deneme

1 Ekim 2018 Pazartesi

MARKS’I KENDİMİZE BENZETMEYE ÇALIŞMAYALIM - MARKS’A BENZEMEYE ÇALIŞALIM!



MARKS’I KENDİMİZE BENZETMEYE ÇALIŞMAYALIM - MARKS’A BENZEMEYE ÇALIŞALIM!

Nasıl bir süreçten geçiyoruz ki, bu garip, evet saçma denebilecek değerlendirmeler yapılabiliyor? Bir cevap bulamadım. Gayet “normal” bir ekonomik kriz sürecindeyiz. Böylesi dönemlerde toplumsal muhalefeti, devrimci özne önderliğinde örgütlemek için acil taleplerin tespit edilmesi, bunların işçi sınıfı ve emekçi yığınlara ulaştırılması, onların bu doğrultuda mücadeleye seferber edilmesi gerekir. Bunu yapanlar var. Ama garip olan, saçma olan, kriz süreci, evet bu ekonomik krizin nedeni konusunda bu krizin yükünü en çok çekenlerin; işçi sınıfı ve emekçilerin yanlış aydınlatılmasıdır. Öyle bir yanlış yapılıyor ki, sonuçta bu iddiada olanlar, dolaylı olarak yıkmak istedikleri bu köhnemiş kapitalist sistemi savunuyor, onu temize çıkartıyor olduklarının farkında değiller.

Ekonomi ile politika arasındaki ilişki yanlış kurulunca, niyetimizden bağımsız olarak, farkına varmadan söylemek istediğimizin tam tersini söylüyoruz. Bunun sayısız örnekleri verilebilir. Bir örnekle yetinmek istiyorum.
Krizin nedeni yıllardır ülkeyi yöneten -ki bunun önemli bir kısmı AKP iktidarıdır- sağ iktidarların uyguladığı ekonomik politikalardır...Kısacası, hiç boşuna debelenmesinler. Krizin tek sorumlusu başı Menderes’e kadar gidecek olan işbirlikçi sağ iktidarlar ile bugün Erdoğan’la simgeleşen yağma ve talan düzenidir. Hiçbir sağ iktidar üretken, kendi kendine yeten bir ekonomik düzen kurmamıştır” (“Fatura size mücadele bize kesilecek” – Aktüel Gündem, 26 Eylül 2018; http://sendika62.org/2018/09/fatura-size-mucadele-bize-kesilecek-aktuel-gundem-511314/).

Söylenen şu:
1-Kriz, hükümetlerin uyguladıkları yanlış ekonomi politikalardan dolayı patlak verir.

2- Dolayısıyla, hükümetler, yanlış ekonomi politika uygulamazlarsa kriz de patlak vermez.

3-Kriz, kapitalist üretim biçiminden değil, o üretim biçiminin ifadesi olan siyasal düzenden kaynaklanır: ”Krizin tek sorumlusu başı Menderes’e kadar gidecek olan işbirlikçi sağ iktidarlar ile bugün Erdoğan’la simgeleşen yağma ve talan düzenidir”.

4-”Krizin tek sorumlusu ...işbirlikçi sağ iktidarlar”dır.

Peki, iktidar “sol” olunca ekonomide kriz patlak vermiyor mu? “Sol” iktidardan neyin kast edilmiş olduğunu bir kenara koyalım ve şunu söyleyelim: Siyasi iktidar, temel üretim araçlarının sınıfsal mülkiyetinden bağımsız olamaz. Dolayısyla burada söz konusu olan, üretim araçlarının özel mülkiyeti üzerinde yükselen burjuva düzen, kapitalizm ve üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti üzerinde yükselen sosyalizmdir. Ama yazıda böyle bir karşılaştırma yapılmıyor. Yazıdan çıkarttığımız genel anlayış şöyle: Ekonomi politika” doğru olursa mevcut düzende ekonomik kriz de olmaz. “İşbirlikçi sağ iktidarlar” yanlış “ekonomi politika” uyguladıklarından dolayı kriz patlak veriyor, ama “sol” iktidarlar yanlış “ekonomi politika” uygulamayacakları için mevcut düzende krizler patlak vermeyecektir!

Bu anlayış yeni değildir. Ekonominin nesnel yasalarını hiçe sayan, bu yasaları birtakım tedbirlerle değiştirebileceğini sanan burjuva akımlar, onların temsilcileri olan partiler arasında özellikle her kriz döneminde dile getirilir bu anlayışlar. Örneğin, “sol” sayılan, daha doğrusu sosyal demokrat sayılan Keynesçilik ile sağ sayılan neoliberalizm arasında geçen yüzyılın son çeyreğinde sürdürülen tartışmalar bu türdendir. Sendika.org bu tartışmayı kendine göre bir biçimde güncelleştiriyor ve bize; yani milyonlarca işçi ve emekçiye Erdoğan gider ve yerine “sol” bir iktidar gelirse ekonomi krize sürüklenmez; doğru “ekonomi politika” uygulayarak “üretken, kendi kendine yeten bir ekonomik düzen kurar” demek istiyor.

İlk fazla üretim krizinin patlak verdiği 1825’ten bu yana dünyanın şu veya bu ülkesinde “sağcı” olmayan, “sol” olan, yani sosyal demokrat olan sayısız iktidarlar gelmiş geçmiştir. Ama o ülkelerde de sermaye kendi yasallığı içinde hareket etmiştir. Politikası sağ veya sol olana bakmamıştır. Belli aralıklarla ekonomi kriz patlak vermiştir. Ve sermaye, bunun ötesinde “kendi kendine yeten bir ekonomik düzen” kurmayı hiç amaçlamamıştır; daha fazla kar, azami kar amaçlamıştır.

Diğer taraftan yine aynı makalede yer alan Kriz tüm dünyada yaşanmıyor, hatta dünya ülkelerinin neredeyse tamamı büyümelerini sürdürüyor ... Kriz tek bir coğrafi bölgede ya da tek bir sektörde de yaşanmıyor... tüm dünya bir parasal daralmaya da girmiş değil. Krizi neredeyse sadece iki ülke dibine kadar yaşıyor; Arjantin ve Türkiye. Neden? Çünkü bu iki ülkenin ürettiği ve tükettiği neredeyse her şey dışa bağımlı. Burada kritik sözcük “her şey”dir” tespitlerinin de gerçeklikle ilgisi yoktur:
Kriz tüm dünyada yaşanmıyor tespiti yanlıştır.
Dünya ülkelerinin neredeyse tamamında ekonomiler büyüyor tespiti yanlıştır.
Tüm dünyada parasal daralma yok tespiti yanlıştır.
Sadece Türkiye ve Arjantin derin bir kriz içindedir değerlendirmesi de gerçeği yansıtmıyor.

Ayrıca “Bu iki ülkenin ürettiği ve tükettiği neredeyse her şey dışa bağımlı. Burada kritik sözcük “her şey”dir” derken de doğruyu söylemiş olmuyoruz. Belki bu tespit Arjantin açısında doğru olabilir. Türkiye açısından yanlıştır. Yani hiçbir şey bilmiyorsak, faşist diktatörlüğün Batılı emperyalist ülkelerle Ortadoğu-Suriye eksenli dalaşından dolayı, Suriye işgalinde ve Kürt Özgürlük Hareketini yok etmek için kullandığı silahların, denediği o silahların menşeini bakmak gerekir.

Krizin sahibi ne tek başına Erdoğan’dır ne de onun temsil ettiği düzendir. Krizin sahibi sermayedir; sermaye, kendisine özgü olan nesnel ekonomik yasalarına göre hareket eder, belli aralıklarla krize girer ve çıkar. Bu arada Erdoğan iktidarı yıkılmış, yerine başka bir “Erdoğan” gelmiş olabilir. Demek oluyor ki, ekonomik krizlerin sahibi, o anda iktidarda olan partiler ve iktidar sorumluluğunu taşıyanlar değildir. Onlar, orada olmalarını sermayeye borçludurlar. Sermayenin çıkarlarını savundukları müddetçe orada kalabilirler. Bu, bugün Erdoğan’dır, ama yarın başkası olacaktır.

Şüphesiz, ekonomi ile politika arasında bir Çin Seddi yoktur; birbirlerini etkilerler. Bunun anlamı şudur; burjuvazi, hükümet, aldığı birtakım tedbirlerle ekonominin seyrini etkileyebilir. Örneğin kriz döneminde alınan bazı tedbirler, krizin seyrinde etkili olabilirler; krizin derinleşmesini, şiddetini frenleyebilirler veya da tam tersi olabilir. Mevcut kriz açısından bunun anlamı şudur: Türk ekonomisi, dünya ekonomisinden daha önce krize girmiş durumda. Bu, dünya ekonomisinin konjonktür çevriminde bir farklılığın olduğunu gösterir. Ama bu krizin bir ara kriz olma durumu da var. Bunun nedenleri var. Örneğin Amerikan emperyalizminin siyasal içerikli baskılarının hafiflemesi, AB, özellikle de Almanya ile yapılan son görüşmelerin sonuç vermesi, İdlib’de çatışmanın engellenmiş olma durumunun devamı, dolar karşısında TL’nin değerlenmesi olarak yansıyacaktır.

Ekonomide kriz güncel olduğu; siyasal ve toplumsal gelişmeleri, değerlendirmeleri doğrudan etkilediği için bu soruna sınıfsal yaklaşım üzerine değerlendirmeler yapılacaktır. Bu konuda Marks ve Engels’in, 1825 krizi değerlendirmesinden bu yana yaşadıkları zaman içinde patlak veren ekonomik krizleri analiz etme yöntemlerini ve bugüne de ışık tutacak değerlendirmelerini iyi incelemeliyiz.

Onların değerlendirmeleri arasında kriz dönemlerinin, aynı zamanda abuk sabuk görüşlerin teorileştirilerek pervasızca savunulduğu, teorilerin uçuştuğu; tarihin çöplüğüne atılmış ne kadar zırvalıklar varsa hepsinin görüş olarak yeniden canlandırıldığı, krizin nedenleri olarak öne sürülüdüğü dönemler olduğunu da görürüz.

Her şeyin Erdoğan’a bağlanması, onunla özdeşleştirilmesi, onun arkasında bir sınıfın olduğu gerçeğini karartmamalıdır. Yazılarımızın eğitici olması gerekir. Nihayetinde binlere, onbinlere, yüzbinlere, milyonlara hitap ediyoruz veya etmek istiyoruz. Çok söylendi, kriz patlak verir Erdoğan gider! Diktatörü, diktatör yapan, onu iktidarda tutan sınıf, yıkılması istenilen düzenin sahibidir. Hitap ettiğimiz kitleye bu mesajın verilmesi gerekir.
Dünya kamuoyuna açık Tahran zirvesinde Putin Erdoğan’ı azarladı demek kolay. Hoşumuza gidiyor, duygularımızı ifade ediyoruz. Ama aynı Putin 10 gün sonra Soçi’de aynı Erdoğan ile aynı konu üzerinde mutabık kaldığını açıkladığı zaman söyleyecek bir şeyimizin olması lazımdı. Kimin kimi azarladığını bilmiyorum ama bu arada Erdoğan dünya kamuoyuna açık Tahran zirvesinde bütün dünyaya ne denli “barışçıl” olduğu, İdlib’de savaş istemediği mesajını verdi ve Soçi anlaşmasıyla da bunu Putin’e onaylattı. Peki, “kuru sıkı atanlar” bunu nasıl izah edecekler?
Sınıf düşmanı böyle teşhir edilemez, sınıf düşmanı böyle okunmamalıdır.

Aynı mantık ekonomi konusunda da kullanılıyor. Yıllardır diyebileceğimiz bir zaman diliminden beri ekonomide kriz patlak verecek Erdoğan gidecek! Diktatör Erdoğan şu anda iktidardan gitmeyecek kadar güçlüdür. Aksi söz konusuysa neden indirmiyorsun? Ortada toplumsal muhalefet diye bir şey bırakmadı. Bu, sadece diktatör Erdoğan’ın, faşist diktatörlüğün ne denli güçlü olduğunu göstermez, bu, aynı zamanda, bizim ne denli güçsüz olduğumuzu da gösterir.

Bir zamanlar onu iktidara getiren dış “kadim” dostları, onu iktidardan uzaklaştırmak için darbe de dahil her yönteme baş vurmuşlardır. İndiremediler. Şimdi işleri daha da zor. Dün darbe meselesinde ABD ve AB ortak hareket ettiler. Bugün ise AB, ama özellikle Almanya, istemeye istemeye Erdoğan’ın yanında yer alıyor. Nedeni açık; ABD’ye karşı olmak, göçmen istememek ve krizi derinleşen bir Türkiye’nin Alman ekonomisine zarar verecektir. Erdoğan'ın Almanya ziyareti üzerine yazıp çiziyoruz, Alman Cumhurbaşkanı’nın “Normalleşmenin uzağındayız, Erdoğan’ın ziyaretinin böyle bir anlamı yok” sözlerini aktarmasını biliyoruz, ama bu ziyaretler sonucunda doların TL karşısında değer kaybettiğini irdelemiyoruz.

Kriz konusuna kendimizi öyle bir kaptırmışız ki, sorunu Erdoğan’ın gitmesiyle de sınırlandırmıyor, sistemin kendiliğinden çökeceği anlayışına vardırıyoruz. Bir ekonomik kriz patlak veriyor, Erdoğan gidiyor, üstelik bir de yıkmak istediğimiz sistem çöküyor! O zaman devrim yapması gereken özne olarak sana kimin ihtiyacı var? Sen de kimsin diye sormazlar mı? Ben bunları yazan özneyim mi diyeceksin?

Velhasıl, kriz değerlendirmeleri sınıfsal değerlendirmelerdir; taraflıdır, kişinin, sınıfın nerede durduğunu açık seçik gösterir.

Kriz çevrimini “kozmik nedenlerde” arayan bir H. St. Jevans’dan bir farkımız olmalıdır diye düşünüyorum (Kapitalizmin tarihinde ekonomik krizler için bkz. İ. Okçuoğlu; Kapitalizmin Tarihi, Ekonomik Kriz Ağırlıklı, 1600-1990).

Kriz konusunda Marks’ı kendimize benzetmesek de Marks’a benzemeye çalışsak nasıl olur?