deneme

17 Mart 2022 Perşembe

BÜTÜNLEŞMİŞ DÜNYA EKONOMİSİ VE GERÇEKLER


EMPERYALİST KÜRESELLEŞME -

BÜTÜNLEŞMİŞ DÜNYA EKONOMİSİ

VE GERÇEKLER


Ukrayna-Rusya savaşı, bu emperyalist, haksız savaş taşları yerinden oynattı; yaşam tarafından kanıtlandığı savunulan bazı teorileri tarihin çöplüğüne gönderdi. On yıllardır, diyelim ki, neoliberal anlayışların dünya çapında kapitalist “müesses nizam”ı belirlemeye başladığı geçen yüzyılın ‘80’li yıllarından bu yana en çok tartışılan konulardan birisi de emperyalist küreselleşme ve bütünlüklü dünya ekonomisi olmuştu. Kautsky’nin “ultra-emperyalizm” teorisini yeniden canlandırmak isteyenlerin, A. Negri’nin “İmparatorluk”unda yaşadığını sananların yanı sıra, ulus-devletin artık geride kaldığının, artık her şeyi uluslararası tekellerin belirlediğinin, uluslararasılaşan tekelci sermayenin bütünlüklü dünya ekonomisini oluşturduğunun ve artık bundan geriye dönüşün olamayacağının teorisini yapanlara kadar, aklı şaşırtan düşüncelerden geçilmez olmuştu. Marksizm-Leninizm adına uluslararası alanda sapkın düşünce savunulmakla da yetinilmedi, kapitalizmin artık çökme sürecine girdiği de savunulur oldu. Pandemi sürecinde, pandeminin üretime, tedarik zincirlerinin işleyişine olumsuz etkisi de kullanılarak kapitalizmden ne olduğu belli olmayan bir geçiş sürecine girildiği, girilmediyse kapitalizmin o yöne doğru evrildiği teorize edildi. Özellikle Troçkistler geçişi anlatmak için Roma İmparatorluğunun çöküşüne kadar gidip örnekler topladılar.

Peki, ne olmuştu?

Aslında kapitalist üretim biçiminin “normal” işlerliğinin dışında, olağanüstü sayılabilecek bir gelişme olmadı. Ancak, normali anormal gösterme gayretleri, karşımıza emperyalizmin, emperyalist küreselleşmenin; sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasıyla bütünlüklü dünya ekonomisinin yanlış anlaşıldığını çıkarttı. İşte bu savaş, belirttiğim konu çerçevesinde öne sürülen anlayışların ne denli yanlış olduğunu; Marksist-Leninist politik ekonomi ve iktisat anlayışıyla, Leninist emperyalizm anlayışıyla bir ilişkisinin olmadığını gösterdi.

Emperyalist çağda dünya ekonomisinin hali bunu göstermektedir. Dünya ekonomisi emperyalist çağın başlangıcından (1900) bugüne nesnel faktörlerden dolayı farklı yapılanma içinde olmuştur; belli nesnel koşullar bütünleşmesine veya parçalanmasına neden olmuştur. Aşağıdaki veriler bu gelişmeyi göstermektedir.

1- 1900-1917 Dönemi

Emperyalizmin, tekelci kapitalizmin bu ilk yıllarında dünya ekonomisinde söz sahibi olan sadece birkaç gelişmiş ülke vardı: ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya. Bu ülkelerden daha gerilerde kalan Rusya, Japonya.

Peki, bu dönemin özelliği neydi? Dünya ekonomisini ve politikasını belirleyen, birbileriyle rekabet eden ülkeler arasında dünya ekonomisinin bütünselliğini parçalama ve bu parçalama temelinde kutuplaşma adımları atılmamıştır. Bu dönemde dünya çok rekabet merkezli bir dünyaydı ve bu çok rekabet merkezli oluş koşullarında daha öncesinde paylaşılmış olan dünyayı, yükselen Alman emperyalizmi yeniden paylaşılmak için savaşa sürüklemiştir.

Aşağıdaki veriler kapitalizmin serbest rekabetçi döneminden emperyalizmin ilk yıllarına kadarki sürecinde dünya ekonomisine hakim olan ülkeler arasındakii rekabeti ve sıçramalı gelişmeyi göstermektedir.

Sanayi üretiminde eşit olmayan gelişmenin sonuçları:

Bölgeler bazında durum:

Bölgelerin dünya sanayi üretimindeki payı (%)

Bölgeler

1820

1840

1850

1860

1870

1880

1890

1900

1910

1913

Avrupa*

83

70

64

68

62

53

47

47

42

44

Amerika**

10

11

15

17

24

28

31

31

35

38

Diğer bölgeler

7

19

21

15

14

19

22

22

23

18

Batı Avrupa+Kuzey Amerika+Japonya

-

-

79

85

86

81

79

78

78

83

Diğer ülkeler

-

-

21

15

14

19

21

21

22

17

*)Rusya dahil; **)1820-1860 sadece ABD ve 1870-1913 ABD+Kanada.

Avrupa'nın dünya sanayi üretimindeki payı her ne kadar 1820'de yüzde 83'ten 1913'te yüzde 44'e düşse de -neredeyse yarı yarıya bir azalma- sonuç itibariyle 20. yüzyılın başında dünya sanayi üretiminin yaklaşık yarıya yakını Avrupa kaynaklıydı.

 

Amerika'nın (ABD+Kanada) payı söz konusu dönem içinde yaklaşık 4 misli artarak yüzde 10'dan yüzde 38'e çıkıyor.


Diğer bölgeler”in ve “diğer ülkeler”in payında -1850'den sonrasını esas alırsak- istikrarsız bir gelişme olmuştur.

Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde dünya sanayi üretimi Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da yoğunlaşmıştı; Japonya'nın payının yüzde bir veya altında olduğunu düşünürsek, bu bölgelerin dünya sanayi üretimindeki payının 1913'te yüzde 82 oranında olduğunu görürüz.


Bir de bu bölgeler içinde öne çıkan ülkelerin dünya sanayi üretimindeki konumuna bakalım.


Bazı ülkelerin dünya sanayi üretimindeki payı

Yıllar

ABD

İngiltere

Almanya

Fransa

1820

10

50

8

20

1840

11

45

12

13

1850

15

39

15

10

1860

17

36

16

12

1870

23

32

13

10

1880

28

28

13

9

1890

31

22

14

8

1900

31

18

16

7

1910

35

14

16

7

1913

36

14

16

6


İngiltere'nin dünya sanayi üretimindeki payı 1820'de yüzde 50. Bu pay sürekli azalarak 1913'te yüzde 14'e; 1820'deki seviyesinin üçte birine düşüyor.


Fransa da aynı akıbeti paylaşıyor; dünya sanayi üretimindeki payı 1820'de yüzde 20'den 1913'te yüzde 6'ya düşüyor.


Tersi bir gelişmeyi Alman ve Amerikan sanayi üretiminin dünya sanayi üretimindeki paylarında görüyoruz:


Almanya'nın dünya sanayi üretimindeki payı 1820'de yüzde 8'den 1913'te yüzde 16'ya çıkarak 2 misli artıyor.


ABD'nin dünya sanayi üretimindeki payı da aynı dönemde sürekli artarak yüzde 10'dan yüzde 36'ya çıkıyor; 3,6 misli bir artış.(1)

Yukarıda belirttiğimiz gibi bu dönemde dünya gerçek anlamda çok rekabet merkezli kapitalist bir dünyaydı. Ülkeler bütünlüklü bir dünya ekonomisi içinde en büyük payı almak için rekabet ediyorlardı. Bu rekabetin kaçınılmaz sonucu I. Dünya Savaşıydı. Bu savaşı talep eden Alman emperyalizmiydi, paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşmak istiyordu. Yani bütünlüklü dünya ekonomisinden daha fazla pay almak istiyordu.

2-1917 (Ekim Devrimi) – 1956/SBKP(B) XX. Kongre arasındaki dönem

Ekim Devrimi(1917) kapitalist dünyayı, o zamana kadar bütünlüklü olan kapitalist dünya ekonomisini böldü; artık dünyada birbirini dışlayan, birbiriyle uzlaşmaz çelişki içinde olan iki farklı üretim biçimi vardı: Bir taraftan kapitalist üretim biçimi, diğer taraftan da kurulmakta olan sosyalist üretim biçimi. Başka bir ifadeyle: Bu dönemde kapitalist dünya ile kurulmakta olan sosyalist dünya karşı karşıyaydı.


Aşağıdaki veriler bu iki dünya arasındaki güç dengesini göstermektedir:

Sosyalist dünyanın payı

Yıllar

Dünya yüz ölçümündeki payı

Dünya nüfusundaki payı

Dünya sanayi üretimindeki payı

1917

16

8

3

1937

17

8

10

1950

26

35

20 (yaklaşık)

1955

26

35

27 (yaklaşık)


İnsanlık tarihinin bu döneminde dünya, ilk kez, sistem olarak ikiye bölünüyor; bir taraftan sosyalist dünya ve diğer taraftan da kapitalist dünya.

1917'de Ekim Devrimi’nin sonucu olarak kurulan Sovyetler Birliği, II. Dünya Savaşı sonunda kadar tek sosyalist ülke olarak kaldı ve bu dönemde; 1917'den 1937'ye dünya sanayi üretimindeki payı üç mislinden fazla artarak yüzde 3'ten yüzde 10'a çıktı.

II. Dünya Savaşı sonrasında Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin ve Çin'in de sosyalist sistemde yer almaları sonucunda bu sistemin dünya sanayi üretimindeki payı 1950'ye yüzde 20'ye ve 1955'te de yüzde 27'ye çıkmıştır.(2)

Yukarıdaki veriler bu dönemde bütünlüklü dünya ekonomisi diye bir ekonominin olmadığını; emperyalist ülkelerin rekabetinin dünyanın kapitalist olan kısmıyla sınırlı kaldığını göstermektedir.

Kapitalist dünyada ilk kutuplaşma adımları I. Dünya Savaşına geç giren ve savaşta en karlı çıkan Amerikan emperyalizmi tarafından atılmıştır. Kapitalist dünyada hakimiyet; mali merkez olma durumu İngiltere’den ABD’nin eline geçmiştir. Bu sürtüşmesiz, güçten düşenin güçlenmiş olana teslimiyeti biçiminde olmuştur.

Bu dönemin II. Dünya Savaşı sonrasındaki kısmında hem her iki kampın ortaklaştığı uluslararası kurumlar (örneğin BM) hem de her bir kampın kendi yapılanmasına hizmet eden kurumlar kuruylmuştur. Kapitalist kampta askeri alanda NATO kurulurken (1949), sosyalist kampta da Varşova Paktı (1955) sekiz sosyalist ülkenin "Dostluk, İşbirliği ve Karşılıklı Yardım Antlaşması" çerçevesinde kurulmuştur.

Kapitalist dünyada ekonomi alanında uluslararası kurumlaşmanın karşılığı sosyalist kampta Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi, sosyalist ülkeler arasında ekonomik iş birliği ve dayanışma amacıyla kurulmuştur (1949).

Kapitalist dünyada para birimi olarak dolar, sosyalist dünyada da ruble geçerli olmuştur.

Bu ve başkaca kurumlaşmalar dünyanın iki kampa bölünmüşlüğünü; siyasi ve ekonomik bütünselliğinin kalmadığını gösterir.

Demek ki, sosyalizm nesnel bir faktör olarak bütünlüklü dünya ekonomisini iki parçaya bölmüştür.

3-1956-1991 (1956/SBKP(B) XX. Kongresinden SSCB’nin çöküşüne kadar olan dönem)

Bu dönemin temel özellikleri:

SBKP(B)’in XX. Kongresinde Kuruşçev önderliğinde revizyonizm siyasi iktidarı gasp eder. Böylelikle SSCB’de sosyalizmin yıkmanın yolu açılır. Proletarya diktatörlüğü tarihe karışır; sosyalist ekonominden geri adım atılır, kapitalizmi inşa etmenin yolu açılır. Ancak 1991’de çöküşüne kadar SSCB Batı’da yaşanan klasik kapitalizme geçilmez. Kurulan bürokratik kapitalist bir düzendir.

Bu düzende kapitalist ekonomi yasalarının serbest değil, sınırlandırılmış işlerliği söz konusuydu. Sosyalizmi kurma çabası içinde olan ülkeler bu dönemde SSCB’nin sömürgelerine, ona bağımlı ülkelere dönüşürler.

Bu dönemde revizyonist SSCB, sosyal emperyalist bir ülke olarak gelişir. Bu dönem diğer bir tanımlamayla “iki süper güçlü” dönemdir.

Bu dönemde her kampın bir jandarması vardı: Revizyonist kampın jandarması SSCB ve kapitalist kampın jandarması da ABD idi.


Önde gelen emperyalist ülkeler arasındaki güç dengesinin söz konusu dönem içinde gelişmesini aşağıdaki verilerde görüyoruz.


Gayri safi yurt içi üretim bazında, (1980 fiyatlarıyla ve milyar dolar olarak)


1950*

%

1975

%

1980

%

1990

%

Dünya

2.977,2

100

9.102,9

100

10.830,2

100

14.445,3

100

ABD

1.019,7

34

2.286,4

25

2.708,1

25

3.535,2

24

Japonya

106,4

4

831,5

9

1.059,3

10

1.584,8

11

Batı Avrupa

1.079,8

36

3.115,5

34

3.674,8

34

4.655,7

32

Almanya

186,3

6

690,3

8

872,6

8

1.090,2

7

Fransa

173,0

6

565,5

6

664,6

6

830,3

6

İngiltere

252,3

8

492,6

5

537,4

5

699,5

5

SSCB*/Rusya

193,8

6

627,7

7

700,3

6

907,4

6

*)Sosyalist.


Bu verilere göre, dünya GSYİH’da ABD’nin payı, ele aldığımız dönemde her ne kadar yüzde 34’ten yüzde 24’e düşüyorsa da, dünya üretimindeki belirleyici konumu devam ediyor. Diğer süper gücün, yani Sovyet sosyal emperyalizminin dünya GSYİH’da payı da 1975’te yüzde 7’den 1990’da yüzde 6’ya düşüyor. Ne revizyonist Sovyetler Birliği ve ne de önde gelen diğer emperyalist ülkelerin üretim potansiyeli, ABD’nin konumunu tehlikeye düşürecek boyuttadır.(3)

Sistemler arasında dünya hakimiyeti için rekabet (Revizyonist sistemin gücü)

Sistemlerin dünya sanayi üretimindeki payları:

Son olarak, her iki dünyanın toplam dünya ekonomisindeki paylarını gösterelim. Verilerin hesaplanması değişik olduğundan dolayı karşılaştırma yapmaya uygun değil. Bu nedenle burada ancak çok genel anlamda algılanması gereken bir eğilimi göstermiş olacağız.


Kapitalist ve revizyonist sistemlerin dünya ekonomisindeki payları, %

Yıllar

Kapitalist

dünya

Revizyonist

dünya

ABD

Sovyetler Birliği

Comecon

1970

83,5

16,5

31,9

10,2

13,5

1975

86,3

13,7

25,6

10,2

13,5

1980

89,2

10,8

23,2

6,6

8,4

1985

90,0

10,0

31,9

5,5

7,8

1987

87,7

12,3

25,7

5,4

7,5

1988

87,7

12,3

25,0

5,4

7,4

1989

88,0

12,0

25,4

5,3

7,2


Burada dikkatimizi çeken ne kapitalist dünyanın ve ne de gerileyen ABD'nin dünya ekonomisindeki ağırlığıdır. Burada, 20 yıl içinde komünizme geçeceğiz diyen Kruşçev veya Sovyet modern revizyonistlerinin sosyalist Sovyetler Birliği'ni yıktıktan sonra geriye nasıl bir enkaz bıraktıklarıdır. Göstergede kopukluk olmasın diye bulamadığımız 1975 yılı için de 1970 yılı verilerini (Sovyetler Birliği, Comecon) aynen aldık. 1990/'91'de dağıldığında Sovyetler Birliği, ekonomik olarak bitmiş tükenmiş bir bürokratik kapitalist enkazdı.(4)

Yukarıda gördüğümüz “dört başı mamur” iki kutuplu dünyadır.

4-1991-2022 (Revizyonist kampın yıkılmasından günümüze kadarki dönem)

Bu dönem için veri kullanmamıza gerek yok. ABD ve İngiltere’nin öncülüğünde neoliberalizm ekonomide ve toplumsal yaşamda “kurallı” düzeni yıkmak için saldırı türünden neoliberalist adımlar atmaya başladılar. Uluslararası sermayenin önündeki her türden engelin kaldırıldığı bir sürece girildi. Kamuda arkası gelmeyen özelleştirmelerin yanı sıra hizmet sektörleri de sermayeye açıldı. Çalışma yaşamı düzensizleştirildi. Keynesçi dönemin dizginlenmiş kapitalizmi prangalarından kurtuldu. Dünyanın her bir yanına daha fazla kar için yayıldı. Dünyanın kutuplara/bloklara bölünmüşlük durum olmadığı için sermaye ve üretimin uluslararasılaşması, emperyalist küreselleşme önünde hiçbir engel kalmadı. Üretim birimleri işgücü ucuzluğundan dolayı daha ziyade Çin olmak üzere Asya’nın çeşitli ülkelerine kaydırıldı.

Artık sonu yaklaşan bu dönem bütünlüklü dünya ekonomisinin gerçekleştirilebileceği bir dönemdir; bunun nesnel koşulları, böyle bir ekonominin gerçekleşmesi önünde engel teşkil edebilecek kamplaşmanın olmamasıydı. Aynen 1900-1917 döneminde, emperyalist çağın şafağında olduğu gibi sermaye gerçekten de fiziksel sınırlamadan kurtulmuştu; bu anlamda “özgür”dü.

Bu dönemin sonu gelmez sananlar artık geriye dönüşün olamayacağına inanmaya başladılar. Sanıyorlardı ki, bütünlüklü dünya ekonomisi kurulmuştur, bu ekonomi içinde sermayenin gideceği başka bir yer yoktur ve azami kar elde edemeyeceği için, yani kar oranları düşüyor olduğu için kapitalizmin sonu da yaklaşmıştır düşüncesi teoriye dönüştürüldü. Hal böyle olunca; artık işçi sınıfını örgütleyip devrim yapma zahmetine de gerek kalmıyordu. Kapitalizm/burjuva sistem kendi kendine çökeceği için işçi sınıfı ve ezilenler üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti “geçiş dönemi”nde ortadan kaldırarak toplumsal mülkiyet altına alırlardı. Bütün üretimin toplumsal mülkiyet altına alınması ile kar için değil toplumun ihtiyaçları için üretim yaparak sorunu bir şekilde çözerlerdi.

Her şey tamamdı. Sadece “ufak” bir hesap, bir düşünce hatası vardı: Bütünlüklü dünya ekonomisinden geriye dönüş olmaz diyenler kapitalizmde eşitsiz gelişme yasasını hesaba katmamışlardı. Çok rekabet merkezli dünyada Çin öne fırladı, oldukça hızlı gelişmesinin sonucu olarak dünya hakimiyetini korumaya çalışan Amerikan emperyalizmine meydan okudu. Daha 20 sene öncesine kadar, herhangi bir ülke olmaktan pek farkı olmayan Çin, paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşmayı talep edecek bir gelişme gösterdi. Yani bütünlüklü dünya ekonomisini yeniden paylaşmak isteğini rekabet gücüyle ortaya koydu.

Hangi araçları kullanarak bunu yapıyor olmasından bağımsız olarak ortaya çıkan gerçeklik şudur:

Söz konusu olan bütünlüklü dünya pazarını bölecek olan üç güç var: ABD, Çin ve Rusya. Bu üç güç, her biri kendi çıkarına göre hegemonya iddiasını gerçekleştirebileceğine inandığı jeopolitik doktrinler geliştirdiler. Bu doktrinler saldırganlık doktrinleridir. Jeopolitika savunma için geliştirilmez. Savunma için strateji geliştirilir. Jeopolitika saldırganlıktır; hakimiyet yeteneğinin sergilenmesidir. Bu nedenle jeopolitika geliştirme yeteneği ve imkanı olan bu üç ülkenin üçü de saldırgandır. Saldırganlığın biçiminin farklı olması, örneğin Çin’in bunu Bir Yol Bir Kuşak projesiyle göstermesi, ABD’nin hem Rusya’ya (Ukrayna) hem de Çin’e (AUKUS) karşı jeopoliitik fay hatlarını askeri güçle zorlamaya çalışması sorunun özünde hiçbir şey değiştirmez.

Ukrayna-Rusya savaşı bu zorlamanın şimdiki sahasıdır. Bu savaşta kim haklı kim haksız diye daha çok değerlendirme yapılır. Ancak, nasıl değerlendirme yapılırsa yapılsın bu savaş ABD/NATO ile Rusya arasında iki jeopolitik doktrinin savaşı olduğu için bir emperyalist savaştır. Bu savaş çok rekabet merkezli dünya düzeninin sonunu getiren ilk jeopolitik patlamadır.

Bu savaşta taraf olmak yarın kurulacak kutuplu dünyada da taraf olmak anlamına gelir.

Üçüncü dünya savaşına zemin hazırlayan bu ölümcül rekabetin henüz başındayız. Kamplaşmanın üç-beş senede tamamlanacağını sanmak safdillik olur. Gelişmeler 2030’lı 2040’lı yıllara işaret etmektedir.

Bu rekabette havlu atma ihtimali olan tek güç Rusya’dır. Rusya, şimdilik ABD tarafından sıkıştırılmakta, ama yarın Çin tarafından da sıkıştırılacak. Örselenmiş, yıpratılmış bir Rusya, her iki güç arasında tercih yapmakla karşı karşıya kalacaktır.

Ancak, ABD ve Çin, Rusya’yı kıskaca alarak, küçülterek kendi aralarında da paylaşabilirler. Bu durumda her iki güç arasındaki jeopolitik çatışma biraz ertelenmiş, ötelenmiş olabilir.

Her halükarda Çin, en azından askeri olarak şimdilik jeopolitik saflaşmada Rusya’yı öne sürüyor. Ama diğer taraftan da kendi önderliğindeki dünyanın siyasi ve ekonomik altyapısını, kurumlarını oluşturuyor.

Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin ortak açıklamasında şu tespit yapılıyor: “Bugün dünya derin bir değişim geçiriyor ve insanlık yeni bir hızlı gelişim ve köklü dönüşüm çağına giriyor. Çok kutupluluk, ekonomik küreselleşme, bilgi toplumunun ortaya çıkışı, kültürel çeşitlilik, küresel yönetişim mimarisinin dönüşümü ve dünya düzeni gibi süreçlerin ve fenomenlerin gelişimini görüyor; devletler arasında artan bir karşılıklı iç içe geçmişlik ve karşılıklı bağımlılık vardır; dünyada gücün yeniden paylaşılmasına yönelik bir eğilim ortaya çıktı ve uluslararası toplum, barışçıl ve kademeli kalkınmayı hedefleyen liderlik için artan bir talep gösteriyor.” (4 Şubat 2022’de Çin’i ziyaret eden Rusya Federasyonu Başkanı Wladimir Putin ile Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Xi Jinping arasındaki konuşma sonucu yapılan ortak açıklamadan. Almancadan çevrilmiştir)

Çin ve Rusya Batı’ya şu mesajı veriyorlar: “Çok kutupluluk”, “dünyada gücün yeniden paylaşılmasına yönelik... eğilim(in) ortaya çıkması” ve “liderlik”.

Çin ve Rusya ABD’ye ‘sen çok kutupluluğu tanımıyorsun, dünya hakimiyetinin güç dengesine göre yeniden paylaşımından yana değilsin, zorbalıkla hakimiyetini sürdürüyorsun, oysa “uluslararası toplum, barışçıl ve kademeli kalkınmayı hedefleyen bir önderlik talep ediyor ve biz bu talebi yerine getireceğiz’ diyorlar.

Bu üç güçten hiçbirisi “halis” niyetlerini gizlemiyor.

Şimdi girilen süreç bütünlüklü dünya ekonomisinin, sermaye ve üretimin uluslararasılaşmasının, yani emperyalist küreselleşmenin parçalandığı, iki bloka, kutba ayrıştığı bir süreçtir. Çin, yıllardan beri uluslararası arenada Amerikan emperyalizminin hakim olduğu kurumlara karşılık uluslararası paralel kurumlar kurmakla meşgul. Zor kullanmaya gelmeden önce uluslararası alanda kendine bir meşruiyet oluşturmakla, şimdiye kadar borçlandırdığı, “yardım” ettiği, Bir Yol Bir Kuşak projesiyle kendine bağladığı ülkelerin rızasını almaya çalışmakla meşgul. Afrika ülkeleriyle düzenlediği “forumlar” bu amaca hizmet etmektedir.

Bu kutuplaşmanın gerçekleşmesi demek aynı zamanda askeri bir yapılanmasının ve kendine özgü bir para biriminin, dünya bankası rolünü üstlenen mali bir yapılanmasının da kurumsallaşmış olması gerekir. Bu adımların önümüzdeki yıllarda hızla atılacağından şüphemiz olmamalıdır.

Artık sadece ABD, mevcut dünya hegemonyasını en azından korumak için mevcut dünya düzenini istikrarsızlaştırmıyor, şimdi Çin ve Rusya bu düzeni istikrarsızlaştırmak için her yol ve yöntemi deneyeceklerdir.

Mevcut dünya sisteminin istikrarsızlaştırılması demek, bildik emperyalist küreselleşmenin, bütünlüklü dünya ekonomisinin istikrarsızlaştırılması demektir. Bu Amerikan hegemonyasına “barışçıl” yöntemlerle vurulabilecek en büyük ölümcül darbelerden birisidir. Bu, Amerikan hegemonyası altında, ona rağmen Amerikan emperyalizminin (ve AB’nin de) gözünün içine baka baka dünya hammadde, enerji kaynaklarının çekip alınmasıdır. Dünyanın “barışçıl” yeniden paylaşımı budur.

Sermaye ve üretimin geriye dönüşümü olmayan uluslararasılaşması, geriye dönüşümü olmayan bütünleşmiş dünya ekonomisi, öylemi!

Bir savaş, herhangi bir savaş olmasa da bir savaş sermaye ve üretimin geriye dönüşümü olmayan uluslararasılaşmasını, geriye dönüşümü olmayan bütünleşmiş dünya ekonomisini Batı’dan; ABD ve AB’den çaldı veya söküp aldı; Batı’nın gücünü kırdı. Biden düdüğünü çaldı Rusya’da ne kadar çok uluslu veya uluslararasılaşmış tekel varsa hepsi apar topar çıkış yaptı. Bu neyi gösterir. Bu şunu gösterir: Bazı dönemler olur ki, devlet uluslararası sermayenin değil, uluslararasılaşmış sermayesinin çıkarlarına göre hareket eder. Ama bazı dönemler olur ki, bu sefer sermaye, devletin dediğine göre hareket eder. Emperyalizmi; mali oligarşiyi böyle anlamayanların; ulus devleti küçümseyip sermayeyi mutlak belirleyici olarak görenlerin ne hallere düştüğünü bu anlamda Rusya-Ukrayna savaşı da göstermektedir.

Listesini tutabilirsiniz. Bugün uluslararası sermayenin Rusya’yı terk etmesi gibi yarın aynı uluslararası sermaye Çin’i de terk edecektir.

Evet, sermaye ve üretimin uluslararasılaşması kapitalizmin nesnel bir yasasıdır. Ancak bu yasanın faktörlere bağlı olarak göreceli gerçekleştiğini anlamayan şaşkın kafalara diyecek bir şey kalmamıştır.

Devam edecek

*

1) İ. Okçuoğlu; Emperyalist Küreselleşme ve Değişen Güçler Dengesi, s. 12. Sınırsız Kitap Yayın, Eylül 2018)

2)İ. Okçuoğlu; agk., s. 17.

3)

-İ. Okçuoğlu; agk., s. 18.

-SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları

4)İ. Okçuoğlu; agk., s. 26/27.

-SSCB’de Sosyalizmin Zaferi ve Kapitalizmin Yeniden İnşası Sorunları

Yukarıda özetlediğim bu tarihsel süreç bağlamında:

İ. Okçuoğlu;

- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 1, Ceylan Yayınları, 2. Baskı, Ocak 2006.

- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 2, Ceylan Yayınları, Kasım 2001.

- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 3, Ceylan Yayınları, Mayıs 2002.

- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 4, Ceylan Yayınları, Eylül 2002.

- Kapitalizmde Eşitsiz Gelişme ve REKABETİN TARİHİ – 5, Ceylan Yayınları, Ocak 2006.

-Emperyalist Küreselleşme ve Jeopolitika, Ceylan Yayınları, Şubat 2009.

-Kar Oranı ve Sermayenin Uluslararası Diyalektiği, AKADEMİ Yayın, Kasım 2010.