deneme

31 Ağustos 2019 Cumartesi

İDLİB’İN SADECE İDLİB OLMADIĞINI ŞİMDİ DEĞİL DE NE ZAMAN ANLAYACAĞIZ?



İDLİB SADECE İDLİB DEĞİLDİR!

İDLİB’İN SADECE İDLİB OLMADIĞINI ŞİMDİ DEĞİL DE NE ZAMAN 

ANLAYACAĞIZ?

Ya biz akıllanmayacağız veya da aklımızın hepsi bu kadar” diyesim geliyor, ama olmuyor. Bu sefer Putin’e diktatör Erdoğan’ı azarlattırmadık! Ama Erdoğan’a dondurma ikramını da “yorumlamak”tan geri kalmadık. Bu durumda Putin sopa (azarlama) politikası yerine havuç (dondurma) politikasına göre hareket etmiş olması gerekir. Diktatör Erdoğan’a muhalif burjuva basın Rus planını “tıkır tıkır” işletiyor, Şam’a “çözüm masasını” devirtiyor, Sol tarafa baktığında ya Erdoğan’ın umduğunu bulamadığını veya Putin’in bildiğini okuyup, bu krizden de kârlı çıktığını ve ya da İdlib sorununa “Plombir” dondurması katıldığını görüyoruz.

Düşman, bakış perspektifine göre değişkendir; Esad rejiminde demokratlık, anti-emperyalistlik görülebileceği, gibi bugün pek dillendirilmese de Putin’de demokratlık, hatta çok derinlerde kalan bir sosyalistlik de görenler mutlaka vardır. Tabii bunun tersini de düşünenler olacaktır. “Mazlum”un yanında yer alan diktatör Erdoğan’a belli çevrelerin “devrimci” demediği kaldı vs.

Düşman algılamasını nasıl değiştirir bilmiyorum, ama bir de sorunun kendisine bakış perspektifi var. Örneğin Esad rejimi, soruna İdlib’i kurtarmak açısından, Türkiye ulusal güvenlik konsepti açısından, ABD Ortadoğu-dünya jeopolitikası açısından, keza Rusya da aynı açıdan bakabilir. Öyle de oluyor. O zaman İdlib’i elde etmenin, İdlib’e sahip olmanın da bölgesel politik ve küresel jeopolitik kalitesi de değişir. Örneğin Putin, diktatör Erdoğan’a Plombir dondurması ikram ederken İdlib’i değil de, ABD’ye karşı Türkiye’yi yanında tutmanın imkanlarını genişletmeyi düşünüyordu demek yanlış olmaz.
Demeye çalıştığım şudur ki, bazı güçler bölgesel etkili olabilirlerken, bazı güçler küresel etkilidirler. Küresel etkili olan güçler, bölgesel etkilerini küresel çıkarlarına hizmet edecek biçimde kullanırlar. Bunu İdlib, çok küçük oldu diyorsanız Suriye düzeyinde somutlaştıralım:

Rusya: Küresel güç.
ABD: Küresel güç.
İran: Bölgesel güç.
Türkiye: Bölgesel güç.

Rusya, küresel çapta jeopolitika üretecek güç ve yeteneğe sahiptir.
ABD, küresel çapta jeopolitika üretecek güç ve yeteneğe sahiptir.
İran, bölgesel çapta jeopolitika üretecek güç ve yeteneğe sahiptir.
Türkiye, bölgesel çapta jeopolitika üretecek güç ve yeteneğe sahiptir.
Bu ne demektir? Rusya, Suriye’de, somutta da İdlib’de mevcut müttefiklerini ve potansiyel müttefiklerini de, Ortadoğu-Doğu Akdeniz ve küresel jeopolitikasına, stratejisine hizmet edecek biçimde konuşlandırmaya çalışacaktır. Bu, İdlib’in “kurtarılması” biçimini alabileceği gibi, mevcut statükonun bir müddet daha devamı veya Türkiye ve İran’ın çıkarlarını gözetecek biçimini de alabilir.

Amerikan emperyalizmi de kendi çıkarları açısından aynı mantıkla hareket edecektir. ABD için önemli olan, Kürtlerin ne istediği değil, Suriye’nin, tamamen Rusya’nın ve müttefiklerinin eline geçmemesidir. Amerikan emperyalizminin mevcut Ortadoğu hakimiyeti Suriye sahasında Rusya tarafından zayıflatılmamalıdır. Vurucu güç, kendi askerleri olmasın da kim olursa olsun! Somutta da Rojava devrimi güçleri.

Türkiye, yeni ulusal güvenlik politikası adı altında şimdilik güney sınırlarını Misak-ı Milli sınırlarına çekmeye çalışıyor. Bu politikanın somutlaşmasını da Kürt özgürlük hareketine karşı imha hareketlerinde, Efrin’in, Cerablus-El Bab sahasının işgalinde, İdlib’de kalmak için ayak diretmesinde ve Fırat’ın doğusu için ABD ile vardığı işgal uzlaşmasında görüyoruz.

Durumu en tehlikeli olan Türkiye’dir:
Türkiye-Rusya ve Türkiye-ABD ilişkileri, bu iki emperyalist ülkenin Türkiye’ye yerine göre sopa, yerine göre havuç politikası uygulama aşamasından çıkmıştır. Eğer Rus emperyalizminin bir dünya hakimiyeti jeopolitikası var ise ve eğer Rus emperyalizmi bu jeopolitikasını uygulamak için karşısında ABD’yi en büyük rakip olarak görüyor ise, yapması gereken, Türkiye’yi daha çok yanına çekmektir. O da bunu yapıyor. Bu nedenle Türkiye’nin içinde bulunduğu bu geçiş sürecinden ve coğrafi konumundan dolayı Rusya, istemese de Türkiye’ye sürekli bir şeyler sunacaktır (havuç) ama sopa politikasını, istese de uygulayamayacaktır. Bu nedenle İdlib’de de Türkiye’ye bir şeyler sunacaktır. ABD ile oluşturmaya çalıştığı “güvenli bölge” planını olumlayacaktır. Şayet, Putin, Suriye’nin bağımsızlığını istiyora, gerçekten toprak bütünlüğünün yanındadıra vb. inanıyorsanız ve bundan dolayı gerekirse Türkiye’yi öteler (sopa) vs. diye düşünüyorsanız, siz emperyalistler arası ilişki ve çelişkilerin diyalektiğinden zerre kadar anlamıyorsunuz demektir. Şu anda Rus burjuvazisinin kafasında İdlib falan yok, İdlib sadece işin görünür tarafı. Onun kafasında Türkiye ile her alanda işbirliğini daha nasıl derinleştirir ve kapsamlaştırırım düşüncesi var. Bu düşüne bu süreçte sopa politikasıyla değil, ancak ve ancak havuç politikasıyla gerçekleştirilebilir.

Amerikan emperyalizmi de aynı düşüncededir. Türkiye’yi yeniden eski uşak, her talebi kabul eder hale getirmek için şimdiye kadar kullandığı sopa ve havuç politikasında sopa kısmının her zaman geçerli olmadığını, ters teptiğini gördü. Veya bir defa sopalıyorsa, birkaç defa havuçlamak zorunda kalıyor. Bunu en son S-400 alımında gördük ve şimdi de “güvenli bölge” adı altında Rojava’nın işgaline Türkiye’yi dahil edişinde görüyoruz. O 14/15 km’lik dar alana Türk ordusu girdiğinde ve Türkiye’den Suriyeli göçmenleri oralara yerleştirildiğinde nelerin olabileceğini iyi düşünmek gerekir. Türk ordusunu oradan kimse çıkartamaz (veya da askeri olarak yenilerek çıkartılır) ve bölgenin demografik yapısı Türkiye’nin istediği gibi değişmiş olur.
Umudu tamamen kesilene kadar Amerikan emperyalizmi, Türkiye ile ilişkilerinde Türk burjuvazisinin çıkarlarını gözetir konumda kalmaya özen gösterecektir.

Her iki emperyalist güç, Türk burjuvazisinin Güneyde Kürdistan’ı yeni ulusal güvenlik politikası adı altında Efrin’den İran sınırına kadar işgal girişimine ne kadar ciddi ses çıkartıyor? Hiç ses çıkartamıyor gibi bir durum söz konusu. “Pençe 1”, “Pençe 2” ve şimdi de “Pençe 3” harekatlarıyla güney Kürdistan’ı belli bir derinliğe kadar işgal etmeye çalışan Türkiye, şimdi “güvenli bölge” girişimiyle güney sınırlarındaki amacına ulaşmaya çalışmaktadır.

Türkiye’yi işgal ettiği alanlardan; Suriye toprağı olarak İdlib’den, Kürdistan toprağı olarak Efrin’den İran sınırına kadar uzanan alandan kim çıkartacak? Şüphesiz ki, Ortadoğu devrimiyle bu gerçekleştirilebilir. Ama bugün kim Türkiye’ye çık buradan diyecek? ABD mi?, Rusya mı?, Çin mi?, Fransa mı?, NATO mu?, BM mi?

Diyelim ki, Suriye savaşı sonlanıyor. Bu durumda Esad rejimi, Türkiye’ye çık diyecek, bunun için Rusya’yı öne sürecek. Doğru, Rusya Türkiye’ye Suriye’de işin bitti, çık diyebilir. Hepsi bu kadar. Türkiye’nin Suriye’de işgal ettiği bölgelerden çıkması için ısrarlı olmaz, daha doğrusu olamaz. Çünkü Rusya, Türkiye’yi, küresel rakipleri karşısında elde tutulması gereken çok önemli bir güç olarak görmektedir. Küresel oynayan Rusya, bu oyununda yer almasını düşündüğü Türkiye’nin Suriye’de işgal ettiği bölgelerde kalmasına göz yumacaktır veya da Suriye aşkına Türkiye’ye savaş açacaktır! Olabilir mi?

Amerikan emperyalizmi de aynı mantıkla hareket edecektir. Türkiye’nin tamamen elden çıkmaması için onun Kürdistan üzerine niyetlerine göz yumacaktır. Örneğin “güvenli bölge” planının uygulanmasında bu mantığın nasıl işleyeceğini göreceğiz.

Sürekli vurguladım ve vurgulamaya da devam edeceğim: Sol’da bazı yazılarda diktatör Erdoğan kişiselleştirilmiş düşman olarak ele alınıyor. Diktatör Erdoğan, bugün açısından Türk tekelci burjuvazisinin emperyalist açılımlarını temsil etmektedir; o, bizim sınıf düşmanımızdır. Ona karşı mücadelede bir sınıf düşmanına karşı nasıl mücadele edilmesi gerekirse o formatta yazıp-çizmek ve hareket etmek gerekir. Buna, boş, hissiyatı ele veren laflarla sınıf düşmanını küçümsemek de dahildir.