömürge ülkelerde iç başkalaşımın (Junker-Prusya usulü)
maddi koşulları sözkonusu olamaz" (Sayfa 29).
Evet
"Partizan Sesi" bu anlayışıyla "çağımızda
yarı-sömürge, yarı-feodal toplumsal yapılanmalarda"
gelişmeyi; diyalektiğin bütün yasalarının işlevliğini
yasaklıyor. Bu türden ülkelerde iç başkalaşım olamaz,
bu ülkeler kapitalist olamazlar. Haksızlık etmeyelim; gelişme,
emperyalizm müsaade ettiği oranda, onun çıkarına uygun düştüğü
oranda söz konusu olur. Yani gelişmenin yasaları nesnel
değildir, iradidir. Toplumun gelişme yasaları iradidir,
emperyalizmin iradesine bağlıdır. "Partizan Sesi",
diyalektiği işte böyle reddediyor. İdealizmi işte böyle
savunuyor. Hem de çok çıplak, çok açık. Ve bütün bunları
"yüce MLM" ideolojisinin ışığında bu "derin"
teoriye "sarılarak", Marksizme karşı mücadele ediyor.
5. makale:
"Amprik
verilerde dahi yola çıkılsa ki bu bilimsel bir yöntem değildir,
eksikliklerle dolu olsa da yarı-feodal sistemde başat tarzı tahlil
edebiliriz..." (Sayfa 29).
Burada
söylenen şu: Ampirik verilere dayanarak sonuçlara varmak, bilimsel
değildir.
Bu konuda
kısaca şunu söyleyebiliriz: Bilimsel kavrayış, ampirik olanla
teorik olanın birliği ve karşılıklı ilişkisi içinde
gerçekleşir. Kavrayış, her şeyden önce ampirik gerçekler,
ampirik materyale dayanır. Ampirik araştırma, olguların
toplanması ve tespiti bilim açısından oldukça önemlidir. Bu ilk
adımdır. Bilim bununla yetinmez. ‹kinci bir adım atar. Bu da
toplanmış olan olguların, materyallerin teorik işlenmesi,
birbirleriyle karşılaştırılması, analizi, genelleştirilmesi,
esas olanın, tali olunan iç bağlarının açığa çıkartılmasıdır.
Diyalektik materyalizm, salt ampirik olana dayanmayı
reddeder. Ama ampirik olanla teoriyi bir bütün olarak görür.
Arkadaşlar,
yöntem olarak da Marksizme, diyalektik materyalizme saldırmakta
haklılar. Bu kadar, bilinçli uyduruk halkçı tezden sonra ampirik
verileri inceleyerek, analiz ederek, bunlardan sonuç çıkartmalarını,
teorilerini formüle etmelerini beklemek abesle iştigal olurdu.
Onlar, kapitalist gelişme gerçeklerinden öcüden korkar gibi
korkuyorlar. Çünkü, gerçeklere, olgulara, dayanan bir analiz,
arkadaşların anlayışlarını paramparça edecektir. Onlar
bilimsel yöntemin çıkış noktasını, bir yönünü, bilimsel
değil diye reddederken, Marks ve Lenin'in bilimsel yöntemini,
diyalektik materyalist yöntemi reddettiklerinin farkında değiller
mi? Farkında olduklarını sanıyoruz. Onlar, Marks'ın Kapital'ini,
Lenin'in Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi'ni metodik olarak
reddediyorlar. Bilindiği gibi bu eserler, ampirik verilerle doludur.
Marks ve Lenin, ampirik olgulardan da hareket etmesini, onları
değerlendirerek sonuçlar çıkartmasını, elde ettikleri sonuçları
teorileştirmesini biliyorlardı."Partizan Sesi" yeni bir
üretim tarzı tespiti gibi gerçekten cüretkar, Marksizme katkı
olabilecek bir işe soyunmuşken, bir de Türkiye'ye özgü bir
"Kapital", Türkiye'ye özgü bir "Rusya'da
Kapitalizmin Gelişmesi" yazar diye bekledik. Ama yanıldık.
Onlar bunu yapamazlar. Çünkü somut durumun somut tahlili demek,
"Partizan Sesi" için teorik ve metodik ölüm demektir. Bu
ölümün nasıl olduğunu aşağıda göstereceğiz.
Makaleler
incelendikçe; "Partizan Sesi"nin, yukarıya aktardığımız
anlayışlarını belli bir sonuca varmak için yazdığını
görüyoruz. Emperyalizm, her şeye muktedirdir. Toplumda nesnel
yasalar değil, emperyalizmin iradesi geçerlidir. Emperyalizm
"milli" kapitalizmi geliştirmez. Emperyalizmin
geliştirdiği kapitalizm, gerçek kapitalist dönüşümü sağlamaz.
Emperyalizm, bu özelliklerinden dolayı yeni bir üretim tarzının
doğmasına neden olmuştur: "Yarı-feodal, yarı-kapitalist
üretim tarzı". Ama konuya girmeden önce Marks'ın bir
anlayışını buraya aktaralım:
"Geniş
anlamıyla, asyai, antik, feodal ve modern burjuva üretim biçimleri,
ekonomik toplum formasyonunun ilerici çağları olarak
tanımlanabilirler. Burjuva üretim ilişkileri, toplumsal üretim
sürecinin son antagonist biçimidir" (Marks. a.g.k, S. 336).
‹nsanlık
tarihinin şimdiye kadar beş üretim biçimi tanıdığını
biliyorduk! İlkel komünal toplum, kölecilik, feodalizm, kapitalizm
ve sosyalizm/komünizm, yanılmışız. Marks, Engels, Lenin, Stalin
ve bizler, dolayısıyla bütün dünya yanılmış, "Bugün
dünyanın yarısına hakim" olan yarı-feodal yarı-kapitalist
bir üretim tarzı varmış ve Türkiye de bu üretim tarzının
hakim olduğu ülkelerden birisiymiş. "Partizan Sesi" öyle
diyor. Şimdi esas konumuza gelebiliriz.
Türkiye'de
Hakim Üretim Biçimi
5.
makalede şöyle deniyor;
"Bazı
çevreler, yarı-feodal ülkelerde kapitalizmin hakim olduğunu
göstermek için istatistikleri temel almaktadır" (sayfa
29).
Yani
ampirik verilerden sonuçlar çıkartmanın, istatistikleri temel
almanın yanlış olduğunu savunan "Partizan Sesi", bu
anlayışlarının doğruluğunun sağlamasını, Lenin'in bir
anlayışıyla yapıyorlar. Biz de işe tam da bu anlayışla
başlıyoruz. Lenin'in söz konusu anlayışı şöyle;
"…
Makinalı büyük sanayin gelişme sorununu, sadece fabrika ve
işletme istatistiğine indirgemek gülünçtür. Bu sadece, bir
istatistik sorunu değil, bilakis, söz konusu ülkenin sanayinde
kapitalizmin gelişme seyri içindeki biçimleri ve aşamaları
sorunudur." (Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi", C. 3,
s. 465, Alm.)
Bu çeviri
bize ait. Arkadaşlar çevirinin kaynağını belirtmemişler orada
temel bir hata var. Lenin, "söz konusu ülkenin sanayinde
kapitalizmin gelişme seyri içindeki biçimleri ve aşamaları
sorunun"dan bahsederken, bu anlayış arkadaşların
yazısında şöyle olmuş; "söz konusu ülkenin sanayi
kapitalizminin gelişmesi sırasında aldığı biçimler
ve geçirdiği aşamalar sorunudur". Bunlar birbirlerinden
tamamen farklı iki anlayışın ifadesidirler. Lenin, sanayide
kapitalizmin gelişme aşamasından bahsediyor. Çeviri ise
sanayi kapitalizminin gelişme aşamasından! Biz bu düzeltmeyle,
"Partizan Sesi"nin teorik çıkış noktasının bir
kısmını geçersiz kıldık. Sanayi kapitalizminin gelişmesi
sırasında aldığı biçim ve aşamalar ne olabilir ki? Olsa olsa
serbest rekabetçi dönemdeki sanayi sermayesinin (kapitalizminin)
hakim olduğu ülkelerin, 19. yüzyılın sonuna doğru emperyalist
ülkelere dönüşmeleridir. Sanayi kapitalizminin en son aşaması
emperyalizmdir. Sanayide kapitalizmin gelişme aşaması dendiğinde
üç gelişme aşaması ifade edilmiş olur; basit kapitalist
kooperasyon (elbirliği); 2- manifaktür ve 3- makinalı üretim.
Demek ki; söz konusu olan, sanayi kapitalizminin gelişme
aşamaları değil, sanayide kapitalizmin gelişme
aşamalarıdır.
Bir ülkede
hangi üretim biçiminin hakim olup olmadığının temel kıstası,
temel üretim araçlarının hangi sınıfın mülkiyetinde olduğuna
bağlıdır. Bunu, Türkiye açısından saptamak ise 1996/1997
yılında oldukça basit olsa gerek. Ama "Partizan Sesi"nin
teorik kavrayışını göz önünde tutarak izleyeceğimiz yöntem
şu olacak: ülkedeki toplumsal toplam ürünü (TTÜ) oluşturan
sektörlerin tespiti yani biz burada, maddi değerlerin üretildiği
sektörleri esas alıyoruz, bundan dolayı da GSMH'dan bahsetmiyoruz.
(Değer; milyon TL, sabit üretici fiyatlarıyla; 1923-1947 arası
1948; 1948-67 arası 1968 ve 1968-1992 arası 1987 sabit
fiyatlarıyla).
Tarım
üretimi 1923'te 1270,2 milyon TL'den 1947'de 3176,9 milyon TL'ye
çıkarak % 188,8 oranında artıyor. Aynı dönemde toplam sanayi
üretimi (imalat sanayi, madencilik, elektrik, gaz vs.) 303,1 milyon
TL'den 1261,4 milyon TL'ye çıkarak % 416,2 oranında artıyor.
Toplumsal toplam ürünün (TTÜ'nün) (tarım, sanayi, inşa,
ulaştırma, haberleşme) 1923'teki toplamı 1748,8 milyon TL. Bu
miktar 1947'de 5128,5 milyon TL'ye çıkar. Bu miktar içinde başta
sanayi olmak üzere tarım dışı sektörlerin payı 1923'te % 27,4,
1947'de ise % 38.
TTÜ
değeri 1948'de 24704,8 milyon TL'den 1967'de 67779,2 milyon TL'ye
çıkar. Bu miktar içinde tarımın payı, aynı dönemde, 16526,3
milyon TL'den 31205,1 milyon TL'ye toplam sanayinin payı da 4752,8
milyon TL'den 22196,0 milyon TL'ye çıkar. Bu durumda toplam TTÜ
içinde sanayin payı 1948'de % 19,2'den 1967'de % 32,7'ye çıkar.
Kısaca; Toplam sanayin TTÜ içindeki payı 1968'de % 27'den 1992'de
% 43,6'ya çıkar.
Diğer
taraftan;
1913'te
sanayi üretiminin % 46,3'ü büyük sanayi işletmelerinden % 25,3'ü
manifaktür işletmelerinden ve % 28,4'ü de küçük işletmelerden
kaynaklanıyordu. 1930'lu yılların sonunda büyük işletmelerin
sanayi üretimindeki payı %60 civarındaydı. 1963'te bu pay %
75,3'ten 1970'de % 88,3'e çıkarken, küçük işletmelerin payı da
1963'te % 24,7'den % 11,7'ye düşer.
Bütün
bunlar neyin ifadesidir?
a- Türk
sanayinde kapitalizmin gelişme aşamalarını (sanayi kapitalizminin
değil) tespit etmek ve hangi dönemde kapitalizmin sanayi de hangi
aşamasının hakim olduğunu bulmak zor değildir.
b- Hangi
aşamasında olursa olsun sanayiden bahsetmek, burjuvaziden, burjuva
mülkiyetten ve işçi sınıfından bahsetmek demektir. "Partizan
Sesi"nin yasaklamasına rağmen, Marks'ın deyimiyle, Türkiye'de
de "yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, zorunlu,
iradelerinden bağımsız ilişkilere, maddi üretici güçlerinin
belli bir gelişme aşamasına tekabül eden ilişkilere
girmişlerdir. Bu ilişkiler, kapitalist ilişkilerden başka
ilişkiler değildir. Bu ilişkiler şunun ifadesidir.
-
Türkiye'de üretim araçları özel mülkiyettedir. Bu sınıfın
adı burjuvazidir.
-
Türkiye'de kapitalist ilişkilerin gelişmesi sonucu
mülksüzleştirilen, işgücünden başka satacak hiçbir şeyi
olmayan bir sınıf doğmuştur. Bu sınıfın adı, işçi
sınıfıdır.
Tarımsal
alana gelince: Yukarıda tarımın, TTÜ içindeki payını verdik.
Bunun anlamı şudur. Tarımsal alandaki üretim değeri tespit
ediliyor. Şayet tarımda "Partizan Sesi"nin sandığı
gibi "yarı-feodal ekonomik yapılanmada başat olan tarım"
olsaydı. Ürünün feodalizme özgü kapalılık içinde tüketilmesi
gerekirdi. Oysa, böyle bir şeyin Türkiye'de söz konusu
olmadığını, bu arkadaşların dışında herkes biliyor.
"Kapitalist
üretim tarzı kapitalist olmayan üretim tarzına, başat duruma
gelmediği için köylülüğün kapitalist çizgide farklılaşması...
sınırlandırılmıştır" (4. makale, sayfa 28).
Türkiye
gerçeği ise bu anlayışın tam da tersi. (Tablo 1)
Kapitalizm
öncesi toplumlarda köylülük, köleci ve feodal düzenlerde
parçalanmamıştır. Çünkü onun sosyal tabakalarına ayrışmasının
maddi koşulları bu düzenlerde yoktu. Köylülük, ancak ve ancak
kapitalizmde parçalanır, sosyal tabakalarına ayrışır.
Bütünlüklü olmaktan çıkar. Bundan dolayıdır ki, kapitalizmde,
feodalizmde var olan türden köylü yoktur ve Türkiye'de köylülük,
özel mülkiyet, tarımda en önemli üretim aracı olan toprağa
olan özel mülkiyet bazında sosyal tabakalarına ayrışmış
durumdayken -yukarıdaki tablo bunu gösteriyor- teorisini kanıtlama
telaşına düşmüş "Partizan Sesi", bütün gerçekleri
ve Marks, Engels, Lenin ve Stalin'in soruna yaklaşımlarını bir
kenara iterek, köylülüğün kapitalist çizgide farklılaşmasının
sınırlandırılmış olmasından bahsediyor. Türkiye'de köylülüğün
özel mülkiyet temelinde ayrışıma uğradığının kanıtlanması
için daha ne türden kıstaslara ihtiyaç vardır, bunu bilmiyoruz.
Köylülüğün Türkiye'de kapitalist ilişkiler temelinde sosyal
tabakalara bölünmüşlüğünü anlamak için, bu coğrafyada biraz
dikkatli bir gözle bakmak yeterli olmakla birlikte, bu arkadaşların
inanması için temel anlayışlarından vazgeçmeleri gerekir. Çünkü
onlara, gerçekleri inkar ettiren maocu düşünce tarzından
kurtulmaksızın somut durumun somut tahliline göre hareket etmeleri
olanak dışıdır. Türkiye gerçeği savunulan teoriyi çürütüyor.
Ama "Partizan Sesi" Türkiye gerçeğini çarpıtarak, hiçe
sayarak teori oluşturuyor.
Devam
edelim; Önce Marksist-Leninist politik ekonomi adına yapılan
tespite bakalım:
"Gürbüz
kapitalist sistemlerde değişmeyen sermaye büyüktür ve ters
orantılı değişen sermaye (hammadde ve emek gücüne yatırılan
sermaye) alabildiğine küçüktür. Halbuki komprador kapitalizminde
değişen sermaye daha büyük ve ezici bir üstünlüğe sahiptir"
(4. makale, sayfa 27).
Marksist
politik ekonomide böyle bir anlayışın yeri yoktur. Bu burjuva
politik ekonominin kabul ettiği bir anlayıştır. Çünkü
sermayenin bu şekilde bileşenlerine ayrılması, artı değerin
üretilmesinde işgücünün rolünü gizlemektedir. Anlayış,
üstelik bir de yanlış olarak veriliyor. Ayrım, sabit
sermaye-dolaşan sermaye şeklindedir. Yukarıda ise
değişmeyen-değişen sermaye şeklinde. Ola ki arkadaşlar,
sermayeyi sömürü sürecindeki rolüne göre ayrıştırmış
olsunlar, ki mantıksal olarak böyle olması gerekir. Ama bu durumda
hammaddeler değişen sermayenin kapsamına girmez. Değişen
sermaye, sadece ve sadece işgücü için ödenen ücreti içerir. Bu
düzeltmeden sonra söylenene bakalım; Demek isteniyor ki Türkiye'de
değişmeyen sermaye karşısında değişen sermaye daha büyük ve
ezici bir üstünlüğe sahiptir. Ama Türkiye'de bunun tam da tersi
söz konusu. Örnek: İmalat sanayi toplamı bazında değişmeyen
sermaye miktarı 1950'de 1.272.800.000 TL, değişen sermaye tutarı
ise 235.700.000 TL yani değişmeyen sermaye değişen sermayenin tam
5,4 misli 1991'de ise 5,5 misli, "Değişmeyen sermayenin
değişen sermayeye nazaran hiç olmadığını defalarca vurguladık"
(4. makale, s. 27). Bu "teorik cüret" ve "tutarlılık"
değil, olsa olsa teorik sefalettir.
Arkadaşlar
aslında emperyalist ülkelerde sermayenin organik bileşimi
yüksektir, Türkiye gibi ülkelerde ise düşüktür demek
istiyorlar, ama gördüğümüz gibi bunu da ellerine yüzlerine
bulaştırıyorlar.
Devamla
şöyle deniyor;
"Komprador
burjuvazinin kazancı; emperyalizm tarafından el konulan tarımsal
dış satım veya hammadde çıkaran sektörlerde gerçekleşen
artı-değerden geriye kalandır" (4. makale, sayfa 27).
Önce bir
düzeltme; ticarette artı değer gerçekleşmez. Artı değer maddi
değerlerin üretim sürecinde gerçekleşir.
Bu
değerlendirmesiyle "Partizan Sesi" diyor ki, komprador
burjuvazinin hakim olduğu Türkiye'de esas olan tarımsal dış
satım ve hammade çıkarımıdır ve komprador burjuvazi, ancak
emperyalizmin el koyduğu tarımsal dış satım ve hammadde
çıkarımından geriye kalana sahip olabilir. Ama Türkiye gerçeği
tamamen farklı bir resim sergiliyor. Dış satım söz konusu
olduğuna göre ihracattan bahsediliyor. (Tablo II)
Evet
"Partizan Sesi", "komprador burjuvazi"nin gelir
kaynağı -dış satım bazında, ne tarım ne de hammadde çıkarımı.
Tersine sanayi. Ama diyeceksiniz ki işi istatistik verilere
indirgemek gülünçtür, ampirik verilerle yola çıkmak bilimsel
yöntem değildir!
"Partizan
Sesi"nin Türkiye gibi "yarı-feodal ülkelerde...
Komprador burjuvazinin asıl kazancı ticarettedir... Emperyalist
tekellerin ülkede kurduğu... Sanayi kuruluşlarından kazancı çok
azdır... Milli burjuvazinin geçim kaynağı artı değerdir. Ancak
bu artı değerden elde ettiği kazancın büyük kısmını
komprador burjuvazi ve tüccar sermayesi binbir yollarla kendisine
çeker" (4. makale, sayfa 27-28) gibi Marksist politik
ekonomi kavramlarını hiçe sayan, teoriyi katleden teferruatları
geçiyoruz.
"Partizan
Sesi"nin tarımda "kiracılık ve ortakçılık"
üzerine anlayışını; "Türkiye gibi ülkelerde" (burada
bazı ülke ve kıtalar sayılıyor, PD.) "ağa ve ortakçı
ilişkisi tarımda hakimdir" (4. makale, s. 29) görüşünü de
geçiyoruz. (Hadi başka ülkeler için bir şey demiyoruz. Ama
Türkiye için bunu savunmak, bu ülkeyi tanımamak, en fazlasıyla
kendi köyünü tanımak anlamına gelir. İstatistiklerle alay eden,
ampirik verilerle yola çıkmayı bilimsel yöntem olarak görmeyen
bu arkadaşlar anlaşılan o ki, Türkiye'deki bütün köyleri tek
tek dolaşmış ve ekonomik yapıyı tespit etmişler. fiayet böyle
yapmamış da bazı istatistik verileri esas almışlarsa, bu sefer
de doğruyu yazma cesaretini göstermemişler demektir.
"Partizan Sesi"ni "ampirik olmayan" hangi veriler
bazında bu tespiti yaptığını açıklamaya davet ediyoruz.
"Partizan
Sesi"nden öğrenmeye(!) devam edelim.
Türkiye
gibi ülkelerdeki "yarı-feodal üretim tarzında ekonomik
yapılanmada başat olan tarımdır" (4. makale, s. 28) ve
"yarı-feodal sistemlerde, sanayi burjuvazinin egemenliğinden
söz edemeyiz" (5. makale, s. 28).
"Ekonomik
yapılanmada" hangi sınıfın veya sermayenin hakim olup
olmadığı ancak somut verilerle tespit edilir. Burada soyutluk söz
konusu olamaz. Ekonomik yapılanmada yapılanmanın bileşimini
oluşturan sektörler bellidir; Bunlar, maddi değerlerin üretildiği
sektörlerdir: a- tarım, b- ticaret,
sanayi, d- inşaat, e-
ulaşım-haberleşme. Bu sektörlerle ilgili verileri yukarıda
aktarmıştık. Bir de belirtilen bu sektörlerin hepsini göz önünde
tutarak sonuca varalım. (Tablo III)
"Ekonomik
yapılanmada" hangi sınıfın veya sermayenin veya da sektörün
hakim olduğu açık bir şekilde görünüyor. Biz bu hesabı
yaparken, tarımı yarı-feodal değil, tam feodal olarak farz ettik.
Buna rağmen varılan sonuçlar yukarıda. Ayrıca, Türkiye gibi
"yarı-feodal" bir "sistemde" sanayi
burjuvazisinin egemenliğinden söz edilemiyorsa, Türkiye
ekonomisindeki sanayin ağırlığını; Türkiye ihracatında sanayi
ürünlerinin % 85'lere varan payını; Türkiye ithalatında payı
1962'de % 90; 1985'te % 85; 1988'de % 86 ve son yıllarda da aynı
civarda olan tüketim ve ara mallarını -bunun sınıfsal ve
sermayesel ifadesini- nasıl açıklayacağız? "Partizan Sesi"
bu alandaki tespitlerini somut veriler bazında neden açıklamıyor.
Sonuç
itibariyle;
Salt bu
bir kaç nokta dahi şunu göstermektedir.
-
Türkiye'de temel üretim araçları burjuva özel (ve devlet)
mülkiyetindedir.
-
Türkiye'de kapitalist üretim biçimi hakimdir. Türkiye'de feodal,
"yarı-feodal" üretim biçimi, üretim ilişkileri olarak
hemen hemen hiç yok. Kuzey Kürdistan'da bağlayıcı önemi haiz
olmayacak derecede vardır. Aksini savunan, kanıtlamak zorundadır.
- Gerçi
biz burada söz konusu etmedik ama Türkiye, emperyalizme bağımlı
yeni sömürge bir ülkedir ve işbirlikçi tekelci burjuvazi ve
büyük toprak sahiplerinin hakimiyeti söz konusudur.
-
Türkiye'de, toplumsal ilişkilerde -yarı-feodal ilişkilerin yanı
sıra- burjuva/kapitalist ilişkiler hakimdir.
-
Türkiye'de bütünlüklü bir "köylülük" yoktur.
Türkiye'de köylülük, burjuva mülkiyet ilişkileri temelinde
sosyal katmanlarına bölünmüştür ve her bir köylü katmanının
kendilerine göre ekonomik ve siyasi çıkarları söz konusudur.
-
Türkiye'de öyle ezbere konuşulduğu gibi, tarımda
belirleyici ağırlıkta olan bir toprak ağalığı da yoktur. Bu
bir hikayedir, hayaldir. Ama Türkiye'de toprakların % 12,1'ini
(1980) elinde tutan büyük toprak sahipliği vardır.
- Türkiye
toplumunun yaklaşık % 2'si burjuvaziden; % 60'ı kır ve kent küçük
burjuvazisinden ve % 38'i de geniş anlamda işçi sınıfından
oluşmaktadır.
"Yarı-Feodal,
Yarı- Kapitalist Üretim Tarzı" Üzerine
"Partizan
Sesi" öğretiyor;
"Binlerce
feodal ilişkilerle, kapitalist ilişkilerin iç içe geçtiği ama
hala sermayenin egemen olmadığı bir ara biçime, yarı-feodal
üretim tarzı diyoruz... Yarı-feodal üretim tarzında esasen
kapitalist üretim tarzı hakim değildir" (3. makale sayfa
29).
"Burada
kapitalist üretim tarzı ile kapitalist olmayan üretim tarzının
içiçe geçtiğini çıplak gözle görebiliriz. Tarımda halen
kapitalist olmayan üretim tarzı hakimdir. Bu katıksız feodalizm
değildir. Aksine kapitalizmle içiçe geçmiş ama feodal
kalıntıların damga vurduğu bir üretim tarzıdır" (4.
makale, sayfa 27/28).
"Biz
bir ülkeye ya da ülkelere yarı-feodal betimlemesini yaparken orada
hakim olan feodal üretim biçiminin varlığına dayanıyoruz...
Kapitalist olmayan üretim tarzının.. yarı-feodal toplumsal yapı
feodalizmden ayrı bir toplumsal yapı değildir... Biçimsel
kapitalist ekonomi görüngülerine bakarak yarı-feodal,
yarı-sömürge ülkelerde hakim üretim biçiminin kapitalist
olduğunu söylemek tamamen yanılgıdır" (5. makale, sayfa
28/29).
Yukarıda
insanlık tarihinin tanımış olduğu üretim biçimlerini
belirtmiştik: "Politik ekonomi, ... üretim ilişkilerinin
tarihte bilinen aşağıdaki temel tiplerini araştırır: ilkel
toplumun, köleciliğin, feodalizmin, kapitalizmin ve sosyalizmin
üretim ilişkileri" (Politik Ekonomi, El Kitabı, s. 12, Alm.)
İnsanlık
tarihi bu üretim biçimlerini tanıyor, bunu Marksizm incelemiş ve
teorileştirmiş. Anlaşılan o ki Marksist politik ekonomi yanılmış.
Bu üretim ilişkilerinin (tarzının) ötesinde bir de yarı-feodal
üretim tarzının, kapitalist olmayan üretim tarzının ve nihayet
yarı-feodal yarı-kapitalist üretim tarzının da olduğunu
"Partizan Sesi"nden öğreniyoruz.
Böylelikle
üretim tarzı sayısı sekize çıkmış oluyor.
"Kapitalist
olmayan üretim tarzı" kapitalizm dışındaki bütün üretim
tarzları veya onlardan birisi anlamına gelir. Bu kavram cehaletinin
üstüne fazla gitmeyeceğiz. Beş üretim biçimini bir çırpıda
sekiz üretim biçimine çıkartmak, ideolojik ve teorik "derinliğin"
Marksizmi katletme cüretiyle birleşmesinden doğan bir "katkı"nın
ifadesi olduğundan artık şüphe etmiyoruz.
Meselenin
ABC'sine girmeyeceğiz. Ama şu kadarını belirtelim: maddi
değerlerin üretiminde insanların girmiş oldukları belli
ilişkilere üretim ilişkileri denir. Üretim ilişkilerinin
karakteri, üretim araçlarına olan mülkiyetin kimin elinde
olduğuna bağlıdır. Yani üretim ilişkileri sınıfsal karakter
taşır. Sorunumuz sınıflı toplumlar olduğuna göre; köleci
toplumda köleci üretim ilişkileri hakimdir: üretim araçları ve
de köle, köle sahibinin mülkiyetindedir. Karşı temel sınıf
(köleler) mülksüzdür. Feodal düzende feodal üretim ilişkileri
hakimdir: üretim araçları feodal beyin mülkiyetindedir. Karşı
temel sınıf (köylülük) mülksüzdür. Kapitalist düzende,
kapitalist üretim ilişkileri hakimdir. Üretim araçları
burjuvazinin (kapitalistlerin) mülkiyetindedir. Karşı temel sınıf
(proletarya) mülksüzdür.
Hal böyle
olunca "Partizan Sesi"nin icadı olan üç üretim tarzında
ne türden bir mülkiyet biçimi ve bildiğimiz sınıfların dışında
hangi sınıfların hakimiyeti söz konusudur. Arkadaşlar, üretim
ilişkilerinin sınıfsal karakter taşıdığını inkar etmeyecek
kadar "marksist" olduklarına göre, insanlık tarihinin
tanıdığı ve politik ekonominin incelediği beş üretim
ilişkilerindeki temel sınıfları da bildiklerine göre
"yarı-feodal", "kapitalist olmayan",
"yarı-feodal yarı-kapitalist" üretim tarzlarında hangi
temel sınıflar yer alıyorlar? Hangi sınıflar bu üretim
tarzlarına veya ilişkilerine tekabül ediyorlar? Bunlar köle
sahibi- köle, feodal bey-serf, burjuvazi-proletarya olamazlar. Çünkü
bu sınıfların yer aldığı üretim ilişkilerini -köleci,
feodal, kapitalist- arkadaşlar ayrıca tanıyorlar. Evet,
cevaplandırılması gereken ilk soru bu.
"Araştırmalarımda...
bana yol gösteren sonuç, kısaca şöyle formüle edilebilir:
Yaşamlarının toplumsal üretiminde insanlar, zorunlu,
iradelerinden bağımsız ilişkilere, maddi üretici güçlerin
belli bir gelişme aşamasına tekabül eden ilişkilere girerler. Bu
üretim ilişkilerinin toplamı, toplumun ekonomik alt yapısını,
üstünde hukuki ve siyasi bir üst yapının yükseldiği reel
tabanı oluşturur ve bu belli toplumsal bilinç biçimlerine tekabül
eder" (Marks, Politik Ekonominin Eleştirisine Katkı, agk.
s. 335/336, Alm.).
Soru şu:
Sınışı toplumlarda; köleci, feodal ve kapitalist üretim
ilişkileri dışında "insanlar, iradelerinden bağımsız
olarak hangi ilişkilere giriyorlar ki, bu ilişkilerin toplamı
toplumun ekonomik alt yapısını oluşturuyorlar ve buralara tekabül
eden bir hukuki ve siyasi üst yapı ve bu bağlamda da hangi
toplumsal bilinç biçimleri doğuyorlar? Evet "Partizan Sesi",
inandırıcı olmak için "yarı-feodal", "kapitalist
olmayan", "yarı-feodal yarı-kapitalist" üretim
tarzlarına tekabül eden bu üretim tarzlarını karakterize eden
üretim ilişkilerini, toplumun ekonomik alt yapısını ve bu yapı
üzerinde yükselen "yarı-feodal", "kapitalist
olmayan", "yarı-feodal, yarı-kapitalist" hukuki ve
siyasi üst yapıyı açıklamak zorunda. ‹cat ettiği üretim
tarzlarının maddi temellerini, sınıfsal yapılarını, hakim
mülkiyetin biçimini açmak ve kitlelere anlatmak zorunda!.
Siz
ekonomik gelişme yasaları, bu yasaların nesnel oluşları vb. gibi
şeyler duymadınız mı? Örneğin, üretici güçlerin karakteri
ile üretim ilişkileri arasındaki uyumluluk yasası. Bu yasa,
toplumun ekonomik gelişme yasasıdır. İnsanlık tarihinin tanıdığı
üretim biçimlerinde bu yasanın ne anlama geldiği biliniyor. Peki
icadınız olan üç üretim biçiminde bu yasa nasıl geçerlilik
kazanıyor? Ekonomik gelişmenin bu temel yasasını açıklayabilmeniz
için önce şunu açıklamanız gerekir: "yarı-feodal",
"kapitalist olmayan", "yarı-feodal yarı-kapitalist"
üretim tarzlarına tekabül eden (köleciliğe, feodalizme ve
kapitalizme değil bunu biliyoruz) üretim ilişkilerini ve bu üretim
"tarz"larındaki üretici güçlerin karakterini saptamanız
ve açıklamanız gerekir. Yani köleci, feodal ve kapitalist olmayan
üretim ilişkileri ile bu ilişkiler içinde doğan üretici
güçlerin karakteri arasında bu yasanın gerçeklik olduğunu
kanıtlamak zorundasınız. Bu yasa, sizin mantığınıza göre
hangi koşullarda uyumluluk içindedir ve hangi koşullarda
uyumsuzluk içindedir?
Her bir
üretim tarzının kendine özgü bir temel ekonomik yasası vardır.
Bu yasalar, nesneldir, insan iradesinden bağımsızdır ve onları
marksizm formüle etmiştir. Feodal ve kapitalist toplumlarda bu yasa
şöyledir: Feodalizmde, "Feodal beyin toprak ve arazi
üzerindeki mülkiyeti ve feodal beyin üreticiler, serfler
üzerindeki kısıtlı mülkiyeti temelinde bağımlı köylülerin
sömürülmesi yoluyla artı ürüne feodal beyler tarafından asalak
tüketimleri için el konulması". (Politik Ekonomi, C.1, s.
92, Kapitalizmde ise temel ekonomik yasa, artı değer yasasıdır.)
Soru şu:
İcadınız olan üretim "tarz"larında ekonomik temel
yasaları nasıl tanımlıyorsunuz. Örneğin "kapitalist
olmayan üretim tarzı"nda ve "yarı feodal, yarı
kapitalist üretim tarzı"nda temel ekonomik yasaları nasıl
açıklıyorsunuz?
Anlatımını
bir kenara bırakarak soruyoruz: Devlet, ordu, polis, eğitim, kültür
vs. birer üst yapı kurumudurlar. Her üst yapı belli karakterde
(sınıfsal) bir alt yapıya tekabül eder. Örneğin, feodal alt
yapıya tekabül eden bir feodal üst yapı, kapitalist alt yapıya
tekabül eden bir kapitalist (burjuva) üst yapı vardır. Peki sizin
üretim "tarz"larınıza tekabül eden, feodal ve
kapitalist olmayan üst yapılarınızı kafamızda nasıl
canlandırmalıyız. Örneğin, "kapitalist olmayan üretim
tarzı"na tekabül eden üst yapıya "kapitalist olmayan
üst yapı" mı diyeceğiz. Yani kapitalist olmayan devlet,
kapitalist olmayan ordu vb. mi diyeceğiz?
Kapitalizmde
eşit olmayan toplumsal ve ekonomik gelişme yasası diye nesnel bir
yasa duydunuz mu? Sermaye toplumsal bir ilişkidir (Marks). Bu ilişki
nesneldir. Komprador, milli veya emperyalist olması meselenin özünde
hiçbir şey değiştirmez. Bu yasanın ve sermayenin gelişmesinde
irade dışılığın, nesnelliğin esas olduğunu, sermayenin
gelişme yasasının her türlü iradi duruşu reddettiğini, kendi
yolunda geliştiğini, bu gelişmesinde nesnel olduğunu siyasi ve
iradi bir müdahalenin bu yasaların hareketinde bir gelişme veya
sınırlama yaratacağını ama ortadan kaldırmayacağını herkes
bilir. İcadınız olan üretim tarzlarında eşit olmayan gelişme
yasasını, sermayenin nesnelliğini niçin açıklamıyorsunuz?
Örneğin şöyle; "kapitalist olmayan üretim tarzı"nda
eşit olmayan siyasi ve ekonomik gelişme yasası vardır veya
yoktur, sermaye nesneldir veya nesnel değildir diye. İnsanlık
tarihinde nesnelliği, idealistler reddetmişlerdir.
"Yarı-feodal
toplumsal yapı, feodalizmden ayrı bir toplumsal yapı değildir
diyoruz", diyeceksiniz.. Madem ki, bu anlayışınızla
Türkiye'nin feodal bir toplum olduğunu söylüyorsunuz, o halde bu
ülkede feodal üretim biçiminin hakim üretim biçimi olduğunu
kanıtlamalısınız. Bunun kolayı var; nasıl ki Lenin, "Rusya'da
Kapitalizmin Gelişmesi" yapıtıyla Rusya'da hakim üretim
biçimini saptamışsa siz de Türkiye'de feodalizmin hakim olduğunu
benzeri bir çalışmayla -yöntem olarak- kanıtlayabilirsiniz!
Anti-marksizmin
doruk noktası:
"Bir
üretim tarzının hakim olup olmaması meta dolaşımına değil,....
emeğin gasp ediliş biçimine bağlıdır" (4. makale, s-21) ve
"yarı-feodalizm hemen hemen her toplumun yaşadığı
feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde var olan bir aşamadır.
Bu aşamada doğrudan üreticilerden artı emeğin alınış biçimi
feodaldir" (5. makale, s. 29) Yani şimdi Türkiye'de doğrudan
üretici konumunda olan üreticilerin (köylülerin) artı-emeği
feodal tarzda gasp ediliyor! Yani şöyle oluyor; Feodalizmde
köylülük sosyal katmanlarına ayrışmamış olduğu için ve
Türkiye' de feodal olduğu için köylülük de bir bütündür,
sosyal katmanlarına ayrışmamıştır. Türkiye'de topraklar -temel
üretim aracı olarak- beylerin (ağaların) özel mülkiyetindedir.
Köylüler ağaların topraklarında çalışarak üretirler ve
ağalar da, köylülere, ölmeyecekleri kadar bir miktar bırakır,
geriye kalan ürüne, "doğrudan üreticilerin artı-emeğine"
el kor!
Gerçek
dışılık, subjektivizm nasıl olur diyorsanız, "Partizan
Sesi" okumalısınız. Bu ülkede, özel mülkiyetin ifadesi
olan tapu yüzünden oğulların babayı, kardeşin kardeşi
öldürdüğü, köylülerin mülkiyet sorunları nedeniyle
mahkemeleştikleri bir gerçekse ve köylülerin üretimi pazar
içinse, bunu kimin adına yapıyorlar? Evet kimin adına? Kendi
adına. Size göre feodal beyin adına! Ama bu sefer de feodalizmden
bahsedemezsiniz. Ürün pazarlanıyorsa, orada kapitalist ilişki
vardır. Buna hayır demeden önce de Marksist politik ekonomiye
hayır demeniz lazım, ki bunu rahatlıkla diyorsunuz. Bu durumda
savunduğunuzu iddia ettiğimiz "MLM bilimi"nin ilk iki
harfini atmak sadece M (maoizm) ile yetinmek sizin için pek sorun
olmasa gerek!
Emperyalizme
bağımlı ülkelerde kapitalizmin gelişmeyeceğini açıklamak için
Lenin'in "Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" yapıtında
"Halkın Dostları"na, Bay N. On'a yönelttiği
artı-değerin gerçekleştirilmesi tartışmasını çarpıtıyorsunuz.
"Halkın Dostları"nın "artı değerin
gerçekleştirilmesinin imkansızlığı teorisi"ni aynen
kabulleniyorsunuz. Ne olduğu bilinmeyen, "saçma" üretim
tarzlarınızla güttüğünüz yegane amaç, Türkiye gibi ülkelerde
kapitalizmin gelişmeyeceğini, Narodniklerin cephaneliğinden
aldığınız Lenin tarafından çürütülen teoriyle
kanıtlamaktır. Lenin'in "Halkın Dostları Kimlerdir" ve
"Rusya'da Kapitalizmin Gelişmesi" yapıtları Rus
Narodnikleri için yazılmıştı. Sizler ise 100 sene sonrası aynı
teoriye sarılmaya Anadolu narodnikliği yapmaya cüret ediyorsunuz.
Sizlerin açısından nesnel gelişmenin hiçbir anlamı yok.
Narodnikler, gelişen kapitalizmi görmemekte inat ediyorlardı.
Sizler de Türkiye'de belli derecede gelişmiş, hakim üretim biçimi
almış kapitalizmi görmemek için her yola başvuruyorsunuz. Bunun
için tartıştığımız konuda nesnel olarak Rus Narodniklerinden
de geri konuma düşüyorsunuz. Subjektifsiniz, çünkü böyle
düşünüyoruz, o halde nesnel gerçeklik öyle olmalıdır
diyorsunuz. Bu katıksız idealizmdir, oysa tam tersini yapmanız
gerekirdi. Nesnel gelişme bilincinizi, düşüncenizi
belirlemeliydi. Böyle düşünmenin ön şartı materyalist
olmaktır. Sanıyorsunuz ki, laf kalabalığı yaparsak, somut tarihi
duruma ütopik, soyut yaklaştığınızın farkına varılmaz.
"Halkın Dostları"nın temel rotası bu değil miydi? Beş
makalede tek bir somutluğunuz var mıydı? Üstelik somut
olmayı antibilimsel olarak damgalamıyor musunuz? Bütün
anlatımınızdan ortaya çıkan şu değil mi: Dünyanın yarısında,
dolayısıyla Türkiye'de de kapitalist üretim biçimi hakim
değildir. O halde Türkiye kapitalist gelişmeyi yaşamak zorunda
değil. Devrimle sorun çözülür. Bu devrimde köylülük esas rolü
oynayacaktır. Bu "Halkın Dostları"nın teorisiydi. Onu
100 sene sonra aynen savunmuyor musunuz? Bunun içindir ki
"artı-emeğin alınış biçimi feodaldir" diyorsunuz.
"Biçimsel kapitalist ekonomi görüngülerine bakarak
yarı-feodal, yarı-sömürge ülkelerde üretim biçiminin
kapitalist olduğunu söylemek tamamen yanılgıdır" (5.
makale, S-29) esasen "Halkın Dostları"nın
cephaneliğinden aldığınız ve modernleştirerek piyasaya
sürdüğünüz bir anlayıştır.
Sizin
yönteminiz metafiziktir, yöntem konusunda anti-marksistsiniz.
Toplumsal gelişmenin, ekonomik gelişmenin nesnelliğini reddederek
dünyanın yarısında tarihin akışını, genel anlamıyla ve bir
bütün olarak gelişmeyi durduran, bunu emperyalizmin iradesine tabi
kılan sizden başka kim? En kaba metafizikçiler ve sübjektivistler
dahi, en azından mekanik gelişmeyi reddetmiyorlar. Sizler ise, her
koşul altında gelişmeyi -aksi taktirde zıtların birliğini ve
mücadelesini kabul etmeniz gerekir- maddenin bu doğasını
emperyalizmin iradesine bağlayacak kadar geri değil misiniz?
Heraklit
(MÖ. 544-483), "her şey akış içinde, her şey değişiyor,
hiçbir şey hareketsiz değildir, aynı nehirde iki defa yıkanılmaz"
diyerek materyalist felsefeye katkıda bulunuyordu. Sizler ise
Heraklit'in ölümünden 2314 sene sonra gelişmemezliği,
durağanlığı savunuyor, dünyanın yarısını aynı suda
yıkanmaya mahkum ediyorsunuz, sosyo-ekonomik yapı tahlilleriniz
bunu söylüyor.
Proleter
Doğrultu, Sayı 10, Mayıs-Haziran 1997