VLADİMİR İLYİÇ LENİN’İN ANISINA
(I)
(Kısa
Bir Biyografi)
Dünya
proletaryasının Marks ve Engels’ten sonraki lideri olan Lenin,
aynı zamanda dünyadaki ilk proleter devrimi ve proleter devletinin
kuruluş mücadelesinin de lideridir. Dönem itibariyle Lenin’in
gerek teorik ve gerekse pratik liderliği, emperyalizm ve proleter
devrimler çağının başlangıcına tekabül eder. O, hem
emperyalizm ve hem de proletarya devriminin bütün temel
sorunlarının değişen koşullardaki çözümlemesine, aynı
zamanda pratiğe uyarlanmasına birinci derecede önderlik etmiştir.
İlk proleter devrim Rusya’da gerçekleşti, ama etkileri bütün
dünyayı sarstı; dünyanın çehresini değiştirdi. İnsanlığın
altın çağa doğru yürüyüşünün başlaması demek olan bu
devrim, dünya burjuvazisini korkudan titretti. İlk proleter
devleti, bu, “en demokratik burjuva devletinden bile bin kez daha
demokratik devlet” yine dünyanın bütün emperyalistlerini,
gericileri ve oportünistlerini kudurttu, öfke nöbetlerine soktu.
Dünya burjuvazisi hemen sahneye yeni siyasi egemenlik biçimini;
faşizmi sürdü.
Ama
emperyalist sistem kriz ve bunalımlarla boğuşurken, dünya
proletaryasının ilk devleti, Rusya’da sosyalizmin kuruluşunu
devasa adımlarla gerçekleştiriyordu. Dünyanın ezilen halkları,
aydınlar, gençler; hepsi gözlerini ve yüreklerini Sovyetlere
çevirmiş, gelecek düşlerinin somutlanışını izliyorlardı.
Emperyalist burjuvazi, faşist ordularını Sovyetlerin üstüne
sürüp sosyalizmin işini bitirebilmek için; Hitler faşistinin
komutasında II. emperyalist dünya savaşını başlattı. En
gerici, en şovenist emperyalist mihrak, önce, kendisini
destekleyen, besleyen ve Sovyetler Birliği’ne karşı savaşa
kışkırtan emperyalist devletlere saldırdı. Dünya halklarının
Avrupa’dan Uzak Asya’ya kadar büyük bir kıyıma uğradığı,
faşizmin Avrupa emekçilerini ve Sovyet yurdunu yakıp yıktığı
altı yıl sürdü savaş. Sosyalizmi yok etmek için hırsla bu
saldırıyı örgütleyen emperyalistlerin ülkelerini de, Hitler
faşizminin kanlı savaşından ve diktatörlüğünden yine Sovyet
halkının yiğit savaşı kurtardı. Başında Stalin önderliğindeki
Bolşevik parti ve Kızılordu, dünya halklarını faşizm
belasından kurtarırken, bir kez daha sosyalizmin bayrağı
gökkubbeye yükseldi. Artık dünyanın 1/3’ü, kapitalist
emperyalist sistemden kurtulmuş, sosyalizm dünyasına dahil olmuş,
sosyalizmin başarıları sürüyor, komünizme olan inanç dünya
halklarının, ezilenlerin dünyasında kök salıyordu.
Yaralarını
saran emperyalist dünya, daha savaş içinde, ABD komutasında
başlattığı antikomünist komployu, “soğuk savaş” namıyla
Sovyetlerin etrafında ve hatta dünya çapında örgütlemeye koydu.
Bu
kez, içteki ihanetle; kruşçevci çetenin ihanetiyle,
emperyalistler emellerine ulaşma koşullarına kavuştular. Kruşçev
revizyonist kliğinin başlattığı restorasyon, sosyalizmi ve
kazanımlarını adım adım yok etti. Ortaya, kokuşmuş, çürümüş,
yozlaşmış bir kapitalist ekonomik ve toplumsal kadavra çıktı.
Emperyalistler ‘90’a doğru
fiske misali dokunuşlarla bu kadavrayı da tarihin çöplüğüne
yolladılar. Emperyalist medya güruhu, her gün her saat “sosyalizm
öldü, yaşasın kapitalizm” diye çığlıklar atadursun, geride
kalan yıkıntıdan, yeni bir devrim ve sosyalizm kavgasının
yükseleceği, patlama ögelerinin hızla biriktiği birkaç yıllık
verilerle ortaya çıkmıştır ve sosyalizme ve komünizme doğru
umut ve etkinlikler artmaktadır. Büyük önder Lenin’in ve
Stalin’in posterleri kapitalizme karşı öfkenin ve sosyalizm için
savaşın simgeleri olarak on binlerin elinde yükseliyor. Dünyanın
pek çok yerinde; işçi ve emekçiler, gençler kapitalizme ve
faşizme karşı savaşıyorlar.
Bu
görüntüler, Marksist Leninist Komünistler bakımından da
son derece önemli gelişmelerin mayalanmakta olduğunun işaretleri
olarak algılanmaktadır. Bu görüntüler yeni Ekimlerin
geleceğini, bilimsel inancın yayılması dünya burjuvazisine,
gericiliğe, gladyolaşmış burjuva devletlere karşı mücadele;
işçi sınıfının, ezilen emekçilerin, devrimci ve komünist
güçlerin önünde her zamankinden daha yakıcı bir yükümlülük
olduğunu duyuruyor.
Yeni
Ekimler, ancak ve ancak ilk Ekim’i örgütleyenlerin ilkelerinden,
yolundan yürünürse başarıya ulaşacaktır. Dünya
proletaryasının büyük önderi Lenin’i, aramızdan ayrılışının
73. yıldönümünde yeni Ekimleri hazırlayacak fikirleriyle anmak,
emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizmini tanıtmak
en uygunudur diye düşündük.
*
I-
Dünya Proletaryasının Teorisyeni Olarak Lenin
Lenin’in
yaşadığı dönemde, Marks ve Engels’in yaşadıkları düzenin
şartları aynen devam etmiş olsaydı, Leninizm diye bir gerçeklik
olmazdı ve Lenin, en fazlasıyla Marks ve Engels’in öğretisini
“yeniden” yorumlamış olurdu. Çünkü Marks ve Engels,
kapitalizmin oluşumu için söylenmesi gerekenin hepsini ana
hatlarıyla söylemişler, belli bir bilimi oluşturmuşlardı. Onlar
“ruhu”, somut durumun somut tahlilinden hareketle, materyalist
düşünce tarzı ışığında gerçekleştirmişlerdi. Lenin’in
siyasi faaliyete başladığı dönemde ise kapitalizm, kendi
gelişmesinin sonucu olarak en yüksek ve son aşamasına;
emperyalizm aşamasına geçiyordu. Bu geçiş yeni şartları
beraberinde getiriyor, o zamana kadar olgunlaşmamış olan
çelişkiler olgunlaşıyordu. Örneğin, Marks ve Engels’te teorik
bir anlam taşıyan proleter devrim, emperyalist çağda dünya
çapında pratikte çözüm bekleyen sorun oluyordu.
Bir
bütün olarak emperyalizm, kapitalist sisteme özgü çelişkilerin
had safhada keskinleşmesini, kapitalizmin sistem olarak “çürüyen
kapitalizm” sürecine girmesini ifade ediyordu. İşte Leninizmin
kökenini; çıkış noktasını, Lenin’in bu tarihi gelişmeyi
görmesinde ve onu Marksizm ışığında değerlendirmesinde
aramalıyız. Lenin’in ideologluğu ve teorisyenliği, Marksizmi;
Marks ve Engels’in düşüncelerini yeniden formüle etmekten
değil, bilakis, Marksizmden hareket ederek emperyalist çağı
açıklayabilmesinden kaynaklanmaktadır.
Peki
Lenin’in metodu neydi? Yeni olanı nasıl tespit
ediyordu? Lenin’in, nesnel gerçekliği incelemek, gelecekteki
gelişmelerin nasıl olabileceğini önceden tespit etmek ve güçleri
gelişmeye göre hazırlamak için somut durumun somut tahlilinden
hareket ediyordu. O, somut durumun somut tahlilini “marksizmin
canlı ruhu, en derin özü” olarak tanımlıyordu. Lenin, bu
metodun, Marksist teorinin somut duruma uygulanması olduğunu
kavrıyordu.
Somut
durumun somut tahlili nesnel olarak nasıl yansıyordu? Fiili durum
neydi, bundan çıkarılması gereken sonuçlar neydi?
Kapitalizm,
muazzam bir gelişme sürecine girmişti. Bu gelişme sermayenin
yoğunlaşmasını ve merkezileşmesini beraberinde getirmiş;
tekelci birlikler oluşmaya başlamıştı. Kapitalizmin nispeten
barışçıl gelişme dönemi sona eriyordu, ama emperyalizm de bütün
yönleriyle, bütün çelişkileriyle henüz tam olarak açığa
çıkmamıştı. Bu dönemde işçi sınıfının mücadelesinde
sendikalar belirleyici rol oynuyorlar, grevler, parlamenter mücadele
ve bu alanda elde edilen başarılar, sonuca bu yolla varılacağını,
yani parlamenter mücadele ile kapitalizmin yıkılarak, sosyalizmin
kurulacağı anlayışını yaygınlaştırıyordu.
II.
Enternasyonal oportünizmi bu gelişme sürecinde doğmuş ve
sonuç itibariyle Marksizmi revize edecek, çarpıtacak kadar
şekillenmişti. Öyle ki, Stalin’in deyimiyle “II. Enternasyonal
partileri yağ bağlamışlardı”,
devrim üzerine, proletarya diktatörlüğü ve kitlelerin devrimci
eğitimi üzerine ciddi düşünmeye niyetli değillerdi. II.
Enternasyonal oportünistleri, Marksizmi çürük doğmalara
dönüştürüyorlar, devrimci mücadele ve politika yerine düzene
ayak uyduruyorlar, işçi sınıfının devrimci mücadelesini,
burjuvazinin kabul edeceği çerçeveye çekiyorlardı. II.
Enternasyonal oportünistleri, kapitalizmin, emperyalizm aşamasına
girmesi, mücadele şartlarının ve metotlarının değişmesi
karşısında, yeni şartlarda yeni mücadele metotları
geliştirmeleri gerekirken eski anlayışlara bağnazca
sarılıyorlardı. Bu da, onları karşı devrimin, burjuvazinin
safına götürdü. Ama, metot olarak somut durumun somut tahlilinden
hareket eden Lenin, her şeyden önce; a) Kapitalizmin gelişmesi;
b) işçi hareketinin durumu; c) II. Enternasyonal’in içine
düştüğü durumu inceleyerek çağımızda proletaryanın mücadele
sinde esas olan sonuçları çıkarıyordu. Bu sonuçları aşağıda
ele alacağız.
Lenin’in
metodunun bize neyi verdiği, esas itibariyle Marksist öğretide
mevcuttur. Bu öğreti, Marks’ın deyimiyle ‘özü itibariyle
eleştirisel ve devrimcidir? Tam da bu eleştirel ve devrimci ruh,
Lenin’in metoduna baştan sona nüfuz ediyor. Ama, Lenin’in
metodunu, Marks’ın verdiğinin basit bir yeniden verilmesi olarak
anlamak yanlıştır. Gerçekte, Lenin’in metodu, sadece eski
haline getirmek değil, bilakis, Marks’ın devrimci ve eleştirel
metodunun, onun materyalist diyalektiğinin geliştirilmesi ve
somutlaştırılmasıdır da.
1) Lenin
ve Emperyalizm Tahlili
Lenin’in
“Emperyalizm” adlı çalışması, Marks’ın “Kapital”inin
devamı olan bir eserdir. Lenin, emperyalizm tahlilleriyle Marksist
teoriye önemli katkıda bulunmuştur. O, bu kitabında, şayet Marks
yaşasaydı, “Kapital”inin devamı olarak yazması gereken neyse
onu yazdı. Yani Lenin, “Kapital”in ilk yayınlandığından bu
yana geçen yarım yüzyıl içinde biriken çok kapsamlı tarihi
materyali bilimsel olarak geliştirmiş, Marksist metot temelinde
tahlil etmiştir. Bunun sonucudur ki Lenin, emperyalizmi,
kapitalizmin en yüksek aşaması olarak değerlendirmiş;
kapitalizmin nihai gelişme aşamasına girdiğini tespit
etmiştir. Lenin, emperyalist çağda kapitalizmin karakterini
tespit etmiştir; üretimin yoğunlaşması; tekelleşme, bankaların
devamlı büyüyen önemi; banka sermayesinin sanayi sermayesi ile
kaynaşması ve bundan mali sermaye olgusunun doğması; bu
gelişmenin sonucu olarak sermaye ihracının önem kazanması,
dünyanın emperyalist güçler tarafından nüfuz sahalarına
bölünmüş olması vs.
Bu
eserinde Lenin, emperyalist çağın siyasi ve ekonomik verilerini
kapsamlı ve titizce tahlil eder ve kapitalizmin temel çelişkilerini,
bu çelişkilerin emperyalist çağda kaçınılmaz olarak
keskinleşeceğini
açıklar. Lenin bu çalışmasının sonucu olarak esas tezi;
emperyalizmin kapitalizmin gelişmesinin en yüksek aşaması ve
sosyalist devrimin arifesi olduğu tezini tespit eder.
“Emperyalizm”
kitabında Lenin, Kautsky ve diğer oportünistlerin, burjuvazinin
kuyruğuna takılışlarını, Marksizmi çarpıttıklarını da
teşhir eder; Kautsky ve diğer oportünistler, kapitalizmin
emperyalizm aşamasında derinleşmiş/keskinleşmiş çelişkilerini
ve bu çelişkilerden dolayı doğan devrimci krizi gizlemeye
çalışıyorlardı. Kautsky’nin “ultra-emperyalizmi” bu amaca
hizmet etmekteydi. Kautsky döneğine göre emperyalizm, örgütlü
kapitalist bir ekonomiye götürecektir ve böylelikle de bütün
çelişkiler ve krizler; bunların sonucu olan savaşlar da yok
olacaktır. Lenin, Kautsky’nin bu anlayışının ne anlama
geldiğini şöyle ifade eder:
“İngiliz
papazlarının veya tatlı Kautsky’nin iyi niyetli düşünceleri
ne olursa olsun, onun ‘teori’sinin objektif, yani gerçek sosyal
anlamı sadece ve sadece şudur: Kapitalizm koşulları altında
sürekli bir barışın mümkün olduğu umutlarıyla, dikkatleri
günümüzün keskin uzlaşmazlıklarından ve vahim sorunlarından
çevirip, gelecekteki düşsel bir ‘ultra-emperyalizm’in hayali
umutlarına yöneltmek, kitleleri avutmak için hazırlanan en gerici
bir (yöntemdir). Kautsky’nin ‘marksist’ teorisinin içeriği,
kitlelerin aldatılmasından başka hiçbir şey değildir.” (Lenin
“Der Imperialismus als höchstes Stadium des Kapitalismus, C. 22,
s. 299-300)
Lenin’in
“Emperyalizm” eseri, modern revizyonizmin ve reformizmin
(oportünizmin) bütün görünüm biçimlerine karşı da
mücadeledir. O devrimci Marksizmin elinde sınıf düşmanlarına
karşı etkin bir silahtı. Lenin’in “Emperyalizm” eseri, dün
olduğu gibi bugün de, burjuva ideolojiye ve onun işçi hareketi
içindeki uzantılara karşı mücadelede komünistlere yol
göstermektedir.
“Kautsky’nin
hem emperyalizmi teorik tahlili, hem de emperyalizm üzerine yaptığı
ekonomik ve siyasi eleştirisi, markszimle kesinlikle bağdaşmayan,
emperyalizmin temel çelişkilerini cilalayıp gözlerden kaçırma,
ne pahasına olursa olsun, Avrupa işçi sınıfı hareketi içindeki
oportünizmle olan çöken birliği koruma ruhuyla doludur.”
(agy., s. 303)
Çağımızın
emperyalist karakterinden hiçbir şey değişmemiştir. Burjuvazinin
bugünkü uluslararası plandaki “zaferi”, revziyonist ülkelerin
arka arkaya çökmesi, Leninist emperyalizm tahlilini kavramamanın
veya onu yanlış yorumlamanın ne anlama geldiğini açıkça
göstermektedir. Dünyanın yeniden emperyalist bir savaşa doğru
yuvarlandığı bir dönemde komünistlerin burjuva ideolojiye ve
onun işçi hareketindeki uzantıları olan revizyonizme ve
oportünizme (reformizme) karşı mücadelede Lenin’in emperyalizm
tahlillerini “Amerika’yı yeniden keşfetmek” anlamında değil,
gerçekten kavrayarak ve uygulayarak ele almaları
kaçınılmazdır: Emperyalizme karşı mücadele =Lenin’in
emperyalizm tahlilileri; revizyonizme ve oportünizme karşı
mücadele= Leninist emperyalizm tahlilleri; emperyalistler arası
çelişkilerin keskinleşmesi ve günümüzde yansıyış biçimleri
=Leninist emperyalizm tahlilileri; savaşa karşı ve barış için,
devrim için mücadele= Leninist emperyalist tahlilleri! Lenin’in,
Marks’ın “Kapital”ini geliştirmesi, onun devamı olan
emperyalizm olgusunu genel hatlarıyla bu noktalarda toparlar.
Komünistlerin görevi, bu tahlilleri, sınıf düşmanına karşı
mücadelede silah olarak kullanabilmektir.
2) Lenin
ve Proletarya Diktatörlüğü
Proletarya
diktatörlüğü konusunda Lenin, Marksizmi geliştirmiştir, ona
katkıda bulunmuştur. Bu konuda, Marks, genel tespitlerin ötesinde
bir şey söylememiştir. Çünkü o dönem, proletarya
diktatörlüğünün pratik bir sorun olarak gündeme gelmediği bir
dönemdi. Bunun için Marks’ın bu konudaki söyledikleri soyuttu
(geneldi). Marks’ın pratikte tanıdığı, yaşadığı bu
alandaki gelişme sınırlıydı. Çok bilinen ve onun proletarya
diktatörlüğüyle ilgili olarak söylediği şunlardı:
“Bana
gelince; ne sınıfların varlığını, ne de onların modern
toplumda kendi aralarındaki mücadelelerini keşfetme özelliği
bana ait değildir. Benden çok önceleri burjuva tarih yazarları,
sınıfların bu mücadelesinin tarihi gelişmesini ve burjuva
ekonomistler de aynı mücadelenin ekonomik anatomisini anlattılar.
Benim yeni olarak yaptığım; 1) Sınıfların varlığının
sadece, üretimin belirli tarihi gelişme aşamalarına bağlı
olduğunu; 2) Sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya
diktatörlüğüne götürdüğünü; 3) Bu diktatörlüğün
bizzat kendisinin de bütün sınıfların ortadan kalkması için ve
sınıfsız toplum için sadece geçişi teşkil ettiğini kanıtlamak
olmuştur.” (Karl Marks; Marks’ın Joseph Weydemeyer’e 5
Mart 1852 tarihli mektubundan, C. 28, s. 507-508)
“Kapitalist
ve komünist toplumun arasında birinden diğerine, devrimci bir
dönüşümler dönemi bulunur. Bu, siyasi bir geçiş dönemine de
tekabül eder ve onun devleti, proletaryanın devrimci
diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (K. Marks;
(Kritik des Gothaer Programms”, C. 19, s. 28)
Bunlar,
Marks’ın proletarya diktatörlüğü konusunda söylediği ve
genel olarak tanınmış formülasyonlardır; soyut
formülasyonlardır. Marks, proletarya diktatörlüğü konusundaki
çözümlemeleri Paris Komünü’nü göz önünde tutarak
somutlaşmıştır. Örneğin O, burjuvaziye hitaben şöyle diyordu:
“Beyler!
proletarya diktatörlüğünün ne olduğunu bilmek istiyorsanız,
Paris Komünü’ne bakınız.”
Fransa’da
Komünar hareketi yenildi. Bu yenilginin temel nedenleri vardı.
Örneğin, Fransa’da toplum ve kapitalizm proletarya
diktatörlüğünün kurulması için gerekli olgunlukta
gelişmemişti; bu hareket bütünlüklü değildi ve Fransız
işçileri devrimci/komünist partilerinden yoksundu. Bir bütün
olarak Paris Komünü Fransız işçi hareketi içinde birbiriyle
ortak yönü olmayan veya çok yüzeysel olan anarşistlerden küçük
burjuva ve komünistlere kadar birçok akımı bağrında taşıyor,
salt sınıfsal karakter taşımıyordu. Dahası; Komün, iktidarı
elinden aldığı burjuvazinin üzerine kararlılıkla yürümemiş,
iktisadi dayanaklarını örneğin, bankalara el koymamıştı.
Proletarya diktatörlüğünün burjuvazi üzerinde sınıf
diktatörlüğü olduğu ve proletaryanın bu diktatörlüğünü
başka hiçbir sınıfla paylaşamayacağını Lenin, tarihi
olgulardan ve Paris Komünü deneyiminden de hareketle bilimsel
olarak temellendirmiş ve açıklanmıştır. Proletarya
diktatörlüğü olgusu, emperyalist çağda Lenin’in Marksizme
belirleyici katkısından birisidir. Lenin, Marks’ın bu konuda
yukarıda aktardığımız genel tespitlerini geliştirerek
somutlaşmıştır.
Lenin’in
proletarya diktatörlüğü anlayışı, onun Marksist devlet
anlayışından, bu anlayışı geliştirmesinden kopuk olarak ele
alınamaz. Lenin için önemli olan, öncelikle, Marks ve Engels’in
işçi sınıfının siyasi iktidarı üzerine, işçi sınıfı
devletinin zorunluluğu ve görevleri üzerine anlayışlarının
nasıl oluştuğunu, tarihi olarak açıklamaktı. Bunu yapan Lenin,
Marksist devrim anlayışında siyasi iktidar sorununun merkezi sorun
olduğunu kanıtladı. Bu sorunun ve kavranmasının ne denli önemli
olduğunu yine Lenin’den dinleyelim:
“Sadece,
sınıf mücadelesini kabul eden ve kabulü proletarya diktatörlüğüne
kadar götüren kişi marksisttir… Bu, marksizmin gerçekten
kavranması ve kabulü için denektaşı olmalıdır.” (Lenin,
Devlet ve Devrim”)
Burjuva
ve oportünist ideologlar, Lenin’in, Marks ve Engels’in devlet
konusundaki görüşlerini, materyalist tarih anlayışı temelinde
emperyalist çağın pratik tecrübeleri ve gereksinimleri temelinde
geliştirdiğini ve böylelikle marksizmi bu alanda da
zenginleştirdiğini sürekli inkar ederler.
Marks,
Lassalle’a yazdığı 22 Şubat 1858 tarihli mektubunda ekonomi
üzerine çalışmasından [ilk kez 1939-1941’de SBKP(B) MK’sına
bağlı Marksizm-Leninizm Enstitüsü tarafından yayınlanan ve “Politik
Ekonomi Eleştirisi Özeti” başlığını taşıyan taslak
kastediliyor] bahseder. Bu çalışmanın 4. bölümü devletin
incelenmesine ayrılmıştı. (Bkz. C. 29, s. 550-551) Bu çalışmayı
Marks, Lassalle’a yazdığı mektupta biçimde gerçekleştiremez.
Ama devlet sorunu Marks ve Enlges’in çeşitli yazılarında genel
de olsa ele alınır. Lenin devlet üzerine incelemesine Marks ve
Engels’in bu genel tespitlerini ele alarak başlar. (Bkz. “Komünist
Parti Manifestosu”/1848; “Louis Bonapart’ın 18
Brumaire’i”/1852; “Fransa’da İç Savaş”/1871; “Gotha
Programı Taslağının Eleştirisi”/1875)
Lenin,
daha 1902’de “RSDİP Programı Taslağı”nda ve “Plehanov’un
İkinci Program Taslağı’na Notlar”da Marks’ın devlet ve
proletarya diktatörlüğü anlayışından hareket eder. (Bkz.
Lenin; C. 6, s. 12-19, 23-46)
Proletarya
diktatörlüğüne karşı alınan tavır, Lenin için a) Sınıf
olgusunun Marksist kavrayışı; b) Devletin rolü; c) Devrimde
proletaryanın temel görevleri açılarından kaçınılmaz/elzem
kriterdir.
Lenin
emperyalizm şartlarında işçi sınıfının iktidara giden yolunun
karakterini gösteren birçok önemli yazısı vardır. Bunlardan bir
kaçı şunlardır: “İki Taktik”-1905; “İkinci
Enternasyonal’in Çöküşü”-1915; “Avrupa Birleşik
Devletleri Şiarı Üzerine”-1915; “Sosyalist Devrim ve Ulusların
Kendi Kaderini Tayin Hakkı - Tezler”-1916; “Proleter
Devrimin Askeri Programı”-1916; “Nisan Tezleri”-1917 ve
nihayet “Devlet ve Devrim”-1917.
Lenin’le
birlikte veya Leninizmin oluşmasıyla birlikte, bu oluşumun bir
parçası olarak, Marksizmin devrim ve devlet anlayışı da yeni bir
gelişme aşamasına ulaşıyordu. Bu gelişmenin en yüksek
noktasını, en olgunlaşmış anlatımını “Devlet ve Devrim”de
görmekteyiz. Bunun için “Devlet ve Devrim”in ne olduğunu
birkaç noktada toparlayarak verelim.
“Devlet
ve Devrim”in doğuşunda iki tarihi olgu belirleyici
olmuştu: a) Rusya’da gelişen sınıf mücadelesi,
proletaryayı iktidara gelmekle karşı karşıya
getirmişti. Böylelikle o zamana kadar nispeten teorik olarak ele
alınan devlet sorunu, pratik-politik bir anlam kazanmıştı; b) II.
Enternasyonal oportünistleri Marksist devlet anlayışını
çarpıtmışlardı. Söz konusu olan, Marksist devlet anlayışının
oportünizmden arındırmak ve bu alanda da oportünizme yıkıcı
bir darbe vurmaktı. Lenin, esas itibariyle bu iki nedenden dolayı
Marksist devlet anlayışını yeni devrimci tecrübeler ışığında
geliştirir.
Lenin’in
bu eserinde ele aldığı konulara gelince:
Lenin;
“Devlet ve Devrim”de proletarya diktatörlüğünü kapsamlı bir
şekilde ele alır. O, bu eserinde, proletarya diktatörlüğünü;
proletaryanın, devlet iktidarını kendi eline alması gerektiğini;
burjuva devlet mekanizmasını yıkması, parçalaması gerektiğini;
yeni proleter sosyalist bir devlet kurması gerektiğini;
proletaryanın, iktidardan uzaklaştırılan eski hakim sınıfların
direnişini kırması gerektiğini; yeni toplumu –sosyalist
toplumu– örgütlemesi gerektiğini öğretir ve Lenin, bütün bu
görevlerin yerine getirilebilmesi için proletarya diktatörlüğünün
yeni tipten demokrasi olarak; sosyalist demokrasi olarak elzem
olduğunu vurgular.
Lenin,
bu kitabında, çok küçük bir azınlığın, zenginlerin
demokrasisi olan burjuva demokrasisini sert bir şekilde eleştirir
ve proletarya demokrasisini, emekçilerin ezici çoğunluğunun
gerçekten de devlette söz sahibi olmaları anlamına geldiğini
açıklar.
Sovyetler
Birliği’nde proletarya diktatörlüğü, Sovyet biçiminde
örgütlenmişti: Bu, devlet iktidarının siyasi biçimiydi.
Sovyetler Birliği’nde proletarya diktatörlüğünün bu biçimde
örgütlenmesine rağmen, kapitalizmden komünizme geçiş döneminde
başka ülkelerde proletaryanın diktatörlük biçimlerinin başka
türlü de olabileceğini söyleyen Lenin şöyle der:
“Kapitalizmden
komünizme geçiş, tabii ki siyasi biçimlerinin çok büyük bir
çeşitliliğini ortaya koyacaktır. Ama orada esas olan mutlaka şu
olacaktır; proletarya diktatörlüğü” (Lenin; “Devlet ve
Devrim”)
“Devlet
ve Devrim”de Lenin, Marks’tan devraldığı komünist toplumun
gelişme aşamaları tahlilini geliştirir ve somutlaştırır ve
Marks ve Engels’ten devraldığı devlet sorununu, proletarya
diktatörlüğü sorununu, bu devletin hangi şartlarda kendisini yok
edeceğine kadar geliştirir ve inceler. “Devlet ve Devrim”,
“canlı diyalektiğin tarihidir”!
3) Köylü
Sorunu ve Lenin
Marks
ve Engels, somut koşullar sorunu pratik-politik bir sorun olarak
ortaya koymadığı için proletaryanın köylülükle ittifakı
hakkında genel sözlerin/tespitlerin ötesinde somut bir şey
söylememişlerdir.
O
dönem Lenin’in köylü devrimcisi Leninizmin temelinin köylü
sorunundan ibaret olduğunu yaygınlaştırmaya çalışanlar vardı.
Bunlardan birisi de Zinovyev’dir. Zinovyev, Lenin’in ölümünden
dolayı Leningrad Sovyeti’nin 7 Şubat 1924’teki oturumunda bir
konuşma yapar ve orada şöyle der:
“Birincisi,
O’nun (Lenin’in –çn.)
köylülük üzerine düşüncesi. Belki de, leninizmde en
temel olandır, Vladimir İlyiç’in en önemli
keşfidir.” (Zinovyev; V. I. Lenin-Dahi, Öğretmen, Önder
ve İnsan”, Komünist Enternasyonal Dergisi, Sayı 31-32, s. 6.
1924)
Stalin,
bu ve benzeri yanlış değerlendirmelerden hareketle, Leninizmin
esasının köylülük sorunu değil, proletarya diktatörlüğü
sorunu olduğunu açıklar (Bkz. Stalin: “Über die Grundlagen
des Leninismus”) ve sonra şu tespiti yapar; “Proletaryanın,
siyasi iktidar için mücadelesinde müttefikler sorunu olarak köylü
sorunu, ikincil, yan bir sorundur …Köylü sorunu, proletarya
diktatörlüğünün genel sorununun bir parçasıdır ve ancak bu
anlamda leninizmin en hayati sorunlarından birisidir.”
(Stalin; agy. C. 6, s. 109)
Lenin,
köylülüğü hiçbir zaman bir bütün, bölünmez bir potansiyel
olarak görmemiştir. Köylülüğü değerlendirirken, somut, nesnel
olgulardan ve gelişmelerden hareket etmiştir. Lenin’in soruna
yaklaşımını çok iyi kavrayan Stalin, leninizmde köylü
sorununun üç aşamasını şöyle sıralar: a) Burjuva-demokratik
devrim döneminde köylülük; b) Proleter devrim döneminde köylülük
ve c) Sovyet iktidarının oturaklaşmasından sonra köylülük. Bu
her üç aşamada da köylülük, proletaryasının müttefikidir.
Ama bu her aşamada köylülüğün kapsamı, sınıfsal tanımlanması
değiştir. Lenin, köylülüğün bu özelliğini görmüş, ondaki
potansiyelin, ne zaman, hangi şartlarda devrimci potansiyel olarak
açığa çıkacağını kavramıştı. Lenin açısından Rus
devrimleri, köylülük sorununda somut tecrübelerin toplandığı
ve değerlendirildiği devrimler olmuştur. Burjuva demokratik
devrimde köylülük sorununda Leninizmin esasını şu anlayış
oluşturur:
“Proletarya,
mutlakiyetin direncini zor yoluyla kırmak ve
burjuvazinin yalpalayan tavrını felce uğratmak için köylülüğün
kitlesini kendine çekerek demokratik devrimi sonuçlandırır.”
(Lenin; “İki Taktik”, Seçilmiş Eserleri, C. 1 s. 608). Bu
anlayışın kaçınılmaz sonucu, demokratik devrimde siyasi
iktidarın, proletarya önderliğinde “Proletaryanın ve köylülüğün
devrimci-demokratik diktatörlüğü” olmasıdır.
Sosyalist
devrimde köylülük sorununda Leninizmin esasını şu anlayış
oluşturuyordu:
“Proletarya,
burjuvazinin direncini zor yoluyla kırmak ve köylülüğün ve
küçük burjuvazinin yalpalayan tavrını felce uğratmak için
halkın yarı proleter unsurlarının kitlesini kendine çekerek
sosyalist devrimi gerçekleştirmelidir.” (agy.) Bu anlayışın
kaçınılmaz sonucu, siyasi iktidarın sadece ve sadece proletaryaya
ait olacağı, proletaryanın bu iktidarı, kendi diktatörlüğünü
başka hiçbir güçle paylaşamayacağıdır.
Sovyet
iktidarının veya proletarya diktatörlüğünün yerleşmesinden
sonra köylülük sorununa gelince: Devrim öncesindeki –gerek
burjuva demokratik devrim ve gerekse de sosyalist devrim olsun–
köylülükle devrimden sonraki köylülük birbirine
karıştırılmamalıdır. Demokratik devrimden sonraki köylülük,
demokratik devrimin kazanımlarını gören ve ona bilinçli bir
şekilde sahip çıkan ve bizzat iktidarın ortağı bir
köylülüktür. Sosyalist devrimden sonraki “köylülük” ise
varlığının devamını proletarya diktatörlüğünde gören, o
bilince varmış ve kazanımlarını proletarya diktatörlüğüyle
korumaya, geliştirmeye kararlı “köylü”lüktür. Rusya
somutunda ise söz konusu olan, 1905-1907 burjuva-demokratik
devriminden, 1917 Şubat demokratik devriminden ve nihayet 1917 Ekim
sosyalist devriminden geçen, bu devrimlerin pratik ve tecrübeleriyle
bilinçlenmiş, silahlanmış köylülüktür. Bu, proletarya ile
ittifak içinde olmanın, siyasi ortak amaçlı hareket etmenin ne
anlama geldiğini çok iyi kavrayan sosyalist “köylü”lüktür. İşte
Lenin, bu köylülüğü, proletaryanın, dolayısıyla proletarya
diktatörlüğünün yedek gücü olarak görmüştür. Leninizmin
bu özelliğini
açıklarken Stalin şöyle der:
“İktidarda
duran proletarya, sanayiyi tarım ile birleştirmek için, sosyalist
inşayı geliştirmek için, proletarya diktatörlüğünün o elzem
temelini –ki bu, temel olmaksızın sosyalist ekonomiye geçmek mümkün
değildir– yaratmak için bu yedeği kendine çekebilmelidir,
çekmek zorundadır.” (Stalin; “Über die Grundlagen des
Leninismus”, C. 6, s. 121-122)
Görüyoruz
ki, proletarya ile köylülük arasındaki ittifakın
karakterini/kapsamını belirleyen, ülkedeki somut koşullardır;
devrimin karakteridir. Lenin, emperyalist çağda köylülüğün
demokratik ve sosyalist devrimdeki rolünü görerek, köylülük
sorununu, Marksist teoriden hareketle geliştirmiş, marksizmin
zengin hazinesine katmıştır.
4)
Lenin ve Parti Sorunu
İki
ayrı dönemde iki ayrı parti anlayışı: İşçi hareketinin
doğuşuyla, kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin sona erdiği
dönemi, özellikle de II. Enternasyonal’in işçi hareketi içinde
etken olduğu dönemi düşünelim. Bu dönemin özelliği neydi? Bu
dönemde şu veya bu şekilde barışçıl bir gelişme söz
konusuydu. II. Enternasyonal partileri işçi hareketi içinde
etkindiler. Parlamenter faaliyet, en yaygın ve geçerli olan
mücadele biçimini oluşturuyordu. Böyle bir dönemde partiler
ciddi ve belirleyici bir öneme haiz değillerdi. Bunun ötesinde,
daha sonraki dönemlerde partilere nüfuz eden oportünizm, partiyi
sınıf mücadelesinde araç olmaktan çıkartarak, burjuvaziyle
uzlaşmada, proletaryayı emperyalist burjuvazinin politikasına alet
etmekte bir araç olmaya dönüştürmüştü. II. Enternasyonal
partileri, oportünistlerin elinde proletarya ile burjuvazi
arasındaki “barış”ın aracı olmuşlardı. Oportünistler
parti faaliyetini değil, parlamentodaki faaliyetlerini ön plana
çıkarmışlar veya parti faaliyetini, parlamenter faaliyete
indirgemişlerdi.
Doğaldır
ki, ne bu türden partiler ne de böylesi parti anlayışları
proletaryanın iktidar mücadelesinin araçları ve anlayışları
olamazlardı.
Emperyalizm
çağı ile birlikte genel durum değişmeye başlamıştır.
Emperyalist çağ! Bu, sınıf mücadelesinin keskinleştiği
dönemdi. Bu, proletaryanın devrimci eylemlerinin geliştiği
dönemdi. Bu, proleter devrimler, ulusal kurtuluş mücadelesi,
emperyalist savaşlar dönemiydi.
“Bu
dönem, proletaryaya yeni görevler yüklüyordu; bütün parti
faaliyetini yeni, devrimci tarzda inşa etmek; işçileri, iktidar
için devrimci mücadele ruhuyla eğitmek; yedekler yetiştirmek ve
(mücadeleye) çekmek; komşu ülkelerin proleterleriyle ittifak
kurmak; bağımlı ülkelerin ve sömürgelerin kurtuluş hareketi
ile sağlam ilişkiler kurmak” (Stalin; Über die Grundlagen
des Leninismus”, C. 6, s. 150)
Bu
görevleri, II. Enternasyonal partilerinin, o oportünistleşmiş,
yozlaşmış, marksizmi çarpıtmayı görev edinmiş partilerin
yerine getireceğine inanmak, saflıktan başka bir şey olamazdı.
Bunun için gerekli
olan yeni bir partiydi; proletaryanın devrimci mücadele partisi.
Yeni parti anlayışını somut durumun somut koşullarından, yeni
çağın beraberinde getirdiği gelişmelerden hareketle geliştiren
ve pratiğe uygulayan Lenin olmuştur.
Stalin,
“bu yeni partinin özellikleri nedir” sorusuna şu cevapları
veriyor (yazının kapsamını genişlettiği için alıntıyla
yetineceğiz, yoruma girmeyeceğiz):
“1) İşçi
sınıfının öncüsü olarak parti. Parti her şeyden önce
işçi sınıfının öncüsü olmalıdır. Parti, işçi sınıfının
en iyi unsurlarını tecrübeleriyle, devrimci ruhuyla, proletaryanın
davasına olan sınırsız bağlılıklarıyla bağrında
toplamalıdır. Gerçekten öncü olmak için parti, devrimci teori
ile, hareketin yasalarının bilgisi ile devrimin yasalarının
bilgisi ile donanmalıdır. … parti işçi sınıfının siyasi
önderidir… Parti, proletaryanın mücadele kurmayıdır.
Ama
parti, sadece öncü olamaz. O, aynı zamanda sınıfın örgütlü
müfrezesi, sınıfın bir bölümü olmalıdır… Öncü ile işçi
sınıfının diğer kitlesi arasındaki parti üyeleriyle
partisizler arasındaki fark, sınıflar kaybolmadığı müddetçe
kaybolmazlar… Parti ile partisiz kitleler arasında sıkı bağ
olmadığı, bu kitlenin, onun önderliğini tanımadıkları, parti,
kitleler nezdinde ahla ki ve siyasi güvenilirliğe sahip olmadığı
müddetçe, sınıfa önderlik edemez…
2)
İşçi sınıfının örgütlü müfrezesi olarak parti. Parti,
işçi sınıfının sadece öncüsü değildir. O, sınıfın
mücadelesini gerçekten yönlendirmek istiyorsa, aynı zamanda,
sınıfının örgütlü müfrezesi de olmalıdır…
Parti, proletaryanın mücadelesini iç ve dış gelişmenin
olağanüstü zor şartlar altında yönetmelidir. O, proletaryayı
şartlar saldırmaya gerekli kılıyorsa, saldırıya geçirmeli ve
proletaryayı, güçlü bir karşıtın vuruşlarını savuşturmak
için şartlar gerektiriyorsa geri çekmelidir… Parti işçi
sınıfının örgütlü müfrezesidir…
Ama
parti, parti örgütlerinin sadece bir toplamı değildir. Parti,
aynı zamanda bu örgütlerin bütünlüklü sistemidir, bütün
biçimlerde birliğinin, önderliği, alt ve üst organlarıyla,
azınlığın çoğunluğa tabi olmasıyla, bütün parti üyeleri
için bağlayıcı olan pratik kararlarıyla sağlam bir bütündür. Bu
şartlar olmaksızın parti, işçi sınıfının mücadelesinin
planlı ve örgütlü yönetimini gerçekleştirme yeteneğinde
sağlam ve örgütlü bir bütün
olamaz…
3- Proletaryanın
sınıf örgütünün en yüksek biçimi olarak parti. Parti,
işçi sınıfının örgütlü müfrezesidir. Ama parti, işçi
sınıfının yegane örgütü değildir. Proletaryanın bir dizi
başka örgütleri de vardır ve onlar olmaksızın o, sermayeye
karşı başarılı mücadele yürütemez; sendikalar, kooperatifler,
işletme örgütleri, parlamento fraksiyonları, partisiz kadın
örgütleri, basın, kültür ve aydınlatma örgütleri, gençlik
örgütleri, açık devrimci mücadele örgütleri (açık devrimci
eylemler döneminde)…
4-
Proletarya diktatörlüğünün aracı olarak parti. Parti,
proletarya örgütünün en yüksek biçimidir. Parti, proleterler
sınıfı içinde ve bu sınıfın örgütleri arasında temel
yönlendirici güçtür… Parti, proleterlerin sınıf birliğinin
sadece en yüksek biçimi değildir. O, aynı zamanda proletaryanın
elinde, diktatörlüğün fethi için –şayet o fethedilememişse,
diktatörlüğün sağlamlaştırılması ve genişletilmesi için–
diktatörlük ele geçirildikten sonra, araçtır…
5-
Hiziplerin varlığı ile bağdaşmayan iradenin birliği olarak
parti. Demirden disiplini ve birliği ile güçlü olan parti
olmaksızın, proletarya diktatörlüğünün ele geçirilmesi ve
savunulması imkansızdır. Partide demirden disiplin ise, irade
birliği olmaksızın, bütün parti üyelerinin faaliyette tam ve
mutlak birliği olmaksızın düşünülemez… Hiziplerin varlığı,
hem partinin birliği, hem de onun demirden disiplini ile bağdaşmaz…
Parti, partide her türlü hizipçiliği ve iktidar dağılımını
dışlayan bir irade birliğidir…
6) Parti,
kendisini oportünist unsurlardan da temizleyerek güçlenir.
Partide hizipçiliğin kaynağı, onun oportünist unsurlarıdır.
Proletarya, dışa karşı kapalı bir sınıf değildir. Partiye,
sürekli, kapitalizmin gelişmesiyle proleterleşmiş köylülükten,
küçük burjuvaziden, aydınlardan akın olur. Aynı zamanda
proletaryanın üst tabakalarında, esas itibarıyla, burjuvazinin
sömürgelerden akıttığı ekstra karıyla beslenen sendikacılar
ve parlamenterler arasında bir çürüme süreci devam eder…
Bütün
… küçük burjuva gruplar, bu veya şu tarzda partiye sızarlar ve
ona, yalpalamanın ve oportünizmin ruhunu, çürümenin ve
istikrarsızlığın ruhunu taşırlar. Bunlar, esas itibarıyla,
hizipçiliğin ve çöküşün kaynağını partinin içten örgütsel
bozulmasının ve parçalanmasının kaynağını
oluştururlar” (Stalin; “Über die Grundlagen des
Leninismus” C. 6, s. 150-162.)
Esas
amacımız yeni tipten partinin, Leninist partinin bu temel
özelliklerini ele almak olmadığı için yukarıdaki aktarmalarla
yetindik. Esas olan, Lenin’in parti anlayışının hangi şartlarda
doğduğudur, Lenin’in Marksist parti anlayışını geliştirdiği
koşullar ve Marksizme, bu alandaki katkısının çıkış noktasını
göstermektir. Şimdi bir de buna bakalım.
Lenin’in
parti inşası üzerine yazılarının tümü 878 sayfa olan bir
kitapta toplanmıştır. Yani Lenin, her dönem, sık sık gerekli
olduğu için parti sorununu ele almıştır. Amacımız bütün bu
yazılarını ele almak
değil. Burada çok önemli olan ve yeni tipten partinin oluşum
temelini oluşturan iki eserinin (“Ne Yapmalı” ve “Bir Adım
İleri, İki Adım Geri”) içeriğini vermeye çalışacağız.
“Nasıl
Başlamalı” ve “Ekonomizmin Savunucuları ile Bir Tartışma”
makalelerinde “Ne Yapmalı”nın iskeletini görmekteyiz. Lenin,
bu makalelerindeki anlayışını “Ne Yapmalı”da geliştirir.
“Ne Yapmalı”da zaten, proletaryanın devrimci sınıf
mücadelesinin pratik ihtiyaçlarının bir sonucu olarak
doğmuştur. Lenin’in bu eserinde ortaya atılan sorular veya
Lenin’in cevaplandırdığı sorular bizi, hem Rus işçi
hareketin de, hem de enternasyonal işçi hareketinde tarihi bir
dönüşümün başlangıcına, yeni bir çağın, emperyalizm ve
proleter devrimleri çağının başlangıcına götürmektedir. Bu
tarihi dönüşüm ve emperyalizm çağı, siyasi iktidar için
mücadele eden proletaryanın yeni şartlara tekabül eden
örgütlenmesini kaçınılmaz kılmaktaydı.
19.
yüzyılın sonunda (ve 20 yy’ın başında) kapitalizm, serbest
rekabetçi aşamasından çıkarak en yüksek aşamasına,
emperyalizm aşamasına giriyordu. Kapitalizmdeki bu dönüşüm,
emperyalizm olgusu, proletaryanın tarihi misyonunu yerine getirmesi
için; kapitalizmi yıkması ve sosyalizmi inşa etmesi için
devrimci mücadelenin bütün sorularını yeniden ve başka tarzda
ele almayı kaçınılmaz kılıyordu.
Toplumsal
gelişmenin ortaya attığı proletaryanın devrimci mücadelesiyle
ilgili bütün sorunları cevaplandırmada uluslararası işçi
hareketinde iki eğilimin, akımın doğduğunu görmekteyiz.
Bu
akımlardan birisi, yeni doğan sorunlara Marks ve Engels’in
bilimsel teorisinden hareketle yaratıcı bir şekilde cevap veriyor,
bilimsel teoriyi geliştiriyor, kapitalist sistemi yıkmak için
mücadelenin yeni şartlarına tekabül eden strateji ve taktiğini
tespit ediyordu. Bu akım, Marksist sınıf mücadelesi teorisini
savunuyor, devrimde; yeni çağda işçi sınıfının devrimci
partisinin önderliğini de savunuyor ve bunun gerekliliğini
bilimsel olarak açıklıyordu. Bu akımın yaratıcısı ve
geliştiricisi Lenin’dir; Lenin ve onun eseri olan Bolşevik
Parti‘dir.
Diğer
akım ise “eleştiri özgürlüğü”ne sığınıyor, Marks ve
Engels’in temel düşüncelerini, bir bütün olarak Marksist
teoriyi çarpıtıyor ve burjuva düşünceleri ve politikayı işçi
hareketine taşıyordu. Bu akımın
temsilciliğini Alman sosyal demokratlarından E. Bernstein
yapmaktaydı. II. Enternasyonal’in önde gelen bu revizyonisti,
devrim için var olan işçi partisini, sosyal reformlar için
burjuva işçi partisine dönüştürüyordu.
Artık
“sosyalizm çerçevesindeki çeşitli eğilimlerin tartışması
ilk defa ulusal olmaktan (çıkarak) uluslararası nitelik
kazanmıştı”. (Lenin; “Ne Yapmalı”, C. 8, s. 361)
Tartışmanın
bu boyutlara varmasının, emperyalizm olgusu ile bağı inkar
edilemez bir gerçekti. Devrimci proletarya, artık uluslararası
bir güce, Uluslar arası oportünizme karşı da mücadeleyle karşı
karşıyaydı. Emperyalizm ile oportünizmin bağı ve buna karşı
mücadele, işte bu gerçeği gören ve marksizmi bu noktada
geliştiren Lenin’den başkası değildir.
Lenin,
“Ne Yapmalı? Hareketimizin Acil Sorunları” eserinde yeni
tipte partinin neden gerekli olduğunu, nasıl kurulacağını ve
gelişebileceğini vs. vs. ele alıyordu.
Lenin
bu eserinde Marks ve Engels’in parti üzerine görüşlerini, yeni
tarihi duruma tekabül edecek şekilde ele alıyor, proletaryanın
partisini, devrimci önder, örgütleyici bir güç olarak
geliştiriyordu.
Lenin
bu eserinde, işçi hareketinin –özellikle Rus devrimcilerinden
kaynaklanan en önemli ideolojik ve örgütsel sorunlarını; işçi
hareketinde bilinçlilik ve kendiliğindencilik sorununu, örgütlenme
biçimlerinin önemini, mücadeleci, Marksist partinin kurulmasının
yollarını ve metotlarını ele alıyordu. Parti ile ilgili olarak
yukarıda Stalin’den aktardığımız altı nokta, Lenin’in “Ne
Yapmalı” adlı eserinde işlenen temel konulardı.
“Ne
Yapmalı”da “ekonomizm”in ideolojik olarak çökertilişini de
görüyoruz. “Ekonomizm”, Rus sosyal demokrasisi içinde
oportünist bir akımı temsil ediyordu ve Bernstein revizyonizminin
bir türüydü. Marks ve özellikle de Engels’in ölümünden
sonra oportünizm, “eleştiri özgürlüğü” şiarı altında
açığa çıkmıştı. Oportünistlerin “eleştiri özgürlüğü”nden
anladıkları çok farklı şeylerdi. Onlar, bu şiar altında
sosyalizme; sosyalist dünya görüşüne burjuva düşünceleri,
burjuva ideolojiyi şırınga etmeye çalışıyorlar ve böylelikle
Marksist düşünce tarzını burjuva düşünce tarzına, işçi
hareketini burjuvaziye tabi kılmayı amaçlıyorlardı. Lenin,
Rusya’da ekonomizmle, uluslararası planda da
Bernstein-revizyonizminde burjuvazinin işçi hareketi içindeki
uzantılarını görüyordu. Bu gerçekten dolayıdır ki, o, şöyle
diyordu:
“…
Soru sadece şöyledir; burjuva veya
sosyalist ideoloji. Burada orta bir şey yoktur (çünkü insanlık
“üçüncü” bir ideolojiyi henüz yaratmamıştır. Esasen
sınıfsal çelişkilerden dolayı parçalanmış bir toplumda
sınıflar dışı veya sınıflar üstü duran bir ideoloji asla
olamaz). Bundan dolayı sosyalist ideolojiyi her küçültme
(değerinden düşürme, çn.), ondan her ayrılma, aynı
zamanda burjuva ideolojinin güçlendirilmesi anlamına
gelir”. (Lenin; “Was Tun”, C. 6, s. 395/396)
Sosyalist
bilinç, Marksist düşünce tarzı ve parti! Lenin bu eserinde,
sosyalist bilincin işçi hareketine ancak ve ancak Marksist parti
tarafından taşınabileceğini saptar: Sosyalist ideolojinin
saflığı için mücadele; burjuva düşünce tarzına ve
ideolojisine karşı mücadele; burjuvazinin işçi sınıfı
üzerindeki ideolojik nüfuzuna karşı mücadele; oportünizme,
burjuvazinin işçi sınıfı içindeki bu temsilciliğine karşı
mücadele, Leninist partinin en önemli görevleri arasındadır.
Lenin,
Marksist teorinin; bilimsel sosyalizmin teorisinin işçi sınıfı
hareketi için ve Marksist parti için ne denli önemli, belirleyici
olduğunu vurgular “Ne Yapmalı”da. Lenin’in eserinde yer
alan ve çok bilinen şu sözleri bu gerçeği yansıtmaktadır;
“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz”, “Sadece, ileri
bir teori tarafından yönlendirilen bir parti, öncünün rolünü
yerine getirebilir.”
Lenin,
“Ne Yapmalı”da devrimci proletaryanın ve dolayısıyla partinin
hakim sınıflara –Rusya somutunda da çarlık mutlakıyetine–
karşı mücadelede taktiğini temellendirir. Lenin, partinin, işçi
sınıfının, hakim baskı ve sömürü rejimine karşı genel
demokratik halk hareketinin öncülüğünü yapması gerektiğini;
toplumun bütün muhalif, ilerici, devrimci güçlerinin öncüsü
olması gerektiğini vurgular.
Lenin,
bu eserinde sıkı Marksist bir devrimci partinin inşa planını
açıklar ve bu inşada ulusal planda dağıtılan illegal bir
gazetenin kolektif örgütleyici önemini vurgular.
Lenin,
parti anlayışını mayıs 1904’te yayımlanan “Bir Adım İleri,
İki Adım Geri”, (Partimizdeki Kriz)” kitabında geliştirir. Bu
eserinde Lenin, Marksist partinin, somutta da Bolşevik partinin
örgüt ilkelerini işler. Yukarıda parti ile ilgili olarak
Stalin’den yaptığımız aktarmalardaki anlayışları Lenin’in
bu kitabında da görmekteyiz. Lenin bu eserinde, devrimci partinin
işçi sınıfının bir bölümünü oluşturduğunu; onun öncüsü
olduğunu; partinin işçi sınıfının bütünü olarak görülmemesi
gerektiğini; partinin, işçi sınıfının devrime en sadık en
iyileri tarafından oluşturulacağını öğretir. Lenin, parti,
işçi sınıfının örgütlü bir müfrezesi olarak örgütlendiğinde
öncü rolünü oynayabileceğini, partide irade birliğinin,
harekette ve disiplinde birliğin elzem olduğunu öğretir.
Lenin,
bu eserinde partinin, merkeziyetçilik ilkelerine göre inşa
edileceğini vurgular. Yani, işlerliğin sağlanabilmesi için
parti, bir merkez tarafından yönlendirilir; azınlık çoğunluğa
uyar, alt örgütlenmeler üst örgütlenmelere tabidirler.
“Merkezi
organların yönetimine tabi olmama da direnme, parti üyesi olmamak
için dayatmayla, partiyi yıkmakla… eş anlama gelir”. (Lenin;
“Bir Adım İleri, İki Adım Geri”, C. 7, s. 365)
Devrimci
parti, işçi sınıfı kitlesiyle öncünün bağını temsil
eder. Devrimci partinin güçlenmesi ve işçi sınıfı kitlesiyle
bağlarını geliştirmesi ve derinleştirmesi, parti içi
demokrasinin ve dolayısıyla özeleştirinin ele alınışına;
partinin kendinden kaynaklanan hatalara ve eksikliklere yaklaşımına
bağlıdır. Bunun içindir ki Lenin; parti “özeleştiriyi ve
kendi eksikliklerini acımasızca ortaya çıkarmaya devam
etmelidir” (agk, s. 202) der.
Lenin,
Marksist partinin, işçi sınıfının sınıf örgütünün en
yüksek biçimi olduğunu ve bu biçimdeki örgütlenmenin, sınıfın
diğer bütün örgütlerini yönlendirdiğini öğretir. Bütün
bu ilkeler, Leninist partinin; yeni tipten partinin örgütsel
temelini oluştururlar.
Lenin’in
bu eserinde ilk kez, (Marksizmin tarihi açısından ilk kez)
oportünizmin, örgütlenme sorunlarında köklü bir eleştiriye
tabi tutulduğunu görmekteyiz. Lenin, örgüt olgusunun
küçümsenmesinin işçi hareketi açısından ne denli tehlikeli
olduğunu açıklar. Tüzüğün parti üyeliğini içeren paragrafı
(1. paragraf) üzerine yürütülen mücadelenin esasına bakalım: Bu
ilk bakışta önemsiz görülebilir, ama orada RSDİP’in devrimci
kanadıyla oportünist kanadı arasında Marksist parti ve küçük
burjuva parti anlayışı arasındaki mücadeleyi görmekteyiz. Lenin
bu eserinde, Menşeviklerin parti üyeliği üzerine tartışmalarda
ileri sürdükleri anlayışı, onların örgütlenme sorunu üzerine
oportünist anlayışlarından ayrı olarak ele almaz, tam tersine bu
anlayışların birbirleriyle bağını kurar ve şu sonuca varır:
“Azınlığın,
partimizin oportünizme en çok eğilimli ögelerinden oluştuğu
şüphe ve tartışma götürmez bir gerçektir. Azınlık,
partinin teorik olarak en az dayanıklı, ilkesel olarak en
az tutarlı unsurlarından oluşmaktadır. Azınlık,
partinin sağ kanadından oluşmaktadır.
Azınlık ve çoğunluk olarak bölünme, sosyal demokrasinin
devrimci ve oportünistler, jakobenler ve
jirondenler diye bölünmesinin doğrudan ve kaçınılmaz
devamıdır. Bu bölünme ne sadece dün ve ne de sadece Rus işçi
partisinde doğmuştur ve elbette yarın da yok
olmayacaktır”. (Lenin; agk. C. 7, s. 345)
Diğer
taraftan Lenin bu eserinde parti yaşamının normlarını da
işler. Bu normlar, bütün komünistler, parti üyeleri, komünist
partileri için birer yasalardır ve öyle de kalacaklar.
Dünya
proletaryasının ideoloğu ve teorisyeni olarak Lenin’i, tabii ki
ele aldığımız bu birkaç konuyla sınırlayamayız. Dünya
proletaryasının enternasyonal birliğini sağlamada (III.
Enternasyonal’in kurulması) oportünizme karşı mücadelede; tek
(bir) ülkede sosyalizmin zaferini temellendirmede, sürekli devrim
anlayışına doğru içerik vermede; proletarya diktatörlüğünün
kurulmasında; sosyalizmin inşası için mücadelede; Marksist
felsefeyi geliştirmesinde (“Materyalizm ve Ampriokritisizm”)
belirleyiciliğini ve Marksizmi zenginleştirmesini burada
belirtmekle yetinelim.
Sürecek
Proleter
Doğrultu, Sayı 9, Ocak - Şubat 1997