deneme

13 Eylül 2019 Cuma

“SINIFÇI TEKÇİLİK” VE “TOPLUMSAL DEVRİMCİ REZERV ÇOĞULLUĞU”!


SINIFÇI TEKÇİLİK” VE “TOPLUMSAL DEVRİMCİ REZERV

  ÇOĞULLUĞU”!

Toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu” - 
 
Sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri”!

6 Eylül’de etha’da yayınlanan Sedat Şenoğlu imzalı “'Sınıfçı' tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?” başlıklı yazı adeta bir “devrim” niteliğindedir; içinde toplumsal sınıf ve tabakaların devrimdeki rollerini altüst edecek derecede “önemli” öğretiler taşıyor. Sınıfsal kökeninden kopartılmış insan yığınına nasıl devrim yaptırılır, üstelik bir de kapitalizmi yıktırıp sosyalizm nasıl inşa ettirilir diyorsanız S. Şenoğlu’nun bu makalesini mutlaka okumalısınız. Bu yazıdan öğrenilmesi gereken çok şeyin olduğunu düşünüyorum. 

Yazarın soruna hangi açıdan baktığını şu cümlesinden anlıyoruz: “... tarihsel çelişki diyalektiğinin ürettiği toplumsal devrimci rezervler çoğulluğu içinde, güçsüz, iradesiz ve örgütsüz kalıyor olmanın kefareti Marksizm'e değil, işçi sınıf kimliğini ve sınıf çelişkisini başta cinsiyet olmak üzere, ulusal-etnik, dinsel-inançsal aidiyet kültürü ve etkisinden azade bir 'steril' olgu sananlara aittir”.

Bu tanımlamayı yazının başlığıyla ('Sınıfçı' tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?) bir arada okuduğumuzda karşımıza sınıftan kaçış ve post-marksizmin “ezilenci” akımı çıkıyor. “Cinsiyet, ulusal-etnik, dinsel-inançsal aidiyet” ve “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”!

Sedat Şenoğlu kiminle kavga ediyor, kim onu bu denli kızdırmış da böyle yazıyor diye soruyorsanız, cevabını bulmakta pek zorlanmazsınız. Şenoğlu, Marksizm-Leninizmle, Marksist Leninist Komünistlerle, Parti ile kavga ediyor. Şunu söylüyor: Bu parti kurulduğundan bu yana hep işçi sınıfı vurgusu yaptı. Oysa devrim yapmak için sadece işçi sınıfı yeterli değildir; “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nu görmek, onları örgütlemek gerekir diyor. Bu deyişin ne anlama geldiğini açmadan önce yazarın düşüncesini takip edelim:

Marksizm, egemen üretim ilişkilerinin (ve dolayısıyla değişim, bölüşüm, tüketim ilişkilerinin de) kapitalist toplumsal formasyon biçimi altında işleyen çelişkili yapısının; bu çelişkili bütünlüğün ve ilişkilerin devletten bilime, dinden siyasete, felsefeden sanata vb. kadar yapılandırılmış ideolojik görünümlerini ve işlevlerinin; sınıflar mücadelesinin ekonomik temelleriyle olan kaçınılmaz zorunlu bağını çözümleme, açığa çıkarma ve gösterme tutarlılığı ve gücüne sahiptir.” Doğru söylüyor. Devamı şöyle: “Bu zeminde (yukarıdaki cümlede anlatılan, İ. Okçuoğlu) Marksizm, sınıflı toplumsal bütünün tarihsel şekillenişi ve evrimi içinde ona kaynaklık etmiş ve/veya onun ürünü olarak açığa çıkmış cinsel, etnik-ulusal, dinsel-kültürel çelişkilere dayalı toplumsal varoluş biçimlerini ve etkenlerini de, tarih yapımının maddi gerçeklikleri olarak kendi eleştirel devrimci dünya görüşünün içine alır.” Bu da doğru bir tanımlama. Her ne kadar yazar, günümüzün Marksizmi olan Marksizm-Leninizm kavramını değil de, sadece Marksizm kavramını kullansa da, sonuç değişmez, yazar doğru söylüyor.

Ancak, yazarın bu doğru tanımlamalardan nasıl olup da yanlış sonuçlar çıkardığını anlamakta her dünyalı gibi ben de güçlük çekiyorum. Hele hele işin içine anlaşılması zor felsefe de girince anlamak daha da güç oluyor.

Marksizm'i kuru bir 'sınıfçı'lığa ve oradan da 'işçici'liğe hapsederek güya ideolojik koruma altına alma tutumu içinde olan siyasi yaklaşımların, tarihsel gelişim diyalektiğinin çelişkili bütünlüğü içinde oluşan, biriken ve açığa çıkan başkaca toplumsal devrimci rezervlere kör kalmaları bir kuraldır. Örneğimiz de olduğu gibi cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerinin, tarihin yapımında devrimci toplumsal rezervler olduğu ve olabileceği gerçeğine sırtlarını dönerler. Çünkü onlar 'sınıfa ait' değildirler! Olsa olsa bu dinamikler ve güçler sınıf mücadelesinin yan unsurları, yedek kuvvetleri olabilirler.”

Bu coğrafyada sayısı 5-10’a veya 30-40’a varan komünist partisi yok. Sadece bir komünist partisi var ve yazar da bu partiye şimdiye kadar “Marksizmi sınıfçılığa, işçiciliğe hapsettin, güya onu ideolojik koruma altına aldın diyor. Şimdiye kadar işçi sınıfından başka “toplumsal devrimci rezervleri” görmedin diyor. Sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”! Ne kadar güzel, kulağa hoş gelen bir kavram değil mi? Piramidin tepesinde duran, alttaki herkesi eziyor, alttaki herkes de “çoğulluğu” oluşturuyor! Bu kavramın içeriğini doldurmak için Negri’den bu yana sayısız kitap yazılmıştır, yazılıyor da.

Anlamıyorum, ne zamandan beri komünistler “cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerinin, tarihin yapımında devrimci toplumsal rezervler olduğu ve olabileceği gerçeğine sırtlarını” döner oldular?
Ne zamandan beri komünistler bu “rezervleri 'sınıfa ait” olarak görmemeye başladılar?
Ne zamandan beri onları “Olsa olsa bu dinamikler ve güçler sınıf mücadelesinin yan unsurları, yedek kuvvetleri” olarak gördüler? S. Şenoğlu’nun bunu diyebilmesi, bu iddialarda bulunabilmesi için elinde güçlü argümanların olması gerekir. Aksi taktirde bize “yolunu şaşırmış” demek düşer!
Literatürde sadece Marksist Leninist Komünistler var. Yoksa onların dışında bilmediğimiz komünistler de mi var? S. Şenoğlu, Marksist Leninist Komünistleri eleştirmiyorsa, o zaman bizim bilmediğimiz “komünistleri” eleştiriyor diye mi düşünelim!

Yazarın buraya kadar söyledikleri esas fikrini açıklamak için bir girişti. Yazar temel anlayışını şöyle formüle ediyor: 
 
Oysa, Marksizm'in teorik yaklaşımına ve yöntemine aykırı olduğu kadar, tarihsel deneyim tarafından da doğrulanmış olan şey, kapitalizmin sınıf iktidarlarının hiçbir yerde salt 'işçiler topluluğu'ndan oluşmuş sınıf güçleri tarafından yıkılmadığı, yıkılamayacağı ve zorunlu olarak da sosyalizmin yine salt işçilerce kurulmadığı ve kurulamayacağıdır.”

Yazarın bu anlayışı, aynı yazıda yer alan ve yukarıya aktardığımız “Marksizm, egemen üretim ilişkilerinin (ve dolayısıyla değişim, bölüşüm, tüketim ilişkilerinin de) kapitalist toplumsal formasyon biçimi altında işleyen çelişkili yapısının; bu çelişkili bütünlüğün ve ilişkilerin devletten bilime, dinden siyasete, felsefeden sanata vb. kadar yapılandırılmış ideolojik görünümlerini ve işlevlerinin; sınıflar mücadelesinin ekonomik temelleriyle olan kaçınılmaz zorunlu bağını çözümleme, açığa çıkarma ve gösterme tutarlılığı ve gücüne sahiptir.” görüşüyle çelişmektedir. Mademki, Marksizm-Leninizm “sınıflar mücadelesinin ekonomik temelleriyle olan kaçınılmaz zorunlu bağını çözümleme, açığa çıkarma ve gösterme tutarlılığı ve gücüne sahiptir” o halde buradaki sorun bir sınıf sorunudur. Sorun, mademki, kapitalizmin sınıf iktidarlarının” yıkılması sorunudur, o halde sorun burjuva mülkiyet ilişkilerinin, sömürünün, baskının ortadan kaldırılması sorunudur. 
 
Peki, bunu kim yapacak? Bu sistemi kim yıkacak ve kim, yerine sosyalizmi kuracak? Veya yazarın deyimiyle ifade edecek olursak: “Sosyalizm yine salt işçilerce kurulmadığı ve kurulamayacağı”na göre sosyalizmi kurma mücadelesine başka hangi toplumsal dinamikler katılacak? Yazara göre bu toplumsal dinamikler şunlardır: “Cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”!

Yazar, çok tipik bir ayırım yapıyor:
-“Cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”! 
 
-Asla, mülkiyet ilişkilerinden “kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”den bahsetmiyor. Yazı boyunca da zinhar bahsetmiyor. Şayet mülkiyet ilişkilerinden, yani sınıfsal ilişkilerden “kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”i “vb.”ye sıkıştırmışsa ona da bir diyeceğimiz yok!

S. Şenoğlu’nun işçi sınıfıyla derdi büyük. Toplumu ekonomik ilişkiler zemininde sınıflara, katmanlara ayırmak ve analiz etmekte büyük sorunlar yaşıyor. Bu noktada partiyle, Marksist Leninist Komünistlerle kavga ediyor. Parti soruna sınıfsal bakıyor, yazar ise sınıfsal bakmıyor.

Parti, yazarın tahammül edemediği sınıfsal bakışı şöyle formüle ediliyor:
İşçi sınıfının safları, hizmet ve zihin emekçileri ile emekçi memurların ana gövdelerini kapsar hale gelmiş, bu durum, belli başlı sanayi şehirlerinde toplanmış bulunan işçi sınıfını nicel olarak toplam aktif nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan sınıf haline getirmiştir.
Proletarya, devrimin politik önderliğini üstlenebilecek, küçük burjuvaziyi önderliğini yürüttüğü ittifak içinde tutabilecek ve kesintisiz biçimde sosyalizme geçebilecek güç ve yeteneğe sahiptir.
Ekonomik, siyasi veya toplumsal olarak ezilen sınıf, cins, ulus, ulusal topluluk ve inanç topluluklarıyla birlikte politik özgürlükten yoksunluğun acısını çeken ve demokrasi mücadelesine önderlik ederek, kendini sosyalizmi kurmaya hazırlamak göreviyle yüz yüze olan Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı, devrimin temel ve önder gücüdür”.

Demek ki, bu coğrafyada Marksist Leninist Komünistlere göre işçi sınıfı, devrimin temel ve önder gücüdür”.

Marksist Leninist Komünistler, çağımızın Marksizmi olan Marksizm-Leninizmin bu savunucuları soruna gayet “sınıfçı” açıdan bakıyorlar. S. Şenoğlu, biz “sınıfçı”yız, parti, “sınıfçı”dır! Bunu bilmen ve anlaman gerekir.

Ana gövdesini kent yoksullarının ve yoksul köylülüğün oluşturduğu, geçimlerini sağlayabilmek için işgüçlerini sık sık satmalarıyla karakterize olan; proletarya ile küçük burjuvazi arasında yer alan yarı proletarya, Türkiye'de önemli bir yer tutmaktadır. Yarı proletarya, demokratik devrimde olduğu gibi, sosyalizme kesintisiz geçişte de işçi sınıfının başlıca ve en güvenilir müttefiki ve dayanağıdır.”

Marksist Leninist Komünistlere göre “Yarı proletarya, demokratik devrimde olduğu gibi, sosyalizme kesintisiz geçişte de işçi sınıfının başlıca ve en güvenilir müttefiki ve dayanağıdır.”
 
Peki, S. Şenoğlu ne diyor? “Cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”den, ne olduğu belli olmayan “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”ndan bahsediyor.

Parti ve Marksist Leninist Komünistler soruna sadece “devrimin temel ve önder gücü” ve “demokratik devrimde olduğu gibi, sosyalizme kesintisiz geçişte de işçi sınıfının başlıca ve en güvenilir müttefiki ve dayanağı” açısından değil, küçük burjuvazi açısından da “sınıfçı” yaklaşıyorlar.

Küçük toprak ve işyeri sahipleri, zanaatkarlar, serbest meslek sahipleri vb.den oluşan küçük burjuvazi, işçi sınıfının ardından aktif nüfusun en kalabalık kesimini oluşturur... Kapitalist üretim ilişkileri altında varoluş imkanları giderek tükenen bu tabakanın eriyen büyük bölümünün sınıf çıkarı işçi sınıfının çıkarları ile örtüşmektedir.
...Giderek zayıflasa da devrimimizin temel güçlerinden biri olan kentin ve kırın küçük burjuvazisi, demokratik devrim boyunca proletaryanın stratejik müttefikidir. Proletarya devrimin ilk adımında kurulacak iktidarı bu sınıfla paylaşmayı kabul eder. Kesintisiz geçiş sürecinde ise proletarya küçük burjuvaziyi tarafsızlaştırma ve olanaklı olduğu ölçüde kazanma politikası izler.”

Proletaryanın müttefikleri konusunda parti, hem demokratik hem de sosyalist devrimde sınıfsallık zemininden kopmuyor. Peki, S. Şenoğlu ne yapıyor? “Cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”e, “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğa” partinin, ”Onlar 'sınıfa ait' değildirler” diye, “Olsa olsa bu dinamikler ve güçler sınıf mücadelesinin yan unsurları, yedek kuvvetleri olabilirler” diye sırt çevirdiğinden bahsetme cüretini kendinde bulabiliyor.

Yazar, bununla yetinmiyor, sorunun sınıfsal yanını tamamen gözardı ediyor. Yazarın Marksist Leninist Komünistlerle, partiyle kavgası bu. Soruna sınıfsal bakılmamalıdır; soruna “toplumsal devrimci rezervler çoğulluğu”, “cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler” açısından bakılmalıdır diyor. Ekonomik ilişkilerden dolayı sömürülmekten, ezilmeden zinhar bahsetmiyor.

Peki, bu “toplumsal devrimci rezervler çoğulluğu”ndan anlamamız gereken nedir?
Ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”! Bunu anlamamızı istiyor yazar. Tek cümleyle dahi olsun toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nun sınıfsal tanımlamasını yapmıyor.

Marksist Leninist Komünistler, S. Şenoğlu’ndan şunu öğreniyorlar: ‘Kapitalizmin sınıf iktidarları hiçbir yerde salt 'işçiler topluluğu'ndan oluşmuş sınıf güçleri tarafından yıkılmamıştır, yıkılamayacaktır ve zorunlu olarak da sosyalizm yine salt işçilerce kurulmamıştır ve kurulamayacaktır’. Bunun böyle olduğu tarihsel deneyim tarafından da doğrulanmış”tır. Aksini savunmak “Marksizm'in teorik yaklaşımına ve yöntemine aykırı”dır.
Burada doğrudan partiyi “Sınıfçı' tekçilik” yapmakla ve toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nu gözardı etmekle eleştiriyor.

Bir komünist parti açısından devrim sorununa “sınıfçı” yaklaşmak ilkesel bir anlayıştır. Devrim sorununa, iktidar sorununa “sınıfçı” yaklaşmayan bir parti, komünist parti olamaz.
Aynı şekilde, devrime katılacak güçleri, yedekleri vs. “sınıfçı”lık perspektifiyle ele almayan bir parti de, komünist parti olamaz.
Yukarıda gösterdim. Marksist Leninist Komünistler, hem demokratik devrimde hem de sosyalist devrimde iktidar sorununa gayet “sınıfçı” bakıyorlar.

Sadece S. Şenoğlu, Marksist Leninist Komünistler gibi, bir partili gibi düşünmüyor. Yazar soruna gayet Post-Marksist perspektifle yaklaşıyor ve neden anlamıyorsunuz diye isyan ediyor.

Parti, hem demokratik hem de sosyalist “devrimin temel ve önder gücü”nden, işçi sınıfından bahsediyor. Ama yazar yok, olmaz, bunun adı “Sınıfçı tekçilik”tir diyor.

Parti, hem demokratik hem de sosyalist devrimin müttefiklerinden bahsediyor, yazar ise “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”ndan, yani “cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”den bahsediyor.

Evet, S. Şenoğlu, bu parti, komünist parti olarak kalmak istiyorsaSınıfçı tekçi” olmak zorundadır. Bunu bilmeniz gerekirdi.

Parti, Marksist-Leninist zeminde duruyor, yazar ise Post-Marksist zeminde duruyor:

Şöyle:
1-Cins çelişkisinin bilincinde olan her kadın mutlaka sosyalizmden yana değildir.

2-Ulusal ezilmişliğin, baskının bilincinde olan her farklı ulus mensubu, mutlaka sosyalizmden yana değildir.

3-Farklı etnik aidiyet, mutlaka sosyalizmden yana olma anlamına gelmez.

4-Farklı dinsel, kültürel anlayış, mutlaka sosyalizmden yana olmak anlamına gelmez.

Veya:
1-Her Kürt, Ermeni, Çerkez, Arap..., Kürt, Ermeni, Arap olduğu ve bundan dolayı baskı gördüğü için değil, Kürt, Ermeni, Arap kökenli işçi veya emekçi oldukları için sosyalizmden yanadırlar veya olabilirler.

2-Her kadın, cins ayrımı, baskısı ve sömürüsünden dolayı değil, kadın işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden yanadır veya olabilir.

3-Her Alevi, Alevi olduğu için baskı gördüğünden dolayı değil, Alevi işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden yanadır veya olabilir.

4-Lgbti+;
4.1- Lezbiyen birey, lezbiyen olduğu için baskı gördüğünden dolayı değil, lezbiyen kadın işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden yanadır veya olabilir.

4.2-Gey birey, gey olduğu için baskı gördüğünden dolayı değil, gey erkek işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden yanadır veya olabilir.

4.3- Biseksüel birey, biseksüel olduğu için değil, biseksüel kadın veya erkek işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden yanadır veya olabilir.

4.4- Transgender (travesti ve transeksüel) birey, transgender olduğu için baskı gördüğünden dolayı değil, kadın veya erkek transgender olduğu için sosyalizmden yanadır veya olabilir.

4.5-İnterseksüel birey, interseksüel olduğu için baskı gördüğünden dolayı değil, interseksüel kadın veya erkek işçi veya emekçi olduğu için sosyalizmden yanadır veya olabilir.

S. Şenoğlu bunu anlayacak durumdadır, en azından parti terbiyesi ona bunları kavratmıştır diye düşünüyordum, ama yanılmışım.

Birey kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın, son kertede toplumsal açıdan “sınıfçı”lıktan kurtulamaz. Şu veya bu sınıfa aittir. (Sadece öğrenciler, öğrencilik döneminde ne bir sınıfa aittirler ne de sınıflar üstü bir konumları vardır.) Yazar ise “sınıfçı”lıktan kurtulunmalıdır diyor. Parti “sınıfçı” olmamalıdır diyor. Ama parti, ‘ben “sınıfçı”yım diyor’. Devrim ve programatik anlayışı “sınıfçı”lık üzerinde yükseliyor.

Açık ki, yazara yön veren ideoloji, Marksizm-Leninizm değildir (Zaten Leninizmden hiç bahsetmiyor. Belki de, o da en fazlasıyla, Lenin’i, bir “yükselti” olarak görüyordur!). Ona yön veren, akıl yürütmesini sağlayan ideoloji, burjuva ideolojisinin Post-Marksizm ekolüdür. Bu nedenle yazar, sorunun bu bağlayıcı yanını; “sınıfçı tekçilik” yanını göremiyor. Bu nedenle, özgürlük ve demokrasi mücadelesinde ve sosyalizm mücadelesinde yer alabilecek, yer alması gereken güçleri, dinamikleri harmanlıyor; bu dinamikleri sınıfsal bağından kopartıyor; sınıfsal bağından kopartılmış güçlerle kapitalizmi yıkıyor ve sosyalizmi inşa ediyor!

Yazar, Post-Marksizmin özenle ördüğü, geçen yüzyılın son çeyreğinden bu yana yükselişe geçen neoliberalizm rüzgarının ve sosyal emperyalist Sovyetler Birliği ve onun etrafında oluşan revizyonist blokun yıkılmasının beraberinde getirdiği tahribatla güçlendirdiği, kapsamlaştırdığı devrim-sosyalizm ve sınıf anlayışını sulandıran görüşleri ısrarla savunuyor.

Marksizm-Leninizm, sömürülme çelişkisi taşıyan dinamikleri (işçi sınıfı ve emekçileri) bilinçlendirerek, örgütleyerek, kapitalist sistemi yıkmak ve sosyalizmi kurmak için ideolojik silahtır.

Post-Marksizm ise “Cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”i keşfederek burjuva sistemi yenileme, reforme etme çabasıdır.
Marksizm-Leninizm, ufku komünizme uzanan yolu gösteren ideolojik silahtır.

Post-Marksizm ise ufku burjuva toplumu, kapitalizmi aşmayan arayıştır; bu ekolün bir kısım bileşenleri gayet radikaldirler; radikal demokratizmi savunurlar. Ama o radikal demokratizm de burjuva ideolojinin ufkunu aşmaz.

Sahiplenmezsen tarih hep böyledir
19. yüzyılın sonlarında burjuvazi (burjuva ideolojisi) Marksizmle baş edebilmek için Friedrich Wilhelm Nietzsche’yi piyasaya sürdü. Irkçı, ayrımcı, faşist düşüncelerin babası; evet Hitler faşizmi ve genel olarak ırkçılığın atası bu “filozof”tan medet umdu. Olmadı.

20. yüzyılla birlikte ortaya bir Bernstein, arkasından Kautsky çıktı. Ama yine olmadı.

Avrupa burjuvazisinin “Kızıl Napolyon”u, Lenin’in deyimiyle Rus Devriminin “hergelesi” Troçki de başaramadı.

Şimdilerde ise, geçen yüzyılın ‘20’li yıllarından itibaren, Ekim devriminin dünya burjuvazisine saldığı korkunun etkisiyle de sosyalizm ve devrim kaçkınlarının oluşturduğu “binbir” renge giren Post-Marksizm karşımıza çıktı. O da devrim-sosyalizm ve sınıf üzerinden tahribatını sürdürmektedir. Bu bağlamda; devrim-sosyalizm ve sınıf bağlamında Post-Marksizmin ne olduğu üzerinde biraz durmak gerekir.

Yazara göre sorun, işçi sınıfı dışında kalan “ezilenler”le veya “çoğulluk”la birlikte sosyalizmi kurmak olduğu için “ezilen” veya “çoğulluk” kavramıyla kastedilen sosyal tabakaların sınıfsal yapısını iyi incelemek gerekir diye düşünüyorum.

Post-Marksizmin bir özelliği, özenle, sömürüyü değil de ezilmişliği sınıfsal kıstas olarak ele almasıdır. Ezilmişlik veya “çoğulluk” kavramına sığınılarak, ona olduğundan farklı anlamlar yüklenerek, sömürü kavramıyla aynılaştırılamayanlar aynılaştırılıyor. Post-Marksizm bunu çok yalın, her dünyalının anlayabileceği biçimde yapıyor. Yazısında Sedat Şenoğlu da yapıyor.

Kapitalizmde çok çeşitli mülkiyet ilişkileri yoktur. Kapitalizm, burjuva mülkiyet ilişkileri temeli üzerinde yükselir. Bunun adı burjuva mülkiyettir; üretim araçlarının özel mülkiyette olmasıdır. Kapitalizmde her iki temel sınıfın (burjuvazi ve proletarya) özel mülkiyet karşısındaki duruşu, o sınıfların üretimdeki ve toplumdaki konumlarını belirler. Küçük veya büyük burjuvazi, üretim araçlarının özel mülkiyetine sahiptir. Onu burjuvazi yapan da budur. Tam tersi proletarya için geçerlidir. Kapitalizmde mülkiyet ilişkileri, işçi sınıfı ve küçük burjuvazinin mülkiyet ilişkileri bakımından sınıfsal çıkar faklılığı içinde olduğunu göstermektedir. Sınıfsal çıkar faklılığı, nihayetinde siyasal çıkar farklılığını ve siyasal iktidar faklılığını kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Bu faklılık, siyasal mücadelede kaçınılmaz olarak gündeme gelir.

“…Emekçi ve sömürülen yığınının memnuniyetsizliği artmaktadır”. Bu doğru. Ama burada yapıldığı gibi, proletaryanın memnuniyetsizliğini küçük üreticinin memnuniyetsizliğiyle aynılaştırmak ve aynı kaba koymak tamamen yanlıştır. Küçük üreticinin memnuniyetsizliği çoğu kez onun çabalarına… küçük mülk sahibi olarak varlığını savunmak için, yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini geriye çevirmek için çabalarına neden olur” (Lenin; C. 6, s., 35, “Plehanov’un İkinci Program Taslağı Üzerine Notlar”dan).

Proletaryanın ve küçük üreticinin memnuniyetsizliği mülkiyet ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Bu “memnuniyetsizlik”, onun kaynağının sınıfsal karakterini bir kenara koyarak ezilenler veya toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu” veya da “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler” kavramıyla aynılaştırılamaz ve bu “dinamikler”in memnuniyetsizliği için mücadele esas alınamaz. Hele bu talep, perspektif olarak öne sürülürse, orada geriye dönüşün pek kolay olmayacağı bir sapma var demektir. Proletarya, “memnuniyetsizliğinin” maddi temelinin devrimle ortadan kaldırılacağına inanıyor ve bu “memnuniyetsizliğe” kaynaklık eden mülkiyet/sömürü ilişkilerini; kapitalist üretim biçimini yıkmak için mücadele ediyor. Toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nun önemli bir bölüğünü oluşturan küçük üretici ise, “küçük mülk sahibi olarak varlığını savunmak için, yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini geriye çevirmek için”; kapitalizm koşullarında daha iyi yaşamak için mücadele ediyor. Her iki sınıf ve her iki “memnuniyetsizlik” türü arasındaki fark bu. Bu fark gözardı edilebilir mi? Kapitalizmi yıkarken ve sosyalizm kurarken S. Şenoğlu bu farkı gözardı ediyor.

Demek oluyor ki, mülkiyetin karakteri/mülkiyet ilişkileri bakımından Toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu” ve işçi sınıfı, antagonist çelişki içindeler. Bu anlamda ortak bir yanları, paydaları yok. Bu anlamda “çoğulluğu” aynılaştıran bir mülkiyet türü yok; “çoğulluğa” özgü bir mülkiyet yok. “Çoğulluk”, mülkiyet karşısındaki konumlarından dolayı bileşenlerine ayrılıyorlar ve mülkiyet karşısındaki konumlarından dolayı da “çoğulluğun”, mülkiyet ilişkilerinde aynı sınıfı oluşturacak bir özellikleri yok.

Bu durum en çıplak bir biçimde siyasal mücadelede görülür: Sosyalist devrimin, sosyalizm için mücadelenin öznesi, ideolojisi, sınıfsal içeriği, Lenin’in dediği gibi proletarya olmaz da, “çoğulluk” olursa ya küçük burjuva sosyalizminden yana oluruz ya da Marksizm-Leninizmin anladığı sosyalist devrimden yana olamayız. Bunun ortasında üçüncü bir yol yok. Tarih, özel mülkiyet savunucularının özel mülkiyetin reddi üzerine kurulacak olan bir düzen için; sosyalizm için mücadele ettiğine henüz şahit olmamıştır. Yazısında S. Şenoğlu bunun tersini rahatlıkla savunulabiliyor.

Devrim ve mülkiyetin sınıfsal karakteri
“…Mücadele, her şeyden önce onun önder temsilcisinin –proletaryanın- mücadelesi…keskinleşmektedir…”. Tabii ki küçük üreticilerde de mücadelenin keskinleşmesi söz konusudur. Ama onların “mücadelesi” çoğu kez proletaryaya karşıdır. Çünkü küçük üreticilerin çıkarları, durumlarından dolayı çoğu durumda proletaryanın çıkarlarıyla sert çelişki içindedir. Genel anlamda söyleyecek olursak: Proletarya, hiç de küçük burjuvazinin “önder temsilcisi” değildir. Bu, ancak, küçük üretici yok oluşunun kaçınılmazlığını kavradığında, “proletaryanın konumuna geçmek için kendi(sınıfsal) konumunu terk ettiğinde” söz konusu olur…” (Lenin; agk., s., 35-36).

Komünist partisi, proletaryanın siyasal örgütüdür. Parti, ancak ve ancak bu sınıfı örgütler ve ona önderlik eder. “Çoğulluğu” veya halkı örgütlemek veya da proletarya dışında kalan “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri” örgütlemek ve onlara önderlik etmek, komünist partisinin işi değildir. O, sınıf örgütü olduğundan dolayı bunu yapamaz. Parti, sınıf iradesini temsil ettiği için bunu yapamaz. Evet, yapamaz. Dolayısıyla komünist partisinde halk sınıf ve sosyal tabakalarının çıkarlarını ifade eden “irade”ler yoktur veya parti, bu iradelerin toplamı, harmanlaması olamaz. S. Şenoğlu, olmalıdır diyor!

Yukarıdaki ifadelendirmemizden “komünist partisi, proletaryanın siyasal örgütüdür. Parti, ancak ve ancak bu sınıfı örgütler ve ona önderlik eder”den emekçilerin taleplerinin gözardı edilmelidir, partinin sınıfı siyasallaştırmak ve toplumsal muhalefeti örgütlemek ve harekete geçirmek için emekçi yığınları veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri” demokratik kurumlarda, örneğin cephe vb. yapılarda örgütlemez, bununla ilgilenmez sonucu çıkartılmamalıdır. Böylesi kurumlar; cephe ve dolaylı örgütler üzerinden diğer emekçi yığınları örgütlemek, onlarla ittifak kurmak partinin olmazsa olmaz görevlerindendir. Bu konuda Marksist-Leninist duruş ile sınıf uzlaşmacılığı arasındaki farkın ne olduğu doğru kavranmalıdır. Komünist partisinin işçi sınıfı dışında, emekçi sınıf ve tabakaları örgütlemeyeceği, mücadelesine önderlik edemeyeceği; bunları kendilerini siyasal olarak temsil eden parti ve gruplara bırakacağı ve bırakması gerektiği sonucu çıkartılmamalıdır. Bu, oldukça sekter, dogmatik bir anlayış olur. Bu anlayışın tam tersine komünist partisi, işçi sınıfı dışında, diğer emekçi yığınların, dahası “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerin de (örneğin Kürt ulusal mücadelesi, demokratik Alevi hareketi, ezilen cins vs.) mücadelesinden uzak durmamalıdır, duramaz, onların mücadelelerinin en önünde de yer almalıdır, bu mücadelelere önderlik etmelidir ve ediyor da. Burada temel sorun veya sorunun ayırtediciliği şudur: Komünist partisi her koşul altında kendi bağımsız çizgisi, asgari ve azami perspektifi doğrultusunda emekçi yığınların mücadelesine katılmalıdır. Komünist partisinin kendine özgü olan sınıf kimliği vardır ve emekçi yığınlarla ilişkilenişinde bu sınıfsal kimlik belirleyicidir ve ilişkilenişi kendi perspektifinden kopmadan gerçekleşmelidir. S. Şenoğlu tam da buna karşıdır.

Mülkiyet ve sınıfların konumu açısından bu denli farklı anlayışlar nasıl bir araya getirilebilir? Marks, Engels, Lenin, Stalin; bir bütün olarak Marksist-Leninist teori şimdiye kadar bu denli farklı anlayışları bir araya getiremedi, bir araya gelemeyeceğinin teorisini yaptı. Ama S. Şenoğlu’na göre işçi sınıfının, “çoğulluk”la beraber kapitalizmi yıkıp, sosyalist bir düzen kurmak için harekete geçirmesinin nesnel koşulları vardır!

Sınıfın irade birliği, “çoğulluğun” veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”in irade birliği midir?
Çoğulluğun” “iradesi”, bir yerde irade ortaklığı, diğer yerde irade zıtlığıdır.

Çoğulluk”ta “irade” birliği, mutlak görecedir, evet taktikseldir. Belli koşullar altında, belli amaca yönelik olarak ve belli bir dönem için halk kapsamında “çoğulluğun” belli bir irade birliğinin olduğunu komünistler reddetmezler. Bu doğrudur. Ama komünistler, bu belli koşullara bağlı olan doğruyu; irade birliğini, partinin hitap ettiği sınıf bakımından esas anlayışı haline getiremezler. Bu konuda önce Lenin’in anlayışına bakalım:

"Proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü" sloganına karşı ileri sürülen itirazlardan biri, bu diktatörlüğün "bir tek irade"yi … öngörüyor olması ve proletaryanın ve küçük burjuvazinin bir tek iradesi diye bir şeyin olamayacağıdır. Bu itiraz "bir tek irade" teriminin soyut, "metafizik" bir yorumuna dayandığından ötürü temelsizdir. "Bir tek irade" bir konu üzerinde sağlanırken bir başka konu üzerinde sağlanamayabilir. Sosyalizm sorunlarında ve sosyalizm için mücadelede birliğin bulunmayışı, demokrasi sorunlarında ve cumhuriyet için mücadelede iradenin tekliğini engellemez. Bunu unutmak, demokratik devrimle sosyalist devrim arasındaki mantıksal ve tarihsel farklılığı unutmak demek olur. Bunu unutmak, demokratik devrimin tüm halkın devrimi olması özelliğini unutmak demek olur: eğer bu devrim "tüm halkın" ise, bu demektir ki, bu devrimde tüm halkın gereksinmelerini ve istemlerini karşıladığı kadarıyla, kesin bir "irade birliği" vardır. Demokratçılığın sınırlarının ötesinde, proletaryanın ve köylü burjuvazisinin bir tek iradesinden söz edilemez. Aralarındaki sınıf mücadelesi…kaçınılmazdır. Dünyadaki her şey gibi, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün de bir geçmişi ve bir de geleceği vardır. Bunun geçmişi otokrasidir, serfliktir, monarşidir ve ayrıcalıklardır. Bu geçmişe karşı mücadelede, karşı devrimle mücadelede proletaryanın ve köylülüğün "irade birliği" olanağı vardır, çünkü burada çıkarların birliği vardır.

Geleceği ise özel mülkiyete karşı mücadeledir, ücretli işçilerin işverene karşı mücadeledir, sosyalizm için mücadeledir. Burada iradenin birliği olanaksızdır.” (Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s., 73/74).

Böyle bir irade birliği demokratik devrim için geçerlidir. Ama bu, “halkın irade birliği”, demokratik devrimde geçerlidir diye “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nu veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri aynı parti çatısı altında; aynı partide örgütlemek anlamına gelmez. İrade birliği, kendilerine göre farklı irade birliği olanların aynı partide örgütlenmelerini beraberinde getirmez. İrade birliğini sağlayan her bir gücün kendi sınıfsal örgütlenmesi vardır. İrade birliği, onların bu örgütleri arasında sağlanır. (Birleşik cephe, birleşik cepheleri ifade eden, adına parti denen biçimler burada konumuz değil. Bu türden oluşumlar olanaklıdır. Burada eleştiri konusu olan, aynı zamanda anti-faşist, anti-emperyalist ilerici veya da devrimci-demokratik cephesel karakter taşıyan “parti”ler de değildir. Burada eleştiri konusu olan, adı üzerinde sınıf örgütlenmesini ifade eden parti anlayışıdır). Bu anlamda irade birliği, irade birliği sağlayanların siyasal/sınıfsal kaynaşması ve bir sınıf olarak bütünleşmesi değildir. Lenin’in dediği gibi, “taktiksel” olan bir sorun, partinin tarihsel misyonu olarak öne sürülemez. S. Şenoğlu makalesinde bunu deniyor.

Lenin:
Bir sosyal-demokrat, proletaryanın, kaçınılmaz olarak, sosyalizm uğruna, en demokratik ve cumhuriyetçi burjuvaziye ve küçük burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi açmak zorunda olduğunu bir an için bile olsun unutmamalıdır. Bu, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, sosyal-demokrasinin ayrı, bağımsız ve tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu da, her türlü kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, burjuvaziyle birlikte "ortak bir darbe vurma" taktiklerimizin geçici niteliği ve "bir düşmanı" kollar gibi "müttefikimizi de" sıkı bir biçimde kollama görevi de her türlü kuşkunun ötesindedir vb..“ (Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s. 75).

Bu anlayış, ezilenleri “sınıflaştıran” Post-Marksizm açısından artık geçerli değildir. Post-Marksizmin yegane amacı, partiyi, “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nun veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerin partisine dönüştürmektir veya sınıf partisi olmaktan çıkartmaktır. Çünkü bu anlayışta olanlar açısından gelecek, artık işçi sınıfının değil, “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğun veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerin tarihsel misyonu tarafından belirlenecektir; artık belirleyici olan işçi sınıfının değil, “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerin iradesidir. İşçi sınıfı artık geleceği olmayan bir sınıftır. Geleceği olan ve geleceği şekillendirecek olan yegane güç, “toplumsal devrimci rezerv çoğulluktur. O halde parti de işçi sınıfının değil, “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nun partisi olmalıdır.
S. Şenoğlu, partiye bunu öneriyor.

Bu anlayışların toplamı ve gerçekleştirilmesi, komünist partinin, Marksist-Leninist partinin veya da Marksist Leninist Komünist partinin tasfiyesi demektir.

Her “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu” veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler” sosyalizmden yana mıdır?
İnsanlar üretim ilişkilerinde yer aldıkları konumdan kopartılırsa, mülkiyet karşısında durumları gözardı edilirse ve ezilmişlik durumu esas alınırsa ortaya rahatlıkla aynı durumda olan geniş yığınlar çıkar. Bu yığın neye yarar, orasını bilemem, ama sosyalizmden yana olmanın ve olmamanın sürekli göz önünde tutulması gereken, emperyalist küreselleşme sürecindeki değişmelere rağmen göz önünde tutulması gereken kıstasları veya temel kıstası vardır.

Gericiliğe, faşizme, karşıdevrime karşı mücadelede ezilenler kavramı içine dahil edilen halk sınıf ve sosyal tabakalarının ortak hareket etmek için, tek irade sergilemek için önünde maddi bir engel yoktur. Lenin'in dediği gibi “Geçmişe karşı mücadelede, karşı devrimle mücadelede proletaryanın ve köylülüğün "irade birliği" olanağı vardır, çünkü burada çıkarların birliği vardır”. Ama sorun gelecekle ilgili olunca yollar ayrılıyor, irade birliği ortadan kalkıyor. İşçi sınıfının “Geleceği ise özel mülkiyete karşı mücadeledir, ücretli işçilerin işverene karşı mücadelesidir, sosyalizm için mücadeledir. Burada iradenin birliği olanaksızdır.” (Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s., 73/74). Küçük üreticinin geleceği ise özel mülkiyetin değil, mevcut düzenden duyduğu “memnuniyetsizliğin” özel mülkiyet ilişkileri temelinde ortadan kaldırılmasıdır. S. Şenoğlu, bu iki anlayışı; tek irade birliğinin oluşabileceği ve oluşamayacağı koşulları bilinçli bir biçimde gözardı ediyor ve sorunu sınıfsal özellikten ezilmişlik alanına çekerek toplumsal ilerlemenin öznelerini silikleştiriyor. Tek başına yazısının başlığı dahi bu anlayışını gösteriyor: ”Sınıfçı' tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?”

S. Şenoğlu’na şunu hatırlatmak isterim: “Sınıfçı”, bu anlamda “tekçi” partide, yani komünist partisinde irade birliğinin devrimin sınıfsal karakterine göre nasıl oluştuğunu anlamak istiyorsanız, 1905 devrimine, Ekim devrimine, Çin devrimine, “Halk Demokrasisi”nin kuran Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde anti-faşist, anti-emperyalist devrimlere, kurtuluş mücadelelerine, Arnavutluk devrimine, Bulgaristan devrimine bakmalısınız. Bu devrimleri, anlamak için analiz ederseniz, çağımızın Marksizmi olan Leninizmin; yani Marksizm-Leninizmin ideolojide ve pratikte dünya burjuvazisinin kabusu olduğunu anlarsınız. Bugün ise Marksizm-Leninizm sadece dünya burjuvazisinin değil, aynı zamanda Post-Marksizmin de, Troçkizmin de kabusudur.
Laf aramızda, sizin sınıfsallıktan azade kıldığınız o ezilenleri, “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nu veya “cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri” özgürlük ve demokrasi ve de sosyalizm mücadelesinde örgütleyen, onlara da önderlik eden ve kurtuluşu sağlayan sizin o “sınıfsal tekçi” dediğiniz komünist partilerdir, Leninst partilerdir.

Mücadele güçlerinin örgütlenmesi
Bir sınıf, başka bir sınıfı siyasal olarak, siyasal/sınıfsal çıkarları için örgütleyebilir mi? Sınıf bilinçliliği temelinde örgütleyemez. Her bir sınıf, sınıfsal çıkarlarını geçerli kılmak için kendi sınıf örgütünde örgütlenir. Bu partidir. Sınıflar arasında müttefiklik ilişkileri, cephe örgütlenmeleri ayrıdır. (Cephe örgütlenmesinde sınıf ve sosyal tabakaların ittifakı, diyelim ki faşizme ve emperyalizme karşı ortaklaştırılmış mücadeleleri söz konusudur).

Lenin’in bu konudaki görüşü, her dünyalının anlayabileceği kadar sadedir:
“…Sosyal demokrasi onların (küçük üreticilerin, çn.) mücadele güçlerini örgütlüyor…”. Bu da doğru değil. Sosyal demokrasi, hiçbir yerde küçük üreticilerin “mücadele güçlerini” örgütlemiyor. O, sadece işçi sınıfının mücadele güçlerini örgütlüyor…” (Lenin: “Plehanov’un İkinci Program Taslağı Üzerine Notlar”dan).

Hal böyle olmasına rağmen, S. Şenoğlu “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu” veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler” anlayışıyla işçi sınıfı ve bahsettiği “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu” veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler” arasında fark kalmadığını ileri sürebiliyor veya devrim sadece işçi sınıfına havale edilemeyecek kadar “önemli”dir demeye getiriyor. Böyle düşünenler açısından parti, “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu” veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri” bir araya getiren, onların “mücadele güçlerini” örgütleyen, dolayısıyla “küçük üreticiler”in de mücadele güçlerini örgütleyen bir örgüttür.

S. Şenoğlu açısından komünist partinin tarihi misyonu, artık “işçi sınıfının mücadele güçlerini” örgütlemek değildir, zinhar olmamalıdır. Komünist partinin tarihsel misyonu artık “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nun veya “sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri”in “mücadele güçleri”ni örgütlemekten ibaret olmalıdır.

S. Şenoğlu, “proletaryanın sınıf mücadelesi yerine “emekçilerin ve sömürülen kitlelerin mücadelesini” koymaktadır.

Bu konuda Lenin:
Proletaryanın sınıf mücadelesi yerine “emekçilerin ve sömürülen kitlelerin mücadelesi” konmaktadır. Böyle bir ifade tarzı, “Enternasyonal”in şu temel ilkesine aykırıdır: “İşçi sınıfının kurtuluşu ancak işçi sınıfının kendi eseri olabilir”. “Emekçi ve sömürülen kitlenin” proletaryanın yanı sıra mevcut olan diğer bölümü (yani esas olarak küçük üreticiler), burjuvaziye karşı mücadelesinde sadece kısmen devrimcidir. Ve ancak, “proletaryaya geçmek üzere olduğu dikkate alındığında” “proletaryanın bakış açısına geldiği” zaman devrimcidir (“Komünist Manifesto”). Küçük üreticinin gerici özü taslakta hiç vurgulanmamakta, böylece proletaryanın “emekçi ve sömürülen kitleler” ile ilişkisi genel itibariyle yanlış gösterilmektedir”. (Lenin: “Plehanov’un İkinci Program Taslağı Hakkında Değerlendirme”).

Komünist parti, dernek değildir; bir demokratik mücadele örgütü değildir; halk sınıf ve tabakalarının bir araya geldiği bir sınıflar federasyonu veya konfederasyonu da değildir.
S. Şenoğlu, ya Leninist parti örgütlenmesinin yanlış olduğunu, reddettiğini açıklar veya da Leninist parti ne ise ona göre hareket eder.

Bu anlamda:
Post-Marksizm ideolojisizleştirmedir.
Post-Marksizm sınıfsızlaştırmadır.
Post-Marksizm teorisizleştirmedir.
Post-Marksizm örgütsüzleştirmedir.
Post-Marksizm devrimin reddidir.

Veya şöyle de diyebiliriz:

Sınıfçı' tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?” anlayışı, işçi sınıfının ideolojisizleştirilmesi gerekir anlayışıdır.

Sınıfçı' tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?” anlayışı, işçi sınıfının teorisizleştirilmesi gerekir anlayışıdır. 
 
Sınıfçı' tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?” anlayışı, işçi sınıfının sınıfsızlaştırılması gerekir anlayışıdır.

Sınıfçı' tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?” anlayışı, işçi sınıfının sınıfsal örgütsüzleştirilmesi gerekir anlayışıdır.

S. Şenoğlu tam da bunları talep ediyor.
S. Şenoğlu, parti, kendini var eden kurucu ilkelerinden vazgeçmelidir diyor.

*
Aşağıdaki Post-Marksizm eleştirilerinin S. Şenoğlu ve savunduğu düşünceleri anlamak için yardımcı olacağı düşüncesindeyim:

1. makale:
15 Ağustos 2012 Çarşamba
POST-MARKSİZMİN KAYNAĞI, YÖNTEMİ VE SAVLARI (Althusser'cilik Nedir, Ne Değildir) (Sıkça sorulan sorular)

2. makale:
25 Ağustos 2012 Cumartesi
ALTHUSSER “ÜSTAT” SUS, SUS Kİ, “TEORİ VE POLİTİKA” KONUŞSUN!

3. makale:
6 Eylül 2012 Perşembe
TP DÜNYASINDA GEZİNTİ Post-Marksizmin, Post-Marksizme karşı mücadelesi

4. makale:
20 Eylül 2012 Perşembe
POST-MARKSİZM, MARKSİZMİ SAVUNABİLİR Mİ?

5. makale:
26 Eylül 2012 Çarşamba
İŞÇİ SINIFI - “EZİLENLER” ve “ÇATALLAŞAN” MARKSİZM (I)
6. makale:
17 Ekim 2012 Çarşamba
“ÇATALLAŞAN” MARKSİZM - “ÇAKMA” MARKSİZM (II)
7. makale:
29 Ekim 2012 Pazartesi
POST-MARKSİZM - “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” SINIFTAN KAÇIŞIN TEORİLEŞTİRİLMESİ
8. makale:
26 Kasım 2012 Pazartesi
BİR DEMAGOGUN HEZEYANLARI - “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” - ANTİ-SINIFÇILIK

9. makale:
17 Aralık 2012 Pazartesi
YOLUN SONU (I)
10. makale:
27 Aralık 2012 Perşembe
YOLUN SONU (II)

11. makale:
22 Ocak 2013 Salı
YOLUN SONU (III)