deneme

8 Aralık 2019 Pazar

YENİ BİR “AYRIK OTU HİKAYESİ” - “HERGELE” TROÇKİ’NİN TETİKÇİLERİ İŞ BAŞINDA!



ZAMANI GELDİ: YENİ BİR “AYRIK OTU HİKAYESİ”

LENİN’İN DEYİMİYLE “HERGELE” TROÇKİ’NİN TETİKÇİLERİ İŞ 

BAŞINDA!

Yeni bir bahar yaklaşırken ayrık otları yine bir araya geldiler, kafalarını saklandıkları yerden çıkardılar ve her biri farklı köşelerden, açılardan koro halinde yine kapitalizmin kendiliğinden çöküyor olduğunu ilan etmeye; kıyamet günü tellallığına başladılar!

Bunlara her tarafta rastlayabilirsiniz. Bunların troçkist olanı da vardır, “Post-Marksist “olanı da. Bazen bir Prof. olarak karşınıza çıkar, bazen de “Marksist”, hatta “Marksist-leninist” olarak. Çoğunun ortak özelliği, mali sermayeyi her şeye muktedir olarak görmeleridir. Ama ezici çoğunluğunun özelliği, Marks ile Luksemburg’u karşı karşıya getirmek ve kapitalizmin kendiliğinden çökeceği konusunda Marks’ın yanıldığını, Luksemburg’un haklı olduğunu kanıtlamaya çalışmaktır. Bunların bir kısmı, daha geçen yüzyılın son çeyreğinde kapitalizmin işini bitirmiş, makinelere artı değer üretir olmuşlardı. Bir kısmı “anti-finansallaşmacı”lıkta karar kılmış ve mali sermayeyi her şeye muktedir ilan etmiştir...

Bu ayrık otlarını tiplendirdiğimizde karşımız şunlar çıkıyor:
1-Önce mali sermayeyi ikiye bölüp, aşırı sermaye birikimi adı altında üretimden kopardıkları sermayeye bağımsızlık, kriz oluşturma iç dinamiği veren ayrık otları...

2- İkinci olarak kriz ve sistem çöküşünü işleyen ayrık otları...
Tabii, tali de olsa, dünya ekonomisi yeni bir krize giriyor da olsa, 2008 krizinden henüz çıkılmadığını savunan nadide ayrık otlarının varlığını da unutmamalıyız. Bunlar herhalde sürekli krizcilerdir.

Tabii bir de “kriz kahini” tespitini yapan burjuva ekonomistler sahne alacaklar. Geçen krizde Roubini'i “kriz kahini” ilan etmişlerdi. Bu sefer bakalım kimi “kahin” ilan edecekler.

Bir kısmı “post-Marksizm”den, bir kısmı troçkizmden kaynaklanan bu “ayrık ortaları”nın yanı sıra emperyalist burjuvazinin ekonomi uzmanları; bir yandan keynesçileri, diğer yandan da neoliberal kalemşorları emperyalist kapitalizmi temize çıkartmak, onun her kriz döneminde aldığı yaraları iyileştirme reçeteleriyle dünya işçi sınıfı ve emekçi yığınlarını etkilemeye çalışacaklar, sükunete davet edecekler ve bundan etkilenen “sol”lar da olacak. Bunların hepsini göreceğiz...

Kısacası, kapitalist ekonomi ve “ayrık otları” arasında değil, ama kapitalist ekonomiyi kendiliğinden çökertmek ile “ayrık otları” arasında kesin olarak diyalektik bir bağ vardır.
Her kriz öncesinde, esnasında ve sonrasında yaşananları bir daha yaşayacağız; ekonomiyi, kapitalizmi çökertenlerden; her şeyi doğru bilenlerden geçilmeyecek. Bu arada ekonomide yeni komplo teorileri okuyacağız. Göreceğiz, ilk fazla üretim krizinden (1825-'29) bu yana her dünya krizi döneminde yaşadıklarımızı, güncel biçimiyle bir daha yaşayacağız.

Aslında niyetim “yeni bir dünya fazla üretim krizi patlak vermeden ve “ayrık otu” yaygaraları başlamadan önce...” başlığında bir yazıydı. Ama olmadı! Nelte, o “harika” çocuk, paha biçilmez vesile erken davrandı. Bu nedenle “ayrık otu” yaygaraları başlamadan öncesi için “Güncel Kriz Teorileri”, I, II ve III okunmalıdır derim (1)

Ayrık otu” denince ilk akla gelen tabii ki, N. Nelte’dir. Vesileden öte zerre kadar anlam taşımayan N. Nelte tipinden unsurların R. Luksemburg'u da bulaştırdıkları abesle iştigalden öteye geçmeyen “teori”lerini en yoğun olarak 2008 krizi ve sonrasında ele almıştım. Görünen o ki, bu mücadele yeniden başlıyor.

1-Kapitalist Üretim Biçimi Çökertiliyor!

Kapitalizmi kendiliğinden çökertenler, Troçkistlerden Ernst Lohoff ve Norbert Trenkle’ye, E. Wallerstein gibi kapitalizme ömür biçenlerden, kapitalizmin kendi iç çelişkilerinden dolayı çökeceğini R. Luksemburg’a dayandırmaya çalışanlara kadar oldukça geniş bir yelpazeyi oluştururlar. Bunların bir kısmı ekonomik krizi sisteme özgü, başka bir kısmı da krizin nedenlerini dışsal olarak görmekteler. Örneğin Marksist kavramları kullananlar, Marks’ın kapitalizm ve ekonomik kriz anlayışını reddederek kapitalizmin çökeceğinden bahsederlerken, Ernst Lohoff ve Norbert Trenkle gibileri de kapitalizm zaten daha 1970’lerde çökecekti, ama mali sektör onun ömrünü uzattı görüşündeler.

Çökertmeciler, Marksizm de dahil bütün akımlara karşı meydan muharebesi veriyorlar. Düşünceleri oldukça sadedir: Rosa Luksemburg'un, kapitalizmin var olabilmesi için “kapitalist olmayan bir çevreye” ihtiyacı vardır anlayışından hareket ediyorlar. Yani merkez kapitalist ülkeler ürünlerini satacak ve hammadde temin edecek bir çevreye (bölgelere, ülkelere) ihtiyaç duyarlar. Böyle bir çevre olduğu müddetçe sorun yoktur; kapitalizm kendiliğinden çökmez. Ama böyle bir çevre kalmamışsa çöker. Çünkü:

1-Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşulları kalmamıştır.
2- Art değer üretme olanağı kalmamıştır.
Bu durumda kapitalizmin krizlerle birtakım çelişkilerini geçici olarak, bir dahaki krize kadar çözerek var olmasını sağlayan kanallar tıkanmıştır. Henüz tıkanmamışsa “bu daha ne kadar sürer” sorsunu sorarlar ve fazla sürmeyeceğini açıklamaya çalışırlar.

Demek oluyor ki;
a)“kapitalist olmayan bir çevre” kalmadığı için;
b)sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşulları kalmadığı için;
c) artı değer üretme kanalları tıkandığı için kapitalizm kendiliğinden çökecektir.

Kapitalizm ne zaman çökeceği üzerine zaman hesabı yapanlar da var: 1920'li yılların sonunda yapılan bir hesaplamaya göre (Örneğin, Otto Bauer, Henryk Grossmann) kapitalizmin çoktan çökmüş olması gerekirdi (2). Hesap tutmadı. Wallerstein kapitalizme 30 senelik bir ömür biçti (1997). N. Nelte ise 4 Mart 2009'da kapitalizmin çöktüğünü ilan etti, ama buna kendisi de inanmamış olacak ki, şimdilerde 10 senelik bir ömür biçiyor.
Niye 25 sene değil de 30 sene veya neden 15 sene değil de 10 sene, bunu sadece bu hesapları yapanlar biliyor. İnce hesaplar!

Kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisini savunanların, sermayenin artık artı değer elde etme olanağı kalmadı anlayışı, mevsimlik bir anlayıştır. Kriz geçince kapitalizmin kendiliğinden çökeceği anlayışı rafa kaldırılır, bir dahaki kriz patlak verdiğinde yeniden raftan indirilir.

Düşünce, hesap oldukça basit:
Karl Marx kapitalizmin sonunu analiz etti ve bütün üretici güçler tamamen geliştikten sonra, kapitalizmin misyonunun sonlanacağını gösterdi. Sonu, somut olarak kar oranına dayandırarak açıkladı”(3).

Peki, Marx ne diyordu?
Kâr oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden önce, bağımsız gruplaşmaya çalışan bütün yeni sermaye sürgünleri için önemlidir. Ve sermaye oluşumu, düşen kâr oranının, sadece, kâr kitlesi ile telafi edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Uykuya dalabilir” (4)

Nelte‘ye göre2008'den beri bu noktaya ulaştık” (5).
Bu vatandaşa göre “2008’de ulaşılan geriye dönüşümü olmayan nokta sadece yumuşak bir nakavttu. Bu nakavttan sonra dünya ekonomisi inleyerek ve kafası dumanlı olarak bir raund daha dayanabildi.

Ama şimdi nihai raund başladı; bu raundda son nakavtu bekliyoruz; bu nakavttan sonra kapitalist dünya ekonomisi bir daha asla iyileşmeyecektir. Rakip, bizzat kendisidir; çünkü kar oranının eğilimli düşüşü biçimindeki kendi kendine zarar veren oto bağışıklık hastalığı kendi içine yerleştirilmiştir.
25.3. 2009‘da “üretimde geriye dönüşün olmadığı noktanın şimdi aşıldığını yazmıştık“ (6).

Sonuçta kapitalist ekonominin seyri, gelişmişlik durumu aşırı birikime neden olduğunu, aşırı birikmiş sermeyenin yatırım alanı aradığını, bu alanlardan birisinin de yurt dışı (dış pazar) olduğunu, dış pazar olarak da Çin‘in de artık bir rolünün kalmadığını, kar oranının gittikçe düştüğünü ve şimdilerde yüzde 1 civarında olduğunu, bunun da, Marx‘ın dediği gibi kapitalizmin sonu olduğunu; “üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir”den „”üretimin yaşam alevi bütünüyle söndü” aşamasına geçildiğini savunuyor.

Aynı zamanda otomasyonun, robot tekniğinin kullanımından dolayı, işgününe ihtiyacın kalmadığından, işgücünün de artı değerin yegane kaynağı olduğundan hareketle kapitalist sistemin sonunun geldiğini açıklıyor.

Sözün kısası, kar oranının 1850‘de yaklaşık yüzde 50‘den bugün mali piyasada faiz oranının altına düştüğünü, sınır noktasına doğru evrildiğini, bu evrilişin tesadüfi olmadığını, Çin‘den sonra, yeni dış pazar artık kalmadığı için karın sınır noktasına düştüğünü, kapitalist dünyanın artık büyüyemeyeceğini savunuyor.

Nelte efendi şöyle devam ediyor:
Şimdi, sermaye bileşiminin ilk görünümünü çoktan geride bıraktığımızı ve dünyevi zaman hesaplamasına göre 2015‘ten bu yana hayali dünyamızla cehenneme giden avlunun herhangi bir yerinde bulunuyoruz…

Eh, şimdi "geriye dönüşü olmayan nokta", kilisede amin gibi gelecek. Artık üretimde kar elde edilemediği için Almanya ve Japonya’da yatırım yapılmıyor ve bu, bütün ülkelere sirayet edecek ve süper patlamaya neden olacaktır.
Daha şimdiden 16 ülkede 140.000 işçinin (çalıştığı) özyönetim işletmeleri var ve bunlar, Marx’a göre sosyalizm için ilk adımdır; bunlar bizi sosyalizme götürecektir; gelecek çok iyi”(7)

2009’da da “geriye dönüşü olmayan nokta”ya varıldığını, insanlığın yeni bir dünyaya adım attığını, sanal dünyasında havai fişekler patlatarak kutlayan da aynı kişiydi. Şimdi aynı süreci 2015’te başlatıyor.

Nelte‘nin derdi şu: Kar oranı, yani artı değerin toplam sermayeye (sabit ve değişken (ücret) sermayeye oranı, toplam sermayenin bileşiminin sabit sermaye lehine değişmesinden dolayı eğilimli olarak düşer (8).

Nelte devam ediyor: “Marx‘ın bu hesaplamasını (Kapital 3‘teki kar oranının eğilimli düşüş hesaplamasını kastediyor, İ. Okçuoğlu) 100 sene devam ettirirsek çok şaşırtıcı bir sonucun ortaya çıktığını (görürüz). Bu, ne yazık ki ne kendisi tarafından veya Engels veya Luksemburg, Buharin veya Preobrashenski tarafından, işin garip tarafı, şimdiye kadar hiç kime tarafından yapılmamıştır…
100 sene sonra (Marx‘ın hesaplamasından sonra, İ. Okçuoğlu) sadece yüzde 1 oranında olan bir kar oranına sahip olurduk. Bu durumda hiçbir kapitalist yatırım yapmaz“. (9)

Nelte kar oranını yüzde 1‘e düşürüyor, kar oranının eğilimli düşüş yasasındaki eğilimin üstünü çiziyor ve kar oranının eğilimli düşüş yasasını kar oranının sürekli düşüş yasasına çevirerek kapitalizmi “geriye dönüşümü” olmayacak biçimde çökertiyor! (10).

Nelte işin kolayını bulmuş: Marx‘ın düşünemediğini düşünmüş, garip bir şekilde kimsenin hesap edemediğini hesaplamış ve kapitalizmi yüzde 1 oranında kar oranı ile kalbinden vurarak yere sermiş. Bu iş için hiç kimseye ihtiyaç duymuyor; sınıfmış, devrimmiş, partiymiş umurunda değil. Kapitalizmi kendiliğindenci tarzda yıkıyor. Bunu yaparken, daha önce de toplumlar kendiliğinden yıkıldı örneklemesi yapıyor.
Çok sayıda sistemler veya devletler, üçüncü bir tarafın müdahalesi olmaksızın kendi kendine yıkılmıştır” (11).

(N. Nelte ele aldığımız konuda yeni bir şey söylemiyor, 2008 kriz döneminde söylediklerini tekrar ediyor. Bu konuda ne söylediğine aşağıda geleceğimiz için burada buraya aktardıklarımla yetiniyorum).

2- Peki, Gerçekler Neyi Gösteriyor?

Ama çıplak gerçeklik, her dünyalının gördüğü, yaşadığı, Nelte’nin hesabının yanlış olduğunu göstermektedir. Nelte, kar oranını yüzde 1’e düşürerek kapitalizmi istediği gibi kendiliğinden çökertebilir. Marx’ın kar oranının eğilimli düşüş yasasını geçersiz kılabilir, görüşünü doğrulamak için R. Luksemburg’u istediği biçimde yorumlayabilir. Ancak, bazı gerçekler vardır ki, onu Nelte de değiştiremez. En yalın gerçek şudur: BM verilerine göre bugün dünya nüfusu 7,7 milyardır. Bu kadar insan, yeterli veya yetersiz derecede sürekli tüketmek zorundadır; yiyeceğinden giyeceğine insanın varolabilmek, toplumsal yaşam/ilişki sürdürebilmek için kaçınılmaz olarak harcama yapması, tüketmesi gerekir. Tüketilen ürün, üretilen üründür. Bu ürünleri üreten işletmeler (sermaye) vardır. Belki bu işletmelerde kar oranı kapitalistin istediği gibi yüksek oranlarda değildir. Ama Nelte’ye rağmen üretiyor. Bu tüketim maddeleri, sanayi sermayesi tarafından üretilmektedir. Örneğin, Nelte’nin kapitalizmi, yatırım yapmaya değmez, üretin durmuştur, kapitalizm çökmüştür hesabını yaptığı 2009’dan bu yana dünya sanayi üretiminin sabit fiyatalar üzerinden gelişmesine bakalım: Dünya sanayi üretimi 2008’den 17,9 trilyon dolardan 2017’de 22,7 trilyon dolara çıkıyor; bu artış 2009’da 17,1 trilyon dolardan 2017’de 22,7 trilyon dolara varıyor. Tarım sektöründe üretim 2009’da 2,5 trilyon dolardan 2017’de 3,1 trilyon dolara çıkıyor. İmalat sanayi üretimi 2008’de 10,6 (2009 = 9,6) trilyon dolardan 2016’da 11,8 trilyon dolara çıkıyor(12).

7,7 milyar insan için üretmek ne demek? Kapitalist genişletilmiş yeniden üretimin gerçekleşmesi demektir. Yan, üretim araçları üreten kapitalistler (sermaye, Bölüm I) ile tüketim araçları üreten (sermaye, Bölüm II) arasında üretilen ürünlerin pazarlanmasının; satılmasının ve satın alınmasının devam ediyor olmasıdır. Üretim araçları üreten sermayenin tüketim araçları üreten sermayeye makineler, teçhizatlar satmadığını Nelte’den başka kim iddia edebilir?

Marx da “saf saf” “Kâr oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler, ancak, bir kâr ile üretilebildikleri sürece üretilir” diyor (13)

Nelte ve benzerleri, sermayenin, kapitalizmin ümüğüne çöküp ona artı değer ürettirmeyenler, üretme kanallarının artık tıkandığını savunanlar şimdi sermaye ile Marx arasında kaldılar. “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık“! Marx‘a inanacak olsalar, hala diş fırçası, otomobil, uçak vs. üretildiğine göre, artı değer üretmenin olanağı kalmadı, artı değer üretiminin ana arterleri tıkandı, sermaye üç-beş uluslararası tekelin eline geçti, “üretimin yaşam alevi bütünüyle söndü” diyemezler. Kendilerine, yani kapitalizmi çökerttiklerine inanacak olsalar, bu sefer de Marx‘a inanmamış olacaklar!

Yoksa sermaye kar beklentisi olmadan, kar için değil de, 7,7 milyar insanın “hayır duasını almak” için mi hala diş fırçası, uçak, vagon vs. üretiyor? İnsanların hayır duasını almaktan daha güzel ne olabilir ki, diyeceğim ama sermaye şimdiye kadar “hayrına” bir iş yapmamıştır.

Artı değer üretilmiyor diyebilmek için yeniden üretim sürecinde üretim araçları üreten sermaye ile tüketim araçları üreten sermayenin, kapitalist üretim biçiminin devamı için elzem olan karşılıklı ilişkisinin kopmuş olduğunu; üretim araçları üreten sermayenin makine, teçhizat vb. üretmediğini, tüketim araçları üreten sermayenin de diş fırçası dahil buzdolabı, sabun, ekmek üretmediğini söyleyebilmek için Nelte olmak gerekir. Yoksa değil mi?

Şimdi kar oranı hesaplamalarına bakalım.


Yukarıdaki grafikte birkaç nokta dikkat çekmektedir:
1-Kar oranı sömürge, yeni sömürge, bağımlı ülkelerde kapitalizmin merkezini oluşturan emperyalist/sanayileşmiş ülkelerine göre yaklaşık iki misli yüksektir ve bu, süreklilik arz etmektedir.

Marx Kapital‘de bu gelişmeye işaret ediyordu:
Avrupa'da bir ülkede artı-değer oranı %100'dür, yani işçi, işgününün yarısında kendisi için, öteki yarısında işveren için çalışmaktadır. Gene diyelim ki, Asya'da bir ülkede artı-değer oranı %25'tir ve işçi, işgününün beşte-dördünde kendisi için, beşte-birinde işveren için çalışmaktadır. Avrupa ülkesinde ulusal sermayenin bileşimi 84s + 16d ve daha az makine, vb. kullanılan ve belli bir sürede, belli miktarda işgücünün, nispeten daha az miktarda hammaddeyi üretken olarak tükettiği Asya'daki ülkede ise 16s + 84d olsun. Bu durumda şu hesap elde edilir.
Avrupa'daki ülkede ürünün değeri = 84s + 16d + 16a = 116; kâr oranı = 16 : 100 = %16.
Asya'daki ülkede ürünün değeri = 16s + 84d + 21a = 121; kâr oranı =%21.
Şu halde, Asya ülkesinde artı değer oranı, Avrupa ülkesindekinin dörtte-biri olduğu halde, kâr oranı Avrupa'dakine göre %25'ten daha büyüktür” (14).

2-Her iki ülkeler grubunda kar oranları 1980/1983 dünya krizine kadar bazı yıllarda yükselse de sürekli düşmüştür. Ancak, bu düşüş hızı 1980/1983 dünya krizinden 2008 dünya krizine kadarki dönemde yavaşlıyor, hatta 2008 krizi öncesinde yükseliyor. Bunun nedenini emperyalist burjuvazinin, tekelci sermayenin uluslararası neolberal saldırılarına aramak gerekir (15).
 
Michael Roberts: “2018 için (ABD) Kar Oranı Hesaplaması” makalesinde (4 Kasım 2109) kendi ve farklı kişilerin farklı açılardan; değişik kıstaslar bazında yaptıkları kar oranı hesaplamalarının sonuçlarını kısa açıklamalarla birlikte grafik olarak yayınlar. Nasıl hesaplanmış olursa olsun o grafiklerde sadece bir olgu, bir eğilim görülüyor: ABD‘de kar oranı yüzde bire henüz düşmemiştir. ABD‘de kapitalizm henüz çökmemiştir; ABD sanayisine yatırımlar hala yapılmaktadır (16).

Andrew Kliman hesaplamasına göre Amerika‘da kar oranı 1946‘dan 2018‘e yüzde 18‘e düşüyor; Michael Roberts hesaplamasına göre Amerika‘da kar oranı 1946‘dan 2018‘e yüzde 16‘ya düşüyor; Dimitris Paitaridis und Lefteris Tsoulfidis hesaplamasına göre de Amerika‘da kar oranı genel ve net kar oranları olarak 1964‘ten 2015‘e yüzde 6-5 bandında kalıyor. Tabii bu hesaplamalar, yazarın da açıkladığı gibi, farklı faktörlerin bir araya getirilmesinden oluşmaktadır; bu nedenle de sonuçlar farklı oluyor. Her halükarda çıkan sonuçlar, ancak ve ancak eğilimi göstermek bakımından bir anlam taşımaktalar. Bu eğilim de kar oranlarının düştüğüdür (17).

Dünya kar oranı hesaplaması mümkün müdür?

Tekil işletme, ülke bazında kar oranını soyut olarak veya birkaç sermayenin açıklamalarına dayanarak hesaplama bazında yüzde 1’e düşürmek kolay. Ama bu hesaplamaya dayanarak kapitalist sistemi çökertmek ancak Nelte gibi bir aklıevvel işi olabilir. Mademki, dünya ekonomisi bütünleşti, ulusal devlet sınırları yıkıldı, yıkılmasa da uluslararasılaşmış sermaye açısından bir anlamı kalmadı, bütünleşmiş dünya ekonomisi birkaç uluslararası tekelin hakimiyetine geçti, o halde bir dünya kar oranı hesaplaması kolayca yapılabilir. Hani Marx, “Kâr oranı, yani sermayedeki nispi artış, her şeyden önce, bağımsız gruplaşmaya çalışan bütün yeni sermaye sürgünleri için önemlidir. Ve sermaye oluşumu, düşen kâr oranının, sadece, kâr kitlesi ile telafi edildiği birkaç büyük yerleşmiş sermayenin eline düşmesi halinde, üretimin yaşam alevi bütünüyle sönebilir. Uykuya dalabilir. Kâr oranı, kapitalist üretimin itici gücüdür. Nesneler, ancak, bir kâr ile üretilebildikleri sürece üretilir” diyordu ya. Marx’ın o zaman dediği birkaç güçlü sermaye bugünün birkaç uluslararası tekelidir. Geriye dönüşümü olmayacak derecede bütünleşmiş bir dünya ekonomisinde dünya kar oranı hesaplaması yapmak zor olmasa gerekir değil mi? Bir deneyin, deneyin de dünya kar oranı hesabını yapıyorum derken dünya ekonomisinin ne denli ulusal parçalanmış olduğunu ve her bir ulusal ekonomi/sermaye için ulusal kar oranı hesabı yapmaksızın işin içinden çıkılamayacağını yeniden keşfetmiş olursunuz (18).

Ne diyordu Marx? “Yeri gelmişken belirtelim, ulusal kâr oranları, çoğu kez, farklı ulusal artı değer oranlarına dayanır”.(19)

Geriye dönüşümsüz bütünleşmiş dünya ekonomisi zırvalığıyla, kapitalizmi kendiliğinden çökertme zırvalığıyla Marx’ın tek cümlelik tespitini uyumlaştırırsanız düşüncenizin doğruluğu konusunda Marx’ı ikna etmiş olursunuz!

Evet, sermaye ve üretim kapitalizmin, daha doğrusu emperyalizmin tarihinde en üst derecede uluslararasılaşmıştır. Tekil ülke ekonomileri sayısız ekonomik ilişkiler bağlamında birbirine bağlanmış bir dünya ekonomisinde bütünleşmiştir. Bu doğrudur ve hiç de yeni değildir: en azından Lenin, emperyalist gelişmenin bu boyutlara gelebileceğini “Emperyalizm...” yapıtında açıklar. Emperyalist gelişme Lenin’in öngörülerini doğrulamıştır. Ancak, yine Lenin’in öngörüsünün de gösterdiği gibi sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, emperyalizmin “ultra-emperyalizme” dönüşmesini beraberinde getirmemiştir.
Kautsky tarafından uydurulmuş ünlü "ultra-emperyalizm" teorisi de gerici bir nitelik taşımaktadır. Onun 1915'te bu konudaki görüşleri ile Hobson'un 1902'deki görüşlerini karşılaştırınız:
Kautsky:
"... Bugünkü emperyalist siyasetin yerini, ulusal mali-sermayeler arasındaki mücadelenin yerine uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermayeyle dünyanın ortaklaşa sömürüleceği yeni, ultra-emperyalist bir siyaset alamaz mı? Kapitalizmin bu yeni aşaması her halde anlaşılır bir şeydir. Bu, gerçekleşebilir mi? Bu soruyu yanıtlamamızı olanaklı kılacak yeterli öncüllere henüz sahip değiliz."

Hobson: "Her biri bir dizi uygarlaşmamış sömürgeye ve bağımlı ülkeye sahip birkaç büyük federal imparatorluk temeline yerleşmiş bulunan Hristiyanlık, çok kişiye, çağdaş eğilimlerin en mantıksal gelişimi olarak, inter-emperyalizmin sağlam bir temel üzerine kurulacak sürekli bir barış umudunu en çok taşıyan bir gelişim gibi görünmüştü."

Böylece Hobson'un onüç yıl önce inter-emperyalizm olarak adlandırdığı şeye, Kautsky, ultra-emperyalizm veya da süper-emperyalizm demektedir. Latince bir örnek yerine bir başkasını koymaktan ibaret, bilgiççe bir-iki yeni söz icadı dışında, Kautsky'nin "bilimsel" düşüncesinde gördüğümüz tek ilerleme, Hobson'un İngiliz papaz takımının hilekarlığı olarak gösterdiği şeyi, Marksizm adına yutturmaya çalışmasıdır.(20)

Bugün veya günümüzde, diyelim ki “uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermaye”nin de ifadesi olan emperyalist küreselleşme sürecinde; dünya ekonomisinin bir avuç uluslararası tekelin elinde olduğu süreçte “ulusal mali-sermayeler arasındaki mücadele” sonlanmamıştır; uluslararasılaşmış tekeller, “uluslararası düzeyde birleşmiş mali-sermaye” bir taraftan “dünyayı ortaklaşa sömürmek” için adımlar atarken, diğer taraftan da kendi aralarında acımasız bir rekabet sürdürüyorlar. Bu demektir ki, tekil ülke ekonomileri ortadan kalkmamıştır. Bu anlamda örneğin kar oranının tespitindeki kıstaslar ulusaldır. Bu da kar oranı tespitinin ancak ulusal çerçevede yapılabileceğini, dünya çapında kapitalist ekonomiye dayanan bir kar oranı olamayacağını gösterir. Bunun ötesinde dünya ekonomisi her ne kadar bir avuç tekelin, “büyük sermayenin eline düşmüş” olsa da “üretimin yaşam alevi bütünüyle” henüz sönmemiştir. Aslında bunu söyleyen Marx’tır.

Kısaca: Dünya kar oranı tespiti için maddi koşulların olmadığı yerde, üretim bir avuç tekelin eline geçti diye “üretimin yaşam alevini” söndürmek olsa olsa bir aklıevvellik göstergesi olabilir. “Harika” Nelte bunun bir örneğidir.

Şimdi bir de kar oranının eğilimli düşüşüne karşı etkide bulunan faktörlere bakalım. Burada bu faktörleri belirtmekle yetineceğiz. Açıklayıcı bilgileri ekte veriyoruz (21).

Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktörler
 
Toplumsal emeğin üretken güçlerinde, daha önceki dönemlere göre yalnızca son 30 yıldaki büyük gelişmeleri göz önünde bulundurursak ve özellikle, asıl makineler dışında, bütünüyle toplumsal üretim sürecine giren muazzam sabit sermaye kitlesini düşünürsek, şimdiye değin iktisatçıları rahatsız eden güçlük, yani düşen kâr oranını açıklama güçlüğü, yerini, bunun tersine, yani bir düşüşün niçin daha büyük ve daha hızlı olmadığını açıklama güçlüğüne bırakır. Genel yasanın etkisine ters düşen ve onu yok eden, ona yalnızca kendine özgü bir eğilim niteliği veren ve bu yüzden, genel kâr oranındaki düşmeden, bir düşme eğilimi olarak söz etmemize neden olan bazı zıt yönde etkilerin işe karışmaları gerekir.
Zıt yönde etki yapan güçlerin en genel olanları şunlardır”. (22)

1. Sömürü yoğunluğundaki artış.
2. Ücretlerin, iş gücünün değerinin altına düşmesi.
3. Değişmeyen sermaye ögelerinin ucuzlaması.
4. Nispi aşırı-nüfus (kronik kitlesel işsizlik).
5. Dış ticaret.
6. Hisse senetli sermayenin artışı (23).

Burada belirteceğimiz kâr oranının düşüşüne karşı etkide bulunan ve bu düşüşü eğilimli düşüş haline getiren nedenler olmazsa; etkide bulunmazlarsa kapitalizm kendiliğinden çöker. Kendiliğinden çöküşü engelleyen, bu karşı etkide bulunan faktörlerdir. “Marksist” küçük burjuvazi tam da karşı etkide bulunan bu faktörlerin artık geçerli olmadığını; etkide bulunmadığını savunmaktadır.

Marks, kâr oranının düşme konumundan değil, kâr oranının düşme eğilimi konumundan bahseder. O halde burada söz konusu olan, kapitalistlerin, kâr oranının düşme eğilimiyle karşı karşıya olmalarıdır.
Burada akla şu soru gelebilir. Kapitalizmin bazı ülkelerdeki üretim biçimi olarak hâkimiyeti birkaç yüzyılı kapsamaktadır. O halde bu birkaç yüz yıl içinde, kâr oranının düşme eğilimi neden mutlak düşmeye kadar varmıyor veya varamıyor. Bu soruya Marks’ın verdiği cevabı yukarıya aktardık. Ama tekrar pahasına da olsa bir daha aktaralım:

Genel yasanın etkisine ters düşen ve onu yok eden, ona yalnızca kendine özgü bir eğilim niteliği veren ve bu yüzden, genel kâr oranındaki düşmeden, bir düşme eğilimi olarak söz etmemize neden olan bazı zıt yönde etkilerin işe karışmaları gerekir” (24).
Ve Marks, bu karşı etkenlerin neler olabileceğini açıklamalı olarak sıralar. Bu faktörlerin önemli olanları şunlardır.

2.1-Kâr oranının düşmesi eğilimine karşı etkide bulunan faktörler olarak artı değer oranının yükseltilmesi:
...

2.2-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak ücretlerin, iş gücü değerinin altına düşürülmesi, iş gününün(çalışma saatlerinin) uzatılması, çocuk emeği, kadın emeği:
...
2.3-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak görece fazla nüfus:
...
2.4-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak sabit sermaye unsurlarının ucuzlaması:
...
2.5-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak bilimsel-teknik devrim:
...
2.6-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak dış ticaret...

3-Kâr oranının yükselmesinde ve eğilimli düşüşüne karşı etkide bulunan faktörlerin oluşturulmasında, örgütlenmesinde ve harekete geçirilmesinde devletin rolü...

4-Üretim yeri değişimi-sermayenin yurt dışına gitme yasası veya daha fazla kâr elde etmek için hareket yasası...

Sonuç itibariyle: 

Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir” (K. Marks, Kapital III, s. 260).
 
3Bazı Sonuçlar ve Değerlendirmeler

"Quarterly Reviewer, sermayenin, kargaşalıktan, kavgadan kaçtığını ve ürkek olduğunu söylüyor ki, bu, çok doğrudur, ama gerçeğin tamamı değildir. Sermaye, kâr olmadığı veya da az kâr olduğu zaman dehşete kapılır, tıpkı doğanın boşluktan hoşlanmadığının gibi. Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır; kar yüzde 20 olursa, canlanır; kar yüzde 50 olunca, cesurlaşır; kar yüzde 100 olunca, bütün insani yasaları ayaklar altına alır; yüzde 300 kâr ile, sahibini astırma olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kâr getirecek olsa, bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti bütün burada söylenenleri doğrular." (T. J. Dunning‘den aktaran Marx; Kapital C. I, s. 788)

Bugün “sermaye, kâr olmadığı veya da az kâr olduğu zaman dehşete kapılır” ile “Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir” arasında gidip gelmektedir. “Güvenli bir yüzde 10 kâr ile her yerde çalışmaya razıdır”, ama güvenli bir yüzde 10 oranında bir karı artık hemen hemen hiçbir yerde bulamamaktadır.

Sermayenin yüze 10; yüzde 20; yüzde 100, hatta yüzde 300 kar edebilmesi için dünyanın yıkılması ve sermaye tarafından yeniden inşa edilmesi gerekir. Bu oranlarda kar imkanı ancak ve ancak, bütün dünyayı yıkan bir deprem veya yeni bir dünya savaşıyla doğabilir. Aksi durumda, yani şimdiki durumda “sermaye, kâr olmadığı veya da az kâr olduğu zaman dehşete kapılır” ile “Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir” arasında gidip gelmeye devam edecektir, etmek zorundadır.

Diğer bir ifadeyle yukarıda belirttiğim gibi sermaye 7,7 milyarlık dünya nüfusu için üretmek, bu üretimden artı değer, kar elde etmekle yetinmek zorundadır. Kapitalist her fazla üretim krizi sürecinde değişmeyen sermaye kıyımı yapıyor, eskiyen sabit sermayesini yok ediyor; kriz sonrası rekabet için değişmeyen sermayesini (fabrikalar, makineler, yeni teknoloji vb.) yeniliyor. Yani yatırım yapıyor; Nelte ve onun gibi düşünen avanak küçük burjuvaziye rağmen yatırım yapıyor.

Doğrudur sermaye dehşet içinde, korkuyor, ama hala artı değer üretiyor. Ana arterleri henüz tıkanmamıştır. Sermayenin ümüğüne çökerek de o damarları tıkamak mümkün değil. (Bu konuya aşağıda yeniden değineceğiz)

Kapitalizmi kendiliğinden çökertenlerin teorisi ve yaptığı hesaplamanın gerçekle hiçbir ilgisinin olmadığını bizzat yaşamın kendisi; sermayenin nesnel hareketi göstermektedir. Sermaye çarkını
kâr olmadığı veya da az kâr olduğu zaman dehşete kapılır” ile “Yeterli kâr olunca sermayeye bir cesaret gelir” arasında, seviyesinde pekala çeviriyor. Bunu bilmek, anlamak gerekir.

Konuya ilişkin daha önceki yazılardan (25) özetlediğim aşağıdaki sonuç ve değerlendirmeler Marx’ın tanımladığı kapitalizm gerçeği ile kapitalizmi kendiliğinden çökerten anti-marksist görüşler arasındaki farkı göstermektedir.

3.1-Kapitalizmi kendiliğinden çökertenler, kar oranının eğilimli düşüş 
      yasasının geçersiz olduğunu savunuyorlar

Bunun nedeni çok basit: Kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunan, bir biçimde ima eden veya gelişmenin o yönde olduğunu söyleyen, kaçınılmaz olarak sermaye açısında artı değer üretiminin; sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşullarının kalmadığını; kar oranının sıfıra doğru eğilimli olarak düştüğünü ve yeniden yükselme koşullarının tükendiğini, kapitalizmin kendiliğinden çökeceği savunusunun, imasının veya söyleminin önkoşulu yapmış olur. Bir taraftan sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşularının varlığını savunmak ve aynı zamanda kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunmak olamaz; ya biri ya da diğeri. Gerçekten de artı değer üretme koşullarının kalmadığı yerde kar oranı sıfır noktasına varmış demektir. Teorik olarak kendiliğinden çöküş budur. Ne derlerse desinler, Marks'tan, Kapital'den ne kadar çok alıntı yaparlarsa yapsınlar, sınıf mücadelesinden, sınıfı örgütlemekten, devrimden, sosyalizmden ne kadar çok bahsederlerse bahsetsinler, sermayenin yeniden üretim koşullarının kalmadığının savunulması, bütün bunları geçersiz kılar, sadece söyleme indirger. Sermayenin genişletilmiş yeniden üretim koşullarının kalmaması, kendi iç çelişkilerinin bir sonucu olacağı için; yani kapitalist ekonominin nesnel yasalarının gelişmesinin doğrudan bir sonucu olacağı için bu çöküşle sınıf mücadelesinin bir ilişkisi yoktur. Yani kendiliğinden çöküş, sınıf mücadelesinin keskinleşmediği, işçi sınıfının siyasal örgütlü olmadığı veya güçsüz örgütlü olduğu dönemlerde de olabilir, aynen bugün olduğu gibi. Demek oluyor ki, kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisi, öznenin, sınıfın bilinçli eylemini hesaba katmıyor, onsuz bir çöküşün maddi koşullarının var olduğunu savunuyor.

Nihai kriz veya çöküş için kapitalizmin etkili-etkisiz fazla üretim krizlerini, aşırı birikmiş sermayenin spekülatif alana kaymasını örnek/kanıt olarak öne sürmek ve bunlar üzerine teori oluşturmak -en hafif deyimle ifade edersek- hayal dünyasında gezinmekten başka bir anlam taşımamaktadır. Peki, kıyamet gününün yaklaştığını; o süreci karakterize eden ne var ortada? Kapitalizmin işlerliğini aşmayan, ama daha da keskinleşen, derinleşen krizlerinden, çelişkilerinden başka bir şey yok ortada. Dünyanın hangi bölgesi veya hangi ülkeler nihai krizden dolayı dünya ekonomisinden kopmuş ve kendini barbarlık içinde bulmuştur? Tek bir örnek var mı? Yok. Ama kar beklentisi olmadığından dolayı sermayenin uğramadığı yerler, bölgeler var. Şayet bu, nihai krizin, kendiliğinden çöküşün bir göstergesiyse bu, bu teoriyi savunanların sadece ve sadece ne denli ciddiyetsiz olduklarını gösterir...

3.2-Çöküş teorisi kaçınılmaz olarak sermayenin nesnel gelişme 
      hareketinden ve sermayeye karşı direnişin koşullarından ve     
      perspektiflerinden kopmaya götürür

Kapitalizmin gelişmesi ile ona karşı mücadele arasındaki karşılıklı etkilenmenin araştırılması yerine her iki alan birbirinden kopartılır; kapitalizm çökeceği için; hem de kendiliğinden çökeceği için ona karşı mücadelenin; mücadele etmesi gereken öznenin sınıfsal karakteri ve örgütlenmesi hiç önemli değildir. Bu teoriye inananların -bunlara Rosa Luksemburg'u karikatürleştirenler de dahil- kapitalizme karşı mücadele, örgütlenme vb. konularında sergilemiş oldukları anakronik anlayış; dizaynladıkları toplum biçimi her şeyi açıklıyor. Bu unsurlar açısından sorun oldukça basit: kapitalizmin kendiliğinden çökeceği bir doğa yasasının gerçekleşmesi gibidir; kaçınılmaz olarak çökecektir. Tam da bu nedenden dolayı bütün sorun onun yıkılması için mücadele değil, sadece ve sadece bu gerçeğin; çöküşün pratik sonuçlarını açıklamaktır; insanlığı bu konuda aydınlatmaktır. Ama ne dehşetli bir aydınlatma! İşçi sınıfının gözünü (pardon bilincini) siyasi, teorik ve ideolojik olarak kör eden bir “aydınlatma”! Bir taraftan artı değer üretmenin imkânsızlığından, kanalların tıkandığından; yani kapitalizmin kendiliğinden çökeceğinden ve sonra da işçi sınıfından, devrimden, sosyalizmden bahsedenler işte böylesi kör eden; sınıfı örgütsüzleştiren, bireyselleştiren, kendiliğindencileştiren bir “aydınlatma” ekolünün unsurlarıdır...

3.3-Nelte kapitalizmi çökertiyor-Nelte'nin dünyası

N. Nelte, hesap üzerinden kapitalizmi çökertenlerin veya kapitalizmin kendiliğinden çökeceği hesabını yaparak çöküşten sonraki durum üzerine kafa yoranlar “sınıf”ına dahildir. Burada ibret olsun diye sadece bir örnek vermek istiyorum. R. Luksemburg nasıl karikatürize edilir diyorsanız bu örnek bunu yeteri kadar açıklamaktadır.

Kendiliğinden çöküş üzerine yapılan hesap çoktur. Bu hesaplardan birisini de H. Grossmann yapmıştır. 1920'li yıllarda yaptığı hesaba göre kapitalizm 35. çevriminde çökmesi gerekiyordu. Ama nedense çökmedi.

Şimdi yapılan bir hesaba göre “kıyamet günü” gelmiştir. Kapitalizmin kendiliğinden çöküşü “İktisadi Çöküş: 'Geriye Dönüşümü Olmayan Nokta' Şimdi Aşılıyor. Fazla Üretim Yasası” başlıklı bir yazıda 4 Mart 2009 tarihinde açıklanmıştır.

Farkında mısınız bilmiyorum ama insanlık kapitalizmden kurtuluyor! (Aslında 4 Mart 2009'dan bu yana kurtulmuş durumdadır!) Bu işin nasıl olduğu üzerine tartışma başka bir yazının konusu olabilir. Önemli olan çöküşün kendisidir. Bu çöküş de gerçekleşiyor olduğuna göre kendimizi geleceğe hazırlamamız gerekir.

Ama önce bu çöküşü hazırlayan ve gerçekleştiren teoriye bir bakalım. Teori diyorum, çünkü bu çöküşle insanların, sınıf mücadelesinin bir ilişkisi yok; çökerten teoridir veya çöküş teoride gerçekleşiyor!

Norbert Nelte'yi tanıyıp tanımadığınızı bilmiyorum. Bu vatandaş görüşlerinde oldukça tutarlı birisidir. Öyle sınıf mücadelesiymiş, işçi sınıfını örgütlemekmiş, partiymiş, sınıf bilinciymiş vb. lüzumsuzluklarla ilişkisi yoktur. İşçi sınıfının değil, insanların, “kıyamet günü” gelip çattığında; yani çöküş anı geldiğinde -açıklamasına göre 4 Mart 2009'dan beri çöküş içinde olduğumuz için o an gelmiş demektir.-
Nelte'nin “kıyamet günü” teorisini kronolojik olarak -son bir sene- takip edelim:

Rosa Luksemburg “Sermaye Birikimi“ kitabında Marks'ın değer yasası temelinde kapitalizmin pazarın sınırlarına oldukça şiddetle toslayacağını mantıki olarak kanıtlamıştır. Buna karşın Marks, genişletilmiş yeniden üretim sorununda oranlı (ahenk içinde, çn.) bir pazardan hareket eder ve kapitalizmin sonunu kar oranının eğilimli düşüşüyle sadece yavaş yavaş sönme olarak görür”.

Dünya çapında yatırım malları sektörü ücretlerden daha hızlı düşerse üretim araçları sektöründe (I) tüketim sektörüne (II) aktarılamayan bir fazlalık doğar. 'Geriye dönüşümü olmayan noktanın' aşılmasıyla dünya pazarının oldukça hızlı bir daralmasına gelinir“.

Geriye dönüşümü olmayan nokta'dan sonra kapitalizmde iktisadi faaliyet aniden durur ve dünya işçi sınıfı daha önce planlı dayanışmacı üretimi ele almaz ve başarısız kalmış kapitalistleri kovalamazsa (toplum) yerel yönetimler tarafından basılan geçici geçerli paraya veya gıda maddeleri vesikasına ve nihayetinde kanunsuzluğa boyun eğer“. (26)

Pazarın sonlanmasından mübadele iktisadı üzerinden taban-planlı ekonomisine... Tabii bu, kapitalizm için nihai son anlamına gelmez. Pazarların tıkanmasından dolayı kapitalizm, inişli-çıkışlı olarak sıfır noktasına doğru -belki 10 veya 20 sene içinde şehirlerin geçici geçerli parasıyla veya gıda maddeleri vesikasıyla mübadele iktisadına geçmek için- ilerleyecektir. Durum II. Dünya Savaşı sonrasıyla karşılaştırılabilir; üretmek için işçiler işletmeleri bizzat inşa etmişlerdi. İşçiler, nesnel çıkarlarından dolayı aşağıdan dayanışmacı bir taban-planlı ekonomisi inşa edecekler; bu ekonomi kara göre değil, ihtiyaçlarına ve mantığa göre yönlendirilecektir” (27).

Kapitalist dünya ekonomisi treni yavaş yavaş çıkmaz sokak istasyonuna giriyor”:
Troçkistlerin çoğu Mandel'ın uzun dalgalar teorisini tercih eder; onların hepsi, pazarın sınırları teorisiyle R. Luksemburg'un genişletilmiş yeniden üretim hesaplamasında mantıksal ve hesapsal hata yaptığı için zaten haklı olmadığında birleşirler”.

Kar oranının sıfır eksenine yaklaşmasıyla büyüme eğrisi de sıfır noktasına yaklaşır. Pazarlar sürekli daraldıkça iç pazarın süreklilik arz eden talep yetersizliği artık ek ihracatla telafi edilemez. İç pazarın süreklilik arz eden talep yetersizliği, işçiler tarafından yaratılan değerden ücret çıkartıldıktan... sonra kapitalist tarafından el konulan değerden kaynaklanır”.

Yeni pazarlar olmazsa kriz de aşılamaz... Sadece yeni pazarlar yeni genişletilmiş yatırımları da gerekli kılar, ama önemli yeni pazarlar da yok artık...'Geriye dönüşümü olmayan noktaya' varıldığında kapitalist ekonomi, çok hızlı bir şekilde duvara toslayacaktır ve böylece R. Luksemburg, can çekişmeyle ve ani sonla doğruyu savunmuştu“.

Belki 10-15 sene içinde...'geriye dönüşümü olmayan nokta'ya varılacaktır. Çok hızlı bir şekilde 1-2 sene sonra ulusal ekonomiler tamamen çökecekler ve belli bir süre için yerel sermaye seçkinleri yerel alanda şehirlerin geçici geçerli parasıyla, gıda maddeleri vesikasıyla ve konutlara el koymayla ekonomiyi devam ettirmeye çalışacaklardır. Ama şimdi küçük burjuva romantikler, 'küçük, kontrol edilebilir örgüt birliklerine geri dönüşe' sevinmeden önce, savaş lortlarının, korsanların, talancı sürülerinin vandalizminin giderek hâkim olacağı ve sadece güçlülerin hakkını tanıyan hukuksuz bir toplumda bir mübadele iktisadının oluşabileceği söylenmelidir. Daha şimdiden Somali'de sermaye dünyasının her tarafta nasıl olacağının örneğini görüyoruz. Savaş lortları eski ulusal devlete karşı mücadele ediyorlar, vandalist korsanlar savaş lortlarına karşı mücadele ediyorlar, şiar; herkes herkese karşı. 19.06.2006'da ilk defa kapitalizmin sonu üzerine yazdığımızda 20-30 seneden bahsediyorduk. Ama güncel haberler bize şimdi, 10,15 senelik görülebilir bir zaman dilimi tahmini yaptırıyor” (28).

Ve nihayet “2009'dan itibaren zaman gelmiş oluyor; iktidar sahiplerinin paraları yavaş yavaş azalıyor, birbirlerine düşüyorlar, eskisi gibi yaşayamıyorlar. Şimdi giderek daha çok insan otantik Marksizme ilgi duymaya başlıyor; esas olan örgütün kapılarını artık açmaktır”. Yazıya bir de Lenin alıntısı (“devrimci durum olmadan devrim olanaksızdır...”) ekleyince eksik bir şey kalmamış oluyor: Kapitalizm kendiliğinden çöküyor, hâkim sınıflar eskisi gibi yönetemiyorlar, insanlar otantik Marksizme ilgi duymaya başlıyorlar, tam da bu arada örgütün kapıları açılıyor!

Marksistler, acımasız gerçeklikten dolayı kabul etmeliler ki, R. Luksemburg'un pazarın sınırları teorisi de Marksist politik ekonominin önemli bir bileşenidir. Daha şimdiden brüt yurt içi üretim eğrisi aniden battı. Ulusal ekonomi belki bir, iki defa kendini kurtarabilir, ama birkaç sene içinde dünya pazarının üretim araçlarına talebi daha az olacaktır. Sonra artık tutunacak durum kalmaz ve bu 'geriye dönüşümü olmayan nokta'dan sonra ekmek vesikasıyla ve yerel geçici geçerli parayla doğrudan mübadele ekonomisine geçilecektir”.

Ama her şeye rağmen sormadan da edemiyor Belki de ne olur ne olmaz diye düşünmüş olabilir: Başkasını konuşturarak “Daha nereye kadar?“ diye soruyor. Yani bu sistem daha ne kadar devam edebilir diye soruyor (29).

Ve Nelte 4 Mart 2009'da müjdeyi veriyor:
Kapitalizmde ekonomik yükselişe dönüş artık mümkün değildir”!
Ama ekonomik kriz pazarların daralmasından dolayı sermayenin organik veya teknik bileşimi metalarda değişmeyen sermayenin aleyhine olursa, yani üretim araçları sektöründe dünya çapında bir fazlalık ortaya çıkarsa artık bu tüketim sektörüne aktarılamaz... İktidar sahiplerinde panik başlar...2002'de olduğu gibi, sermaye yatırımları Almanya'da yüzde 5 ve Amerika'da da yüzde 10 düştüğünde, üretim araçları sektöründe düşme sadece birkaç ülkede olduğu için GSH'da belli bir artış oldu. O zaman Çin, Rusya Avrupa ve Latin Amerika yatırım talepleriyle bu ülkeleri bir kez daha kurtardılar. Biz o zaman (2006) kapitalizmin çöküşünün ancak 30 sene içinde olacağını öngörmüştük. Ama yatırımların ve düşen makine yapımı gelişmesi daha şimdiden dünya çapında tespit ediliyorsa kapitalizm, ortalığın günlük güneşlik olmasına rağmen, daha şimdiden önümüzdeki 5 sene içinde mübadele ekonomisine düşecektir“ (geçecektir) (30).

Kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunanların sayıları hiç de az değildir. Bu örgütler nerededir diye sorarsanız Dünya Sosyal Forumunu, Avrupa Sosyal Forumunu adres olarak gösterebilirim. Toplu olarak oradalar, dünyanın hemen her tarafında onlara rastlanır. Bir kısmı, yıkacaklarını veya yıkılıyor olduğunu sandıkları devletten para kopartarak kendi ekonomilerini kurarken, bir kısmı 200-300 sene öncesinin toplumunu idealize eder.
Dünya Sosyal Forumu, Avrupa Sosyal Forumu gibi çoştukları ortamlar artık kalmadığı için şimdi nerede olduklarını bilmiyorum. Ama sanal dünyada varlıklarını sürdürüyorlar.

Teoride ve pratikte bu atom parçacıkları büyüklüğündeki örgütleri, düşünce tarzlarını küçümsememek gerekir; küçümseyen bunlara karşı mücadeleyi kaybeder. Tekil olarak aldığınızda bunların hiçbir önemi olmayabilir. Ama her biri kendi açısından Marksizmi, Marksizm-Leninizmi ilkelerinden kopartmak, ideolojinin, sınıf örgütlenmesinin, sosyalizmin içini boşaltmak; bu kavramları “Post-Marksist” kavramlara dönüştürmek için sürekli çaba harcamaktalar. Neredeyse saymakla bitmeyen “Post-Marksizm” ekolleri, “Post-Marksist” teoriler nereden çıktı sanırsınız?
Bunlar, ayrık otu gibi teori dünyamızı sarmışlar, bugün, uluslararası komünist harekette tasfiyecilik rolünü üstlenmişlerdir. Bazı Marksist-Leninist kavramların, bazı alanlarda Marksist-Leninist politik ekonominin içinin boşaltılması, burjuvazinin de kabul edebileceği hale getirilmesi çoğunlukla bu unsurların eseridir.

Bunlarda ayrık otu özelliği vardır; mevsimi geçince kurur ve sonra mevsimi gelince yeniden canlanır. Kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisini savunanlar da her kriz döneminde canlanırlar ve kriz geçince süngüleri düşer, bir dahaki krize kadar sesleri çıkmaz. Ayrık otunun mevsimi senede bir kere, kapitalizmin kendiliğinden çökeceğini savunan ayrık otlarının mevsimi de ortalama her 7-8 veya 8-10 senede bir gelir.
Yani kapitalizmin kendiliğinden çökeceği teorisi; sermayenin artık artı değer elde etme olanağı kalmadı anlayışı mevsimlik bir anlayıştır. Bu mevsimlik anlayışı savunanlardan birisi de örneğin Immanuel Wallerstein'dır (31).

Devam edecek

 
Dipnotlar/Açıklamalar:

1)Bkz.:
-GÜNCEL KRİZ TEORİLERİ (I) BURJUVA KRİZ TEORİLERİ (I).
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/01/guncel-kriz-teorileri-i.html

-GÜNCEL KRİZ TEORİLERİ (II)- BURJUVA KRİZ TEORİLERİ (II), “DİNOZOR” MARKS’I TAKİP EDELİM - BİR BURJUVA EFSANE: MALİ KRİZİ!

-MARKS, ENGELS, LENİN, STALİN - EKONOMİK KRİZ
GÜNCEL KRİZ TEORİLERİ (III), MARKSİST KRİZ TEORİSİ
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/06/guncel-kriz-teorileri-iii.html)

2) Bkz.:
-İbrahim Okçuoğlu; Türk,ye’de Kapitalizmin Gelişmesi. Sayfa 505-584. 3. Kitap, genişletilmiş 2. baskı. Nisan 2001, Ceylan Yayınları.
-Henryk Grossmann; “Das Akkumulations- und Zusammenbruchsgesetz des kapitalistischen Systems”, 2. baskı 1970.

3)Norbert Nelte; “Karl Marx oder Rosa Luxemburg, „Einschlummern“ oder „Todeszuckungen des Kapitalismus“, 22. Juli 2018.

4) Karl Marx, “Das Kapital”, C. 3, s. 269.

5) N. Nelte; agy.

6)N. Nelte; “Der endgültige „Point of no Return“ in der Produktion ist im Anmarsch”,
10. Mai 2018.

7)N. Nelte; “Das Kapital und sein Ende an einer Grafik erklärt”, 31. Mai 2018.

8) Bu işin nasıl olduğunu, teorisini anlamak istiyorsanız Marx‘ın Kapital‘ine (Cilt 3‘e bakabilirsiniz. Şayet günümüz koşullarında bu teorinin nasıl somutlaşıyor olduğunu incelemek istiyorsanız bkz.: İ. Okçuoğlu; “Kar Oranı ve Sermayenin Uluslararası Diyalektiği“, Akademi Yayın, Kasım 2010.

9) N. Nelte; “Der tendenzielle Fall der Profitrate”. 24. Juli 2019.

10) Bkz.:N. Nelte; agy.

11) N. Nelte; “Scharf Neoliberal alias Scharf Links glaubt an den ewigen Kapitalismus”, 30. maerz 2019.

12 (Bkz.:https://www.google.de/publicdata/explore?ds=d5bncppjof8f9_&hl=de&dl=de#!ctype=l&strail=false&bcs=d&nselm=h&met_y=gdp_production_constant_2000_us&fdim_y=gdp_production_component:3&scale_y=lin&ind_y=false&rdim=region&ifdim=region&tdim=true&tstart=881103600000&tend=1480719600000&hl=de&dl=de&ind=false)

13) Karl Marx, „”Das Kapital”, C. 3, s. 269

14) Marx; C. 25 (Kapital, C. 3), s. 160.

15) Grafik için bkz.: Wal Buchenberg; “Fall der Profitraten 1950 bis 2010”; https://marx-forum.de/Forum/index.php?thread/932-fall-der-profitraten-1950-bis-2010/&postID=5210. 19. Februar 2019.

16)Grafikler ve açıklamalar için söz konusu makaleye bakılabilir; M. Roberts: “US rate of profit measures for 2018”, November 4, 2019. https://thenextrecession.wordpress.com/
17) Michael Roberts; “US rate of profit measures for 2018”, November 2019. https://thenextrecession.wordpress.com/

18) Aynı zamanda bkz.: İ. Okçuoğlu; “Kar Oranı ve Sermayenin Uluslararası Diyalektiği”, Akademi Yayın, Kasım 2010.

19) K. Marx; C. 25 (Kapital, C. 3), s. 160.

20) Lenin; “Emperyalizm...” C. 22, s. 298/299.

21)
10.2- Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktörler
Toplumsal emeğin üretken güçlerinde, daha önceki dönemlere göre yalnızca son 30 yıldaki büyük gelişmeleri göz önünde bulundurursak ve özellikle, asıl makineler dışında, bütünüyle toplumsal üretim sürecine giren muazzam sabit sermaye kitlesini düşünürsek, şimdiye değin iktisatçıları rahatsız eden güçlük, yani düşen kâr oranını açıklama güçlüğü, yerini, bunun tersine, yani bir düşüşün niçin daha büyük ve daha hızlı olmadığını açıklama güçlüğüne bırakır. Genel yasanın etkisine ters düşen ve onu yok eden, ona yalnızca kendine özgü bir eğilim niteliği veren ve bu yüzden, genel kâr oranındaki düşmeden, bir düşme eğilimi olarak söz etmemize neden olan bazı zıt yönde etkilerin işe karışmaları gerekir.
Zıt yönde etki yapan güçlerin en genel olanları şunlardır“ (K. Marks, Kapital III, METE, C. 25, s. 242):

1. Sömürü yoğunluğundaki artış.
2. Ücretlerin, iş gücünün değerinin altına düşmesi.
3. Değişmeyen sermaye öğelerinin ucuzlaması.
4. Nispi aşırı-nüfus (kronik kitlesel işsizlik).
5. Dış ticaret.
6. Hisse senetli sermayenin artışı (Bkz.: Kapital, C. III, s. 242-250).

Burada belirteceğimiz kâr oranının düşüşüne karşı etkide bulunan ve bu düşüşü eğilimli düşüş haline getiren nedenler olmazsa; etkide bulunmazlarsa kapitalizm kendiliğinden çöker. Kendiliğinden çöküşü engelleyen, bu karşı etkide bulunan faktörlerdir. “Marksist” küçük burjuvazi tam da karşı etkide bulunan bu faktörlerin artık geçerli olmadığını; etkide bulunmadığını savunmaktadır.

Marks, kâr oranının düşme konumundan değil, kâr oranının düşme eğilimi konumundan bahseder. O halde burada söz konusu olan, kapitalistlerin, kâr oranının düşme eğilimiyle karşı karşıya olmalarıdır.
Burada akla şu soru gelebilir. Kapitalizmin bazı ülkelerdeki üretim biçimi olarak hâkimiyeti birkaç yüzyılı kapsamaktadır. O halde bu birkaç yüz yıl içinde, kâr oranının düşme eğilimi neden mutlak düşmeye kadar varmıyor veya varamıyor. Bu soruya Marks’ın verdiği cevabı yukarıya aktardık. Ama tekrar pahasına da olsa bir daha aktaralım:
Genel yasanın etkisine ters düşen ve onu yok eden, ona yalnızca kendine özgü bir eğilim niteliği veren ve bu yüzden, genel kâr oranındaki düşmeden, bir düşme eğilimi olarak söz etmemize neden olan bazı zıt yönde etkilerin işe karışmaları gerekir” (METE, C. 25, s. 242).
Ve Marks, bu karşı etkenlerin neler olabileceğini açıklamalı olarak sıralar. Bu faktörlerin önemli olanları şunlardır.

10.2.1-Kâr oranının düşmesi eğilimine karşı etkide bulunan faktörler olarak artı değer oranının yükseltilmesi:
Kâr oranının yükseltmenin en önemli yöntemi artı değer oranını yükseltmektir, yani işçi sınıfının sömürü derecesini arttırmaktır.
Artı-değer oranının yüksekliği ile kâr oranının yüksekliği birbiriyle doğru orantı içindedir. Dolayısıyla artan artı-değer oranı, kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunur. Ve kâr oranının düşmesi, artı-değer oranının, sermayenin organik bileşiminin artışından daha hızlı arttığı durumda telafi edilebilir.
Sömürü derecesinin arttırılmasının esas yöntemleri, mutlak artı değer üretiminde ve görece artı-değer üretiminde aranmalıdır. Hem mutlak artı değer üretimi hem de görece artı-değer üretimi kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunurlar.
Mutlak artı-değer üretiminin arttırılması toplam çalışma süresinin arttırılmasıyla; yani bugün 8 saatlik olan çalışma zamanının, diyelim ki 10 saate çıkartılmasıyla sağlanır. Ama böyle bir gelişme kapitalist ülkelerde, işçi sınıfının mücadelesinin bir sonucu olarak hemen hemen imkânsızdır. Dolayısıyla sömürü derecesinin arttırılmasında esas olan görece artı-değer üretiminin arttırılmasıdır. Yani belli çalışma süresi içinde işçinin, giderek daha çok bir zaman süresini kapitalist için çalışmaya ayırmak zorunda kalması.
Görece artı-değer üretimi üzerinden artı-değer oranının yükseltilmesinde iş verimliliğinin arttırılması belirleyici öneme sahiptir. Ama iş verimliliğinin arttırılması daha iyi, modern teknolojinin kullanımını beraberinde getirdiği için, bu, aynı zamanda sermayenin organik bileşimini de kaçınılmaz olarak yükseltir.
Bunun için, artı-değer oranının, görece artı-değer üretiminin arttırılması vasıtasıyla yükseltilmesi, sermayenin organik bileşiminin artışı göz önünde tutulursa, çifte bir rol oynar. Bu yolla bir taraftan kâr oranı arttırılır, ama diğer taraftan da sermayenin organik bileşimi yükseldiği için, bu, kâr oranının düşme eğilimini beraberinde getirir.

10.2.2-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak ücretlerin, iş gücü değerinin altına düşürülmesi, iş gününün(çalışma saatlerinin) uzatılması, çocuk emeği, kadın emeği:
Meta olarak iş gücünün sık sık değerinin altında satıldığı çok bilinen bir gerçektir. Ve kapitalistler her fırsatta, özellikle de kriz dönemlerinde işçi ücretlerini, iş gücü değerinin altında tutmaya çalışırlar. Böylelikle onlar, emeğin ödenmeyen daha büyük bir kısmına el korlar ve böylelikle de kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan artı-değer oranını yükseltirler.
Ücretlerin düşürülmesinin sermaye açısından ne anlama geldiğini “The Economist” bir analizinde dolaylı bir biçimde dile getiriliyor:

Kapitalistler, ulusal gelirin giderek artan bir kısmını işçilerin aleyhine yoluyorlar”; ABD'de vergiler çıkartıldıktan sonra GSH'da kârın payı, 2005 itibariyle 75 seneden bu yana en yüksek seviyesine varmıştır. Son 3 sene içinde Amerikan tekellerinin karları yüzde 60 oranında artarken, nominal ücretler ancak yüzde 10 oranında artmıştır.
The Economist'e göre kâr oranının bu denli artmasında güncel (Amerikan ekonomisindeki canlanma, 2002) gelişmelerin yanı sıra uzun vadeli olgular belirleyici olmuştur: Çin ve Hindistan'da haklarından yoksun sayısız iş gücünün dünya pazarına entegre edilmeleri. Bu, emeğin sermaye ile küresel ilişkisini değiştirmiş ve sermayenin görece kârlı çalışmasına yol açmıştır. İşletmelerin başka yerlere nakli emperyalist ülkelerde önemli sayılabilecek bir iş yeri kıyımına henüz neden olmasa da, tehdidin kendisi ücretleri düşürücü, kârı arttırıcı bir etkide bulunmuştur. Bu nedenle GSH'da kâr payı uzun bir dönem görece yüksek seviyede kalabilir. Ama dünya pazarlarında rekabet keskinleşeceği için uzun vadede kâr oranları yeniden düşecektir.
10.2.3-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak görece fazla nüfus:
Görece fazla nüfus, kâr oranının düşme eğilimine iki açıdan karşı etkide bulunur. Birincisi, kapitalistler görece fazla nüfusu (işsizleri), ücretleri iş gücü değerinin altında tutmak, düşürmek için çalışan işçiler üzerinde baskı aracı olarak kullanmaya çalışırlar. İkincisi, ücretlerin düşük olması, yoğun bir şekilde sabit sermaye kullanımını (makineler, tesisler vs.) frenler. Bu da sermayenin organik bileşiminin yükselmesini, dolayısıyla kâr oranının düşme eğilimini engeller.
10.2.4-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak sabit sermaye unsurlarının ucuzlaması:
İşin verimliliğinin artmasıyla tek tek üretim araçlarının değer büyüklüğü düşer. Böylelikle bileşimi yükselmeyen, sermaye ile aynı kalan sabit sermaye ile daha çok ve daha iyi iş araçları üretim sürecinde kullanılır. Burada kâr oranının düşme eğilimini körükleyen sermayenin organik bileşiminin yükselmesine karşı etkide bulunulduğu için, kâr oranının düşme eğilimi de belli ölçülerde frenlenmiş olur. Marks’ın dediği gibi “sabit sermaye unsurlarının ucuzlaması”, kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunur. Çünkü işin verimliliğinin artmasıyla sabit sermayenin üretim araçları sanayinde değeri, materyal hacmi kadar hızlı büyümez. Tabii bu bağlamda bilimsel-teknik devrimin gelişmesi kâr oranının düşme eğilimi sürecinde önemli bir faktördür.

10.2.5-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak bilimsel-teknik devrim:
Kapitalist, kapitalist olarak kalmak istiyor, bunun için rekabette başarılı olması gerekiyor. Rekabette başarılı olmak, üretim sürecini en son teknoloji temelinde yeniden örgütlemek demektir. Bu birikim, yatırım demektir. Genel olarak yatırım değil, bilimsel-teknik devrimin üretime uygulanması en son kazanımları temelinde yatırım demektir.

Yatırımın bu karakteri; böylelikle bilimsel-teknik devrimin sonuçları, kapitalist yeniden üretim sürecinde yapısal krize neden olur.

Modern teknoloji temelinde üretim sürecinin yenilenmesi korkunç boyutlarda yatırımları gerekli kılmaktadır.

Üretimin modern teknoloji temelinde yeniden örgütlenmesi aynı zamanda muazzam boyutlarda sabit sermaye kıyımını da beraberinde getirmektedir. Çünkü modern teknoloji temelinde yeniden yapılanmada, o zamana kadar kullanılan fabrika/işletme binaları, yardımcı teknik vs. artık işe yaramıyor. Yani her şey yenilenmek zorundadır. Bunu yapamayan tekelin tekel olarak var olma şansı ortadan kalkıyor. Böylece yapısal krizin atlatılması; modern teknoloji temelinde üretimin yenilenmesi, binalar, teçhizatlar, araştırma harcamaları da dâhil muazzam boyutlarda yatırımları gerekli kılıyor. Yatırım ise sermayenin organik bileşimini yükseltiyor; yani sabit sermayenin sıçramalı olarak artmasını kaçınılmaz kılıyor: bu da kâr oranının düşmesine neden oluyor.

Bilimsel-teknik devrimin kazanımlarının üretim sürecinde kullanılmasının boyutları, kâr oranının düşme eğilimi yasasının iç çelişkisini bütün çıplaklığıyla sergiler.
Bilimsel-teknik devrim, ekonominin bütün alanlarında iş verimliliğinin artmasını oldukça hızlandırır. Bu durum, kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan bir dizi olgunun doğmasını beraberinde getirir. Bu olgular, sermayenin organik bileşiminin yükselmesine karşı etkide bulunan olgular olduklarından dolayı, böylelikle, kâr oranının düşme eğilimine de karşı etkide bulunurlar. Burada söz konusu olan, sabit sermaye yoğunluğunun: sabit dolaşan sermaye yoğunluğunun düşmesi, sabit sermayenin maddesel unsurlarının ucuzlamasıdır:

Sabit sermaye yoğunluğunun düşmesi: Bilimsel-teknik devrimin kazanımlarının üretim sürecinde kullanılmasıyla sermaye yoğunluğunun düşme eğilimi doğar. Yani, azalan veya aynı kalan sabit sermaye kullanımı şartlarında üretimde daha büyük sonuçların oluşması, sermayenin yoğunluğu düşüyor demektir. Bu durumda sabit sermayenin metanın ve toplam ürünün değerindeki payı düşer.
Sabit dolaşan sermayenin düşen yoğunluğu(düşen materyal yoğunluk): Burada söz konusu olan, daha iyi/verimli üretim metoduyla; yeni daha iyi ham madde vs. kullanımıyla sabit dolaşan sermayenin üründeki payının düşmesi sağlanabilir. Önceleri metalin kullanıldığı yerlerde bugün çoğunlukla plastik kullanılması buna bir örnektir.

10.2.6-Kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktör olarak dış ticaret:
Ülke içinde rasyonelleştirmeden, ücret yüksekliğinden dolayı sermaye ihracı; ülke içinde işletmelerin kapatılması, iş yeri kıyımı ve ülke dışına taşınması aynı nedenden kaynaklıdır: Sermaye daha karlı yatırım olanakları aramaktadır.
Sermaye eğer dışarıya gönderiliyorsa, bu, mutlaka içeride kullanılmadığı için değil, dış bir ülkede daha yüksek bir kâr oranı ile kullanılabildiği içindir” (K. Marks, Kapital III. METE, C. 25, s. 266).

Dış ticaret, kısmen değişmeyen sermaye ögelerini ve kısmen de, karşılığında değişen sermayenin değişildiği yaşam gereksinmelerini ucuzlattığı için, artı-değer oranını yükseltmek ve değişmeyen sermayenin değerini düşürmek suretiyle, kâr oranını yükseltme eğilimi gösterir. Dış ticaret, genellikle, üretim ölçeğinin genişlemesine yol açarak, bu yönde etkili olur. Böylece, bir yandan birikim sürecini hızlandırırken, öte yandan değişmeyen sermayeye oranla değişen sermayede daralmaya neden olur ve dolayısıyla kâr oranının düşmesini çabuklaştırır” (K. Marks, Kapital III, METE, C. 25, s. 247).

Dış ticaretin kâr oranı üzerinde ikili etkisi vardır. Dış ticaret birçok imkânlara yol açar. Örneğin dış ticaret vasıtasıyla sabit sermaye unsurları iç pazara nazaran dış pazarda daha ucuza satın alınabilir; keza değişken sermayede ifadesini bulan zorunlu tüketim araçları da. İş gücünün düşük masrafla yeniden üretiminin gerçekleştirilmesi, artı değer oranının büyümesi anlamına gelir. Her halükarda bu iki olanak, kâr oranı üzerinde yükseltici bir etkide bulunur. Böylelikle bir taraftan hızlandırılmış sermaye birikiminin ve diğer taraftan da, sermayenin artan organik bileşimi şartlarında sabit sermaye karşısında değişken sermayenin düşmesinin ve böylelikle de kâr oranının düşmesinin koşulları doğar. Görüyoruz ki dış ticaret kâr oranının gelişmesi sürecinde ikili (olumlu ve olumsuz) bir rol oynuyor.
Üretim araçlarının ve tüketim araçlarının dünya pazarlarında, iç pazara nazaran daha ucuza satın alınmaları, ülkelerinin farklı siyasi, ekonomik gelişme koşullarından kaynaklanır.
Siyasi ve ekonomik gelişme koşullarını emperyalizme bağımlılık belirler. Bu bağımlılıktan dolayı, emperyalistler kendilerine bağımlı olan ülkelerde ürünlerini değerlerinin üstünde satarlar, aynı zamanda da bu ülkelerden ürünleri değerlerinin altında satın alırlar. Bu, eşit olmayan mübadeledir. Bu mübadeleden doğan kâr, ekstra kâr, kâr oranının yükselmesinde önemli bir rol oynar. Ve böylelikle de onun düşme eğilimine karşı etkide bulunulmuş olunur.
Keza metaların ve ücretlerin her bir ülkede ulusal farklılık göstermesi de emperyalistler için önemli bir ekstra kâr kaynağıdır. Örneğin, geri ülkelerde üretim şartları gelişmemiş olduğundan ve üretim için kullanılan toplumsal zorunlu zaman daha büyük olduğundan, bu ülkelerde ürün pahalı üretilir. Dünya pazarlarında da şu veya bu şekilde metalar için belli bir fiyat oluştuğundan ve bu fiyatın oluşmasında gelişmiş üretim şartlarındaki ürünün fiyatı esas rolü oynadığından emperyalistler, ürünlerinin pazarlanmasında böylelikle yeni bir ekstra kâr imkânına kavuşurlar. Ekstra kâr da kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunur.
Keza, geri ülkelerde ücretlerin, emperyalist ülkelerde nazaran daha düşük olması da, sonuç itibariyle ekstra kâra yol açar.

Görüyoruz ki, bazı faktörler, kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunuyorlar, bu düşüşü frenliyorlar, yavaşlatıyorlar. Ne var ki, “bunlar, yasayı ortadan kaldırmazlar, ama etkisini azaltırlar. Böyle olmasaydı, genel kâr oranındaki düşmenin değil, daha çok, bundaki nispi yavaşlamanın anlaşılması güç olurdu. Demek ki, yasa, yalnızca bir eğilim olarak işlemektedir. Ve ancak, bazı koşullar altında ve uzun süren dönemlerden sonra etkileri göze çarpar hale gelmektedir” (METE, C. 25, s. 249).

Bazı sonuçlar çıkartalım:
Yoğun genişletilmiş yeniden üretimin iki aşaması vardır. Bu aşamalar gelişmiş kapitalist yeniden üretimde belli gelişmelerin ifade ederler.
Yeniden üretim sürecinin yoğunlaşmasında ilk aşamanın karakterinde belirleyici olan şudur: (Canlı) işin verimliliğinin artması, kullanılan emeğin kapsamlı artmasıyla sağlanır. Yani üretilen her bir bütünlükteki canlı iş tasarrufuna karşı üretilen her bir bütünlükte harcanmış emeğin artması söz konusudur. Burada, harcanmış emeğin artış hızı, canlı işin azalışından daha yavaş olur. Ve böylelikle toplam olarak her bir ürün için toplumsal harcama düşer. Böylelikle sermayenin teknik bileşimi daha hızlı büyür ve bu, sermayenin değersel bileşiminin artmasına da neden olur. Yeniden üretimin bu aşamasında tipik olan olgu, çalışan başına sermaye teçhizatının, canlı işin verimliliğinden daha hızlı sağlanmasıdır

Yeniden üretim sürecinin yoğunlaşmasında ikinci aşmanın özelliği: Bu aşama, yeniden üretim sürecinin yoğunlaşmasının en yüksek aşamasını oluşturur. Bu aşamada üretim büyümesi, canlı ve harcanmış işin artmış verimliliği sayesinde sağlanır. Bu aşamanın gerçekleşmesi için gerekli koşullar şunlardır:
1-Canlı emeğin (işin) verimliliğinin artması.
2-Üretilmiş her bir ürün birimi için sermaye kullanımının (harcanmasının) düşmesi (sermaye kesafetinin düşmesi) ve
3-Üretilmiş her bir ürün birimi için temel ve yardımcı materyal tüketiminin, enerji tüketiminin azalması.

Yoğun yeniden üretim sürecinin bu son, en yüksek aşmasında canlı işin verimliliği, iş gücü başına sermaye donanımından/teçhizatından daha hızlı büyür ve böylelikle sermayenin teknik bileşiminin büyümesi yavaşlar. Sermaye yoğunluğunun düşme eğilimi, sermayenin değersel bileşiminin yükselişine karşı etkide bulunur (bu artış, çalışan başına sermaye donanımının büyümesinden kaynaklanır.) Böylelikle sermayenin organik bileşiminin büyümesi frenlenmiş olur.
Bu değişmeler, kapitalist yeniden üretim süreci için çok önemli bir anlam taşır. Çünkü yeniden üretim sürecinin yoğunlaşmasının ilk aşamasında toplumsal üretimin I. Bölümünde (üretim araçları üretimi) üretimi, geçici olarak da olsa, tüketim araçlarından bağımsız olarak arttırma olanağı vardır. Emperyalist ülkelerde üretimin 1970’lere kadar “doludizgin” artışını bu çerçevede görmek gerekir.

Söz konusu ikinci aşamada ise, sermayenin, üretimi „doludizgin“ arttırma olanakları daralmıştır. Bu daralmanın sonucunda, üretim ile pazar arasındaki çelişki keskinleşir.

Şimdi soru şu: Bütün bunlar kâr oranının düşme eğilimine karşı etkide bulunan faktörler olarak, kâr oranının düşme eğilimini durdurabildiler mi, tekeller amaçlarına ulaşabildiler mi? Hayır: Sorunun kendisi, kendi içinde çelişkili ve kâr oranının düşeme eğilimine karşı etkide bulunan faktörler, aynı zamanda, örneğin sermayenin organik bileşimini yükseltmek, kâr oranının düşmesine neden olmaktadır.

10.3-Kâr oranının yükselmesinde ve eğilimli düşüşüne karşı etkide bulunan faktörlerin oluşturulmasında, örgütlenmesinde ve harekete geçirilmesinde devletin rolü
Emperyalist küreselleşme koşullarında devletin sonlanması veya önemini uluslararası kurumlar lehine kaybediyor olması üzerine çok şey söylendi. Bunların hepsinin beş paralık değeri olmadığını, bir incir çekirdeğini dolduracak kadar ağırlığının olmadığını sadece şu yaşanan kriz döneminde devletin aktif faaliyeti göstermeye yetti. Kâr oranı hareketi, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, rekabet, devletsiz düşünülemez:
1-Devlet, üretim ve yeniden üretimin, sermaye birikiminin çerçeve koşullarını, alt yapısını ve örgütlenmesini sağlamak zorundadır.(Araştırma, genel eğitim, sağlık, ulaşım, hukuksal ilişkiler; bir bütün olarak üst yapı kurumları; sömürü objesi olarak işçi sınıfının varlığını devam ettirmesini teminat altına almak; sermaye için ücretli iş bulma garantisi; sübvansiyon; vergi vb.).
2-Yasalarla, polis, ordu gücüyle; yani devletin zor kullanma tekeliyle sermaye ilişkilerinin devamının teminat altına alınması.
3-Kâr oranının eğilimli düşüşüne karşı etkide bulunan faktörlerin örgütlenmesi.
4-İşçi sınıfı ve emekçi yığınların “havuç ve sopa” politikasıyla susturulması.
Bütün bu karşı etkide bulunan faktörler, kâr oranının düşmesini ancak ve ancak belli bir süre frenleyebilirler.
10.4-Üretim yeri değişimi-sermayenin yurt dışına gitme yasası veya daha fazla kâr elde etmek için hareket yasası
Bu yasa aynı zamanda kâr oranını eğilimli düşüş yapan bir faktördür.
Üretiminde yer değiştirmek; üretimi başka bölge veya ülkelere kaydırmak kapitalizme özgü birçok yasanın doğrudan ifadesidir; örneğin rekabet yasası, azami kâr yasası, kâr oranının eğilimli düşüşü yasası vb. Dolayısıyla üretim yerini (bu, aynı zamanda iş yeri olarak da algılanmalı) başka bölgelere veya ülkelere kaydırmak, kapitalist sistemin işlerliğinden ayrı olarak düşünülemez.

Kapitalizm, artı değer elde etmede, iş gücünün sömürüsünde sınır tanımaz. İşçiyi ne kadar çok sömürürse; ne kadar çok karşılığı ödenmemiş işe el korsa onun için o kadar iyidir. Dolayısıyla sınırsız artı değer elde etmek kapitalizmin temel yasasıdır.

İş gücünü sömürüde sermaye sınır tanımaz, ama iş gücü sömürüsünün sınırları vardır: İşçinin fiziki olarak sömürülemez duruma gelmesi ve işçi sınıfının sermayeye karşı direnme yeteneği. Bu iki oldu, sınırsız artı değer elde etme dürtüsü karşısında sınır oluşturan olgulardır. Üretim sürecinde karşılığı ödenmemiş işin payını arttırmak için kapitalist çeşitli yöntemler ve araçlar kullanır: Örneğin üretim sürecinde çalışma yoğunluğunun arttırılması, ücretlerin düşürülmesi gibi.

Kapitalizmde her meta gibi iş gücü de rekabete ve pazardaki dalgalanmalara tabidir:
“Ama en kötü durumlarda, her işçi, alıştığı ufak-tefek lükslerden vazgeçmeyi, hiç yaşamamaya yeğler; bir domuz ahırını başı üzerinde bir çatı olmamasına yeğ tutar; çıplak dolaşmak yerine çul-çaput giymeye razı olur; açlıktan ölmektense patatesle yetinmeyi kabullenir. İşi olmayan birçok kişinin başına geldiği gibi, dünyanın gözleri önünde sokağa atılıp yok olmaktansa iyi günlerin geleceği umuduyla yarım ücrete razı olur. Bu çerçevede, hiçten biraz daha fazla bir şey olan bu ufacık ücret asgari ücrettir. Ve elde, burjuvazinin çalıştırsa iyi olacağını düşündüğünden fazla işçi varsa — eğer rekabet mücadelesi sonucu geriye hâlâ yapacak işi olmayan işçi kalmışsa, onlar yalnızca açlıktan ölmelidir; çünkü burjuva onlara, emeklerinin ürününü kâr ederek satamayacaksa kesinlikle iş vermeyecektir” (Engels: “Die Lage der arbeitenden Klasse in England”. METE, C. 2, s. 308).

Rekabet, modern sivil toplumda egemen olan herkesin herkesle savaşının en tam ifadesidir. Bu savaş, yaşam savaşı, var olma savaşı, her şey için savaş, gereksinim durumunda ölüm-kalım savaşı, yalnızca toplumun farklı sınıfları arasında verilmekle kalmaz, bu sınıfların tek tek üyeleri arasında da verilir. Herkes bir başkasının önünde engeldir ve herkes kendi önündeki engeli bir kenara itmenin ve onun yerine geçmenin yolunu aramaktadır. Nasıl burjuvazinin üyeleri kendi aralarında rekabet halindeyseler, işçiler de kendi aralarında sürekli rekabet halindedirler. Mekanik dokuma tezgâhındaki dokumacı, el-tezgâhı dokumacısıyla, işsiz ya da düşük ücretli el-tezgâhı dokumacısı işi olanla ya da daha iyi ücret alanla rekabet halindedir; her biri ötekinin ayağını kaydırıp yerine geçmeye çalışır. Ne var ki, işçilerin kendi aralarındaki bu rekabet, işçi üzerindeki etkisiyle, bugünkü durumun en kötü yanıdır; burjuvazinin elinde proletaryaya karşı en keskin silahtır. İşçilerin bu rekabeti birlikler yoluyla ortadan kaldırma çabaları, burjuvazinin bu birliklere karşı duyduğu nefret ve bu birliklerin başına çöken her yenilginin burjuvazinin utkusu olması bu nedenledir” (Engels: “Die Lage der arbeitenden Klasse in England”. METE, C. 2, s. 306-307).

-Üretim yeri; iş yeri kaydırması veya nakli, kapitalist rekabetin doğrudan bir sonucudur: Üretimin gelişmiş ülkelerden, ücretlerin nispeten düşük olduğu ülkelere veya bölgelere kaydırılması azami kâr yasasının bir yansıyış biçimidir. Emperyalist ülkeler ve sanayisi gelişmiş başka ülkeler, sınırları belli pazarlarda rekabetin baskısı altındadırlar. Üretim maliyetinin düşürülmesi ve dolayısıyla artı değerin artırılması için diğer şeylerin yanı sıra ortalama ücretlerin seviyesi kapitalist açısından oldukça önemlidir. Ortalama ücretin Hindistan'da, Çin'de centle/kuruşla ifade edilmesi, ABD'de, AB'nin önde gelen ülkelerinde 20 Avro civarında olması veya Polonya, Brezilya, Meksika, Romanya gibi ülkelerde 1 ila 4 Avro arasında değişmesi, sermaye açısından kâr oranının eğilimli düşüşünü engellemek, azami kâr ede etmek için mutlaka dikkate alınan bir durumdur.

Makineli üretim aşamasından bu yana kapitalizmde üretim tekniklerinin el verdiği oranda üretim yerini değiştirmek sürekli yaşanmıştır: Burjuvazi üretimin daha ucuza mal edileceği her olanağı kullanmıştır. Bir zamanlar “montaj sanayi” diye espri konusu olan, üretim yeri değişiminden başka bir şey değildir. Uluslararası tekeller açısından üretim yeri değişimi üretken olmayan maliyetin yüzde 40 ila yüzde 60 arasında düşürülmesi anlamına gelmektedir. Nakliyat maliyetinin de olağanüstü düşmesi, üretim yeri kaydırmasını daha da önemli kılmıştır. Örneğin nakliyat maliyeti, 1985-1993 arasında gemi nakliyatında yüzde 45 civarında, hava nakliyatında da yüzde 35 civarında gerilemiştir.

Sonuç itibariyle:
Kapitalist üretim, sürekli olarak, kendi niteliğinden gelen bu engellerin üstesinden gelmeye çalışır, ama bunu ancak, bu engelleri tekrar kendi yoluna ve hem de daha heybetli ölçekte koyarak becerir“ (K. Marks, Kapital III, METE, C.25,s. 260).
İ. Okçuoğlu; “Kar Oranı ve Sermayenin Uluslararası Diyalektiği”, Akademi Yayın, Kasım 2010, s. 67-76.

22) K. Marks, Kapital, C. III, s. 242.

23) Bkz.: K. Marks; Kapital, C. III, s. 242-250.

24) K. Marks; Kapital, C. III, s. 242.

25)
--”EMEĞİN” GELECEĞİ VE KAPİTALİZMİN SONU! - NELTE VE KURZ FANTEZİLERİ VEYA DA NELTE VE KURZ “HARİKALAR DİYARINDA”!
(http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2009/05/emegin-gelecegi-ve-kapitalizmin-sonu.html)

--EKONOMİK KRİZİN İDEOLOJİK SİSİNDE YOLUNU ŞAŞIRANLAR (I)
(EKONOMİK KRİZ, DEĞİŞEN GÜÇ DENGESİ VE KENDİLİĞİNDEN ÇÖKÜŞ)
(http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/11/ekonomik-krizin-ideolojik-sisinde.html)

--EKONOMİK KRİZİN İDEOLOJİK SİSİNDE YOLUNU ŞAŞIRANLAR (II)
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2011/12/ekonomik-krizin-ideolojik-sisinde_1046.html

26) Norbert Nelte; “Kapitalizmin Can Çekişmesi. Can Çekişmenin Bir Protokolü”,17.03.2008.

27) Norbert Nelte; “Sadece Normal Bir Fazla Üretim Krizi mi yoksa Pazarın Sonu mu?”, 29.10.2008.
28) Norbert Nelte; “Son Durak Özlem!”, 26.11.2008.

29) Norbert Nelte; “Kapitalizmin Nöbet Titremesi, Sonu Neden Aniden Gelecektir?”, 02.02.2009.

30) Norbert Nelte; “İktisadi Çöküş: 'Geriye Dönüşümü Olmayan Nokta' Şimdi Aşıldı. Norbet Nelte-Fazla Üretim Yasası”, 04.03.2009.
31) Nelte gibi, şimdi “rahmetli” olan Wallerstein da hesaplamış ve kapitalizme en fazlasıyla 30 senelik bir ömür biçmişti 1999’da. Wallerstein, “Soğuk Savaş” döneminde Sovyet Bloğunun sonunun geleceğini bir kahin gibi bilmiş -Yahu revizyonist sistemin çökeceğini yerine klasik kapitalizmin geleceğini devrimciler sürekli savundular, ama hiç kimse onlara kahin demedi. Demek ki kâhin olmak için Wallerstein olmak gerekiyormuş!- ve şimdi de kapitalizmin önümüzdeki 30 sene içinde sonunun geleceğini öngörüyormuş. Doğru Wallerstein, uzun bir zamandan beri bir Kondratieff-çevriminin ikinci aşaması sonunda bulunduğumuzu söylüyor (Bugünlerde sık sık bahis konusu olan ve troçkistlerin bayağı önemsedikleri dalga teorisini veya Kondratieff-çevrimini başka bir yazının konusu yapmak herhalde kaçınılmaz olacak). Wallerstein'a göre kapitalizmin çöküşü gerçek olacak, çünkü negatif konjonktür çevrimleri sistem kriziyle çakışıyorlar ve böylece kapitalizm dengesi sarsılarak rayından çıkıyor. Sonuçta “siyasi kaos aşaması” ile karşı karşıya kalacağız.
Wallerstein, “dünyanın hâkim güçleri için durumun giderek “kaotik ve kontrol edilemez olduğu” anlayışında. Hangi sistemin kapitalizmin yerini alacağını belirlemek için “sadece sistemin savunucuları ve karşıtları arasında değil, bütün aktörler arasında” bir mücadelenin patlak vereceğini bekliyor. Kriz kavramını tam da böyle bir durum için kullanıyor ve “Evet, kriz içindeyiz, kapitalizm sonuna doğru meyillenmektedir” diyor. (Le Monde Diplomatique, 2008/10/11).

Wallerstein'a göre şimdiki “korkunç adaletsiz” kapitalizmin yerini daha büyük boyutlarda parçalayan, hiyerarşik yapıya sahip olan bir sistem alabileceği gibi, demokratik ve eşitçi bir sistem de alabilir. Nihayetinde belirleyici olan sayısız kişisel çabaların sonucu olacaktır...

Tarihsel deney şunu gösterdi: Kapitalizmin sonu veya kendiliğinden çökeceği üzerine öngörüde bulunan birçok “sol”; daha doğrusu kıyamet günü tellalları şimdiye kadar yeterli derecede maskara durumuna düşmüşlerdir. Wallerstein, Nelte veya başkaları, ne ilk maskara duruma düşenlerdir ve ne de sonuncusu olacaklardır.

Bu unsurlar veya somutta da Wallerstein veya Nelte, tezleri için hangi savları, kanıtları öne sürüyorlar? Wallerstein, “dünyanın hâkim güçleri için durumun giderek “kaotik ve kontrol edilemez olduğunu” açıklıyor. Nelte, sermayenin genişletilmiş yeniden üretiminin artık imkânsız olduğundan bahsediyor ve “daha ne kadar devam eder” sorusunu soruyor; artı değer üretiminin tarihe karıştığını söylüyor. Ve hepsi, bütün aktörlerin katılacağı bir mücadelenin yakın gelecekte patlak vereceğini ilan ediyor. Burada söz konusu olan işçi sınıfı ve partisinin mücadelesi değil, bireylerin mücadelesi. Savunulan bu.

Doğrudur, ekonomik kriz, siyasi krize de yol açar. Ama bu, kapitalizmin sonunun geldiğine neden bir işaret olsun? Anlaşılan o ki, bu baylar kapitalizm dendiğinde güçler arasında dengenin, belli bir ahenkliliğin söz konusu olduğunu düşünüyorlar; ne de olsa II. Dünya Savaşından sonraki kapitalizmde bir düzenlilik vardı. Kapitalizmden bunu anlıyorlar, onun Keynesçi yapılanmasını anlıyorlar. Ve sanıyorlar ki, şimdi yaşanılan durum veya neoliberalizm koşullarındaki kapitalizm, kapitalizmi soru götürür yapıyor veya da sorguluyor. Oysa kapitalizmi soru götürür yapacak yegane güç işçi sınıfıdır ve onun mücadelesidir; yani sosyalizm için mücadeledir. Ama bu unsurların da böyle bir sorunu yok.