İDLİB
SADECE İDLİB DEĞİLDİR!
İDLİB’İN
SADECE İDLİB OLMADIĞINI ŞİMDİ DEĞİL DE NE ZAMAN
ANLAYACAĞIZ?
“Ya
biz akıllanmayacağız veya da aklımızın hepsi bu kadar”
diyesim geliyor, ama olmuyor. Bu sefer Putin’e diktatör Erdoğan’ı
azarlattırmadık! Ama Erdoğan’a dondurma ikramını da
“yorumlamak”tan geri kalmadık. Bu durumda Putin sopa (azarlama)
politikası yerine havuç (dondurma) politikasına göre hareket
etmiş olması gerekir. Diktatör Erdoğan’a muhalif burjuva basın
Rus planını “tıkır tıkır” işletiyor, Şam’a “çözüm
masasını” devirtiyor, Sol tarafa baktığında ya Erdoğan’ın
umduğunu bulamadığını
veya Putin’in
bildiğini okuyup,
bu krizden de kârlı çıktığını
ve ya da İdlib sorununa “Plombir” dondurması katıldığını
görüyoruz.
Düşman,
bakış perspektifine göre değişkendir; Esad rejiminde
demokratlık, anti-emperyalistlik görülebileceği, gibi bugün pek
dillendirilmese de Putin’de demokratlık, hatta çok derinlerde
kalan bir sosyalistlik de görenler mutlaka vardır. Tabii bunun
tersini de düşünenler olacaktır. “Mazlum”un yanında yer alan
diktatör Erdoğan’a belli çevrelerin “devrimci” demediği
kaldı vs.
Düşman
algılamasını nasıl değiştirir bilmiyorum, ama bir de sorunun
kendisine bakış perspektifi var. Örneğin Esad rejimi, soruna
İdlib’i kurtarmak açısından, Türkiye ulusal güvenlik konsepti
açısından, ABD Ortadoğu-dünya
jeopolitikası açısından, keza Rusya da aynı açıdan bakabilir.
Öyle de oluyor.
O zaman İdlib’i elde etmenin, İdlib’e sahip olmanın da
bölgesel politik ve küresel
jeopolitik kalitesi de değişir. Örneğin Putin, diktatör
Erdoğan’a Plombir dondurması ikram ederken İdlib’i değil de,
ABD’ye karşı Türkiye’yi yanında tutmanın imkanlarını
genişletmeyi düşünüyordu demek yanlış olmaz.
Demeye
çalıştığım
şudur ki, bazı güçler
bölgesel etkili olabilirlerken, bazı güçler küresel
etkilidirler. Küresel etkili olan güçler, bölgesel etkilerini
küresel çıkarlarına hizmet edecek biçimde kullanırlar. Bunu
İdlib, çok küçük oldu diyorsanız Suriye düzeyinde
somutlaştıralım:
Rusya:
Küresel güç.
ABD:
Küresel güç.
İran:
Bölgesel güç.
Türkiye:
Bölgesel güç.
Rusya,
küresel çapta jeopolitika üretecek güç ve yeteneğe sahiptir.
ABD,
küresel çapta jeopolitika üretecek güç ve yeteneğe sahiptir.
İran,
bölgesel çapta jeopolitika üretecek güç ve yeteneğe sahiptir.
Türkiye,
bölgesel çapta jeopolitika üretecek güç ve yeteneğe sahiptir.
Bu
ne demektir? Rusya, Suriye’de, somutta da İdlib’de mevcut
müttefiklerini ve potansiyel müttefiklerini de, Ortadoğu-Doğu
Akdeniz ve küresel jeopolitikasına, stratejisine hizmet edecek
biçimde konuşlandırmaya çalışacaktır. Bu, İdlib’in
“kurtarılması” biçimini alabileceği gibi, mevcut statükonun
bir müddet daha devamı veya Türkiye ve İran’ın çıkarlarını
gözetecek biçimini de alabilir.
Amerikan
emperyalizmi de kendi çıkarları açısından aynı mantıkla
hareket edecektir. ABD için önemli olan, Kürtlerin ne istediği
değil, Suriye’nin, tamamen Rusya’nın ve müttefiklerinin eline
geçmemesidir. Amerikan emperyalizminin mevcut Ortadoğu hakimiyeti
Suriye sahasında Rusya tarafından zayıflatılmamalıdır. Vurucu
güç, kendi askerleri olmasın da kim olursa olsun! Somutta da
Rojava devrimi güçleri.
Türkiye,
yeni ulusal güvenlik politikası adı altında şimdilik güney
sınırlarını Misak-ı Milli sınırlarına çekmeye çalışıyor.
Bu politikanın somutlaşmasını da Kürt özgürlük hareketine
karşı imha hareketlerinde, Efrin’in, Cerablus-El Bab sahasının
işgalinde, İdlib’de kalmak için ayak diretmesinde ve Fırat’ın
doğusu için ABD ile vardığı işgal uzlaşmasında görüyoruz.
Durumu
en tehlikeli olan Türkiye’dir:
Türkiye-Rusya
ve Türkiye-ABD ilişkileri, bu iki emperyalist ülkenin Türkiye’ye
yerine göre sopa, yerine göre havuç politikası uygulama
aşamasından çıkmıştır. Eğer Rus emperyalizminin bir dünya
hakimiyeti jeopolitikası var ise ve eğer Rus emperyalizmi bu
jeopolitikasını uygulamak için karşısında ABD’yi en büyük
rakip olarak görüyor ise, yapması gereken, Türkiye’yi daha çok
yanına çekmektir. O da bunu yapıyor. Bu nedenle Türkiye’nin
içinde bulunduğu bu geçiş sürecinden ve coğrafi konumundan
dolayı Rusya, istemese de Türkiye’ye sürekli bir şeyler
sunacaktır (havuç) ama sopa politikasını, istese de
uygulayamayacaktır. Bu nedenle İdlib’de de Türkiye’ye bir
şeyler sunacaktır. ABD ile oluşturmaya çalıştığı “güvenli
bölge” planını olumlayacaktır. Şayet, Putin, Suriye’nin
bağımsızlığını istiyora, gerçekten toprak bütünlüğünün
yanındadıra vb. inanıyorsanız ve bundan dolayı gerekirse
Türkiye’yi öteler (sopa) vs. diye düşünüyorsanız, siz
emperyalistler arası ilişki ve çelişkilerin diyalektiğinden
zerre kadar anlamıyorsunuz demektir. Şu anda Rus burjuvazisinin
kafasında İdlib falan yok, İdlib sadece işin görünür tarafı.
Onun kafasında Türkiye ile her alanda işbirliğini daha nasıl
derinleştirir ve kapsamlaştırırım düşüncesi var. Bu düşüne
bu süreçte sopa politikasıyla değil, ancak ve ancak havuç
politikasıyla gerçekleştirilebilir.
Amerikan
emperyalizmi de aynı düşüncededir. Türkiye’yi yeniden eski
uşak, her talebi kabul eder hale getirmek için şimdiye kadar
kullandığı sopa ve havuç politikasında sopa kısmının her
zaman geçerli olmadığını, ters teptiğini gördü. Veya bir defa
sopalıyorsa, birkaç defa havuçlamak zorunda kalıyor. Bunu en son
S-400 alımında gördük ve şimdi de “güvenli bölge” adı
altında Rojava’nın işgaline Türkiye’yi dahil edişinde
görüyoruz. O 14/15 km’lik dar alana Türk ordusu girdiğinde ve
Türkiye’den Suriyeli göçmenleri oralara yerleştirildiğinde
nelerin olabileceğini iyi düşünmek gerekir. Türk ordusunu oradan
kimse çıkartamaz (veya da askeri olarak yenilerek çıkartılır)
ve bölgenin demografik yapısı Türkiye’nin istediği gibi
değişmiş olur.
Umudu
tamamen kesilene kadar Amerikan emperyalizmi, Türkiye ile
ilişkilerinde Türk burjuvazisinin çıkarlarını gözetir konumda
kalmaya özen gösterecektir.
Her
iki emperyalist güç, Türk burjuvazisinin Güneyde Kürdistan’ı
yeni ulusal güvenlik politikası adı altında Efrin’den İran
sınırına kadar işgal girişimine ne kadar ciddi ses çıkartıyor?
Hiç ses çıkartamıyor gibi bir durum söz konusu. “Pençe 1”,
“Pençe 2” ve şimdi de “Pençe 3” harekatlarıyla güney
Kürdistan’ı belli bir derinliğe kadar işgal etmeye çalışan
Türkiye, şimdi “güvenli bölge” girişimiyle güney
sınırlarındaki amacına ulaşmaya çalışmaktadır.
Türkiye’yi
işgal ettiği alanlardan; Suriye toprağı olarak İdlib’den,
Kürdistan toprağı olarak Efrin’den İran sınırına kadar
uzanan alandan kim çıkartacak? Şüphesiz ki, Ortadoğu devrimiyle
bu gerçekleştirilebilir. Ama bugün kim Türkiye’ye çık buradan
diyecek? ABD mi?, Rusya mı?, Çin mi?, Fransa mı?, NATO mu?, BM mi?
Diyelim
ki, Suriye savaşı sonlanıyor. Bu durumda Esad rejimi, Türkiye’ye
çık diyecek, bunun için Rusya’yı öne sürecek. Doğru, Rusya
Türkiye’ye Suriye’de işin bitti, çık diyebilir. Hepsi bu
kadar. Türkiye’nin Suriye’de işgal ettiği bölgelerden çıkması
için ısrarlı olmaz, daha doğrusu olamaz. Çünkü Rusya,
Türkiye’yi, küresel rakipleri karşısında elde tutulması
gereken çok önemli bir güç olarak görmektedir. Küresel oynayan
Rusya, bu oyununda yer almasını düşündüğü Türkiye’nin
Suriye’de işgal ettiği bölgelerde kalmasına göz yumacaktır
veya da Suriye aşkına Türkiye’ye savaş açacaktır! Olabilir
mi?
Amerikan
emperyalizmi de aynı mantıkla hareket edecektir. Türkiye’nin
tamamen elden çıkmaması için onun Kürdistan üzerine niyetlerine
göz yumacaktır. Örneğin “güvenli bölge” planının
uygulanmasında bu mantığın nasıl işleyeceğini göreceğiz.
Sürekli
vurguladım ve vurgulamaya da devam edeceğim: Sol’da bazı
yazılarda diktatör Erdoğan kişiselleştirilmiş düşman olarak
ele alınıyor. Diktatör Erdoğan, bugün açısından Türk tekelci
burjuvazisinin emperyalist açılımlarını temsil etmektedir; o,
bizim sınıf düşmanımızdır. Ona karşı mücadelede bir sınıf
düşmanına karşı nasıl mücadele edilmesi gerekirse o formatta
yazıp-çizmek ve hareket etmek gerekir. Buna, boş, hissiyatı ele
veren laflarla sınıf düşmanını küçümsemek de dahildir.