TÜRKİYE'NİN
TOPLUMSAL YAPISI, SINIFLAR VE DEVRİMİN DİYALEKTİĞİ
Bu başlık
altında dört makale yayınlayacağız:
1. Makale:
Kapitalist Toplumda Sınıflar ve Türkiye Gerçeği (Türkiye'de
Sınıflar ve Türkiye Toplumunun Yapısı).
2. Makale:
Türkiye'de Toprak Sorunu-Köylülüğün Demokratik ve Sosyalist
Devrimde Devrimci Potansiyeli.
3. Makale:
İktidarın Yolu: Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim.
4. Makale:
Sınıflar ve Devrimin Diyalektiği (Çeşitli Devrim Tiplerinin
Karşılaştırılması ve Devrimlerde sınıfların konumu).
Kapitalist
Toplumda Sınıflar ve Türkiye Gerçeği
1-
Kapitalist Toplumun Yapısını Karakterize Eden Temel Sınıflar
–
Burjuvazi, Toprak Sahipleri ve Proletarya –
1.1-
Genel olarak
Bu
yazımızda genel olarak sınıfları ele alarak kapitalist toplumun
sosyal yapısını şekillendirmiş/modelleştirmiş olacağız.
Bunun için yukarıda belirtilen temel sınıfların yanı sıra, ara
tabakaları da ele alacağız. Böylelikle kapitalist toplumda
bütün sosyal sınıflar ve tabakaları, toplumun sosyal yapısındaki
yerleriyle belirlemeye çalışacağız. Bu, görünüşte,
sınıfların ve sosyal tabakaların toplumdaki önemlerine göre
birer sıralanması, tasnif edilmesi gibi görünmesine rağmen,
oldukça karmaşık bir yapıdır. Karmaşıklığın nedeni,
toplumun katıksız, safi olmamasıdır. Yani her ne kadar
kapitalist üretim ilişkilerinin sonucu olan sosyal sınıf ve
tabakaları esas alıyorsak da kapitalist toplum, salt bu üretim
ilişkilerinden kaynaklanan sosyal sınıf ve tabakalardan
oluşmamaktadır. Buna göre, kapitalizm öncesi üretim
ilişkilerinden de kaynaklanan sosyal sınıf ve tabakaları hesaba
katmak zorundayız. Bu zorunluluk, Türkiye gibi, kapitalizme özgü
olan ilişkilerle kapitalizme özgü olmayan ilişkilerin karmaşık
bir görünüm arz ettiği ülkelerde daha da gerekli olmaktadır.
Marks
şöyle diyor:
"Burada
karşımıza bir özellik çıkmaktadır. Bu belli bir üretim
biçiminin hakim olduğu bir toplum için, bütün üretim ilişkileri
aynı üretim biçimine tabi olmasalar da, karakteristiktir. Feodal
toplumda... feodalizmin özüne uzak duran ilişkiler feodal anlam
kazanırlar" (1).
Buna göre;
a-
Kapitalist üretim biçiminin hakim olduğu ülkelerde, bu üretim
biçiminin yanı sıra, bu üretim biçimine yabancı olan üretim
ilişkileri de vardır ve olabilir.
b-
Kapitalist üretim biçiminin yanı sıra var olan bu üretim
ilişkilerinin yaygınlığı ve ekonomideki ağırlığı, seviyesi,
hakim olan kapitalist üretim biçiminin gelişmişlik seviyesine
bağlıdır. Yani kapitalist üretim biçimi ne kadar çok gelişmişse
(katıksız hakimiyete doğru gelişme), buna yabancı olan üretim
ilişkileri de o derece önemsizleşir veya da bunun tersi olarak;
kapitalist üretim biçimi ne kadar az gelişmişse, kendine yabancı
olan üretim ilişkileriyle daha sıkı bağ ve karşılıklı
etkilenme içinde toplumsal yapıyı belirler.
Demek
oluyor ki kapitalist toplumsal yapı, genellikle katıksız, safi bir
yapı değildir. Bu yapı içinde kapitalist olmayan, somutta da
feodal, yarı-feodal veya yarı-kapitalist ilişkiler yer alırlar.
Ne var ki
kapitalist toplumda, kapitalizme özgü olanla, yani kapitalist
sistemi belirleyenle, kapitalist sisteme yabancı olan arasında tam
bir çizgi çekmek; bu yapıları, ilişkileri birbirinden tam ayırt
etmek her zaman mümkün değildir.
Marks'tan
yaptığımız alıntıyı göz önünde tutarsak; orada, feodal
toplumda, feodalizmin özüne ters düşen ilişkilerin feodal anlam
kazandıkları belirtiliyor. Örnek olarak da "hükümdarla
vasal arasındaki karşılıklı şahsi hizmetleri hiçbir şekilde
ifade etmeyen para ilişkileri" (2) veriliyor.
Marks,
aynı yerde, kapitalizmde de benzeri ilişkilerin olduğunu yazar;
"Kapitalist
üretimde üretim araçlarının (şayet bunlar belli üretim
ilişkilerini ifade ediyorlarsa) ekonomik
toplumsal (a.ç.
Marks) belirleyici oluşu- üretim aracı olarak, bu üretim
araçlarının maddi varlığı ile böyle bir iç içe kaynaşmıştır
(ve burjuva toplumun tasarruf tarzında öyle ayrılmaz olmuştur)
ki, o belirleyici oluşluk (kategorik belirleyici oluşluk) ilişkinin
kendisine, doğrudan ters düştüğü yerde de kullanılıyor"
(3).
Görüyoruz
ki kapitalist toplumun sosyal yapısında yer alan unsurları,
kapitalist olan ve kapitalist olmayan diye ayırt etmek oldukça
zordur. Bu, karmaşık bir sorundur. Ama buna rağmen, bu
karmaşıklığı ayrıştırmak, kapitalizme özgü olanla olmayanı
tespit etmek mümkündür. Sorunu çözemeyen Marksizm değil,
burjuva sosyolojisidir.
Bu
karmaşık yapıyı ayırt etmede, kapitalizme özgü olanla olmayanı
tespit etmede Marksizm, üretim ilişkilerini çıkış noktası
olarak alır. Üretim ilişkileri sistemin belirleyici çelişkisini
bağrında taşır. Marksizm, bu esas çelişkiyi diğerlerinden
ayrıştırarak ele alır. Bunu, kapitalist sınıfın ve
proletaryanın doğuşunu gösteren, Marks'ın aşağıdaki
anlayışıyla açıklamaya çalışalım:
"Bütün
zenginlik, sanayi zenginliği, emeğin zenginliği oldu ve
sanayi, fabrikanın, sanayin, yani emeğin teşekkül etmiş
özü olması gibi, tamamlanmış emektir ve sanayi sermayesi
özel mülkiyetin tamamlanmış nesnel şeklidir.
Ama
mülkiyetsizlik ve mülkiyet arasındaki
çelişki, emekle sermaye arasındaki çelişki olarak anlaşılmadığı
müddetçe, henüz belirsiz, faal ilişkisinde,
kendi iç ilişkisinde daha çelişki olarak
görülmeyen zıtlıktır... Ama emek, mülkiyetin dışlanması
olarak özel mülkiyetin subjektif özü ve sermaye, emeğin
dışlanması olarak nesnel iş, çelişkinin kendi gelişmiş
ilişkisi olarak özel mülkiyettir. (a.ç.
Marks) Bu, bunun için enerjik, çözüme sürükleyen bir
ilişkidir" (4).
"Ayrışma
(a.ç. Marks) bu
toplumda normal ilişki olarak görünüyor... Burada kapitalistin,
kapitalist olarak sadece sermayenin fonksiyonu ve işçinin de iş
gücünün fonksiyonu olduğu çok kesin olarak meydana çıkıyor"
(5).
Kapitalist
üretim biçiminin esasını bu anlayışlarda görmekteyiz. Buna
göre ilk alıntıda;
a-
Sermaye, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyettir.
b- Üretim
araçları ise, yabancı işgücü tarafından yaratılır.
c- Bu
süreçte kapitalistin kendi işgücü dışlanmıştır.
d- Üretim
araçları vasıtasıyla işçilerin emeği, üretim araçlarına
olan mülkiyetin tam dışlanmasıdır.
‹kinci
alıntıda;
a- Toplum,
birbirine antagonist olan sınıflara bölünmüştür.
b- Bu
bölünme, bütün zenginliğin sanayi zenginliği, emeğin
zenginliği olduğu ve sanayin, fabrikanın, yani emeğin teşekkül
etmiş özü olması gibi, tamamlanmış emek olduğu ve sanayi
sermayesinin özel mülkiyetin tamamlanmış nesnel şekli olduğu,
kapitalist toplumda gayet normaldir.
c- Bu
bölünme, diğer bir anlatımla, kapitalist sınıfa proletaryayı
ifade eder.
Burada
üretim araçlarına dair iki temel ve çelişkili ilişki söz
konusudur. Bunlardan birisi (ilki), kapitalist sınıfın oluşmasına
neden olurken, ikincisi de proletaryanın oluşmasına neden
olmaktadır ve kapitalist toplumun sosyal yapısı tam da bu iki
temel ve çelişkili ilişki üzerinde yükselmektedir.
Tabii bu,
katıksız kapitalist toplumdur, örneğin emperyalist ülkelerde
veya kapitalizmin çok gelişmiş olduğu ülkelerde olduğu gibi.
Bununla ilgili olarak çok bilinen, tekrar edilen bir anlayış daha
verelim alıntı olarak;
"Çağımız,
burjuvazinin çağı,.. sınıfsal zıtlıkları basitleştirme
özelliğini taşıyor. Bütün toplum, devamlı iki büyük düşman
kampa, iki büyük, birbiriyle doğrudan karşı karşıya duran
sınıflara bölünüyor: Burjuvazi ve proletarya" (6).
Marks ve
Engels'in bu sözleri yukarıdakilerin çok basit ve açık seçik
bir anlatımıdır. Marks ve Engels, sadece bu iki cümleyle
kapitalist toplumun sosyal yapı modelini çiziyorlar.
Lenin de
aynı olguyu işleyerek şöyle der:
"Marks'ın
bütün 'Kapital'inin, kapitalist toplumun temel güçlerinin
sadece burjuvazi ve proletarya olduğu ve olabileceği
(a.ç. Lenin) gerçeğini açıkladığı söylenebilir; kapitalist
toplumun kurucusu, onun önderi ve itici gücü olarak burjuvazi,
onun mezar kazıcısı, nöbeti devralma yeteneğine sahip yegane güç
olarak proletarya" (7).
Buna göre,
kapitalist toplumun sosyal yapısında esas olan, iki temel kutup
veya iki temel direk vardır. Bunlardan birincisi sermaye (kapitalist
sınıf), ikincisi de emek (proletarya).
Bu temel
kutupların tanımlanmasına gelince; Kapitalist toplumun temel ve
birbirine antagonist olan bu iki sınıfının tanımlanmasını yine
Marks ve Engels'ten aktaralım.
Proletarya:
Engels,
"Komünist Manifesto"nun 1888'de İngilizce baskısında
şöyle der:
"Proletaryadan,
üretim araçlarına sahip olmadıklarından, yaşamak için işgücünü
satmak zorunda olan modern ücretli işçilerin sınıfı anlaşılır"
(8).
"Proleterden,
ekonomik olarak 'sermaye' üreten ve değerlendiren ve 'bay
sermaye'nin ihtiyaç duymadığı durumda sokağa atılan ücretli
işçiden başka bir şey anlaşılmaz" (9).
Bu iki
kısa ve oldukça özlü alıntılardan da anlaşılacağı gibi;
a-
Proletarya, üretim aracına sahip değildir.
b- Yaşamak
için işgücünü kapitaliste satar.
c-
Proletarya, işgücünü satmakla, kapitalist için artı değer
üretir.
Burjuvazi:
"Burjuvaziden,
toplumsal üretim araçlarına sahip olan ve ücretli işçi sömüren
modern kapitalistlerin sınıfı anlaşır" (10).
Buna göre,
burjuvazinin tanımlanmasında esas olan, ücretli işçi
kullanılması/sömürülmesi ve üretim araçlarının sahibi olan
kapitalist sınıfın buna el koymasıdır.
Her ne
kadar burjuvazi ve proletarya, kapitalist toplumun iki temel sınıfını
oluşturuyorlarsa da, söz konusu toplumun sosyal yapısına
damgasını vuruyorlarsa da, bu katıksız kapitalist toplum yapısına
her ülkede veya her kapitalist ülkede rastlamak ve bu olgunun her
kapitalist ülke için geçerli olduğunu söylemek imkansızdır.
Gözardı
edilmemesi gereken bir nokta da mülk sahipleri sınıfıdır.
Marks,
Kapital'de, kapitalist toplumda burjuvazi ve proletaryanın yanı
sıra, mülk sahipleri sınıfının da yer aldığını ve bu üç
sınıfın kapitalist toplumun temel sınıflarını oluşturduklarını
anlatır. Şöyle;
"Yalın
işgücünün sahipleri, sermayenin sahipleri ve geriye dönümlü
gelir kaynakları kar, toprak rantı ve iş ücreti alan mülk
sahipleri, yani ücretli işçiler, kapitalistler ve mülk sahipleri
modern, kapitalist üretim biçimine dayanan toplumun üç büyük
sınıfını oluştururlar" (11).
"Burada,
modern toplumun çerçevesini belirleyen bütün üç sınıf;
ücretli işçi, sanayi kapitalisti, mülk sahibi beraberce ve
birbirlerine karşı olarak önümüzdedir" (12)
Marks, bu
olguyu aynı eserinin "Gelir ve Kaynakları" bölümünde
"Trinitarik (Üçlü)
Formül" olarak da açıklar:
"Sermaye,
toprak, emek" (13): "Sermaye-kar (müteşebbis
kazancı+faiz), toprak -toprak rant, emek-iş ücreti. Bu,
toplumsal üretim sürecinin bütün sınırlarını kapsayan
trinitarik formüldür" (yaklaşık anlamı: üçlü birlik,
çn.) (14).
Burada hem
genel olarak, hem de Türkiye devrimi ve Türkiye devrimci hareketi
açısından çok önemli olan bir sorunla karşı karşıyayız.
Genel olarak kapitalist toplumun sosyal yapısında yer alan bu temel
sınıfların, hangi şartlarda trinitarik formüle, hangi şartlarda
ikili (düalist) formüle tekabül ediyor oldukları sorunu.
Genel
anlamda düalistliğin ve trinitarikliğin hangi şartlarda mümkün
olduğunu belirterek, Türkiye'ye özgü konulara bakalım.
Bilindiği
gibi kapitalist toplum, kendinden önceki toplumun bağrından çıkar.
Diğer bir deyişle kapitalizm, gelişmesinin ilk maddi şartlarını
feodal toplumda bulur ve sonuç olarak bu toplumu yıkarak hakim
ekonomik/toplumsal sistem olur. Ama; kapitalist üretim biçiminin
gelişmesi her ülkede ne aynı şekilde ne de aynı seviyede olur.
Kapitalizm, bazı ülkelerde burjuva devrimlerle hakim kılınırken,
feodal sistem kökten yıkılırken, bu süreç bazı ülkelerde
evrimci yolla gelişir. Bunun sonucudur ki, evrimci yolla gelişmede
mülk sahiplerinin burjuvalaşarak gerçek kapitalist -katıksız
kapitalist olmaları- belli bir süreci gerekli kılar. Devrimle
kapitalizmin hakim kılındığı ve evrimle kapitalizmin hakim
kılındığı (ve bu sürece nispeten erken giren) ülkelerde bugün
mülk sahibi/toprak beyi sınıfı erimiştir veya toplumsal yapıda
önemsiz bir unsur durumundadır.
Emperyalist
çağda, emperyalizme bağımlılık içinde kapitalizmin evrimsel
yolla geliştiği ülkelerde -kapitalist gelişme henüz nispeten
geri aşamalarda olduğu için- toprak beyi/mülk sahibi sınıfı
varlığını korur, toplumsal yapıda önemli bir unsur olur.
Buna göre;
kapitalizmin çok gelişmiş olduğu ülkelerde toplumun sosyal
yapısında yer alan sınıflar, burjuvazi ve proletarya iken
(düalistlik olgusu), kapitalizmin nispeten geri seviyede gelişmiş
olduğu ülkelerde toplumun sosyal yapısında yer alan sınıflar,
proletarya-burjuvazi ve mülk sahipleridir (trinitariklik
olgusu)
Mülk
sahipleri sınıfının feodallikle ilgisinin olup olmadığı somut
araştırma sonucu saptanabilir. Ama her mülk sahibini daha baştan
kategorik olarak feodal, yarı-feodal veya bu anlamda kullanılan
toprak ağası olarak ilan etmek bilimsel değildir. Çünkü
Marks'ın burada bahsettiği mülk sahipleri de birer
kapitalisttirler. Ama katıksız, çıplak anlamda değil. Bunlar
birer kapitalisttirler, çünkü onların elde ettikleri rant,
kapitalist sınıfın eline geçen karın sadece bir bölümüdür.
"Net
gelir,… kar ve ranttan oluşur. Bunlardan sonuncusu (rant,
çn.) sadece, kapitalistlerin çeşitli kategorilerinin
payına düşen karın bir kısmıdır" (15).
Böyle bir
karın, karın değişik bir formu olan rantın elde edilmesi için;
a- Toprak
mülkün henüz tam, katıksız kapitalist mülke dönüşmemiş
olması gerekir.
b- Kapitalistin,
bu mülkü toprak sahibinden kiralayarak, ona toprak kirası olarak
belli bir rant vermesi gerekir. Toprak sahibine verilen bu rant,
toprağı kiralayan kapitalistin bu topraklarda kapitalist üretim
vasıtasıyla elde ettiği karın sadece bir kısmını oluşturur.
Bu
olgular, kapitalist üretim biçiminin gelişmişlik/gelişmemişlik
durumu bize, toprak sahibi sınıfının tarihi olarak kapitalizme
geçişte, bir geçiş dönemi sınıfı olduğunu
göstermektedir. Kapitalist üretim biçiminin ilk evrelerinde bu
sınıf güçlü iken, son evrelerinde önemsizleşir.
"Sermayenin
yapabileceği, tarımı kapitalist üretimin şartlarına tabi
kılmaktır" (16). Ama kapitalist üretim, hemen ve her
şart altında tarımı, dolayısıyla toprak mülkü kendine tabi
kılamamaktadır. Bunun için sermaye, "mülk sahibine,
masraflar dışında değer artığını bırakmak" (17)
zorundadır. "Bu tarihi (aç.
Marks) olan bir gerçekliktir ve yok olabilir… (ve bu)
"tarihi gerçeklik, tarımın belli bir
(aç. Marks) gelişme
derecesinde kaybolabilir" (18).
Buna göre;
kapitalist toplumda mülk sahibi sınıfı, belli bir nesnel durumdan
kaynaklanan zorunluluğun bir sonucudur. Bu nesnel durum da,
kapitalist üretim biçiminin nispeten geri seviyede gelişmiş
olmasıdır.
Belirttiğimiz
bu olgudan dolayı kapitalist toplumun sosyal yapısını oluşturan
proletarya ve burjuvazi, bu topluma özgü katıksız sınıfları
oluştururlarken, mülk sahipleri de, reel olarak var olan, sisteme
özgü olmayan, ama sistemin kurallarına tabi olan, sisteme "özgü
olma" ve dolayısıyla giderek yok olma durumunda olan bir
sınıfı oluştururlar.
1.2- Kapitalist
toplumda temel sınıfların iç yapısı
(Kapitalist
toplumun hiyerarşik yapısı ve bu yapının tek tek unsurları)
Kapitalist
toplumun sosyal yapısının unsurları, sisteme özgü ve sisteme
özgü olmayan unsurlardan oluşurlar. Kapitalist toplumun sosyal
yapısında bütün unsurlar belli bir hiyerarşik düzen
içindedirler. Bu hiyerarşik düzen içinde her bir sosyal yapı
unsurunun hareketi (büyümesi, küçülmesi vs.) diğer sosyal yapı
unsurlarını doğrudan etkiler.
Marks,
Engels ve Lenin, kapitalist toplumun hiyerarşik yapısına, bu
yapının unsurlarına ve birbirleriyle olan ilişkilerine büyük
önem vermişlerdir. Onlar, kapitalist toplumun sosyal yapısını,
sınıfların konumunu vs. göstermek, bunun ötesinde devrimde
ittifak sorununu detaylandırmak için sadece sınıflardan değil,
sınıfların da tabakalarından bahsetmişlerdir. Bu anlamda her
sınıfın üst-orta-alt tabakalarının olduğunu koymuşlardır.
Sadece bu da değil. Örneğin, üst ve alt tabakaları, "en
üst", "en alt" tabakalar diye daha da detaylı olarak
ele almışlardır.
"Tarihin
ilk çağlarında toplumun çeşitli tabakalara ayrışmışlığını…
orta çağda feodal beyler, vasallar, serfler, çıraklar… ve (buna
ilaveten) bu her bir sınıfın (kendi içinde) gruplaşmasını
(tabakalaşmasını, çn.)
görmekteyiz… Burjuva çağı, sınıf zıtlıklarını
basitleştirmiştir. Bütün toplum… iki büyük, birbirine karşı
duran sınıflara bölünmüştür: Burjuvazi ve proletarya" (19).
"Proletarya,
şimdiki toplumun en alt tabakası, resmi toplumu teşkil eden
tabakaların bütün üst yapısı havaya uçurulmadıkça
doğrulamaz, ayağa kalkamaz" (20).
Bu
anlayışlarda kapitalist toplumun hiyerarşik yapısında sisteme
özgü sınıfların burjuvazi ve proletarya olduğunu, burjuvazinin
kapitalist toplumda doğal olarak ilk sırayı aldığını,
proletaryanın ise en alt tabakayı oluşturduğunu ve aynı zamanda
toplumda, daha doğrusu bütün sömürü toplumlarında ("Toplumsal
Kurumların Sayısız Tabakalaşması"- Marks-Engels; Toplu
Eserleri, C. 4, s. 462) bir dizi sosyal tabakaların olduğunu
görmekteyiz.
Küçük
burjuvazi ve köylüler, kapitalist toplumda ve dolayısıyla bu
toplumun hiyerarşik yapısında burjuvazi ile proletarya arasında
yer alırlar. Lenin, küçük burjuvazi ve köylülüğü (somutta da
orta köylüleri) göz önüne alarak şöyle der:
"Orta,
küçük burjuva demokrasisi devamlı yalpalayacaktır… Ortada,
işçi ile kapitalist arasında duran, devamlı
yalpalayacaktır" (21).
Bunlar;
burjuvazi, proletarya ve orta köylüler, kent küçük burjuvazisi
kapitalist toplumun sisteme özgü sosyal unsurlarıdırlar.
Kapitalist toplumda bir de sisteme özgü olmayan sosyal unsurlar
vardır: Feodal üretim biçiminin kalıntısı veya o sistemin
sosyal unsurları olan bunların; burjuvalaşan mülk sahipleri,
feodallerin ve serflerin kapitalist sisteme özgü olmayan bu sosyal
unsurların toplumun hiyerarşik yapısındaki yerleri, ağırlıkları
kapitalizmin gelişme seviyesine göre sürekli değişiktir/değişir.
Bunlardan burjuvalaşan mülk sahipleriyle feodaller üst sınıf,
serfler de alt sınıf konumundadırlar. Yine ilk ikisi
burjuvazinin yanında yer alırlarken, sonuncusu proletaryanın
yanında yer alır.
Kapitalist
toplumun hiyerarşik yapısında yer alan bu ana sınıf ve
tabakaları yukarıda görüldüğü gibi şekillendirebiliriz:
Marksizm,
kapitalist toplumu üst-orta ve alt diye tabakalara bölerek tasnif
etmekle yetinmez. Yukarıda belirtildiği gibi, her bir tabakayı
da en üst, üst, orta, alt ve en alt diye ayrıca tabakalaştırır.
Bu tasnife geçmeden önce lumpen proletaryanın toplumdaki konumuna
değinelim. Lumpen proletarya, sınıfından tamamen kopmuş olan
unsurlardır. Bunun için bunlar, proleter sınıftan sayılmazlar.
Toplumda da kendilerine özgü, belirleyici bir konumları yoktur.
Lumpen proletaryanın toplumun hiyerarşik yapısındaki yeri ve
sınıfsal karakteri hakkında Marks ve Engels'in şu sözleri bizim
için yol gösterici olmalıdır.
"Lumpen
proletarya; eski toplumun en aşağı tabakalarının bu pasif
çürümüşlüğü proleter devrim vasıtasıyla kısmen harekete
itilecektir. Bütün yaşam durumuna göre o, kendini, gerici
entrikalar için satmaya hazır olacaktır" (22).
Buna göre;
lumpen proletaryayı işçi sınıfından sayamayız. Onun toplumdaki
yeri de işçi sınıfının altındadır. O, en alt tabakayı
oluşturur.
sınıfların
kendi içinde tabakalaşmasına gelince.
1.2.1- İşçi
sınıfının iç sosyal yapısı:
"Proletaryanın
çeşitli seksiyonlarının incelenmesine (yarayan) sıralama, onun
doğuşundan önceki tarihinden çıkmaktadır. ilk proleterler
endüstriye aittiler ve doğrudan onun tarafından
üretiliyorlardı: Sanayi işçileri… Sanayi
materyalinin üretimi, hammaddeler ve yardımcı maddeler, sanayin
gelişmesiyle önem kazandılar ve yeni bir proletaryanın doğmasına
neden oldular: Kömür ocaklarındaki ve madencilikteki
işçiler. Sanayi, üçüncü derecede tarımı (aç.
Engels) etkilemektedir… Çeşitli işçilerin yetişmişlik
derecesinin sanayi ile olan bağlamıyla tam bir ilişki içinde
olduğunu ve (yani) çıkarları hakkında sanayi işçilerinin en
çok, maden işçilerinin daha az ve tarım işçilerinin en az
aydınlatıldıklarını… göreceğiz. Bu sıralamayı sanayi
işçilerinde de bulacağız ve fabrika işçilerinin, sanayi
devriminin bu en yaşlı çocuklarının, başından bugüne kadar
işçi hareketinin çekirdeği olduklarını göreceğiz" (23).
Bu sözler
işçi sınıfının sosyal yapısının, aynı sınıfın farklı
sosyal tabakalarından oluştuğunu ve bu oluşumun nedenlerini
göstermektedir.
Her şeyden
önce bütün işçi sınıfı/proletarya için ortak olan özellikler
şunlardır:
a- İşgüçlerini
satmak zorunda olmaları.
b- Üretim
araçlarına sahip olmamaları.
c- Artı
değer üretmeleri.
Bu temel
özellikleri taşıyan işçi sınıfı, alıntıda da görüldüğü
gibi;
a- sanayi
proletaryası,
b- Maden
proletaryası,
c- ve
tarım proletaryası olmak üzere üç ana grupta toplanmaktadır.
İşçi
sınıfının bu şekilde farklı tabakalara ayrılmasının nedeni,
doğrudan, sanayin gelişmişlik/gelişmemişlik derecesinde
aranmalıdır. Burada ekonomik bir faktör olarak sanayin gelişmişlik
durumu, kapitalizmde işçi sınıfının çeşitli bölümlere
ayrılmasına neden olur.
"Safi
proletaryanın yanı sıra, proletaryadan yarı-proletaryaya… doğru
oldukça çeşitli geçiş tipleri kütlesiyle çevrili olmasaydı…
proletarya içinde de alt tabakalar, az veya çok gelişmiş
tabakalar… olmasaydı. Kapitalizm, kapitalizm olmazdı"
(24).
işçi
sınıfının belirtilen üç ana tabakasının dışında başka
tabakaları da vardır: Örneğin; ulaşım, transport, hizmetler,
inşaat vs. sektörlerinde çalışanlar her ne kadar bu sahalarda
çalışan işçilerin artı değer yaratmaları genel bir özellik
değilse de, bu özelliği taşımamalarından dolayı onları, işçi
sınıfının katmanlarından saymamak söz konusu olamaz.
Ekonominin
iki belirleyici sektörü, sanayi ve tarım, bize işçi sınıfının
yatay tasnif edilebileceğini gösterir. Şöyle:
Bir bütün
olarak işçi sınıfının yatay tasnifi
a) Şehirlerde işçi sınıfı b) Kırsal
alanda işçi sınıfı
işçi
sınıfını temel özelliklerine göre gruplaştırdığımızda
sınıfın derinlemesine sosyal yapısını çıkartmış oluruz.
Bir bütün
olarak işçi sınıfının derinlemesine tasnifi:
Bir
bütün olarak işçi sınıfı:
a) Sanayi
proletaryası (fabrika işçisi)
b) Maden
proletaryası
c) İnşaat
proletaryası
d) Tarım
proletaryası
e) Transport,
posta işlerinde çalışan işçiler
f) Sosyal
hizmetlerde çalışan işçiler
g) İşsiz
proletarya
h) Yozlaşmış
proletarya (25)
1) İşçi
aristokrasisi
2) işçi
bürokrasisi
Türkiye
somutuna gelince:
Gönül
isterdi ki Türkiye'de proletarya, küçük üreticiler, emekçiler
ve burjuvazi hakkında kapsamlı bir sosyolojik araştırmayı özet
olarak da olsa verelim. Kapsamlı bir araştırma bu yazının
boyutlarını aşar. Bizim burada yaptığımız konuyu genel
hatlarıyla belirlemekten başka bir şey değildir. Bunun için,
burada genel eğilimleri, genel tanımlamaları içeren bazı
verileri ele almakla yetineceğiz.
Konuyu ele
alışımıza göre hareket edersek, yıllara göre sanayi, maden ve
tarım proletaryasının sayısal gelişimi şöyledir: (Tablo 1)
Burada,
Türkiye işçi sınıfının yukarıda Engels'ten yaptığımız
alıntıya göre bir ayrımını -sınıfın sosyal yapısında var
olan ana sosyal tabakaları- yaptık. Tablonun da gösterdiği gibi
gelişmenin seyri şöyledir:
İmalat
sanayinde çalışan proleterlerin sayısı 35 sene içinde, yani
1955'ten 1990'a kadar olan dönem içinde yaklaşık 6 misli; diğer
bir deyişle 1955'e göre 1990'da %489 oranında artarak, sayısal
anlamda 371 386'dan 2 185 677'ye yükselmiştir.
Keza maden
proletaryası da aynı dönemde 2.1 misli, yani %112 oranında
artarak, sayısal anlamda 60 181'den 127 858'e çıkmıştır.
Tarım
proletaryası üzerine veriler oldukça güvenilmez olduğu için,
fikir beyanından kaçınıyoruz. Ama her halükarda tarım
proletaryasında da sayısal olarak reddi imkansız bir gelişme söz
konusudur.
işçi
sınıfının bu ana bölümleri doğrudan üretimde olan, artı
değer üreten proletaryayı kapsamına alır.
İşçi
sınıfının sadece bu ana bölümlerden oluşmadığını, onun,
doğrudan üretim dışında kalan, yani doğrudan artı değer
yaratmayan sosyal tabakalarının da olduğunu yukarıda
belirtmiştik. Bir de bunların yıllara göre sayısal gelişmelerine
bakalım. (Tablo 2)
Tabloya
göre işçi sınıfının doğrudan üretimde olmayan, artık değer
üretmeyen sosyal tabakalarındaki artış daha hızlı olmuştur. Bu
artış, 1955-1990 arasında inşaatta 6.4; elektrik, su ve gazda
5.3; ticaret, banka ve sigortacılıkta 11.3 ve hizmetlerde ise 8.6
misli olmuştur.
Türkiye
işçi sınıfının temel özelliklerine göre derinlemesine sayısal
yapısını, sayısal olarak aşağıdaki şekilde şöyle
çıkartabiliriz: (Tablo 3)
İstatistik
yıllıklarındaki veriler inandırıcı olmaktan oldukça
uzaktırlar. Örneğin, her yıllıkta, bir önceki dönemler için
neticeyi etkileyen farklılıklar vardır. Bunun için
hesaplamalarda doğan farklılıkları dışta tutuyoruz.
işçi
sınıfının derinlemesine olarak sosyal yapısı, onun içsel
yapısını gösterir. Fakat işçi sınıfının içsel yapısını,
mevcut istatistik verilerden tam olarak çıkartmak da mümkün
değildir. Yukarıdaki veriler yaklaşık, genel bir sosyal
yapılaşmayı gösteriyorlar.
işçi
sınıfının içsel sosyal yapısını araştırmak için göz
önünde tutulması gereken birkaç nokta vardır. Bunlar;
a- Sınıfın
yeniden üretim sürecindeki konumu.
b- Sınıfın,
kapitalist çalışmanın örgütlenmesindeki konumu.
c- Sınıfın,
yaşam şartlarındaki farklılaşma.
d- Sınıfın,
somut sermaye ilişkileri formundaki veya sermaye ilişkilerinin
herbir gelişme aşamalarındaki konumu.
Bu
noktaları tek tek kısaca ele alırsak:
a- noktası
için:
Burada söz
konusu olan, işçi sınıfının ekonomik sektörlere; sanayi,
tarım, ticaret ve sektörler içinde alt bölümlere -örneğin
sanayi içinde kağıt, makina yapımı vb.- ayrılmasıdır. Bu,
işçi sınıfının ekonomik yapılaşmasıdır ve bu yapılaşmayı
kaba hatlarıyla şöyle ayrıştırabiliriz:
- Doğrudan
ve dolaylı maddi üretimde olan işçiler: sanayi, maden, tarım,
zanaatçılık, inşaat, transport, ticaretin bazı bölümleri,
Burada ele
almadığımız zanaatçılığı ve karmaşık yapısından dolayı
ticareti çıkartırsak, bu alanda işçi sınıfının 1980 ve
1990'daki sayısal durumu şöyledir:
- Ticaret
ve dolaşım sürecinde olan işçiler: Dolaşım sürecini
diğerlerinden ayrıştırmak mümkün olmadığı için bir kenara
bırakırsak, ticaret alanında çalışanların 1980'deki sayısı 593
863 ve 1990'daki sayısı da 1 231 225'di.
- Hizmet
sektörü: Kamu+özel sektörde hizmetler, oteller, lokantalar
vs. 1980'de bu alanlarda çalışanların sayısı 2 379 069 ve
1990'da da 3 109 769'du.
Böyle bir
gruplandırma, bir taraftan farklı çalışma tiplerini gösterirken,
diğer taraftan da buna bağlı olarak her bir özel sömürü
biçimini de ele verir.
b-
noktası için:
Burada
esas olan, her bir çalışma alanında sınıfın hiyerarşik
yapısıdır. Düz işçi, usta, ustabaşı, kontrolcü vs. Tabii
bütün bu ayrımlar, alınan ücrette de ifadesini bulmaktadır.
işçi
sınıfını bu noktada Türkiye somutunda ayrıştırma imkanımız
yok. Böyle bir ayrıştırma çok detaylı ampirik bir araştırmanın
sonucu olabilir ve yapılması da gerekir. Çünkü böylelikle;
- bir
taraftan işçi sınıfını diğer ücretlilerden,
- diğer
taraftan da bürokratlaşmış, yozlaşmış kesimlerinden
ayrıştırılmış olur.
c-
noktası için:
Bu
noktanın da kapsamlı ampirik bir araştırmasına rastlamadık. Ama
mutlaka yapılmalıdır. Çünkü sınıfın yaşam şartları salt
ülkedeki genel ekonomik-politik durumla açıklanamaz. Bu, genel
olanı ele verir. Ama işçi sınıfı kendi içinde de, yukarıda
belirttiğimiz gibi, farklılıklar arz ediyor ve bu farklılıklar
ister istemez onun yaşam şartlarını da etkiliyor. Örneğin,
yukarıda b noktasında belirttiğimiz farklılıklar, buna bağlı
olarak vasıflı ve vasıflı olmayan işçiler, kırsal alandan
gelerek sınıfa yeni katılan işçiler, henüz daha köylü olma
özelliğini kaybetmemiş olanlar vs. Bütün bu farklılıklar, işçi
sınıfının mücadelesini etkiler. Örneğin, köyden gelenlerin
belirleyici bir kısmı köyle ilişkilerinden ve belli bir toprak
parçasına sahip olmalarından dolayı belli bir yan gelire
sahiptirler ve bu durum onların mücadele anlayışlarını doğrudan
etkiler. Oysa şehirli olan nesilden gelme işçilerde böylesi bir
yan gelir olanağı yoktur. Bu "yok"luk da onların
mücadelesini etkiler. Basitçe; birincileri mücadeleye daha
tedirgin, daha isteksiz yaklaşırlarken, ikincilerde bu durum pek
görülmez.
d-
noktası için:
Burada söz
konusu olan, işçi sınıfının farklı sosyo-ekonomik faaliyet
sektörlerine göre ayrımın yapılmasıdır. Bu ayrım şöyledir:
- Özel
hizmetler: şoför, berber, temizlikçiler vs.
- Kapitalist
olmayan işletmeler (küçük üreticiler).
- Devlet
sektöründe çalışanlar.
Bu
alanlarda çalışan işçilerin 1980 ve 1990 yılları için sayısal
durumu şöyledir: (Tablo 4)
Aslında
burada elde edilen sonuç çok önemlidir. Çünkü bu verilere
bakarak kapitalizmin doğrudan hakimiyet ve baskı sisteminin
çalışanlar üzerinde ne denli gelişip gelişmediğini
çıkartabiliriz. Yukarıdaki ayrıma göre, örneğin tarımsal
alanda küçük mülk sahibi işletmelerde doğrudan kapitalist baskı
ve hakimiyet (dolaysız patron hakimiyeti) hemen hemen yok
gibidir. Nihayetinde, tarlada tarım üreticisi kendi aile
işletmesinde çalışmaktadır. Tabii bu durumda olan bireyle özel
sektörde çalışan birisi arasında kapitalist baskı ve hakimiyeti
yaşamak, açıktır ki, çok farklı olur. Bu anlamda Türkiye'de
kapitalizmin gelişmesini her alanda derinlemesine bir gelişme
olarak göremeyiz.
işçi
sınıfının başka kıstaslara göre tasnifi: işçi sınıfının
içsel tabakalaşması:
Marks
şöyle diyor:
"Öyleyse
manifaktür iş ücretinin basamaklarına tekabül eden işgücünün
bir hiyerarşisini geliştirmektedir… Bunun için manifaktür,
sızdığı her zanaatta… beceriksiz işçiler denen bir sınıfı
doğurur… Hiyerarşik tabakalaşmanın yanı sıra işçilerin
becerikli ve beceriksiz diye ayrışması gündeme gelir" (26).
"Gerçek
manifaktür sadece, önceleri bağımsız olan işçileri sermayenin
kumandasına ve disiplinine tabii kılmaz, bilakis ayrıca işçiler
arasında da hiyerarşik bir tasnifleşme yaratır" (27).
Kapitalizmde
tarımın sanayiye nazaran daha geri seviyede geliştiği ve buna
bağlı olarak kır proletaryasının da sanayi proletaryasına göre
daha geri olduğu gerçeğini bir kenara bırakırsak, işçi
sınıfının içsel tabakalaşması aşağıdaki şekilde olur:
a- Vasıflılık
durumu.
b- Eğitim
durumu (Üretimdeki teknik eğitim).
c- Genel
eğitim durumu.
d-
Beceriklilik durumu.
e- Ücret
farklılığından doğan durum vs.
Bu
noktalara göre işçi sınıfının içsel tabakalaşması şöyle
olur:
işçi
Sınıfı:
En üst
tabaka: işçi aristokrasisi (Burjuvalaşmış işçiler)
Üst
tabaka: Eğitimli-kalifiye işçiler
Orta
tabaka: Genel eğitimli-mesleki eğitim görmüş işçiler
Alt
tabaka: Az genel eğitimli, teknik eğitimi olmayan,
çıraklıktan yetişme işçiler.
En alt
tabaka: Genel eğitimi olmayan (okuma-yazma bilmeyen), mesleki
eğitimi, becerisi olmayan işçiler.
Yeri
gelmişken şunu da belirtelim: Lenin, Rusya'da kapitalizmin
gelişmesini incelerken köylülüğün sosyal çözülüşünü
detaylı bir şekilde anlatır ve bu sınıfın en üst, orta ve en
alt tabakalarından bahseder (Bkz. Rusya'da Kapitalizmin
Gelişmesi) Lenin'in bu tasnifiyle tarafımızdan yapılan tasnif
aynı değildir. Lenin, "sınıf" olarak köylülüğün
çözülmesiyle, bu sınıfın farklı sınıflara ayrıştığını
(burjuvazi-proletarya-küçük burjuvazi) gösterirken, biz, bir
sınıf içindeki katmanları belirtiyoruz.
işçi
sınıfını, yaş ortalamasına, cinsiyete (erkek-kadın), ulusal
geleneksel kökene göre de tasnif edebiliriz. Ama bu da ayrı bir
ampirik, ayrıntılı araştırmaları önkoşul yapıyor. Böylesi
veriler elimizde olmadığı için bunu geçiyoruz.
-
İşletme büyüklüğüne göre işçi sınıfının tasnifi;
sınıfın çekirdek kısmı:
Türkiye
işçi sınıfını çekirdek kısmını bazı istatistik veriler
temelinde şöyle çıkartabiliriz: (Tablo 5)
Bu
tabloların kısa yorumu:
10-49
arası işçi çalıştıran işletmeler 1963'te toplam işletmelerin
%84'ünü ve 1975'te de %67'sini oluşturmalarına rağmen, üretim
değerindeki payları 1963'te %26.9 ve 1973'te de %7.3'tü. Buna
karşın, örneğin 1000 ve daha fazla işçi çalıştıran firmalar
1968'te toplam firmaların ancak %2'sini, 1973'te %1.8'ini, 1984'te
%3.2'sini ve 1996'da %1.7'sini oluşturmalarına rağmen; üretimdeki
payları 1963'te %27.6, 1973'te %35.5, 1984'te %42.5 ve 1990'da da
%40.8'di. Diğer bir hesaplamaya göre Türkiye'de 200 ve daha fazla
işçinin çalıştığı firmalar, 1963'te toplam firmaların
%9.3'ünü, 1978'te %10.8'ini ve 1984'te de %18.5'ini ve 1990'da da
%11.7'sini oluşturmalarına rağmen, aynı yıllarda üretimdeki
payları sırayla %64.2, %79.8 ve %79.8 ve %81.6 idi.
Bu
işletmelerde çalışan işçiler de, sanayi de çalışan toplam
işçilerin, verilen yıllara göre sırayla %66'sını; %67.4'ünü,
%72.7'sini ve %67.1'ini oluşturmaktaydılar.
işçi
sınıfının çekirdeğini tespit etmek önemli anlam taşır. Bunu
yukarıdaki tablolarla salt sanayide tespit ettik. Aynı tespiti
genel olarak işçi sınıfı açısından da tespit edebiliriz.
(Tablo 6)
İşletme
büyüklüğü ve dolayısıyla işçi sayısına göre hangi
işletmelerin küçük veya büyük sayılacağı doğrudan o ülkede
kapitalizmin gelişme derecesine bağlı olan bir meseledir. Bunun
için, Türkiye'de büyük sayılan bir işletme (diyelim ki 500 işçi
çalıştıran bir işletme), örneğin Almanya bazında orta
büyüklükte bir işletmedir. Farklı ihtimalleri göz önünde
tutarak iki alternatife göre hareket ettik. Birincisi, 10 ve daha
fazla; ikincisi de 199 ve daha fazla işçi çalıştıran
işletmeleri büyük işletme kategorisinde ele aldık. Netice
yukarıdadır.
Türkiye
genelinde ele aldığımızda, ülkede kapitalizmin gelişme
seviyesini göz önünde tuttuğumuzda, işçi sınıfının
çekirdeğini oluşturan kesimin, yani büyük işletmelerde
toplanmış olan kesimin, toplam işçi sınıfı içindeki payı hiç
de küçümsenemez. Bu kesim bütün ülkelerde, örneğin Almanya'da
da işçi sınıfının azınlığını oluşturur. Ama burjuvazi
karşısında proletaryanın sınıfsal çıkarlarını en tutarlı,
tavizsiz bir şekilde savunan kesimi oluşturur. Bu kesim, sınıf
mücadelesinde proletaryanın en aktif kesimidir.
- Doğrudan
maddi üretimde olan ve olmayan bazında işçi sınıfının
tasnifi:
Soruna bu
açıdan yaklaştığımızda, varılan sonuçlar şöyle:
Buna göre;
Türkiye işçi sınıfının yaklaşık yarısı doğrudan maddi
üretimde (büyük-küçük işletme ayrımı yapmaksızın)
çalışmaktadır.
-
Toplam çalışan (faal) nüfus açısından işçi sınıfı:
Soruna bu
açıdan yaklaştığımızda, varılan sonuçlar şöyle:(Tablo 7)
Tabloya
göre, toplam işçi sınıfının toplam faal nüfus içindeki payı
1960'da %22, 1975'te %32, 1980'de %36'dır ve 1990'da da %38'dir. Bu
oran; emperyalist ülkeler ile karşılaştırdığımızda
önemsizdir. Örneğin '50'li yılların başında işçi sınıfının
toplam faal nüfus içindeki payı ABD'de %72,3; Japonya'da %34,2;
Almanya'da %63,8; Fransa'da %58,2; B. Britanya'da %79,4; İtalya'da
%53,3 ve Kanada'da %67,1'di. '80'li yılların başında ise bu
oranlar ABD'de %77,0; Japonya'da %61,0; Almanya'da %74,8; Fransa'da
%67,8; B. Britanya'da %79,6; İtalya'da %64,0 ve Kanada'da da
%76,3'tü.
Bu fark ve
Türkiye'de faal nüfus içinde toplam işçi sınıfının
belirtilen oranlardaki ağırlığı, ülkemizde kapitalizmin
nispeten geri olduğunu, ama kendi gelişmesi -kendi dinamiği
içinde- belli bir ilerlemişlik de arz ettiğini göstermektedir.
-
Toplam faal nüfus ve büyük işletmelerde işçi sayısı:
Toplam
faal nüfus içinde büyük işletmelerde konsantre olmuş işçi
sayısının artışı da sınıfın gelişme durumu/ağırlığını
gösteren başka bir kıstastır.
Bu ağırlık
yukarıda belirttiğimiz her iki alternatif için de, 1980'de 1975'e
nazaran %88 ve %151 oranındadır. Yani çekirdek işçi sayısı
1980'de 1975'e nazaran a durumunda %88 ve b durumunda da %151
oranında bir artış göstermiştir. Aynı dönemde ise faal nüfus
%9 oranında bir artış göstermiştir.
Bu artış
1975'ten 1990 a durumunda (10 ve daha fazla işçi çalıştıran
işletmelerde işçi sayısı) %133 ve b durumunda da (199 ve daha
fazla işçi çalıştıran işletmelerde işçi sayısı) %616
oranındayken; 1980'den 1990'a göre ise %23 ve %185 oranlarındaydı.
Aynı dönemlerde faal nüfus ise %34 ve %23 oranlarında artmıştır.
1.2.2- Burjuvazinin
iç sosyal yapısı
işçi
sınıfının olduğu gibi, burjuvazinin de sosyal yapısı, kendi
içinde farklı katmanlara ayrılır. Bu katmanları genişlemesine
ve derinlemesine tasnifleşme vasıtasıyla da gösterebiliriz. Buna
gelmeden önce burjuvazinin temel özellikleri hakkında kısa bilgi
verelim.
Burjuvazinin
kendi içinde farklılaşmasında ve onun belli sosyal tabakalarının
oluşmasında bağlayıcı olan iki özellik vardır:
a- Sermayenin
hacmi,
b- Kullanılan
yabancı işgücünün sayısı/hacmi.
Bu iki
özelliğe dayanarak burjuvazinin çeşitli katmanlarını tespit
etmek mümkündür. Ne var ki; bu iki özellik ülkeden ülkeye
farklı boyutları içerebilir. Örneğin Türkiye gibi bir ülkede
büyük burjuvazi olarak nitelendirilenler, Fransa'da ya da
Almanya'da orta burjuvazi olarak görülebilirler. Bunun için,
hangi işletmelerin ve dolayısıyla sahiplerinin, örneğin orta
veya büyük burjuvaziden sayılacağı sorunu, somut durumun somut
tahliline ve böylelikle söz konusu ülkede kapitalizmin gelişme
seviyesine ve bu gelişme seviyesinde işletmelerin yerine -örneğin
üretimdeki paylarına- bakılarak açığa kavuşturulabilir.
Türkiye somutunu göz önünde tutarak burada, bu konuyla ilgili
tespitler yapmayı doğru bulmuyoruz. Bu konu ayrı bir çalışmada
ele alınmalıdır. şimdilik genel açıklamalarla yetineceğiz.
Marks,
Engels ve Lenin, burjuvazinin yukarıda belirtilen, sosyal
tabakalarına ayrışımının; belli başlı iki kıstasından
hareket ederek bu sınıfı üç ana gruba ayırmışlardır. Bunlar;
a- Büyük
burjuvazi/kapitalistler.
b- Orta
burjuvazi/kapitalistler.
c- Küçük
burjuvazi/kapitalistler.
Burjuvazi
de, ekonomideki faaliyetinin cinsine bağlı olarak şehir ve kır
burjuvazisi diye ayrışır. Burjuvaziyi, bu genişlemesine
tasnifinin yanı sıra derinlemesine de tasnif edebiliriz. Bu tasnife
göre burjuvazi; mali burjuvazi; sanayi, inşaat, ulaşım, transport
burjuvazisi; tarım, ticaret burjuvazisi; hizmetler (otel, lokanta
vb.) alanlarda burjuvazi olarak ayrıştırılır.
Aynı
şekilde kır burjuvazisi de kendi arasında sosyal katmanlarına
ayrışır.
Kırsal
alanda/tarımda kapitalist işletmeciliğin iki formu
vardır. Bunlardan birisi köy tipi işletmecilik, ikincisi de
çiftlik tipi işletmeciliktir.
Köy tipi
işletmecilik: Bu işletmecilik feodalizmden kapitalizme geçen
bütün ülkelerde gelişme göstermiştir. Kırsal halkın köy
yerleşme birimleri temelinde kümeleşmesi sonucu oluşan köy tipi
tarım işletmeciliği, kendi içinde farklılıklar gösterir. Bu
farklılık kır burjuvazisinin sosyal katmanlarını ifade eder.
Bunlar;
a- Zengin
köylülük/kır burjuvazisi.
b- Büyük
tarım işletmeleri/büyük burjuvazi.
Zengin
köylülüğün özelliği şöyledir:
"Zengin
köylüler normal olarak birden fazla ücretli işçi çalıştıran
ve 'köylü' ile sadece düşük kültür seviyesi, yaşam tarzı ve
işletmesinde bizzat fiziki çalışmasıyla bağı olan tarımdaki
kapitalist işletmecilerdir. Bu, burjuvazi arasında devrimci
proletaryanın doğrudan ve kararlı düşmanı olan sayısal olarak
en güçlü tabakadır" (28).
Büyük
tarım işletmeleri ve bu işletmelerin sahibi olan kapitalistler;
zengin köylüler gibi bizzat çalışmazlar. Sahibi oldukları
toprak ve diğer üretim araçlarıyla ücretli işçi çalıştırırlar.
Çiftlik
tipi işletmecilik: Bu tip işletmecilik, feodalizmi
tanımadan/yaşamadan kapitalizme geçen ülkelerde görülür. Bu
çiftlik tipinde katıksız kapitalist ilişkiler söz konusudur.
Çiftlik sahibi her zaman ve sadece kendi mülkiyetindeki toprakta
üretim yapmaz. Bu tipten burjuvazi, toprak kiralayarak tarım
yaptığı gibi, gelirini başka sahalarda da değerlendirebilir.
"Meta
üreten tarımla zanaat işletmelerinin birliği, 'tarımın
zanaatçılıkla birliği'; bu (a.ç.
Lenin) köylülüğe özgüdür. Bu varlıklı köylülükten
bir çiftçi sınıfı farklılaşarak (ortaya çıkmıştır). Çünkü
tahıl satımı amacıyla toprak kiralamak (tarımsal alanda) onların
işletmelerinde çok büyük bir rol, çoğu kez, sahip olunan
topraktan daha büyük bir rol oynamaktadır. Burada işletmenin
kapsamı çoğu defa ailenin işgücünü aşar (ve) sürekli ve daha
çok da süreksiz tarım işçilerinden bir kontenjanın
oluşturulması, varlıklı köylülüğün kaçınılmaz varoluş
şartı olur. Safi gelir formunda bu köylülüğe akan paralar, ya
ticaret ve tefecilikte… ya da -uygun şartlarda- toprak satın
alımı, işletmenin geliştirilmesi için kullanılır" (29).
Sanayide
olduğu gibi tarımda da genel belirleyici özelliklerin dışında
küçük, orta ve büyük tarım işletmesi ayrımı somut durumun
somut tahliline bağlıdır. Örneğin, gelişmiş kapitalist bir
ülkede küçük tarım kapitalisti, kapitalizmin nispeten geri
gelişmiş olduğu bir ülkede pekala orta kapitalist olarak
değerlendirilebilir. Her halükarda, ister köy tipinden, isterse de
çiftlik tipinden olsun tarımsal/kırsal burjuvazi/kapitalist
küçük-orta ve büyük olarak tabakalara ayrışır.
Bu
tabakalaşmaları iki şekilde gösterebiliriz. Bunlar, burjuvazinin
içsel sosyal yapısının genişlemesine ve derinlemesine
tasnifidir. (Şema 2)
Burjuvazinin
kendi içinde tabakalaşması için esas kıstas burjuva sınıfın
her bir üyesinin toplumsal üretimdeki yeri, ekonomide tuttuğu
yerdir. Burada, sanayide, tarımda işletme büyüklüğü,
çalıştırılan yabancı işgücü, bunlara bağlı olarak üretimin
örgütlenmesi, ticarette şirketlerin büyüklüğü vs. veri olarak
alınır. Ne var ki bu verilerin hacmi, anlamı her ülkede
değişiktir. Örneğin 100 işçi çalıştıran bir işletme bir
ülkede küçük veya orta işletme, dolayısıyla sahibi de küçük
veya orta kapitalist sayılırken, başka bir ülkede pekala büyük
işletme sayılabilir ve sahibi de büyük burjuva kategorisine
girebilir.
Somut
durumun belirlediği bu kıstas farklılığını bir kenara
bırakırsak, burjuva sınıfın kendi içindeki katmanları
aşağıdaki şekildedir.
Burjuva/kapitalist
sınıf:
Üst
tabaka: Tekelci burjuvazi, mali burjuvazi, devlet tekelleri,
büyük ticari şirketler, bankalar,
Büyük
mülk sahipleri, büyük tarım kapitalistleri, büyük toptancılar
vs.
Orta
tabaka: Orta burjuvazi, orta halli işletmeler, zengin
köylülük.
Alt
tabaka: Küçük kapitalistler; birkaç işçi çalıştıran
işletmeler, zengin köylülüğün alt kesimleri, orta köylülüğün
üst kesimi vs.
Türkiye
somutundaki duruma gelince;
Burjuvazinin
sayısal olarak nüfus içindeki payı her zaman cüzi bir miktara
tekabül eder. Bu cüzilik, faal nüfusla oranlansa da aynıdır.
Örneğin,
burjuvazinin faal nüfus içindeki payı 1950'lerin başında ABD'de
%2.3; Almanya'da %3.5; İngiltere'de %2; Fransa'da %4.8; İtalya'da
%1.2 ve Japonya'da da %1.9'du. Bu durum '70'li yılların sonunda
ABD'de %2.7; Almanya'da %5.4; İngiltere'de %2; Fransa'da %4.5;
İtalya'da %1.8 ve Japonya'da %5.9 oranlarında idi.
Türkiye
somutunda tam bir ayrım yapmak mümkün değil, ama istatistik
verileri biraz yorumlayabiliriz. Buna göre; Türkiye'de toplam
işveren sayısı ve bunun toplam faal nüfus içindeki payı
şöyledir:(Tablo 8)
Bu
verilere bakarak Türkiye'de kapitalizmin ABD, Fransa ve Almanya'daki
gibi gelişmiş olduğu sonucuna varamayız. Ülkemizde kapitalizmin
bir özelliği, kendi çapında da olsa tekelleşmenin büyük
boyutlarda olması ve bunun yanı sıra yaygın bir özel mülkiyet
ilişkisinin varlığıdır. Şüphesiz, yukarıdaki veriler
Türkiye'de işveren konumunda olanların sayısal olarak ne denli
önemsiz olduğunu göstermektedir. Bu verilere birtakım yüksek
kademe yöneticileri, şefleri, memurları da katarsak, büyük
burjuvazinin çalışan nüfus içindeki yaklaşık ağırlığını
çıkartabiliriz.(Tablo 9)
Bu
verilerde Türkiye'de kapitalizmin bazı özelliklerini
görmekteyiz. Örneğin toplam faal nüfus içinde burjuvazinin
(sayısal) oranı az artıyor.
Köylülüğün
ve orta tabakanın iç sosyal yapısı
Başlı
başına köylülük ve iç sosyal yapısı
Kapitalist
ve kapitalist gelişme sürecinde olan ülkelerde köylülüğün
çözülme süreçleri şu veya bu şekilde veya genel olarak aynı
temel özellikleri taşırlar. Ama özel anlamda ve bilhassa, gelişme
ve çözülmenin hızı ve formları bakımından farklılıklar söz
konusu olur. Bu farklılıkların nedenlerini şöyle
sıralayabiliriz.
- Tarımın
tek tek ülkelerde farklı tarihi yapılar arz etmesi.
- Tek
tek ülkelerin genel ekonomik ve sosyal gelişme seviyelerinin farklı
olması.
- Her
iktidarın siyasi nedenlerden dolayı farklı tarım politikası
izlemesi ve izliyor olması.
- Tarımın
her ülke ekonomisindeki yerinin farklı olması vs.
Şimdi
Türkiye'de köylülüğün mülkiyet ilişkileri temelinde sosyal
parçalanmışlığını Leninist ilkelerden hareketle tespit edelim.
Lenin;
kapitalizmde tarım sorununu incelerken feodal toplum düzeninden
kapitalist toplum düzenine geçişte köylü sınıfının, tarıma
sermayenin nüfuz etmesinden dolayı sosyo-ekonomik farklılaşmaya
uğradığını tespit eder. Lenin, kapitalizmde köylülüğün
geniş bir sosyo-ekonomik alanı kapsadığını, farklılaşmış
sosyal tabakalardan oluştuğunu ve bu farklı sosyal tabakaların,
kapitalist toplumun sınıfsal yapısında farklı pozisyonlar
aldığını gösterir. Lenin, tespitlerinden hareketle köylülüğü,
yarı-proleter, küçük köylülük, orta köylülük, zengin
(büyük) köylülük ve büyük mülk sahipleri olarak sınıflandırır
ve bunların özelliklerini belirtir (30). Böyle bir
sınıflandırmada, işletme alanlarının büyüklüğü, diğer
üretim araçlarının gelişme seviyesi ve kullanımının
yaygınlığı ve aynı zamanda kullanılan işgücü (ücretli
işçilik) belirleyici kıstaslardır.
Türkiye'de
köylülüğün sosyal tabakalarına ayrılmasını, iç sosyal
yapısının şekillenmesini biz de bu kıstaslara göre tespit
edeceğiz. Ama köylülüğün iç sosyal yapılaşmasının
şekillenmesinde ağırlığı işletme büyüklüğü temelindeki
gelişmeye vereceğiz ve Türkiye'de tarım sayımlarının
şaibeli/yetersiz olduklarını da göz önünde tutarak 1950, 1952,
1963, 1970, 1980 ve 1991 tarım sayımları sonuçlarını örnek
olarak alacağız.(Tablo 10)
Bu veriler
bize, Türkiye tarımında işletme büyüklükleri ve mülklerin
oldukça parçalanmışlıkları temelinde kapitalizme özgü sosyal
grupların; köylülüğün iç sosyal parçalanmasının teşekkül
etmiş olduğunu gösterirler. Şüphesiz ki bu, 1950'den sonraki
gelişmenin bir sonucu değildir. 1950 verileri parçalanmışlığın
boyutlarını gösteriyor. O halde burada söz konusu olan, daha önce
başlayan ve ana hatlarıyla tamamlanmış, belirlenmiş olan sürecin
devamıdır.
Bu veriler
bize Türkiye'de tarımsal yapıların kapitalist mülkiyet/üretim
ilişkileri temelinde çözülmüş olduğunu, artık söz konusu
olanın-feodalizme özgü kalıntıların yanı sıra, kapitalist
ilişkiler temelinde sınıf mücadelesi olduğunu gösteriyorlar.
Şimdi
köylülüğün iç sosyal yapılaşmasının boyutlarını
detaylandırarak göstermek için işletme grupları alt kesimlerinin
toplam işletmelerdeki ve işletme alt kesimlerinin işletme grupları
içindeki paylarına bakalım.
Önce,
işletme grupları alt kesimlerinin toplam işletmelerdeki paylarını
tarım sayımları sonuçları bazında buraya aktaralım. (Tablo 11)
Şimdi bir
de işletme alt kesimlerinin, işletme grupları içindeki payına
bakalım. (Tablo 12)
Bu
tablolar iki amaca hizmet için buraya aktarıldılar. Birincisi
(tablo I-VII) işletme alt gruplarının toplam işletme grupları
içindeki paylarının, ikincisi de (tablo A-F) işletme alt
gruplarının kendi işletme grubu içindeki paylarını
gösteriyor. Bu verilere dayanarak işletme alt gruplarının, bu
temelde köylülüğün iç sosyal ayrışımının ve yapılaşmasının
toplam işletmeler içindeki gelişme seyri hakkında şunları
söyleyebiliriz;
- Küçük
köylülük;
Küçük
köylü işletmelerini iki alt grupta topluyoruz; 0-2 hektar arası
işletmeler ve 2-5 hektar arası işletmeler.
0-2
hektar büyüklüğündeki işletmeler normal olarak yarı
proleter işletmelerdir. Bu türden işletme sahipleri,
mülkiyetlerindeki toprağı işleyerek geçimlerini sağlayacak
durumda değillerdir. Bunun için onlar işgüçlerini satmak
zorunda kalırlar.
Yarı-proleter
işletmelerin sayısı toplam işletmelerin 1952'de %30.7'sini;
1963'te 39.2'sini; 1970'te %44'ünü, 1980'de %28.11'ini ve 1991'de
de %34.8'ini oluşturuyorlardı (Tablo I-VII).
2-5
hektarlık işletmeler: Bu işletmeler esas küçük işletmeleri
oluştururlar. Bu kategorideki işletme sahipleri, sahip oldukları
veya kiraladıkları topraklarla geçimlerini ancak sağlayabilen,
yarı aç, yarı tok yaşayan köylü kesimini oluştururlar. Bu
işletme grubu 1950-1991 döneminde oldukça istikrarlı bir
yapılaşma sergilemiştir. Örneğin bu işletmeler 1952'de toplam
işletmelerin %32'sini ve 1991'de de %32.1'ini oluşturuyorlardı. Yani
hemen hemen hiçbir değişme yok. Bu kategorideki işletmelerin
sahip oldukları toprak da, işlenen alanın 1952'de %14.8'ini ve
1991'de de %16.9'unu oluşturuyordu.
Bu veriler
bize Türkiye kırında sadece yoksulluğun vardığı boyutları
değil, aynı zamanda köylülüğün proleterleşme ve burjuvalaşma;
iç sosyal ayrışımını da gösterirler. ‹işletmelerin 1952'de
%30.7'sini, 1991'de de %34.8'ini oluşturan 0-2 hektarlık
işletmeler, bağımsız işletmeler değildir. Bu kategorideki
işletme sahipleri yarı proleterlerdir, gündelikçilerdir, geçimini
sağlamak için başkalarının yanında ücretli olarak
çalışanlardır. Demek oluyor ki Türkiye kırında işletmelerin
1952'de %30,7'si ve 1991'de de %34.8'i proleter, yarı proleter
karakter taşıyorlar. (Bkz.: Yukarıda yer alan 1963 Tarım sayımı,
Köy Envanter Etütleri, 1970 ve 1980 Tarım Sayımlarıyla ilgili
tablolar)
Bu işletme
grubunun alt kesimlerini başka bir açıdan ele alınca şöyle bir
durum görüyoruz:
0-2
hektarlık işletmeler, 0-5 hektarlık işletme grubunun 1952'de
%49.51'ini; 1963'te %58.71'ini; 1970'de %60.58'ini; 1980'de
%45.95'ini ve 1991'de de %51.9'unu oluşturuyorlardı.
0-5
hektarlık işletme grubunda 2-5 hektarlık işletmelerin payı da
1952'de %50.49; 1963'te %41.29; 1970'de %39.3; 1980'de %54.05 ve
1991'de de %47.9 oranlarındaydı. (Bkz.: Yukarıda yer alan 1952,
1963, 1970 ve 1980, 1991 Tarım Sayımları ve Köy Envanter
Etütleriyle ilgili tablolar: Tablo A, B, C, D, E ve F).
- Orta
köylülük:
Biz orta
köylülüğü 5-10 hektarlık işletmelerle sınırladık. Buna
rağmen belirtelim ki; sınırlama tartışmaya açık bir meseledir.
Bir defa, işletmeleri, işletme büyüklüğüne göre sınırlamak,
işletme tipleri tespit etmekte tek kıstas değildir. Örneğin,
işletme, toprak miktarı açısından küçük olmasına rağmen
-diyelim ki 3 hektar- elde edilecek ürün -diyelim ki sanayi
bitkileri, meyve, sebze- bu işletmenin pekala orta işletme olmasını
sağlayabilir. Aynı zamanda işletmelerin konumu -ulaşım, büyük
merkezlere yakınlık-, toprağın verimliliği, tekniğin kullanılma
derecesi vs. de hesaba katılmalıdır. Ne var ki, tüm bu kıstasları
bir arada bularak işletme tipi tespiti yapmak, meseleyi
idealleştirmekten başka bir şey değildir. Bu, aynı zamanda
imkansızdır da. Bütün ihtimalleri, Türkiye'de üretim
şartlarını göz önünde tutarak, orta köylü işletmelerinin alt
sınırını 5 hektarla belirlemeyi doğru bulduk. Üst sınırı 10
hektardan yukarıya, örneğin 20 hektara çıkartmak da bizce
yanlıştır. Üst sınır tespiti en çok, tekniğin kullanılmadığı,
toprakların verimsiz olduğu, ulaşımın uzak olduğu durumlarda
geçerlidir. Bunları göz önünde tuttuğumuzda, aile fertlerinin
çalışmasına dayanan işletme büyüklüğünün 10 hektar
sınırını pek geçmeyeceği görülür. Aksi takdirde, 10
hektardan fazla arazinin işlenmesi için sürekli yabancı işgücü
ve modern teknik araçlar kullanmak gerekir ki, bu da işletmeyi,
orta köylü işletmesi olmaktan çıkartır.
Orta
köylülüğün karakterini iyi tespit etmek ve kavramak gerekir.
Orta köylü; sürekli iki dünya arasında bocalayan köylü kesimi
demektir. O, fakirleşmekten, küçük köylü ve yoksul köylü
statüsüne düşmekten oldukça korkar ve bunun için/aynı zamanda
zenginleşmek için de çok çalışır. Onun "orta"
olmasının özelliği de zaten buradan kaynaklanmaktadır. Onun bu
karakterini göz önünde tutmadan, işletme üst sınırını 20
hektar olarak belirlersek, vahim siyasi sonuçlara yol açan tespitte
bulunmuş oluruz. Böylelikle zengin köylülüğün bir kısmını
-alt kesimini- orta köylülüğe katarak, devrim ve demokrasi
düşmanı bir kesimin varoluş nedenini sağlamış, kırlarda
mücadelenin geriletilmesine neden olmuş oluruz (Bugünün
Türkiye'sinde 20 hektarlık arazi, bir çiftçi ailesinin tek
başına, yabancı işgücü, makina vs. kullanmadan işleyeceği bir
arazi miktarı değildir. Yabancı işgücü ve makina kullanımı,
20 hektara sahip bir köylüyü, orta köylü değil, tarım
kapitalisti yapar.)
Geçerken
belirtelim ki, orta Anadolu ve Kuzey Kürdistan'da orta köylülük
için saptadığımız ölçüler bakımından sınırlarda oynamalar
yapmak olanaklı ve geçerli, ama biz, burada, genel olarak
coğrafyamız çapında genel geçerli kriterler belirleyerek sorunu
irdelemekteyiz.
1951'den
1991'e orta köylülük kategorisindeki işletmelerin toplam işletme
içindeki payının azaldığını görüyoruz.
Bu
işletmelerin toplam işletme içindeki payı 1950'de %21.9'dan
1991'de %18'e düşerek %17.8 oranında azalmıştır. Ama bu türden
işletmeler sayısal olarak 1950'de 550 000'den 1991'de 736 380'e
çıkarak, %33.9 oranında artmıştır. Aynı dönemde işledikleri
alanda 3.894.000 hektardan 4.652.600 hektara çıkarak 19.5 oranında
artmıştır. Yani bu gruptaki işletmelerin işledikleri alan
giderek küçülmüştür. Bu grupta ortalama işletme büyüklüğü
1950'de 7.08 hektardan 1991'de 6.3 hektara düşmüştür.
Zengin
(büyük) köylülük
Köylülüğün
bu kesimini, iki alt grupta ele alırsak şöyle bir durumu elde
ederiz.
Zengin
köylülüğün alt kesimini oluşturan 10-20 hektarlık işletmelerin
toplam işletmeler içindeki payı 1950'de %10.3; 1963'te %9.12;
1970'de %7.8; 1980'de %11.87 ve 1991'de %9.7 oranlarındaydı.
Zengin
köylülüğün üst tabakasını oluşturan 20-50 hektarlık
işletmeler ise toplam işletmelerin 1950'de %4.3'ünü; 1963'te
%3.07'sini; 1970'de %3.1'ini, 1980'de %5.3'ünü ve 1991'de de
%4.4'ünü oluşturuyorlardı.
Zengin
köylülüğün alt kesimi aynı gruptaki işletmelerin (Tablo A-F)
1950'de %71.6'sını; 1963'te %78.8'ini; 1970'de %71.5'ini; 1980'de
%68.8'ini ve 1991'de de %71.6'sını oluşturmaktaydı. Bu alt
kesimin zengin köylülüğün işlediği toplam toprak içindeki
payı da 1950'de %53; 1963'te %58; 1970'de %52; 1980'de %51 ve
1991'de de keza %51 oranlarındaydı.
Bir bütün
olarak zengin köylülüğün Türkiye kırındaki ağırlığı
olukça büyüktür. Bu kesim, toplam işletmelerin 1950'de
%14.7'sini; 1963'te %12.2'sini; 1970'te %10.9'unu; 1980'de %17.2'sini
ve 1991'de de %14'ünü oluştururken, işledikleri alan da, toplam
işlenen alanların 1950'de %36'sını; 1963'te %35.8'ini; 1970'te
%40.6'sını; 1980'de %46.4'ünü ve 1991'de de %40.8'ini
oluşturuyordu. Bu oldukça önemli bir olgudur. Toplam işletmelerin
1950'de ve 1991'de ancak yedide birini oluşturan bir kesim, ekilen
toprakların 1950'de üçte birinden fazlasını ve 1991'de de yarıya
yakınını kontrol ediyor.
Bu grup,
sayısal olarak da artmıştır. Bu türden köylülüğün sayısı
1950'de 368.800'den 1991'de 576.831'e çıkarak %56 oranında
artmıştır. Aynı dönemde işledikleri alan da 7.460.000 hektardan
9.491.304 hektara çıkarak %27 oranında artmıştır. Yani zengin
köylülüğün işletme alanları küçülmüştür; ortalama
işletme büyüklüğü 1950'de 20.2 hektardan 1991'de 16.4 hektara
düşmüştür.
Büyük
işletmeler;
Türkiye
kırında 50 ve daha büyük hektarlık işletmeler toplam
işletmelerin 1950'e %1.6'sını; 1963'te %0.5'ini; 1970'de %0.5'ini;
1980'de %0.9'unu ve 1991'de de %0.9'unu oluşturuyorlardı. Bu
işletmelerin işledikleri alan da; toplam işlenen alanın 1950'de
%26.3'üne; 1963'te %12.3'üne; 1970'de, %11.1'ine; 1980'de %12.1'ine
ve 1991'de de %17.1'ine tekabül ediyordu. istatistik verilerine göre
bu kesimin kontrol ettiği alan 1970'ten sonra yeniden artmışsa da,
1950'den 1991'e %35 oranında azalmıştır.
Büyük
işletmeler sayısal olarak 1950'de 40.000'den 1991'de 38.045'e
düşerek cüzi bir azalma gösterirken, işledikleri toprak alanı
1950'de 5.472.091 hektardan 1991'de 3.987.278 hektara düşerek %27
oranında azalmıştır. Yani bu kesimde ortalama işletme
büyüklüğü 1950'de 136.8 hektardan 1991'de 104.8 hektara
düşmüştür.
Türkiye
köylülüğünün iç sosyal yapılanması, sosyal tabakalarına
parçalanmışlık boyutları böyle.
Köylülüğün
içsel tabakalaşmasını şekillendirirsek:
Köylülüğün
içsel tabakalaşması; iç sosyal yapısı
Köylülüğün
derinlemesine tasnifi
Kır
proleterleri
Küçük
köylülük (0-5 hektar)
a) alt
kesimi (0-2 hektar), yarı proleter, parsel köylülük.
b) üst
kesimi (2-5 hektar), gerçek küçük işletmeler.
Orta
köylülük (5-10 hektar)
a) alt
kesimi (5-7,5 hektar)
b) üst
kesimi (7,5-10 hektar)
Zengin
köylülük (10-50 hektar)
a) alt
kesimi (10-20 hektar)
b) üst
kesimi (20-50 hektar)
Büyük
işletmeler (50 +)
(Tarım
kapitalistleri, büyük toprak beyleri, var olduğu kadarıyla
yarı-feodal toprak beyleri)
1.2.3- Orta
tabakaların iç sosyal yapısı
Yukarıda
kapitalist toplumun sosyal yapısını oluşturan/belirleyen, sisteme
özgü iki sınıftan; burjuvazi ve proletaryadan bahsettik. Ne var
ki kapitalist toplumun sosyal yapısı, sadece bu iki sınıftan
oluşmaz. Kapitalist toplumda bu her iki sınıf arasında yer alan
ara sosyal tabakalar da vardır. Bu sosyal tabakaları kendi
aralarında da, kapitalist sisteme özgü olan ve olmayan diye ikiye
ayırmak gerekir.
Marks,
Engels ve Lenin, bu sosyal tabakaları kapitalist üretim biçimi
temelinde ele alarak incelemişler ve onların toplumdaki
siyasi-ekonomi vb. konumlarını, karakterlerini tespit etmişlerdir.
Kapitalist
toplumda ara/orta tabakalar denince akla ilk gelen küçük
burjuvazidir. Şimdi küçük burjuvazinin ne olup ne olmadığına
bakalım.
- Kapitalist
toplumda ara tabaka olarak küçük burjuvazi:
"Kapitalist
toplumda köylülerin ve küçük esnafın emeği".
"Ama
işçi kullanmayan, yani kapitalist olarak üretim yapmayan
köylülerin veya bağımsız küçük esnafın durumu nedir?"
(31).
Burada söz
konusu edilen küçük esnaf ve köylüler, hem şehirdeki hem de
kırdaki küçük burjuvazidir. Küçük burjuvazi, kapitalist
üretim biçiminin hakim olduğu şartlarda hem kapitalist hem de
işçi konumundadır. Dolayısıyla meta üreticisi olarak küçük
burjuvazi, emekle sermayenin ayrışma sürecinde farklılaşır,
meta üreticisiyle olan pazar ilişkisi sermaye-emek mübadelesi
olmaz. Bu, oldukça karmaşık bir olgudur. Bu karmaşıklık,
küçük burjuvazinin üretim/mülkiyet ilişkisindeki konumundan
kaynaklanmaktadır.
Marks
şöyle diyor:
"Kendi
üretim araçlarıyla çalışan bu üreticilerin sadece işgüçlerini
yeniden üretmeleri değil, bilakis, konumlarının kendilerine
müsaade ettiğinde kendi artı çalışmalarına veya … onun bir
kısmına el koymalarıyla artı değer yaratmaları mümkündür…
Bağımsız
köylü veya zanaatçı iki kişiye ayrılmıştır… Üretim
araçlarının sahibi olarak o, kapitalisttir. işçi olarak o, kendi
kendinin ücretli işçisidir. O, kendine, kendi ücretini kapitalist
olarak ödüyor ve karını kendi sermayesinden elde ediyor. Yani o,
işçi olarak kendi kendini sömürüyor…" (32).
"…Ayrışma,
kişi farklı fonksiyonları birleştirse de, (esas) ilişki olarak
tespit edilir… Ekonomik gelişme, fonksiyonları çeşitli kişilere
dağıtır ve kendi üretim araçlarıyla üreten zanaatçı veya
köylü, zamanla ya yabancı işi de sömüren küçük bir
kapitaliste dönüşür ya da üretim araçlarını kaybeder… ve
ücretli işçiye dönüşür. Bu, kapitalist üretim biçiminin
hakim olduğu toplum formundaki (esas) eğilimdir" (33).
Küçük
burjuva olarak köylü ve zanaatçının toplumdaki sosyal
konumlarının ne denli karmaşık bir ilişkiyi içerdiğini
yukarıdaki alıntılar çok açık bir şekilde
göstermektedir. Marks, örneğimizdeki zanaatçı ve köylünün
üretiminin, bir taraftan kapitalist üretim biçimine tabi
kılınmayacağını söylerken, diğer taraftan da aynı üretimin,
ekonomik gelişmenin sonucu olarak, kişide cisimleşmesinin
kaçınılmaz sonucu olarak sona ereceğini, onlardan bir kısmının
kapitalist olurken, bir kısmının işçi olacağını koymaktadır.
Yine
Marks; bir taraftan meta üreticisinin pazar ilişkisini sermaye-emek
mübadelesi ilişkisi olarak görmezken (aynı yer, s. 382),
dolayısıyla onların üretimini kapitalist üretim biçimin
dolaysız bir unsuru haline getirmezken, aynı zamanda bu meta
üreticilerine (örnekteki zanaatçı ve köylüde) kapitalizme
özgü olan emek-sermaye ilişkisinin doğuşunu da görmektedir ve
bunun sonucu olarak da bu üreticilerin giderek kapitalist ve işçi
olarak ayrıştığını koymaktadır (s. 383-384). Tam da bunun için
(örnekteki bağımsız köylü veya zanaatçı veya genel olarak
üretimdeki küçük burjuvazi) bunlar başlangıçta veya
görünüşte her ne kadar aynı zamanda işçi ve kapitalist olma
özelliğini beraber yürütüyorlarsa da, bu farklı iki fonksiyonu
birleştiriyorlarsa da, bu durum, kapitalist topluma özgü olan
emekle sermayenin birbirinden kopuşunu; kapitalizme özgü bu
zorunlu gelişmeyi tamamen gizleyememektedir. Bu kopuş, soruna biraz
derin bakıldığında görülmektedir. Ve yine tam da bu özellikten
dolayı küçük burjuvazi, kapitalist üretimin kaçınılmaz olan
zorunlu gelişme sürecinden, kapitalizme özgü bu kanunsallıktan
dışlanmamaktadır. Dolayısıyla bu sosyal tabaka da kapitalist
topluma özgü sosyal yapının bir parçası olmaktadır. Bu tabaka,
sürekli değişime uğrayarak bir taraftan kapitalist sınıfın
unsurlarını doğururken, diğer taraftan da işçi sınıfının
unsurlarını doğurmaktadır, hem şehirlerde hem de kırlarda.
Bu sosyal
tabakanın sürekli değişime uğraması, nihayetinde kapitalist
toplumun küçük burjuvasız bir topluma dönüşeceği anlamına
asla gelmez.
"Her
kapitalist ülkede proletaryanın yanı sıra devamlı büyük bir
küçük-burjuva, küçük mülk sahibi tabakası vardır.
Kapitalizm, sürekli küçük üretimden doğdu/doğmaktadır… bu
yeni küçük üreticiler keza kaçınılmaz olarak yeniden
proletaryanın saflarına itilmektedirler… nüfusun çoğunluğunun
'tamamen' proleterleşmesinin zorunlu olduğuna inanmak büyük bir
hatadır" (34).
Görüyoruz
ki; hem şehirlerde hem de kırda küçük burjuvazinin kapitalist ve
ücretli işçi olarak ayrışması, bu sosyal tabakanın kapitalizm
geliştikçe yok olacağı anlamına gelmemektedir. Bunun ötesinde
kapitalizmin küçük üretime zorunlu olarak ihtiyacı vardır ve
bu, küçük üretimin doğmasına, yani sermaye ve emeğin tek
kişide; küçük üretimde kapitalistin ve işçinin tek kişide
birleşmesine neden olur.
"Bir
dizi 'ara tabaka' kapitalizm tarafından kaçınılmaz olarak devamlı
yeniden yaratılır. Büyük sanayinin ihtiyaçlarından dolayı
(gerekli olan) ev işi, küçük atölyeler… vs." (35)
Küçük
burjuvazi, "üretim araçlarının sahibi olarak
kapitalisttir, işçi olarak kendisinin ücretli işçisidir" (36).
"Kapitalist
ve yarı kapitalist toplumda sadece üç sınıf
tanımaktayız: Burjuvazi, küçük burjuvazi (ki bunun temsilcisi
köylülüktür) ve proletarya" (37).
Görüyoruz
ki küçük burjuvazi, kapitalist toplumun her ne kadar temel
sınıflarından birisi değilse de, bu toplum içinde belli konumu
olan bir sosyal tabakadır. Bu belli konum, özellikle Marks'tan
aktardıklarımızdan da anlaşılacağı gibi, bir ara tabakaya
tekabül etmektedir: Sermaye ile emek, kapitalist ile işçi
arasında ara bir tabaka. Küçük burjuvazi, bir taraftan
kapitalist, diğer taraftan da işçi özelliği taşıyan,
kapitalist toplumun her iki temel sınıfı arasında yer alan bir
sosyal tabakadır.
Bir ara
tabaka olarak veya kapitalist toplumda orta tabakanın bir bölümü
olarak küçük burjuvazi, kendi içinde de gruplara ayrılır. Küçük
burjuvaziyi kendi içinde de gruplara ayıran olgu, onun hem işçi
hem de kapitalist olarak, hangi tarz ve şartlarda bu fonksiyonu
kendinde topladığıdır. Diğer bir deyişle; ister şehirlerde
isterse de kırsal alanda olsun esas olan, küçük burjuvazinin
sanayi-sermaye ve emekle olan bağının tarz ve şartlarıdır.
Demek oluyor ki tarz ve şartların diğer bir ifadesi olarak çeşitli
ekonomik, sosyo-ekonomik faktörler, küçük burjuvazinin şehirde
ve kırda sosyal alt gruplarına ayrışmasına neden olmaktadır.
Küçük
burjuvazi, her şeyden önce şehir ve kır küçük burjuvazisi
olarak iki ana gruba ayrılır. Buna küçük burjuvazinin
genişlemesine (yatay) tabakalaşması diyoruz. Bu bölünmede
üretim araçlarının ve emeğin biçimi vs. (sanayide, tarımda,
ticarette faaliyet) göz önünde tutulur.
Şehir
küçük burjuvazisi:
Her şeyden
önce sanayi alanında küçük meta üreticileri, şehir küçük
burjuvazisine dahildirler. Bu üreticiler, kendilerine ait olan
üretim araçlarıyla ya tek başlarına, ya aile efradının
yardımıyla veya da adedi sınırlı yabancı işgücüyle (1-2
işçi) üretim yaparlar. Üretimin çapı ve yabancı işgücü
kullanımının sınırlı oluşu, bu üreticilerin, yabancı
işgücünün yarattığı artı değerden ziyade, kendi yarattıkları
değer vasıtasıyla yaşamlarını sürdürdüklerini gösterir.
(Bkz.: Şema 3).
Aynı
şekilde, küçük tüccarlar, ticaretle uğraşanlar, küçük
dükkan sahipleri, küçük hizmet alanında faal olanlar (terziler,
berberler vs.) da küçük burjuvazinin birer parçasıdırlar.
(Burada tüccar meselesinde kısa bir açıklama yapmayı gerekli
görüyoruz. Adı üzerinde tüccar, üretici değildir. O,
başkalarının ürününü satar. Onun karı, aldığını daha
pahalıya satmaktan değil, sattığı ürünün, üretim aşamasında
doğan artı değerinin bir parçasından oluşmaktadır. Artı
değerin bu kısmı tüccara, ürünün mübadele aşamasında
ticaret karı olarak kalır. Ama buna dayanarak her tüccarın
kapitalist olduğunu söyleyemeyiz. Tüccarların da büyüğü ve
küçüğü vardır. Büyük tüccar -kapitalist tüccar-, yabancı
işgücünün sömürüsüyle yaratılan değerlerin bir kısmına
kar olarak el korken, küçük tüccar, ancak bu karı, kendi
emeğinin bir sonucu olarak elde eder.)
Küçük
gelir sahipleri de (rantiyeler) şehir küçük burjuvazisinin başka
bir bölümünü oluştururlar.
Küçük
gelir sahipleri, daha ziyade zanaatçılık ve tüccarlıkla elde
ettikleri gelirle, bunun faiziyle yaşayanlardır.
Kır
küçük burjuvazisi:
Şehir
küçük burjuvazisi olarak yukarıda bahsettiğimiz grupların hepsi
kır küçük burjuvazisinin de birer parçasını oluştururlar. Ama
kır küçük burjuvazisinden esas itibarıyla anlaşılması gereken
bu gruplardan ziyade, tarımdaki küçük burjuvazidir. Yani,
köylülüğün belli kesimleridir. Somut duruma göre değişme
olgusunu göz önünde tutarsak, kır küçük burjuvazisinin küçük
köylülükten orta köylülüğe kadar uzanan geniş bir tabakayı
içerdiğini söyleyebiliriz, yukarıda ayrıca gördüğümüz gibi.
Bu
açıklamalara dayanarak küçük burjuvazinin genişlemesine ve
derinlemesine ayrışımını şöyle şekillendirebiliriz. (Şema 3)
Kapitalizmde
orta tabaka olarak aydınlar, ücretli memurlar ve küçük memurlar:
Küçük
burjuvazi, kapitalist toplumun orta tabakasının bir bölümünü
oluştururken, aydınlar da diğer bir bölümünü
oluştururlar. Buna göre, kapitalist toplumun orta tabakası iki
gruptan oluşur;
a- Küçük
burjuvazi,
b- Aydınlar,
memurlar.
Aydınların
ve memurların toplumsal konumlarının saptanması ve tasnifi küçük
burjuvazininkine nazaran daha karmaşıktır. Her şeyden önce
aydınlar ve memurlar, bazı istisnai durumlar hariç, yukarıda
gördüğümüz gibi, ne üretim araçlarına sahiptirler ne de
normal/bilinen tipte emekçidirler. (Burada istisnai bir durumu,
örneğin, üretim araçlarına sahip olan doktorlar oluştururlar.)
Aydınlar ve memurlar, kapitalist toplumda kendilerine has
özellikleri olan ücretli/maaşlı emekçilerdir.
Orta
tabakanın bu kesiminin toplumdaki konumunun saptanmasına
gelince: Bu saptama için belli kıstaslardan hareket edilir. Bu
kıstaslar, her şeyden önce bu kesimin iş-mülkiyet ilişkisi ve
emeğin (işin) örgütlenmesindeki konumlarını açıklar. Bunun
için burada açıklamamız gereken, genel olarak işe-mülkiyete
olan tavır ve emeğin (işin) örgütlenmesindeki konum değildir.
Tam tersine, açıklanması gereken spesifik (özgül) olgulardır.
İş ve
mülkiyet kavramlarını bazı yönlerde ele alarak bu spesifik olgu
sorununu açıklamaya çalışalım.
Ne genel
olarak iş, ne de genel olarak mülkiyet, belli bir toplum kesiminin
gerçek sınıfsal karakterini tam olarak tespite yeterli olamaz.
Örneğin, genel olarak işten/emekten bahsetmek; genel
olarak iş/emek, belli bir insanın işçi sınıfından veya
burjuva sınıfından olup olmadığını saptamak için yeterli bir
kıstas değildir. Bu konuda Lenin şöyle diyor:
"Birincisi,
'üretici' kavramı, proleteri yarı-proleter ve küçük meta
üreticisiyle birleştirir ve böylece sınıflar arasında tam bir
fark koymak için sınıf mücadelesinin temel kavramı ve temel
talebi radikal olarak terk edilir" (38).
"Marks
ve Engels, sınıf farklılıklarını unutanlara, genel olarak
üreticilerden, halktan ve emekçilerden bahsedenlere karşı
acımasız bir mücadele yürütmüşlerdir… Genel olarak emekçiler
veya çalışanlar yoktur…" (39).
Demek ki;
genel olarak çalışıyor olmak, o insanın toplumda hangi sınıfın
unsuru olduğunu saptamaya yeterli bir kıstas değildir. Diğer
bir deyişle; sınıf farklılığının tespiti için işbölümü
belirleyici ölçü olamaz. Bu ölçü, sınıf farklılığının
tespiti için temel kıstas, kişinin üretim araçlarına olan
ilişkisi ve mülkiyetin formudur. Kişinin üretim araçlarıyla
olan ilişkisi, mülkiyetin formu, bağımsız/başka faktör ve
olgulardan dışlanmış olarak, esasen de toplumsal işbölümünden
bağımsız olarak ele alınamaz. Bunun için yukarıda genel
olarak kıstas değil, temel/esas kıstas ifadesini kullandık. Buna
göre, kapitalist toplumda sınıfların tasnif edilmesinde yöntemsel
ilke, toplumsal işbölümü -üretim karşısındaki konumu- ile
temel mülkiyet formunun/ilişkilerinin birliğidir.
Yukarıda
belirttiğimiz gibi, genel olarak iş, genel olarak mülkiyet, fazla
bir şey ifade etmez. Marksizmde genel olarak işin, genel olarak
mülkiyetin yeri yoktur. Bu kavramlar Marksizmde somut olarak ele
alınır. Örneğin; soyut işten değil, somut işten; fiziki işten,
idari işten, zihni işten vs. bahsedilir. Aynı durum mülkiyet
kavramı için de geçerlidir. Üretim araçlarıyla olan ilişkiyi
saptamak için genel olarak mülkten veya mülksüzlükten bahsetmek,
böylesi soyut tanımlamaları kullanmak yetersizdir. Esas olan, mülk
ve mülksüzlüğü somut olarak ele almaktır. Bunu göz önünde
tutmazsak çok farklı sonuçlara varabiliriz. Örneğin, genel
olarak mülkten bahsedersek, kişinin üretim araçlarıyla olan
ilişkisini tespitte küçük burjuvazi/küçük meta üreticisi,
kendi çapında üretim araçlarına sahip olduğu için, pekala
kapitalist olarak değerlendirilebilir.
Marks,
Engels ve Lenin bu olguları, -somut mülkiyet, somut iş ve bunların
arasındaki ilişkinin karakterini- göz önünde tutarak,
aydınların, ücretli(maaşlı) memurların, kapitalist toplumun
sosyal yapısındaki konumlarını/yerlerini saptamışlardır.
Aydınla
memurun arasındaki belli bir farkı belirtmeden geçmeyelim. Aydın
ve ücretli memur kavramları tam sosyal kategoriler değildirler.
Çünkü bu kavramlar, insanları toplumda tam belirlenmiş sosyal
konuma, yani esas itibarıyla üretim araçlarıyla olan ilişkilerine
göre karakterize etmiyorlar. Bu kavramlar, insanların toplumdaki
sosyal konumlarını çeşitli açılardan belirlemeye yararlar. Buna
göre; aydın kavramıyla insanlar, toplumda yaptıkları işin
karakterine göre belirlenmişler demektir. Yani zihni işe, kafa
işine göre. Memur veya daha ziyade ücretli memurlar da ücretin
formuna göre tanımlanıyorlar. Örneğin işçiler ücret
alırlarken, bunlar maaş alırlar. Ne var ki bu da çoğu durumda
tam bir ayrımı ifade etmez. Örneğin, devlet sektöründe bazı
hizmetliler, doktorlar, öğretmenler vs. aynı zamanda hem aydın,
hem de ücretli memur konumundadırlar.
Aydınları
ve memurları burjuvazi ve proletaryadan ayıran, onların kapitalist
toplumda ara bir konum almalarını sağlayan belli temel özellikler
vardır. Marksizm bu konuda belli başlı üç özelliği
belirtir. Bir de bunların neler olduğuna bakalım.
Birinci
özellik:
Yaptıkları
iş açısından aydınlar ve ücretli memurlar;
Bunlar,
yaptıkları işin karakteri açısından işçi sınıfından
ayrılırlar. Onlar için fiziki olmayan iş, zihni iş esastır,
işçiler için ise fiziki iş tipiktir.
Kapitalizmde
zihni iş, işçi sınıfından sosyal olarak
kopartılır. Kapitalizmde zihni iş, sermayenin elinde bir güce
dönüştürülür ve bu güç, işçi sınıfına yabancılaştırılır,
onun üzerinde hakimiyet kurması sağlanır. Bu süreç, kapitalist
gelişmenin en son aşaması olan büyük üretim/makinalı üretim
aşamasında daha ziyade gündeme gelir. Bununla ilgili olarak
Marks şöyle der:
"Üretim
sürecinin zihni güçlerinin el işinden ayrılması ve onların
(zihni güçlerin, çn.)
sermayenin, çalışma üzerine sermayenin güçlerine
dönüşmeleri… makinaya dayanan büyük sanayide tamamlanır" (40).
Kapitalizmde
bu süreç; zihni işin kol işinden ayrılması, sosyal çelişki
olarak açığa çıkar. Yani hem işçi, hem de aydın ve
memur/ücretli memur, farklı formlarda da olsa ücretli işçi
olmalarına rağmen, sermaye karşısında ücretli işçi olmalarına
rağmen, yine, aynı sermaye tarafından sosyal olarak birbirinden
kopartılmışlar ve karşı karşıya getirilmişlerdir; kol işinin
karakterize ettiği işçi, kafa işinin karakterize ettiği de aydın
ücretli memurdur.
İkinci
özellik:
Mülkiyete
(özel mülkiyete) olan ilişkinin somut biçimi açısından;
Proletaryanın
özel mülkiyete olan ilişkisi açıktır. Onun, üretimde
mülkiyetle ilişkisi yoktur ve dolayısıyla bu temelde herhangi bir
imtiyaza da sahip değildir. Proletarya nezdinde emek ve sermaye
birbirini dışlar. Ne var ki aynı olguyu, aydınlar ve ücretli
memurlar için geçerli göremeyiz. Bunlar da emek ve sermaye
birbirini dışlamaz.
Proletarya
doğrudan üreticidir ve dolayısıyla doğrudan üretici olarak,
üretken üretici olarak kendi işgücü vasıtasıyla belli bir
değer üretir. O, çalışmasının karşılığını değil de,
işgücünün satış değerini, sermayenin değişken kısmında
ücret olarak alır. Kapitalist, geriye kalan artı değere el
kor. Buradaki iki ayrı bölüm; ücret (değişken sermaye) ve kar
(artı değer) üretken çalışma vasıtasıyla yaratılmıştır ve
kapitalist sistemde maddi yaşam, bu iki bölümden alınan payla
sağlanır. Yani ya proleter ya da kapitalist olarak. Ne var ki
sorun, göründüğü gibi basit değildir.
"Ama,
sadece iki çıkış noktası mevcuttur: Kapitalist ve işçi. Bütün
üçüncü şahıslar ya hizmetleri karşılığı bu iki sınıftan
para alacaklar ya da parayı hizmet karşılığı almıyorlarsa artı
değere faiz, rant vs. formunda ortaktırlar" (41).
Buna göre;
söz konusu aydın, ücretli memur tabakası, işçi sınıfından
hizmetleri karşılığı para/ücret almayacaklarına göre,
kapitalist sınıf tarafından ücretlendirildikleri açıktır. Artı
değer üretmeyen ve kapitalistler tarafından ücretlendirilen bu
tabaka, esas itibarıyla üretken olmayan, (artı değer yaratmayan),
bir faaliyette bulunurlar.
Marks'ın
"yüksek" işçiler dediği bunlara, devlet memurları,
avukatlar, subaylar, din adamları, hakimler, doktorlar vs. birer
örnektir (42). Bu "yüksek" ve üretken olmayan "işçiler",
"ya üretken işçilerin ücretleriyle ya da kullanıcılarının
karlarıyla" ücretlendirilirler. (43).
Bu nokta,
söz konusu tabakanın kapitalistler tarafından karın bir kısmıyla
ücretlendirilmeleri çok önemlidir. Böylelikle bu tabaka,
kapitalistler tarafından bir nevi ücretli işçiye
dönüştürülmektedir. Bir nevi ücretli işçiye diyoruz, çünkü
esas ücretli işçi olarak proleterler, aldıkları ücreti
kendileri üretmektedirler. Söz konusu tabakanın ise böyle bir
üretkenliği yoktur. Tam tersine onlar, kardan ücret/maaş olarak
aldıkları payı, hizmetleri karşılığı üretken işçilerden,
esas olarak da kapitalistlerden satın alırlar (44).
Bu durum
bu sosyal tabakayı, kapitalist sınıfa bağımlı kılar. Bu
bağımlılıktan dolayı aydınların, ücretli memurların özel
mülkiyetin çıkarlarına kayıtsız kalmaları söz konusu olamaz.
Bu noktada bu tabaka ile kapitalist sınıf arasında özel mülkiyet
temelinde belli bir çıkar ortaklığı vardır.
Burada
kapitalist üretim biçimine özgü bir paradoks durum vardır:
Üretken işçiler, üretken olmayan işçilerin var oluşlarını
sağlamalarına rağmen, üretken olmayan bu işçiler, kendileri
için üretim yapan üretken işçilere değil de, yani işçi
sınıfına değil de, kendilerini ücretlendiren kapitalist sınıfa
bağımlıdırlar (45).
Üçüncü
özellik:
Yöneticilik
işi açısından:
işçiler,
üretim sürecinde doğrudan üretici konumunda olurlarken, bir kısım
aydın da üretimin örgütlenmesinde, yönetilmesinde görev
alırlar. Böylelikle doğrudan üretmekle yönetmek, işçi
sınıfıyla aydınlar arasında belli bir sosyal farklılığın
doğmasına neden olur. Her ne kadar kapitalist gelişmenin ilk
evrelerinde zihni işin bir biçimi olarak yönetmek, imtiyazlı
olanların bir işiydiyse de, bugün artık bu görevler,
ücretlendirilenler tarafından icra edilmektedir.
"Kapitalist,
önce, sermayesi gerçek kapitalist üretimi başlatacak asgari
büyüklüğe ulaşınca, el işinden muaflaşır ve sonra tek tek
işçilerin ve işçi gruplarının doğrudan ve devamlı
kontrollerini özel cinsten ücretli işçilere devreder. Askeri bir
ordu gibi aynı sermayenin kumandası altında… iş süreci boyunca
sermayenin adına kumanda eden sanayi büyük subaylarından
(yöneticilerinden, menajerlerden) ve alt subaylardan
(kontrolcülerden…) oluşan işçi kitlesine ihtiyaç
duyulur" (46).
Kapitalistin
adına icra edilen bu işten alınan ücret de kapitalistin karının
bir kısmıdır.
Yukarıda
belirttiğimiz bu üç nokta/ özellik, bu sosyal tabakanın
kapitalist sisteme ve özel mülkiyet karşısındaki konumlarını,
onların kapitalist toplumdaki sosyal yerlerini karakterize etmemizde
temel kıstaslar, çıkış noktalarıdır. Bu tabaka,
belirttiğimiz özelliklerinden dolayı her ne kadar özel mülkiyete
bağımlı durumdaysa da, üretim araçlarına sahip değildir. Bu
tabakanın unsurları da proletarya ve burjuvazi arasında orta
tabakanın bir bölümü olarak ara bir sosyal konuma sahiptirler.
Bu sosyal
tabakanın iç bileşimi oldukça karmaşıktır/çelişkilidir.
Çünkü bu tabakanın unsurları farklı sınıflara yakın olan
unsurlardan, insan gruplarından oluşmaktadırlar. Bu karmaşık ve
çelişkili iç bileşime rağmen aydın, ve ücretli memur,
kapitalist toplumun iki ana sınıfından hangisine yakınlaştıklarını
veya hangisinden uzaklaştıklarını yukarıda anlattıklarımızdan
çıkartabiliriz. Buna göre;
a- Maddi
bağlar (ücretin/maaşın boyutu),
b- Yaşam
tarzı,
c- Faaliyetin
(zihni) kapsamı,
d- Sosyal
köken (sınıfsal köken),
e- İdeolojik-siyasi
bağ,
Bu
noktalar, bu tabakanın ve bu tabaka içinde çeşitli grupların
daha ziyade hangi sınıfa; burjuvaziye mi, proletaryaya mı yakın
olduğunu gösterir.
Bugün
Türkiye'de memurların büyük bir çoğunluğunun yaşam
koşullarının proletaryaya yaklaşmış durumda olduğunu
vurgulamamız gerekiyor.
Soruna,
salt aydın sorunu olarak baktığımızda kapitalist toplumda her
temel sınıfın belli bir aydın kesiminin olduğunu görmekteyiz:
Burjuva sınıfın burjuva aydını, proleter sınıfın proleter
aydını ve ara sınıf olarak da küçük burjuvazinin küçük
burjuva aydını.
Bu sosyal
tabakanın sosyal yapısını aşağıdaki gibi
şekillendirebiliriz:(Şema 4)
Kapitalist
toplumda belirttiğimiz sınıflardan ve ara tabakalardan başka,
yine kapitalist toplumun temel sınıfları arasında yer alan, ama
orta tabakadan olmayan başka, sınıfsal kökenleri farklı gruplar
da vardır. Bunlar, lumpen proletaryadan, hırsızlardan,
soygunculardan, dilencilerden vs. oluşan gruplardır.
Orta
tabaka, gördüğümüz gibi, bir taraftan kapitalist üretim
biçiminin bir sonucuyken, aynı zamanda/diğer taraftan da ekonomik,
sosyal, politik vs. alanlarda ortak yönleri olmayan bir "sınıf"
gibi, bütünsellik arz etmeyen insan topluluklarını içerir.
Orta
tabakanın her bir grubu, kapitalist toplumun sosyal yapısında
kendilerine özgü bir yer alarak, sermayenin, burjuva düzenin
belli, kendilerine yüklediği işlevleri yerine getirir.
Orta
tabaka değişkendir. Özellikle ekonomik ve politik durumun sonucu
olarak orta tabaka, bir taraftan burjuvazi ve proletarya saflarından
kopanlarla beslenirken, diğer taraftan da burjuvazi ve proletaryaya
insan unsuru da verir.
Soruna
bütün sınıfı toplumlar açısından baktığımızda orta
tabakanın kapsadığı gruplar şöyledir:
Köleci
toplumda: Toplumun ana sınıfları olan köle sahipleriyle
köleler arasında kalan küçük mülk sahipleri, zanaatçılar,
köylüler.
Feodal
toplumda: Feodal toplumun ana sınıfları olan feodaller ve
bağımlı köylüler (serfler) arasında yer alan tüccarlar,
zanaatçılar, gelişen sanayi-mali ve ticaret burjuvazisi vs.
Kapitalist
toplumda orta tabakaya yukarıdakilerin yanı sıra aydın,
emekçi memur tabakası ikinci ara bir bölüm olarak katılmıştır.
Orta
tabakanın içsel tasnifi
Orta
tabakanın ne denli karmaşık bir yapı arz ettiğini yukarıda
belirtmiştik. Bunun için, burada yapacağımız içsel tasnif
genel bir tasniftir, birçok soruyu bağrında taşıyan genel bir
tabakalaştırmadır. Orta tabakanın içsel tasnifini, yukarıda
yaptığımız gibi, bu tabakayı iki ana bölümüne
(küçük-burjuvazi-aydınlar/memurlar) ayırarak şekillendirmeye
çalışacağız. Orta tabakanın küçük burjuvazi bölümünde
(örneğin köylülük, zanaatçılar vs.) mülkiyetin kapsamını,
yabancı iş kullanımını, diğer bölümünde de eğitim, ücret,
beceri, işin kalitesi vb. gibi kıstasları göz önünde
tutacağız.(Şema 5)
Dikkat
edildiyse bu içsel tasnifte göze çarpan nokta, orta tabakanın
hangi kesimlerinin hangi temel sınıflara daha yakın olduğunun
görülmesidir. Örneğin bu içsel tasnifte orta tabakanın üst
kesimleri burjuvaziye daha yakınken (mülkiyetin kapsamı, yabancı
işgücü, uzmanlık, yüksek maaş vb.) orta kesim; gerçek orta
tabakayı ve alt kesim de daha ziyade işçi sınıfına yaklaşım
göstermektedir.
Türkiye
somutuna gelince;
Kapitalizmin
tarihi gelişmesi bir Marksist tespiti doğrulamıştır; kapitalizm
geliştikçe orta tabakalar giderek ayrışıma uğrar. Yani ya
proletaryaya ya da burjuvaziye katılır. Böylelikle gelişen
kapitalizmde, çalışan nüfus içinde önemli bir paya sahip olan
orta tabakalar, gelişmiş kapitalizmde giderek daha az bir paya
sahip olurlar.
Çeşitli
emperyalist ülkelerde bu gelişme şöyledir:
ABD'de
küçük burjuvazinin toplam çalışan nüfustaki payı 1990'de
%29.6; 1930'da %19.4 iken; 1959'da %9.6 idi. Ücretli memurların
toplamı faal nüfus içindeki payı ise giderek artar; 1980 %60.4;
1984 %64.3.
Almanya'da
ise bu oran 1933'te %16.4; 1950'de %14.1 ve 1961'de %10.1'di. Ücretli
memurların toplam faal nüfus içindeki payı ise 1961'de %30.8'ten
1982'de %42.9'a çıkar (*).
Fransa'da
da aynı oran 1906'da %42.6; 1931'de %34.0 iken; 1954'te %33.4 idi.
Ücretli memurların toplam faal nüfus içindeki payı ise 1954'te
%39.4'ten 1982'de %56.7'ye çıkar (*).
Sorunu,
kendi hesabına çalışanlar ve aile içinde ücretsiz olarak
çalışanlar bazında ele aldığımızda Türkiye'de küçük
üreticilerin yıllara göre gösterdiği gelişme şöyledir: (Tablo
13)
Tabloya
göre Türkiye'de küçük burjuvazi, faal nüfusun 1955'te
%81.5'ini, 1960'da %76.2'sini, 1970'de %68'ini, 1980'de %60.5'ini ve
1990'da da %63.1'ini oluşturmaktaydı. Bu, Türkiye devriminin
karakterini tespit ederken hesaba katılması gereken bir
potansiyeldir. Bu, Türkiye'nin hala bir küçük burjuvalar ülkesi
olduğunu göstermektedir. Ama bu veriler, aynı zamanda bu
tabakanın, ağır da olsa giderek ayrıştığını da ele
veriyorlar.
Türkiye'de
faal nüfus, 1955'ten 1990'a %91 oranında artarken, aynı dönemde
küçük üretici kesimin büyüme hızı %48 oranındadır. Buna
göre; Türkiye'de her ne kadar küçük üretici kesim sayısal
olarak artıyorsa da, bu artış toplam faal nüfusun artışından
çok düşüktür. Bu da Türkiye'de kapitalizmin nispeten gelişmiş
olduğunu, ama küçük üreticiyi tam ayrıştıracak oranda
gelişmemiş olduğunu gösterir.
Burada,
küçük burjuvazinin kırlarda ve şehirlerde kendi içindeki
katmanlarını tek tek ele almayı gereksiz görüyoruz. istatistik
veriler buna uygun. Ama esas olan, bazı doğruların tespitiydi.
Son olarak
kapitalist toplumun sosyal yapısında yer alan sınıf ve
tabakaları, içsel tasnifiyle birlikte bir bütün olarak
şekillendirelim. (Şema 6)
Bunun
Türkiye açısından sayısal ifadesi şöyledir:
Toplamın
100'den az veya çok olması, verilerin kadirliğine uğramamızı
gösterir. Bunu değiştiremeyiz. Ama buna rağmen Türkiye'de
kapitalist toplumun sosyal yapısını oluşturan ana unsurların;
burjuvazi (ve orta tabakalar) ile işçi sınıfının çalışan
faal nüfus içindeki ağırlıklarını ve yıllara göre oransal
değişimlerini açık bir şekilde, yaklaşık olarak da olsa
gösterebiliyoruz.
Proleter
Doğrultu, Sayı 10, Mayıs-Haziran 1997
*)
Başkasının yanında ücretle çalışan nüfus içindeki payı
Kaynak:
1) M-E;
"Kapital", C. 26(1). s. 383.
2 M-E;
age., s. 383.
3) M-E;
age., s. 383/384.
4) M-E;
Ergänzungsband (Schriften bis 1844), Erster Teil, s. 533.
5) M-E;
"Kapital", C. 26/1, s. 384.
6) M-E;
"Manifest der Kommunistischen Partei", C. 4, s. 463.
7) Lenin;
"VIII. Parteitag der KPR (B), C. 29, s. 185.
8) M-E
"Manifest der Kommunistischen Partei", C. 4, s. 462.
(Dipnot)
9) M-E;
"Kapital", C. 23, s. 642 (Dipnot)
10) M-E;
"Manifest der Kommunistischen…", C. 4, s. 462 (Dipnot).
11) M-E;
"Kapital", C. 25, s. 892.
12) M-E;
age., s. 632.
13) M-E;
age., s. 832.
14) M-E;
age., s. 832.
15) M-E;
"Kapital", C. 26/2. s. 548.
16) M-E;
age., s. 242.
17) M-E;
age., s. 242.
18) M-E;
age., s. 243.
19) M-E;
"Manifest der Kommunistischen…", C. 4, s. 462/463.
20) M-E;
age., s. 472/473.
21) Lenin;
"Rede auf einer Arbeiterkonferenz des Moskauer Stadtbezirks
Presnxa", C. 28, s. 370.
22) M-E;
"Manifest der Kommunistischen…", C. 4, s. 472.
23) M-E;
"Das industrielle Proletariat", C. 2, s. 253.
24) Lenin;
"Der 'linke Radikalismus', die Kinderkrankheit des Kommunismus",
C. 31, s. 60.
25) Bkz.
Lenin; "Der Imperialismus als höchstes Stadium des
Kapitalismus", C. 22, 198.
26) M-E;
"Kapital", C. 23, s. 370/371.
27) M-E;
age., s. 381.
28) Lenin;
"Ursprünglicher Entwurf der Thesen zur Agrarfrage", C. 31,
s. 145.
29) Lenin;
"Die Entwicklung des Kapitalismus…", C. 3, s. 171.
30) Lenin,
C. 31, s. 140-151.
31) M-E;
"Kapital", C. 26/1, s. 382.
32) M-E;
age., s. 383.
33) M-E;
age., s. 384.
34) Lenin;
"Marxismus und Revisionismus", C. 15, s. 27.
35) Lenin;
age., s. 27.
36) M-E;
"Kapital", C. 26/1, s. 383.
37) Lenin;
"Werden die Bolschewiki die Staatsmacht behaupten?", C. 26,
s. 79.
38) Lenin;
"X. Parteitag der KPR(B)"; C. 32. s. 250.
39) Lenin;
age., s. 255.
40) M-E;
"Kapital", C. 23, s. 446.
41) M-E;
"Kapital", C. 24. s. 334/335.
42) Bkz.: M-E;
"Kapital", C. 26/1, s. 145.
43) M-E;
age., s. 157.
44) Bkz.: M-E;
age., s. 128.
45) Bkz.: M-E;
age., s. 157.
46) M-E;
"Kapital", C. 23, s. 351.