“SINIFÇI
TEKÇİLİK” VE “TOPLUMSAL DEVRİMCİ REZERV
ÇOĞULLUĞU”!
“Toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu” -
“Sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri”!
6
Eylül’de etha’da yayınlanan Sedat Şenoğlu imzalı “'Sınıfçı'
tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?” başlıklı
yazı adeta bir “devrim” niteliğindedir; içinde toplumsal sınıf
ve tabakaların devrimdeki rollerini altüst edecek derecede “önemli”
öğretiler taşıyor. Sınıfsal kökeninden kopartılmış insan
yığınına nasıl devrim yaptırılır, üstelik bir de kapitalizmi
yıktırıp sosyalizm nasıl inşa ettirilir diyorsanız S.
Şenoğlu’nun bu makalesini mutlaka okumalısınız. Bu yazıdan
öğrenilmesi gereken çok şeyin olduğunu düşünüyorum.
Yazarın
soruna hangi açıdan baktığını şu cümlesinden anlıyoruz: “...
tarihsel çelişki diyalektiğinin ürettiği toplumsal devrimci
rezervler çoğulluğu içinde, güçsüz, iradesiz ve örgütsüz
kalıyor olmanın kefareti Marksizm'e değil, işçi sınıf
kimliğini ve sınıf çelişkisini başta cinsiyet olmak üzere,
ulusal-etnik, dinsel-inançsal aidiyet kültürü ve etkisinden azade
bir 'steril' olgu sananlara aittir”.
Bu
tanımlamayı yazının başlığıyla ('Sınıfçı' tekçilik mi,
toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?) bir arada okuduğumuzda
karşımıza sınıftan kaçış ve post-marksizmin “ezilenci”
akımı çıkıyor. “Cinsiyet, ulusal-etnik, dinsel-inançsal
aidiyet” ve “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”!
Sedat
Şenoğlu kiminle kavga ediyor, kim onu bu denli kızdırmış da
böyle yazıyor diye soruyorsanız, cevabını bulmakta pek
zorlanmazsınız. Şenoğlu, Marksizm-Leninizmle, Marksist Leninist
Komünistlerle, Parti ile kavga ediyor. Şunu söylüyor: Bu parti
kurulduğundan bu yana hep işçi sınıfı vurgusu yaptı. Oysa
devrim yapmak için sadece işçi sınıfı yeterli değildir;
“toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nu görmek, onları
örgütlemek gerekir diyor. Bu deyişin ne anlama geldiğini açmadan
önce yazarın düşüncesini takip edelim:
“Marksizm,
egemen üretim ilişkilerinin (ve dolayısıyla değişim, bölüşüm,
tüketim ilişkilerinin de) kapitalist toplumsal formasyon biçimi
altında işleyen çelişkili yapısının; bu çelişkili bütünlüğün
ve ilişkilerin devletten bilime, dinden siyasete, felsefeden sanata
vb. kadar yapılandırılmış ideolojik görünümlerini ve
işlevlerinin; sınıflar mücadelesinin ekonomik temelleriyle olan
kaçınılmaz zorunlu bağını çözümleme, açığa çıkarma ve
gösterme tutarlılığı ve gücüne sahiptir.” Doğru
söylüyor. Devamı şöyle: “Bu zeminde (yukarıdaki
cümlede anlatılan, İ. Okçuoğlu) Marksizm, sınıflı
toplumsal bütünün tarihsel şekillenişi ve evrimi içinde ona
kaynaklık etmiş ve/veya onun ürünü olarak açığa çıkmış
cinsel, etnik-ulusal, dinsel-kültürel çelişkilere dayalı
toplumsal varoluş biçimlerini ve etkenlerini de, tarih yapımının
maddi gerçeklikleri olarak kendi eleştirel devrimci dünya
görüşünün içine alır.” Bu da doğru bir tanımlama. Her
ne kadar yazar, günümüzün Marksizmi olan Marksizm-Leninizm
kavramını değil de, sadece Marksizm kavramını kullansa da,
sonuç değişmez, yazar doğru söylüyor.
Ancak,
yazarın bu doğru tanımlamalardan nasıl olup da yanlış sonuçlar
çıkardığını anlamakta her dünyalı gibi ben de güçlük
çekiyorum. Hele hele işin içine anlaşılması zor felsefe de
girince anlamak daha da güç oluyor.
“Marksizm'i
kuru bir 'sınıfçı'lığa ve oradan da 'işçici'liğe hapsederek
güya ideolojik koruma altına alma tutumu içinde olan siyasi
yaklaşımların, tarihsel gelişim diyalektiğinin çelişkili
bütünlüğü içinde oluşan, biriken ve açığa çıkan başkaca
toplumsal devrimci rezervlere kör kalmaları bir kuraldır.
Örneğimiz de olduğu gibi cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik-
kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme
çelişkisi taşıyan dinamiklerinin, tarihin yapımında devrimci
toplumsal rezervler olduğu ve olabileceği gerçeğine sırtlarını
dönerler. Çünkü onlar 'sınıfa ait' değildirler! Olsa olsa bu
dinamikler ve güçler sınıf mücadelesinin yan unsurları, yedek
kuvvetleri olabilirler.”
Bu
coğrafyada sayısı 5-10’a veya 30-40’a varan komünist partisi
yok. Sadece bir komünist partisi var ve yazar da bu partiye şimdiye
kadar “Marksizmi sınıfçılığa, işçiciliğe hapsettin, güya
onu ideolojik koruma altına aldın diyor. Şimdiye kadar işçi
sınıfından başka “toplumsal devrimci rezervleri”
görmedin diyor. “Sömürülme, ezilme çelişkisi
taşıyan dinamikler”! Ne kadar güzel, kulağa hoş gelen bir
kavram değil mi? Piramidin tepesinde duran, alttaki herkesi eziyor,
alttaki herkes de “çoğulluğu” oluşturuyor! Bu kavramın
içeriğini doldurmak için Negri’den bu yana sayısız kitap
yazılmıştır, yazılıyor da.
Anlamıyorum,
ne zamandan beri komünistler “cins çelişkisinin ya da
ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerinin, tarihin yapımında
devrimci toplumsal rezervler olduğu ve olabileceği gerçeğine
sırtlarını” döner oldular?
Ne
zamandan beri komünistler bu “rezervleri 'sınıfa ait” olarak
görmemeye başladılar?
Ne
zamandan beri onları “Olsa olsa bu dinamikler ve güçler sınıf
mücadelesinin yan unsurları, yedek kuvvetleri” olarak
gördüler? S. Şenoğlu’nun bunu diyebilmesi, bu iddialarda
bulunabilmesi için elinde güçlü argümanların olması gerekir.
Aksi taktirde bize “yolunu şaşırmış” demek düşer!
Literatürde
sadece Marksist Leninist Komünistler var. Yoksa onların dışında
bilmediğimiz komünistler de mi var? S. Şenoğlu, Marksist Leninist
Komünistleri eleştirmiyorsa, o zaman bizim bilmediğimiz
“komünistleri” eleştiriyor diye mi düşünelim!
Yazarın
buraya kadar söyledikleri esas fikrini açıklamak için bir
girişti. Yazar temel anlayışını şöyle formüle ediyor:
“Oysa,
Marksizm'in teorik yaklaşımına ve yöntemine aykırı olduğu
kadar, tarihsel deneyim tarafından da doğrulanmış olan şey,
kapitalizmin sınıf iktidarlarının hiçbir yerde salt 'işçiler
topluluğu'ndan oluşmuş sınıf güçleri tarafından yıkılmadığı,
yıkılamayacağı ve zorunlu olarak da sosyalizmin yine salt
işçilerce kurulmadığı ve kurulamayacağıdır.”
Yazarın
bu anlayışı, aynı yazıda yer alan ve yukarıya aktardığımız
“Marksizm, egemen üretim ilişkilerinin (ve dolayısıyla
değişim, bölüşüm, tüketim ilişkilerinin de) kapitalist
toplumsal formasyon biçimi altında işleyen çelişkili yapısının;
bu çelişkili bütünlüğün ve ilişkilerin devletten bilime,
dinden siyasete, felsefeden sanata vb. kadar yapılandırılmış
ideolojik görünümlerini ve işlevlerinin; sınıflar mücadelesinin
ekonomik temelleriyle olan kaçınılmaz zorunlu bağını çözümleme,
açığa çıkarma ve gösterme tutarlılığı ve gücüne
sahiptir.” görüşüyle çelişmektedir. Mademki,
Marksizm-Leninizm “sınıflar mücadelesinin ekonomik
temelleriyle olan kaçınılmaz zorunlu bağını çözümleme, açığa
çıkarma ve gösterme tutarlılığı ve gücüne sahiptir” o
halde buradaki sorun bir sınıf sorunudur. Sorun, mademki,
“kapitalizmin sınıf iktidarlarının” yıkılması
sorunudur, o halde sorun burjuva mülkiyet ilişkilerinin, sömürünün,
baskının ortadan kaldırılması sorunudur.
Peki,
bunu kim yapacak? Bu sistemi kim yıkacak ve kim, yerine sosyalizmi
kuracak? Veya yazarın deyimiyle ifade edecek olursak: “Sosyalizm
yine salt işçilerce kurulmadığı ve kurulamayacağı”na
göre sosyalizmi kurma mücadelesine başka hangi toplumsal
dinamikler katılacak? Yazara göre bu toplumsal dinamikler
şunlardır: “Cins
çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb.
kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan
dinamikler”!
Yazar,
çok tipik bir ayırım yapıyor:
-“Cins
çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb.
kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”!
-Asla,
mülkiyet ilişkilerinden “kaynaklı sömürülme, ezilme
çelişkisi taşıyan dinamikler”den bahsetmiyor. Yazı
boyunca da zinhar bahsetmiyor. Şayet mülkiyet ilişkilerinden, yani
sınıfsal ilişkilerden “kaynaklı sömürülme, ezilme
çelişkisi taşıyan dinamikler”i “vb.”ye sıkıştırmışsa
ona da bir diyeceğimiz yok!
S.
Şenoğlu’nun işçi sınıfıyla derdi büyük. Toplumu ekonomik
ilişkiler zemininde sınıflara, katmanlara ayırmak ve analiz
etmekte büyük sorunlar yaşıyor. Bu noktada partiyle, Marksist
Leninist Komünistlerle kavga ediyor. Parti soruna sınıfsal
bakıyor, yazar ise sınıfsal bakmıyor.
Parti,
yazarın tahammül edemediği sınıfsal bakışı şöyle formüle
ediliyor:
“İşçi
sınıfının safları, hizmet ve zihin emekçileri ile emekçi
memurların ana gövdelerini kapsar hale gelmiş, bu durum, belli
başlı sanayi şehirlerinde toplanmış bulunan işçi sınıfını
nicel olarak toplam aktif nüfusun büyük çoğunluğunu
oluşturan sınıf haline getirmiştir.
Proletarya,
devrimin politik önderliğini üstlenebilecek, küçük burjuvaziyi
önderliğini yürüttüğü ittifak içinde tutabilecek ve
kesintisiz biçimde sosyalizme geçebilecek güç ve yeteneğe
sahiptir.
Ekonomik,
siyasi veya toplumsal olarak ezilen sınıf, cins, ulus, ulusal
topluluk ve inanç topluluklarıyla
birlikte politik özgürlükten yoksunluğun acısını çeken ve
demokrasi mücadelesine önderlik
ederek, kendini sosyalizmi kurmaya hazırlamak göreviyle yüz yüze
olan Türkiye ve Kuzey Kürdistan
işçi sınıfı, devrimin temel ve önder gücüdür”.
Demek
ki, bu coğrafyada Marksist Leninist Komünistlere göre “işçi
sınıfı, devrimin temel ve önder gücüdür”.
Marksist
Leninist Komünistler, çağımızın
Marksizmi olan Marksizm-Leninizmin bu savunucuları soruna gayet
“sınıfçı”
açıdan bakıyorlar. S.
Şenoğlu, biz “sınıfçı”yız, parti, “sınıfçı”dır!
Bunu bilmen ve anlaman gerekir.
“Ana
gövdesini kent yoksullarının ve yoksul köylülüğün
oluşturduğu, geçimlerini sağlayabilmek için işgüçlerini sık
sık satmalarıyla karakterize olan; proletarya ile küçük
burjuvazi arasında yer alan yarı proletarya, Türkiye'de önemli
bir yer tutmaktadır. Yarı proletarya, demokratik devrimde olduğu
gibi, sosyalizme kesintisiz geçişte de işçi sınıfının başlıca
ve en güvenilir müttefiki ve dayanağıdır.”
Marksist
Leninist Komünistlere göre “Yarı proletarya,
demokratik devrimde olduğu gibi, sosyalizme kesintisiz geçişte de
işçi sınıfının başlıca ve en güvenilir müttefiki ve
dayanağıdır.”
Peki,
S. Şenoğlu ne diyor? “Cins
çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb.
kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”den,
ne olduğu belli olmayan “toplumsal devrimci rezerv
çoğulluğu”ndan bahsediyor.
Parti
ve Marksist Leninist Komünistler soruna
sadece “devrimin temel ve önder gücü”
ve “demokratik devrimde olduğu gibi, sosyalizme
kesintisiz geçişte de işçi sınıfının başlıca ve en
güvenilir müttefiki ve dayanağı”
açısından değil, küçük burjuvazi açısından da “sınıfçı”
yaklaşıyorlar.
“Küçük
toprak ve işyeri sahipleri, zanaatkarlar, serbest meslek sahipleri
vb.den oluşan küçük burjuvazi, işçi sınıfının
ardından aktif nüfusun en kalabalık kesimini oluşturur...
Kapitalist üretim ilişkileri altında varoluş imkanları giderek
tükenen bu tabakanın eriyen büyük bölümünün sınıf çıkarı
işçi sınıfının çıkarları ile örtüşmektedir.
...Giderek
zayıflasa da devrimimizin temel güçlerinden biri olan kentin ve
kırın küçük burjuvazisi, demokratik devrim boyunca proletaryanın
stratejik müttefikidir. Proletarya devrimin ilk adımında kurulacak
iktidarı bu sınıfla paylaşmayı kabul eder. Kesintisiz geçiş
sürecinde ise proletarya küçük burjuvaziyi tarafsızlaştırma ve
olanaklı olduğu ölçüde kazanma politikası izler.”
Proletaryanın
müttefikleri konusunda parti, hem demokratik hem de sosyalist
devrimde sınıfsallık zemininden kopmuyor. Peki, S. Şenoğlu ne
yapıyor? “Cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel,
dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi
taşıyan dinamikler”e, “toplumsal devrimci rezerv
çoğulluğa” partinin, ”Onlar 'sınıfa
ait' değildirler” diye, “Olsa olsa bu dinamikler
ve güçler sınıf mücadelesinin yan unsurları, yedek kuvvetleri
olabilirler” diye sırt çevirdiğinden bahsetme cüretini
kendinde bulabiliyor.
Yazar,
bununla yetinmiyor, sorunun sınıfsal yanını tamamen gözardı
ediyor. Yazarın Marksist Leninist Komünistlerle, partiyle kavgası
bu. Soruna sınıfsal bakılmamalıdır; soruna “toplumsal
devrimci rezervler çoğulluğu”, “cins çelişkisinin ya da
ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”
açısından bakılmalıdır diyor. Ekonomik
ilişkilerden dolayı sömürülmekten, ezilmeden zinhar bahsetmiyor.
Peki,
bu “toplumsal devrimci rezervler çoğulluğu”ndan
anlamamız gereken nedir?
“Ulusal/etnik-
kültürel, dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme
çelişkisi taşıyan dinamikler”! Bunu
anlamamızı istiyor yazar. Tek
cümleyle dahi olsun “toplumsal devrimci rezerv
çoğulluğu”nun sınıfsal
tanımlamasını yapmıyor.
Marksist
Leninist Komünistler, S. Şenoğlu’ndan şunu öğreniyorlar:
‘Kapitalizmin sınıf iktidarları hiçbir yerde salt 'işçiler
topluluğu'ndan oluşmuş sınıf güçleri tarafından
yıkılmamıştır, yıkılamayacaktır ve zorunlu olarak da
sosyalizm yine salt işçilerce kurulmamıştır ve
kurulamayacaktır’. Bunun böyle olduğu “tarihsel
deneyim tarafından da doğrulanmış”tır. Aksini savunmak
“Marksizm'in teorik yaklaşımına ve yöntemine aykırı”dır.
Burada
doğrudan partiyi “Sınıfçı' tekçilik” yapmakla
ve “toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu”nu
gözardı etmekle
eleştiriyor.
Bir
komünist parti açısından
devrim sorununa “sınıfçı” yaklaşmak ilkesel bir anlayıştır.
Devrim sorununa, iktidar sorununa “sınıfçı” yaklaşmayan bir
parti, komünist parti olamaz.
Aynı
şekilde, devrime katılacak güçleri, yedekleri vs. “sınıfçı”lık
perspektifiyle ele almayan bir parti de,
komünist parti olamaz.
Yukarıda
gösterdim. Marksist Leninist Komünistler, hem demokratik devrimde
hem de sosyalist devrimde iktidar sorununa
gayet “sınıfçı”
bakıyorlar.
Sadece
S. Şenoğlu, Marksist
Leninist Komünistler gibi,
bir partili gibi
düşünmüyor. Yazar soruna gayet Post-Marksist perspektifle
yaklaşıyor ve neden anlamıyorsunuz diye isyan ediyor.
Parti,
hem demokratik hem de sosyalist “devrimin temel
ve önder gücü”nden, işçi
sınıfından bahsediyor. Ama yazar yok, olmaz, bunun adı “Sınıfçı
tekçilik”tir diyor.
Parti,
hem demokratik hem de sosyalist
devrimin müttefiklerinden bahsediyor, yazar ise “toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”ndan,
yani “cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel,
dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi
taşıyan dinamikler”den
bahsediyor.
Evet,
S. Şenoğlu, bu parti, komünist parti olarak kalmak istiyorsa
“Sınıfçı tekçi” olmak
zorundadır. Bunu
bilmeniz gerekirdi.
Parti,
Marksist-Leninist zeminde duruyor, yazar ise Post-Marksist zeminde
duruyor:
Şöyle:
1-Cins
çelişkisinin bilincinde olan her kadın mutlaka sosyalizmden yana
değildir.
2-Ulusal
ezilmişliğin, baskının bilincinde olan her farklı ulus mensubu,
mutlaka sosyalizmden yana değildir.
3-Farklı
etnik aidiyet, mutlaka sosyalizmden yana olma anlamına gelmez.
4-Farklı
dinsel, kültürel anlayış, mutlaka sosyalizmden yana olmak
anlamına gelmez.
Veya:
1-Her
Kürt, Ermeni, Çerkez, Arap..., Kürt, Ermeni, Arap olduğu ve
bundan dolayı baskı gördüğü için değil, Kürt, Ermeni, Arap
kökenli işçi veya emekçi oldukları için sosyalizmden yanadırlar
veya olabilirler.
2-Her
kadın, cins ayrımı, baskısı ve sömürüsünden dolayı değil,
kadın işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden yanadır
veya olabilir.
3-Her
Alevi, Alevi olduğu için baskı gördüğünden dolayı değil,
Alevi işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden yanadır
veya olabilir.
4-Lgbti+;
4.1-
Lezbiyen birey, lezbiyen olduğu için baskı gördüğünden dolayı
değil, lezbiyen kadın işçi veya emekçi olduğundan dolayı
sosyalizmden yanadır veya olabilir.
4.2-Gey
birey, gey olduğu için baskı gördüğünden dolayı değil, gey
erkek işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden yanadır
veya olabilir.
4.3-
Biseksüel birey,
biseksüel olduğu için değil, biseksüel kadın
veya erkek işçi veya emekçi olduğundan dolayı sosyalizmden
yanadır veya olabilir.
4.4-
Transgender (travesti
ve transeksüel) birey, transgender olduğu için baskı
gördüğünden dolayı değil,
kadın veya erkek transgender olduğu için sosyalizmden yanadır
veya olabilir.
4.5-İnterseksüel
birey,
interseksüel olduğu için baskı
gördüğünden dolayı değil,
interseksüel kadın veya erkek işçi veya emekçi olduğu için
sosyalizmden yanadır veya olabilir.
S.
Şenoğlu bunu anlayacak durumdadır, en azından parti terbiyesi ona
bunları kavratmıştır diye düşünüyordum, ama yanılmışım.
Birey
kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın, son kertede toplumsal açıdan
“sınıfçı”lıktan kurtulamaz. Şu veya bu sınıfa aittir.
(Sadece öğrenciler, öğrencilik döneminde ne bir sınıfa
aittirler ne de sınıflar üstü bir konumları vardır.) Yazar ise
“sınıfçı”lıktan kurtulunmalıdır diyor. Parti “sınıfçı”
olmamalıdır diyor. Ama parti, ‘ben “sınıfçı”yım diyor’.
Devrim ve programatik anlayışı “sınıfçı”lık üzerinde
yükseliyor.
Açık
ki, yazara yön veren ideoloji, Marksizm-Leninizm değildir (Zaten
Leninizmden hiç bahsetmiyor. Belki de, o da en fazlasıyla, Lenin’i,
bir “yükselti” olarak görüyordur!). Ona yön veren, akıl
yürütmesini sağlayan ideoloji, burjuva ideolojisinin Post-Marksizm
ekolüdür. Bu nedenle yazar, sorunun bu bağlayıcı yanını;
“sınıfçı tekçilik” yanını göremiyor. Bu nedenle, özgürlük
ve demokrasi mücadelesinde ve sosyalizm mücadelesinde yer
alabilecek, yer alması gereken güçleri, dinamikleri harmanlıyor;
bu dinamikleri sınıfsal bağından kopartıyor; sınıfsal bağından
kopartılmış güçlerle kapitalizmi yıkıyor ve sosyalizmi inşa
ediyor!
Yazar,
Post-Marksizmin özenle ördüğü, geçen yüzyılın son
çeyreğinden
bu yana yükselişe
geçen neoliberalizm
rüzgarının
ve sosyal
emperyalist Sovyetler Birliği ve onun etrafında oluşan revizyonist
blokun
yıkılmasının
beraberinde getirdiği tahribatla güçlendirdiği, kapsamlaştırdığı
devrim-sosyalizm ve sınıf anlayışını sulandıran görüşleri
ısrarla savunuyor.
Marksizm-Leninizm,
sömürülme çelişkisi taşıyan dinamikleri (işçi sınıfı ve
emekçileri) bilinçlendirerek, örgütleyerek, kapitalist sistemi
yıkmak ve sosyalizmi kurmak için ideolojik silahtır.
Post-Marksizm
ise “Cins çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel,
dinsel/inançsal vb. kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi
taşıyan dinamikler”i keşfederek burjuva sistemi yenileme,
reforme etme çabasıdır.
Marksizm-Leninizm,
ufku komünizme uzanan yolu gösteren ideolojik silahtır.
Post-Marksizm
ise ufku burjuva toplumu, kapitalizmi aşmayan arayıştır; bu
ekolün bir kısım bileşenleri gayet radikaldirler; radikal
demokratizmi savunurlar. Ama o radikal demokratizm de burjuva
ideolojinin ufkunu aşmaz.
Sahiplenmezsen
tarih hep böyledir
19.
yüzyılın sonlarında burjuvazi (burjuva ideolojisi) Marksizmle baş
edebilmek için Friedrich
Wilhelm Nietzsche’yi
piyasaya sürdü. Irkçı,
ayrımcı, faşist düşüncelerin babası; evet Hitler faşizmi ve
genel olarak ırkçılığın atası bu “filozof”tan medet umdu.
Olmadı.
20.
yüzyılla birlikte ortaya bir Bernstein, arkasından Kautsky çıktı.
Ama yine olmadı.
Avrupa
burjuvazisinin
“Kızıl Napolyon”u, Lenin’in deyimiyle Rus Devriminin
“hergelesi” Troçki de başaramadı.
Şimdilerde
ise, geçen yüzyılın
‘20’li
yıllarından itibaren, Ekim devriminin dünya burjuvazisine saldığı
korkunun etkisiyle de
sosyalizm ve devrim kaçkınlarının oluşturduğu “binbir”
renge giren Post-Marksizm karşımıza çıktı. O da
devrim-sosyalizm ve sınıf üzerinden tahribatını
sürdürmektedir. Bu
bağlamda; devrim-sosyalizm ve sınıf bağlamında Post-Marksizmin
ne olduğu üzerinde biraz durmak gerekir.
Yazara
göre sorun, işçi sınıfı dışında kalan “ezilenler”le veya
“çoğulluk”la birlikte sosyalizmi kurmak olduğu için “ezilen”
veya “çoğulluk” kavramıyla kastedilen sosyal tabakaların
sınıfsal yapısını iyi incelemek gerekir diye düşünüyorum.
Post-Marksizmin
bir özelliği, özenle, sömürüyü değil de ezilmişliği
sınıfsal kıstas olarak ele almasıdır. Ezilmişlik veya
“çoğulluk” kavramına sığınılarak, ona olduğundan farklı
anlamlar yüklenerek, sömürü kavramıyla aynılaştırılamayanlar
aynılaştırılıyor. Post-Marksizm bunu çok yalın, her
dünyalının anlayabileceği biçimde yapıyor. Yazısında Sedat
Şenoğlu da yapıyor.
Kapitalizmde
çok çeşitli mülkiyet ilişkileri yoktur. Kapitalizm, burjuva
mülkiyet ilişkileri temeli üzerinde yükselir. Bunun adı burjuva
mülkiyettir; üretim araçlarının özel mülkiyette olmasıdır.
Kapitalizmde her iki temel sınıfın (burjuvazi ve proletarya) özel
mülkiyet karşısındaki duruşu, o sınıfların üretimdeki ve
toplumdaki konumlarını belirler. Küçük veya büyük burjuvazi,
üretim araçlarının özel mülkiyetine sahiptir. Onu burjuvazi
yapan da budur. Tam tersi proletarya için geçerlidir. Kapitalizmde
mülkiyet ilişkileri, işçi sınıfı ve küçük burjuvazinin
mülkiyet ilişkileri bakımından sınıfsal çıkar faklılığı
içinde olduğunu göstermektedir. Sınıfsal çıkar faklılığı,
nihayetinde siyasal çıkar farklılığını ve siyasal iktidar
faklılığını kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Bu
faklılık, siyasal mücadelede kaçınılmaz olarak gündeme gelir.
“…Emekçi
ve sömürülen yığınının memnuniyetsizliği artmaktadır”. Bu
doğru. Ama burada yapıldığı gibi, proletaryanın
memnuniyetsizliğini küçük üreticinin memnuniyetsizliğiyle
aynılaştırmak ve aynı kaba koymak tamamen yanlıştır. Küçük
üreticinin memnuniyetsizliği çoğu kez onun çabalarına… küçük
mülk
sahibi olarak varlığını savunmak için,
yani mevcut sistemi savunmak için ve hatta tarihin tekerleğini
geriye çevirmek için çabalarına neden olur” (Lenin;
C. 6, s., 35, “Plehanov’un İkinci Program Taslağı Üzerine
Notlar”dan).
Proletaryanın
ve küçük üreticinin memnuniyetsizliği mülkiyet ilişkilerinden
kaynaklanmaktadır. Bu “memnuniyetsizlik”, onun kaynağının
sınıfsal karakterini bir kenara koyarak ezilenler veya
“toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu” veya
da
“sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”
kavramıyla
aynılaştırılamaz ve bu
“dinamikler”in
memnuniyetsizliği için mücadele esas alınamaz. Hele bu talep,
perspektif olarak öne sürülürse, orada geriye dönüşün pek
kolay olmayacağı bir sapma var demektir. Proletarya,
“memnuniyetsizliğinin”
maddi temelinin devrimle ortadan kaldırılacağına inanıyor ve bu
“memnuniyetsizliğe” kaynaklık eden mülkiyet/sömürü
ilişkilerini; kapitalist üretim biçimini yıkmak için mücadele
ediyor. “Toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”nun
önemli bir bölüğünü oluşturan küçük üretici ise, “küçük
mülk sahibi olarak varlığını savunmak için, yani mevcut
sistemi savunmak için ve hatta tarihin
tekerleğini geriye çevirmek için”;
kapitalizm koşullarında daha iyi yaşamak için mücadele ediyor.
Her iki sınıf ve her iki “memnuniyetsizlik” türü arasındaki
fark bu. Bu fark gözardı edilebilir mi? Kapitalizmi
yıkarken ve sosyalizm kurarken S. Şenoğlu bu farkı
gözardı ediyor.
Demek
oluyor ki, mülkiyetin karakteri/mülkiyet ilişkileri bakımından
“Toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”
ve işçi sınıfı, antagonist çelişki içindeler. Bu anlamda
ortak bir yanları, paydaları yok. Bu anlamda “çoğulluğu”
aynılaştıran bir mülkiyet türü yok; “çoğulluğa” özgü
bir mülkiyet yok. “Çoğulluk”, mülkiyet karşısındaki
konumlarından dolayı bileşenlerine ayrılıyorlar ve mülkiyet
karşısındaki konumlarından dolayı da “çoğulluğun”,
mülkiyet ilişkilerinde aynı sınıfı oluşturacak bir özellikleri
yok.
Bu
durum en çıplak bir biçimde siyasal mücadelede görülür:
Sosyalist devrimin, sosyalizm için mücadelenin öznesi, ideolojisi,
sınıfsal içeriği, Lenin’in dediği gibi proletarya olmaz da,
“çoğulluk” olursa ya küçük burjuva sosyalizminden yana
oluruz ya da Marksizm-Leninizmin anladığı sosyalist devrimden yana
olamayız. Bunun ortasında üçüncü bir yol yok. Tarih, özel
mülkiyet savunucularının özel mülkiyetin reddi üzerine
kurulacak olan bir düzen için; sosyalizm için mücadele ettiğine
henüz şahit olmamıştır. Yazısında S. Şenoğlu bunun tersini
rahatlıkla savunulabiliyor.
Devrim
ve mülkiyetin sınıfsal karakteri
“…Mücadele,
her şeyden önce onun önder temsilcisinin –proletaryanın-
mücadelesi…keskinleşmektedir…”. Tabii ki küçük
üreticilerde de mücadelenin keskinleşmesi söz konusudur. Ama
onların “mücadelesi” çoğu
kez
proletaryaya karşıdır.
Çünkü küçük üreticilerin çıkarları, durumlarından dolayı
çoğu durumda proletaryanın çıkarlarıyla sert
çelişki içindedir.
Genel anlamda söyleyecek olursak: Proletarya, hiç
de
küçük burjuvazinin “önder temsilcisi” değildir.
Bu, ancak, küçük üretici yok oluşunun kaçınılmazlığını
kavradığında, “proletaryanın konumuna geçmek için
kendi(sınıfsal) konumunu terk ettiğinde” söz konusu olur…”
(Lenin;
agk., s., 35-36).
Komünist
partisi, proletaryanın siyasal örgütüdür. Parti, ancak ve ancak
bu sınıfı örgütler ve ona önderlik eder. “Çoğulluğu”
veya halkı
örgütlemek veya da proletarya dışında kalan “sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri”
örgütlemek ve onlara önderlik etmek, komünist partisinin işi
değildir. O, sınıf örgütü olduğundan dolayı bunu yapamaz.
Parti, sınıf iradesini temsil ettiği için bunu yapamaz. Evet,
yapamaz.
Dolayısıyla komünist partisinde halk sınıf ve sosyal
tabakalarının çıkarlarını ifade eden “irade”ler yoktur veya
parti, bu iradelerin toplamı, harmanlaması olamaz. S.
Şenoğlu, olmalıdır diyor!
Yukarıdaki
ifadelendirmemizden
“komünist partisi, proletaryanın siyasal örgütüdür. Parti,
ancak ve ancak bu sınıfı örgütler ve ona önderlik eder”den
emekçilerin taleplerinin gözardı edilmelidir, partinin sınıfı
siyasallaştırmak ve toplumsal muhalefeti örgütlemek ve harekete
geçirmek için emekçi yığınları veya
“sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri”
demokratik kurumlarda, örneğin cephe vb. yapılarda örgütlemez,
bununla ilgilenmez sonucu çıkartılmamalıdır. Böylesi kurumlar;
cephe ve dolaylı örgütler üzerinden diğer emekçi yığınları
örgütlemek, onlarla ittifak kurmak partinin olmazsa olmaz
görevlerindendir. Bu konuda Marksist-Leninist duruş ile sınıf
uzlaşmacılığı arasındaki farkın ne olduğu doğru
kavranmalıdır. Komünist partisinin işçi sınıfı dışında,
emekçi sınıf ve tabakaları örgütlemeyeceği, mücadelesine
önderlik edemeyeceği; bunları kendilerini siyasal olarak temsil
eden parti ve gruplara bırakacağı ve bırakması gerektiği sonucu
çıkartılmamalıdır. Bu, oldukça sekter, dogmatik bir anlayış
olur. Bu anlayışın tam tersine komünist partisi, işçi sınıfı
dışında, diğer emekçi yığınların, dahası “sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerin”
de (örneğin Kürt ulusal mücadelesi, demokratik Alevi
hareketi, ezilen cins vs.) mücadelesinden uzak durmamalıdır,
duramaz,
onların mücadelelerinin
en önünde de yer almalıdır, bu mücadelelere önderlik etmelidir
ve
ediyor da.
Burada temel sorun veya sorunun ayırtediciliği şudur: Komünist
partisi her koşul altında kendi bağımsız çizgisi, asgari ve
azami perspektifi doğrultusunda emekçi
yığınların mücadelesine katılmalıdır. Komünist partisinin
kendine özgü olan sınıf kimliği vardır ve emekçi yığınlarla
ilişkilenişinde bu sınıfsal kimlik belirleyicidir ve ilişkilenişi
kendi perspektifinden kopmadan gerçekleşmelidir. S.
Şenoğlu tam da buna karşıdır.
Mülkiyet
ve sınıfların konumu açısından bu denli farklı anlayışlar
nasıl bir araya getirilebilir? Marks, Engels, Lenin, Stalin; bir
bütün olarak Marksist-Leninist teori şimdiye kadar bu denli farklı
anlayışları bir araya getiremedi, bir araya gelemeyeceğinin
teorisini yaptı. Ama S. Şenoğlu’na göre işçi sınıfının,
“çoğulluk”la beraber kapitalizmi yıkıp, sosyalist bir düzen
kurmak için harekete geçirmesinin nesnel koşulları vardır!
Sınıfın
irade birliği, “çoğulluğun” veya “sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler”in
irade birliği midir?
“Çoğulluğun”
“iradesi”, bir yerde irade ortaklığı, diğer yerde irade
zıtlığıdır.
“Çoğulluk”ta
“irade” birliği, mutlak görecedir, evet taktikseldir. Belli
koşullar altında, belli amaca yönelik olarak ve belli bir dönem
için halk kapsamında “çoğulluğun” belli bir irade birliğinin
olduğunu komünistler reddetmezler. Bu doğrudur. Ama komünistler,
bu belli koşullara bağlı olan doğruyu; irade birliğini, partinin
hitap ettiği sınıf bakımından esas anlayışı haline
getiremezler. Bu konuda önce Lenin’in anlayışına bakalım:
"Proletaryanın
ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğü"
sloganına karşı ileri sürülen itirazlardan biri, bu
diktatörlüğün "bir tek irade"yi … öngörüyor olması
ve proletaryanın ve küçük burjuvazinin bir tek iradesi diye bir
şeyin olamayacağıdır. Bu itiraz "bir tek irade"
teriminin soyut, "metafizik" bir yorumuna dayandığından
ötürü temelsizdir. "Bir tek irade" bir konu üzerinde
sağlanırken bir başka konu üzerinde sağlanamayabilir. Sosyalizm
sorunlarında ve sosyalizm için mücadelede birliğin bulunmayışı,
demokrasi sorunlarında ve cumhuriyet için mücadelede iradenin
tekliğini engellemez. Bunu unutmak, demokratik devrimle sosyalist
devrim arasındaki mantıksal ve tarihsel farklılığı unutmak
demek olur. Bunu unutmak, demokratik devrimin tüm halkın devrimi
olması özelliğini unutmak demek olur: eğer bu devrim "tüm
halkın" ise, bu demektir ki, bu devrimde tüm halkın
gereksinmelerini ve istemlerini karşıladığı kadarıyla, kesin
bir "irade birliği" vardır. Demokratçılığın
sınırlarının ötesinde, proletaryanın ve köylü burjuvazisinin
bir tek iradesinden söz edilemez. Aralarındaki sınıf
mücadelesi…kaçınılmazdır. Dünyadaki her şey gibi,
proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün
de bir geçmişi ve bir de geleceği vardır. Bunun geçmişi
otokrasidir, serfliktir, monarşidir ve ayrıcalıklardır. Bu
geçmişe karşı mücadelede, karşı devrimle mücadelede
proletaryanın ve köylülüğün "irade birliği" olanağı
vardır, çünkü burada çıkarların birliği vardır.
Geleceği
ise özel mülkiyete karşı mücadeledir, ücretli işçilerin
işverene karşı mücadeledir, sosyalizm için mücadeledir. Burada
iradenin birliği olanaksızdır.”
(Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s., 73/74).
Böyle
bir irade birliği demokratik devrim için geçerlidir. Ama bu,
“halkın irade birliği”, demokratik devrimde geçerlidir diye
“toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”nu
veya
“sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri”
aynı parti çatısı altında; aynı partide örgütlemek anlamına
gelmez. İrade birliği, kendilerine göre farklı irade birliği
olanların aynı partide örgütlenmelerini beraberinde getirmez.
İrade birliğini sağlayan her bir gücün kendi sınıfsal
örgütlenmesi vardır. İrade birliği, onların bu örgütleri
arasında sağlanır. (Birleşik cephe, birleşik cepheleri ifade
eden, adına parti denen biçimler burada konumuz değil. Bu türden
oluşumlar olanaklıdır. Burada eleştiri konusu olan, aynı zamanda
anti-faşist, anti-emperyalist ilerici veya
da devrimci-demokratik cephesel karakter taşıyan “parti”ler de
değildir. Burada eleştiri konusu olan, adı üzerinde sınıf
örgütlenmesini ifade eden parti anlayışıdır). Bu anlamda irade
birliği, irade birliği sağlayanların siyasal/sınıfsal
kaynaşması ve bir sınıf olarak bütünleşmesi değildir.
Lenin’in dediği gibi, “taktiksel” olan bir sorun, partinin
tarihsel misyonu olarak öne sürülemez. S.
Şenoğlu makalesinde bunu deniyor.
Lenin:
”Bir
sosyal-demokrat, proletaryanın, kaçınılmaz olarak, sosyalizm
uğruna, en demokratik ve cumhuriyetçi burjuvaziye ve küçük
burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi açmak zorunda olduğunu bir
an için bile olsun unutmamalıdır. Bu, her türlü kuşkunun
ötesindedir. Öyleyse, sosyal-demokrasinin ayrı, bağımsız ve
tamamen bir sınıf partisinin mutlak zorunluluğu da, her türlü
kuşkunun ötesindedir. Öyleyse, burjuvaziyle birlikte "ortak
bir darbe vurma" taktiklerimizin geçici niteliği ve "bir
düşmanı" kollar gibi "müttefikimizi de" sıkı bir
biçimde kollama görevi de her türlü kuşkunun ötesindedir vb..“
(Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s. 75).
Bu
anlayış, ezilenleri “sınıflaştıran” Post-Marksizm açısından
artık geçerli değildir. Post-Marksizmin yegane amacı, partiyi,
“toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”nun
veya
“sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerin”
partisine dönüştürmektir veya sınıf partisi olmaktan
çıkartmaktır. Çünkü bu anlayışta olanlar açısından
gelecek, artık işçi sınıfının değil, “toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğun”
veya
“sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerin”
tarihsel misyonu tarafından
belirlenecektir; artık belirleyici olan işçi sınıfının değil,
“sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamiklerin”
iradesidir. İşçi sınıfı artık geleceği olmayan bir sınıftır.
Geleceği olan ve geleceği şekillendirecek olan yegane güç,
“toplumsal
devrimci rezerv çoğulluk”tur.
O halde parti de işçi sınıfının değil, “toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”nun
partisi olmalıdır.
S.
Şenoğlu, partiye bunu öneriyor.
Bu
anlayışların toplamı ve gerçekleştirilmesi, komünist partinin,
Marksist-Leninist partinin veya da Marksist Leninist Komünist
partinin tasfiyesi demektir.
Her
“toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”
veya
“sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamikler” sosyalizmden
yana mıdır?
İnsanlar
üretim ilişkilerinde yer aldıkları konumdan kopartılırsa,
mülkiyet karşısında durumları gözardı edilirse ve ezilmişlik
durumu esas alınırsa ortaya rahatlıkla aynı durumda olan geniş
yığınlar çıkar. Bu yığın neye yarar, orasını bilemem, ama
sosyalizmden yana olmanın ve olmamanın sürekli göz önünde
tutulması gereken, emperyalist küreselleşme sürecindeki
değişmelere rağmen göz önünde tutulması gereken kıstasları
veya temel kıstası vardır.
Gericiliğe,
faşizme, karşıdevrime karşı mücadelede ezilenler kavramı içine
dahil edilen halk sınıf ve sosyal tabakalarının ortak hareket
etmek için, tek irade sergilemek için önünde maddi bir engel
yoktur. Lenin'in dediği gibi “Geçmişe
karşı mücadelede, karşı devrimle mücadelede proletaryanın ve
köylülüğün "irade birliği" olanağı vardır, çünkü
burada çıkarların birliği vardır”.
Ama sorun gelecekle ilgili olunca yollar ayrılıyor, irade birliği
ortadan kalkıyor. İşçi sınıfının “Geleceği
ise özel mülkiyete karşı mücadeledir, ücretli işçilerin
işverene karşı mücadelesidir, sosyalizm için mücadeledir.
Burada iradenin birliği olanaksızdır.”
(Lenin; C. 9, “İki Taktik…”, s., 73/74). Küçük üreticinin
geleceği ise özel mülkiyetin değil, mevcut düzenden duyduğu
“memnuniyetsizliğin” özel mülkiyet ilişkileri temelinde
ortadan kaldırılmasıdır. S. Şenoğlu,
bu iki anlayışı; tek irade birliğinin oluşabileceği ve
oluşamayacağı koşulları bilinçli bir biçimde gözardı ediyor
ve sorunu
sınıfsal özellikten ezilmişlik alanına çekerek toplumsal
ilerlemenin öznelerini
silikleştiriyor. Tek başına yazısının
başlığı dahi
bu anlayışını gösteriyor: ”Sınıfçı'
tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?”
S.
Şenoğlu’na şunu hatırlatmak isterim: “Sınıfçı”, bu
anlamda “tekçi” partide, yani komünist partisinde irade
birliğinin devrimin sınıfsal karakterine göre nasıl oluştuğunu
anlamak istiyorsanız, 1905 devrimine, Ekim devrimine, Çin
devrimine, “Halk Demokrasisi”nin kuran Orta ve Doğu Avrupa
ülkelerinde anti-faşist, anti-emperyalist devrimlere, kurtuluş
mücadelelerine, Arnavutluk devrimine,
Bulgaristan devrimine bakmalısınız. Bu devrimleri, anlamak için
analiz ederseniz, çağımızın
Marksizmi olan Leninizmin; yani Marksizm-Leninizmin ideolojide
ve pratikte dünya burjuvazisinin kabusu olduğunu anlarsınız.
Bugün ise Marksizm-Leninizm sadece dünya burjuvazisinin
değil, aynı zamanda Post-Marksizmin de, Troçkizmin de kabusudur.
Laf
aramızda, sizin sınıfsallıktan azade kıldığınız o
ezilenleri,
“toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”nu
veya “cins
çelişkisinin ya da ulusal/etnik- kültürel, dinsel/inançsal vb.
kaynaklı sömürülme, ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri”
özgürlük
ve demokrasi ve de sosyalizm mücadelesinde örgütleyen, onlara da
önderlik eden ve kurtuluşu sağlayan sizin o “sınıfsal tekçi”
dediğiniz komünist partilerdir, Leninst partilerdir.
Mücadele
güçlerinin örgütlenmesi
Bir
sınıf, başka bir sınıfı siyasal olarak, siyasal/sınıfsal
çıkarları için örgütleyebilir mi? Sınıf bilinçliliği
temelinde örgütleyemez. Her bir sınıf, sınıfsal çıkarlarını
geçerli kılmak için kendi sınıf örgütünde örgütlenir. Bu
partidir. Sınıflar arasında müttefiklik ilişkileri, cephe
örgütlenmeleri ayrıdır. (Cephe örgütlenmesinde sınıf ve
sosyal tabakaların ittifakı, diyelim ki faşizme ve emperyalizme
karşı ortaklaştırılmış mücadeleleri söz konusudur).
Lenin’in
bu konudaki görüşü, her dünyalının anlayabileceği kadar
sadedir:
“…Sosyal
demokrasi onların (küçük
üreticilerin, çn.) mücadele
güçlerini örgütlüyor…”. Bu da doğru değil. Sosyal
demokrasi, hiçbir yerde küçük üreticilerin “mücadele
güçlerini” örgütlemiyor. O, sadece işçi sınıfının
mücadele güçlerini örgütlüyor…”
(Lenin: “Plehanov’un İkinci Program Taslağı Üzerine
Notlar”dan).
Hal
böyle olmasına rağmen, S. Şenoğlu “toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu” veya
“sömürülme, ezilme
çelişkisi taşıyan dinamikler” anlayışıyla
işçi sınıfı ve
bahsettiği “toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu” veya
“sömürülme, ezilme
çelişkisi taşıyan dinamikler”
arasında fark kalmadığını ileri sürebiliyor veya
devrim sadece işçi sınıfına havale edilemeyecek kadar
“önemli”dir demeye getiriyor. Böyle düşünenler açısından
parti, “toplumsal devrimci
rezerv çoğulluğu” veya
“sömürülme, ezilme
çelişkisi taşıyan dinamikleri”
bir araya getiren, onların “mücadele güçlerini”
örgütleyen, dolayısıyla “küçük üreticiler”in de mücadele
güçlerini örgütleyen bir örgüttür.
S.
Şenoğlu açısından komünist partinin
tarihi misyonu, artık “işçi
sınıfının mücadele güçlerini”
örgütlemek değildir, zinhar olmamalıdır.
Komünist partinin
tarihsel misyonu artık “toplumsal
devrimci rezerv çoğulluğu”nun
veya
“sömürülme,
ezilme çelişkisi taşıyan dinamikleri”in
“mücadele güçleri”ni
örgütlemekten ibaret olmalıdır.
S.
Şenoğlu, “proletaryanın
sınıf mücadelesi yerine “emekçilerin ve sömürülen
kitlelerin mücadelesini”
koymaktadır.
Bu
konuda Lenin:
“Proletaryanın
sınıf mücadelesi yerine “emekçilerin ve sömürülen
kitlelerin mücadelesi” konmaktadır. Böyle bir ifade tarzı,
“Enternasyonal”in şu temel ilkesine aykırıdır: “İşçi
sınıfının kurtuluşu ancak işçi sınıfının kendi eseri
olabilir”. “Emekçi ve sömürülen kitlenin” proletaryanın
yanı sıra mevcut olan diğer bölümü (yani esas olarak küçük
üreticiler), burjuvaziye karşı mücadelesinde sadece
kısmen devrimcidir. Ve ancak,
“proletaryaya geçmek üzere olduğu dikkate alındığında”
“proletaryanın bakış açısına
geldiği” zaman devrimcidir
(“Komünist Manifesto”). Küçük üreticinin gerici özü
taslakta hiç vurgulanmamakta, böylece proletaryanın “emekçi ve
sömürülen kitleler” ile ilişkisi genel itibariyle yanlış
gösterilmektedir”. (Lenin:
“Plehanov’un İkinci Program Taslağı Hakkında Değerlendirme”).
Komünist
parti, dernek değildir; bir demokratik mücadele örgütü değildir;
halk sınıf ve tabakalarının bir araya geldiği bir sınıflar
federasyonu veya konfederasyonu da
değildir.
S.
Şenoğlu, ya
Leninist parti örgütlenmesinin
yanlış
olduğunu,
reddettiğini
açıklar veya
da Leninist parti ne ise ona göre hareket eder.
Bu
anlamda:
Post-Marksizm
ideolojisizleştirmedir.
Post-Marksizm
sınıfsızlaştırmadır.
Post-Marksizm
teorisizleştirmedir.
Post-Marksizm
örgütsüzleştirmedir.
Post-Marksizm
devrimin reddidir.
Veya
şöyle de diyebiliriz:
“Sınıfçı'
tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?”
anlayışı,
işçi sınıfının ideolojisizleştirilmesi gerekir
anlayışıdır.
“Sınıfçı'
tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?”
anlayışı, işçi
sınıfının teorisizleştirilmesi gerekir anlayışıdır.
“Sınıfçı'
tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?”
anlayışı, işçi
sınıfının sınıfsızlaştırılması gerekir anlayışıdır.
“Sınıfçı'
tekçilik mi, toplumsal devrimci rezerv çoğulluğu mu?”
anlayışı, işçi
sınıfının sınıfsal örgütsüzleştirilmesi gerekir
anlayışıdır.
S.
Şenoğlu tam da bunları
talep ediyor.
S.
Şenoğlu, parti, kendini var eden kurucu ilkelerinden vazgeçmelidir
diyor.
*
Aşağıdaki
Post-Marksizm eleştirilerinin S. Şenoğlu ve savunduğu düşünceleri
anlamak için yardımcı olacağı düşüncesindeyim:
1. makale:
15 Ağustos 2012
Çarşamba
POST-MARKSİZMİN
KAYNAĞI, YÖNTEMİ VE SAVLARI (Althusser'cilik Nedir, Ne Değildir)
(Sıkça sorulan sorular)
2.
makale:
25
Ağustos 2012 Cumartesi
ALTHUSSER
“ÜSTAT” SUS, SUS Kİ, “TEORİ VE POLİTİKA” KONUŞSUN!
3.
makale:
6 Eylül
2012 Perşembe
TP
DÜNYASINDA GEZİNTİ Post-Marksizmin, Post-Marksizme karşı
mücadelesi
4.
makale:
20
Eylül 2012 Perşembe
POST-MARKSİZM,
MARKSİZMİ SAVUNABİLİR Mİ?
5.
makale:
26
Eylül 2012 Çarşamba
İŞÇİ
SINIFI - “EZİLENLER” ve “ÇATALLAŞAN” MARKSİZM (I)
6.
makale:
17 Ekim
2012 Çarşamba
“ÇATALLAŞAN”
MARKSİZM - “ÇAKMA” MARKSİZM (II)
7.
makale:
29 Ekim
2012 Pazartesi
POST-MARKSİZM
- “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” SINIFTAN KAÇIŞIN
TEORİLEŞTİRİLMESİ
8.
makale:
26
Kasım 2012 Pazartesi
BİR
DEMAGOGUN HEZEYANLARI - “EZİLENLERİN MARKSİZMİ” -
ANTİ-SINIFÇILIK
9.
makale:
17
Aralık 2012 Pazartesi
YOLUN
SONU (I)
10.
makale:
27
Aralık 2012 Perşembe
YOLUN
SONU (II)
11.
makale:
22 Ocak
2013 Salı
YOLUN
SONU (III)