deneme

8 Aralık 2021 Çarşamba

BURJUVA KRİZ TEORİLERİ


BURJUVA KRİZ TEORİLERİ

BURJUVA VE KÜÇÜK BURJUVA POLİTİK EKONOMİNİN VE İDEOLOJİNİN

 SEFALETİ

230'dan fazla, bilinen, kayıtlara geçmiş kriz nedeni sayıp da gerçeği söyleyememek ancak burjuvaziye özgüdür!

Burjuva kriz teorileri başlığını kullandığımız için, burjuvazinin ekonomik kriz üzerine bütünsellik arz eden bir anlayışının olduğunu ifade ettiğimiz anlaşılmamalı. Burjuvazi, her dönem, kapitalizmin o andaki gelişmesine (ekonomik yükselişe-krize) kafa yoran, sorunun nedenlerini açıklamaya çalışan ekonomistlerini, filozoflarını çıkartmıştır. Bunlar her seferinde sorunun nedenini bulduklarına inanmışlar, ama patlak veren her ekonomik kriz, tespit edilen nedenlerin yanlışlığını açığa çıkartmıştır.

Burjuva modern kriz teorileri en azından burjuvazi kadar eskidir. Günümüz burjuvazisinin ekonomik kriz teorileri, “eski” burjuva kriz teorilerinden farklı değildir. Spekülasyon, borsa krizlerinin, banka ve kredi krizlerinin ve ekonomik krizlerin açıklanışına bakın. Anlayışlar esasta değişmez. Hükümetlerin, devletlerin, şu veya bu uluslararası mali kurumun, bankaların, sermaye sahiplerinin yanlış politikaları, kar hırsı vb. krizin nedenleri olarak gösterilir. Yani burjuvazi, sayısı 230'a varan kriz açıklamasına yenilerini eklememiştir, koşullara uygun hale getirmiştir. Ancak, yeni olan bazı anlayışlar da vardır. Bu anlayışlar, doğrudan ekonomik krizle ilgili olmasa da kapitalizmin geleceğiyle ilgili kriz anlayışlarıdır.

Marks ve Engels tarafından sosyalizm bilim seviyesine çıkartıldıktan, Marksist politik ekonomi anlayışı oluşturulduktan sonra burjuvazi, işçi sınıfının elindeki bu “silahın” tehlikesini kavramakta gecikmemiş ve ona karşı teoriler üretmiştir. Ama her konuda olduğu gibi, ekonomik kriz konusunda da tarih, Marksist anlayışın doğruluğunu, doğru olduğu için de çürütülemeyeceğini, buna karşın burjuva teorileri hayatın çürüttüğünü ortaya koymuştur. Bu nedenle, bizim burada bu çürümüş kriz teorilerini tek tek ele almamızın hiç bir anlamı yoktur. Ekonomik kriz veya fazla üretim krizi veya da mali kriz konusunda burjuvazinin ne dediğine şöyle bir bakalım diye düşünüyorum.

Ekonomik Kriz ve “Ayrık Otları”

Her seferinde yaklaşan ekonomik kriz, yine her kriz öncesinde olduğu gibi bilinen saçmalıkların teori adına kurgulanmasının yolunu açar. Yine, her kriz sonrasında yer altına çekilen “ayrık otları” yerden fışkırmaya, kriz tellallığı yapmaya başlarlar. Kriz belirtilerini, kriz göstergesi olarak ele alırlar, şuradaki buradaki gelişmelere kriz derler. Her kriz öncesinde, esnasında ve sonrasında yaşananları bir daha yaşarız; ekonomiyi, kapitalizmi kendiliğinden çökertenlerden; her şeyi doğru bilenlerden geçilmez. Yeni kriz “kahin”leri tanırız. Ekonomide yeni komplo teorileri okuruz. İlk fazla üretim krizinden (1825-'29) bu yana her dünya krizi döneminde yaşadıklarımızı bir daha yaşarız. Bu unsurların asli görevi Marksist ekonomi ve kriz değerlendirmelerini sınıfsal özünden kopartmaktır. Ama sonunda her şeyin maddi değerlerin üretimine bağlı olduğunu, bütün mali vb. gelişmelerin bu üretimden ayrı ele alınamayacağını; kapitalizmin başka dönemsel kriz tanımadığını 1825'ten bu yana gördükleri gibi görecekler. Ve gerçeği kabullenmeden, bir sonraki krize kadar yeniden yer altına çekilecekler.

Kaç tip ayrık otuyla karşı karşıyayız?

1-Önce mali sermayeyi ikiye bölüp, aşırı sermaye birikimi adı altında üretimden kopardıkları sermayeye bağımsızlık, kriz oluşturma iç dinamiği veren ayrık otları...

2- İkinci olarak kriz ve sistemin kendiliğinden çöküşünü işleyen ayrık otları...

3- Üçüncü sırada, dünya ekonomisinin hala krizde olduğuna inanan ayrık otları...

Bir kısmı “Post-Marksizm”den, bir kısmı Troçkizm’den kaynaklanan bu “ayrık ortaları”nın yanı sıra emperyalist burjuvazinin ekonomi uzmanları; bir yandan Keynesçileri, diğer yandan da neoliberal kalemşorları emperyalist kapitalizmi temize çıkartmak, onun her kriz döneminde aldığı yaraları iyileştirme reçeteleriyle dünya işçi sınıfı ve emekçi yığınlarını etkilemeye çalışacaklar, sükunete davet edecekler ve bundan etkilenen “sol”lar da olacak. Bunların hepsini görüyoruz. (1)

2008 dünya krizi öncesinde ve esnasında kriz üzerine yapılan değerlendirmelere baktığımızda bu krizin çevrimsel (konjontürel, devirli, dönemsel) karakteri üzerine pek durmayanların başında kendisine komünist, Marksist-Leninist diyenler gelmiştir. Finansallaşma veya malileşme (Gayet “yeni”, gayet “güncel” ve gayet “şık” tanımlamalar değil mi?!), “finansal kapitalizm” veya “mali kapitalizm”, bu unsurların aklını başından almıştı. Hep “yeni” peşinde koşulduğu için “eski”nin ne olduğu unutulmuştu. Ama bir kısım burjuva aydın, ekonomist, kısa bir dönem için de olsa, krizin yıkıcı etkisini sürdürdüğü dönemde Marks’ı hatırlamak zorunda kalmış ve yaşanan krizin çevrimsel kriz olduğunu, diğer bir ifadeyle bir fazla üretim krizi olduğunu kabul etmişti. En azından krizin yıkıcı etkisinden dolayı burjuva ekonomistler, kendi iktisat teorilerinin dayanak noktalarının sorgulanır olduğunu kabul etmişlerdi. Amaçları, reddedilemeyecek, saklanamayacak krizin nedenlerini açıklamaktı. Burjuvazinin Keynesçi takımı ise, her zaman olduğu gibi bu sefer de Keynesçi teorinin krizi açıklayacak temele sahip olduğunu iddia etmişti.

Ancak, dünya ekonomisinde düzelme, krizden çıkma emareleri görülmeye başlayınca; daha doğrusu yaşanmakta olan krizin nedenlerini açıklama baskısı ortadan kalkmaya başlayınca, başta Marks unutulmuş ve sonrasında burjuva teori dünyası eski çizgisine geri dönmüş, aslında kapitalizmde kriz yoktur; piyasalarda uyum ve denge hakimdir denmeye başlanmıştı. Piyasalardaki uyum ve dengeyi bozan faktör olarak da dış gelişmelere işaret edilmiştir. Böylece her bir ülke, ekonomik krizi kendi dışına ötelemiş ve önemsiz göstermeye çalışmıştır. Diktatör Erdoğan da dış ekonomik saldırıdan bahsetmemiş ve güncel kriz için ekonomide “kriz mriz yok”, 2008 krizi için de “teğet geçti” dememiş miydi? Böylece her bir ülke için “dış”, dünyanın geriye kalanı olmuştur. O geriye kalan içindeki gelişmeler de dünyanın geriye kalanı dışında kalan her bir ülke için krizin nedeni olmuştur. Ama burjuvazi bazen gerçekten de, kapitalizmi temize çıkartmak kaygısıyla çaresiz kalıyor, aptallık yapıyor. Bir taraftan doludizgin neoliberalizmi savunuyor ve uyguluyor; yani sermaye ve üretimin uluslararasılaşması önündeki bütün ulusal engelleri yıkıyor, ama diğer taraftan da sıra kriz açıklamasına gelince krizin nedenini dış gelişmelerde arıyor!

Neoliberal teoriler, emperyalist küreselleşme, sadece genel anlamda “sol”da değil, özel olarak da uluslararası komünist harekette teorik yıkıma neden olmuştur. Post-Marksistleşen unsurlar, Marksist kriz teorisini bir kenara iterek, krizin nedenlerini mali piyasalardaki gelişmelerde aramaya başladılar. Ekonomik büyümeyi, artı değer üretimini, sömürüyü ve tabii ki, krizin nedenlerini maddi değerlerin üretiminde, yani sanayide-meta üretiminde aramak yerine, mali piyasalarda, finansallaşan sermayede ve bu alandaki “yeni” gelişmelerde aradılar ve buldular da...

Buldukları şuydu: “Nur topu” gibi yeni bir kapitalizm! Bu kapitalizmin adı da “mali piyasalara bağlı kapitalizm” veya “mali piyasa odaklı kapitalizm” veya “mali piyasa tarafından yönlendirilen kapitalizm” veya da “mali kapitalizm”. Hangi kavramı doğru buluyorsanız öyle tanımlayınız. Ama esas olan, bu kapitalizmin yaratıcıları, burjuva düzen içi alternatifçilerdir, en fazlasıyla Post-Marksistlerdir, “sol” burjuva, küçük burjuva aydınlardır. Konumuzla bağlam içinde söyledikleri şudur: Mali piyasaların ekonomi ve siyasetteki hakimiyeti ve aşırı birikmiş sermayenin kendini değerlendirememesi (sömürememesi, artı değer elde edememesi) sonuçta maddi değerlerin üretildiği ekonomiyi, yani sanayi üretimini krize sürüklemiştir.

Burada burjuva ve “sol” kriz teorilerini ele almak bu makalenin kapsamını ve amacını aşar. Bu nedenle bu teorilerin sonuçta ne anlama geldiğini özetleyeceğim. (2)

Burada söz konusu olan kriz teorileri şunlardır:

1-MPBK (Mali Piyasalara Bağlı Kapitalizm” ve kriz teorisi.

2- Neoklasik ve ekonomik kriz.

3-Keynesçilik ve ekonomik kriz.

4-Parasal değer teorisi ve ekonomik kriz.

5-Değerin değersizleşmesi ve ekonomik kriz.

Sol” diye tanımlanan kriz teorilerinde bolca çelişki, hatalar, saçmalık derecesine varan yanlışlar var. Bu teorilerin hiçbirisi, kapitalizme özgü olan, onun bir yasallığı olan çevrimli krizlerden; fazla üretim krizinden bahsetmiyor. Bu “sol” kriz teorileri, krizin nedenleri söz konusu olduğunda eviriyor çeviriyor, topu taca atıyor ve sonunda krizi, kapitalist üretim biçiminin bir yasallığı olmaktan çıkartarak başka alanlarda arıyor.

MPBK (Mali Piyasalara Bağlı Kapitalizm”), Neoklasik ve Keynesçilik ekollerinde Keynes’in ekonomide ahenkli/uyumlu işleyiş öğretisini kabullenme eğilimi var. Kapitalist sistemin istikrarsız olduğu bir biçimde dile getiriliyor, ama devletin ekonomi ve sosyal alandaki politikası doğru olursa tüm mali pazar sektörünün istikrarlı olması sağlanır deniyor. Bu anlayışa göre devlet ve pazar uyumlu olduğunda sistem de istikrarlı olur.

Ama unutulan şu: Devletin böyle bir gücü olsaydı; devlet kapitalist birikim sürecini istikrarlı ve uyumlu hale getirebilecek durumda olsaydı, bunu zaten yapardı ve kriz sorunu da olmazdı. Ama her kriz döneminde devletten bu türden beklentiler hep dile getirilmiştir, getirilmektedir. Bunların başında da Keynes gelir. Kapitalizm gerçekliği ise şunu göstermiştir: Ekonominin kendi nesnel yasaları vardır ve ekonomi, devletin politikalarına göre değil de kendi yasalarına göre hareket eder. Bu nedenle belli aralıklarla krize girer. Devlet ise politikalarıyla, birtakım tedbirleriyle krizin patlak vermesini geciktirebilir, ama ortadan kaldıramaz.

Sol” kriz teorilerinin neoklasik ile yakınlığı şaşırtıcıdır. Neoklasik bütün kriz nedenlerini kapitalizmin; kapitalist piyasa sisteminin ötesinde görür; kriz nedenlerini sistemin kendisinde değil, dışında arar ve bulur da. Bu, burjuva basında sık sık rastlanan pespaye bir anlayıştır. Politikacılar, hükümetler, bankacılar vs. krizin nedeni olarak gösterilir. Bunların yanlış politikalarından, bankacıların kar hırsından dolayı kriz patlak verdi denir. Bu anlayışı MPBK-savunucuları da benimserler. Uzağa gitmeye gerek yok: Krizin sorumlusu olarak Erdoğan’ı görenler ile neoklasik anlayış arasında bu anlamda hiç bir fark yoktur.

MPBK, mali sektörün başat olduğunu ifade etmektedir. Neye göre başat? Sanayi sermayesine göre. Yani ekonomiyi çekip çeviren, yasallığıyla ona yol gösteren sanayi sermayesi değil, mali sermayedir deniyor. Mali sektör, kapitalizmin itici gücü, dinamiği oluyor. Böylece kapitalizm, kapitalizm olmaktan çıkartılıyor. Kriz bağlamında ise krize neden olan, krize götüren mali piyasalara bağlı kapitalizm veya mali kapitalizm oluyor. Bütün kötülükler, yıkıcı, bozucu güçler, mali sektörde aranıyor. Bu anlayış maddi değerlerin üretildiği sektörü, sanayi sektörünü temize çıkartıyor; bu sektörde kriz faktörlerinin, kriz nedenlerinin aranmaması gerektiği vaaz ediliyor.

Kapitalizm nasıl temize çıkartılır diye soruyorsanız, işte böyle temize çıkartılır. Mali sermayeye yüklenen başatlık, kaçınılmaz olarak burjuva kriz anlayışlarıyla ortaklığa ve sonunda da sanayi sermayesini savunmaya götürür.

Finansallaşma veya da malileşme anlayışı, mali sektörü başat yapma anlayışıdır, krizin nedenlerini mali sektörde görme anlayışıdır. Bu, mali piyasalara bağlı kapitalizm veya mali kapitalizm teorisinin iç yapısında vardır. Bu iç yapı, A diyene B de dedirtir!

Finansallaşma veya da malileşme anlayışının sınıfsal açıdan iki farklı anlamı vardır. Bunlardan birisi neoliberal burjuvazi, ekonomistler, ideologlar tarafından savunulanıdır. Günümüzde geçerli ekonomik işlerlik budur. Bu ekonomik işlerlik ve savunucuları mali sektörü başat yapmışlardır ve bunun neden böyle olduğunu da açıklarlar. Bu pespaye burjuva anlayışın “sol”da ne yaman savunucularının olduğunu bilmemiz gerekir.

Diğeri ise “anti-finansallaşmacı”ların veya “anti-malileşmeci”lerin anlayışıdır. Bu anlayışa göre sanayi üretimi bazında kapitalizm artık var olamaz, çünkü sanayide artı değer elde etmek, daha doğrusu yeterli kar oranı seviyesinde artı değer elde etmek artık mümkün değildir ve bundan dolayı da sermaye mali sektöre kaymıştır. Yani kapitalizmi ayakta tutan, kendi kendine çökmesini engelleyen, ömrünü uzatan mali sektör ve bu sektör içinde de fiktif (hayali) sermaye işlemleriyle devasa kar elde edilmesidir. Bu anlayışı en iyi açıklayanlar Ernst Lohoff ve Norbert Trenkle’dir. Bunlar da mali sektörü başat yapıyorlar. Dolayısıyla her iki anlayış da mali sektörü başat yapıyor. Böylece; mali sektörün başat olması karşımıza üç farklı siyasi anlayışı çıkartmaktadır:

1-Neoklasik öğreti/neoliberalizm (Geçen yüzyılın son çeyreğinden günümüze kadar geçerli öğreti); krizin nedenini dışarıda, devlet müdahalesinde, hükümetlerde, politikacılarda, işçi sınıfında vs. arama anlayışı.

2-Klasik ve neokeynesçi öğreti (Genel anlamda II. Dünya Savaşından 1970’li yılların sonuna kadar geçerli öğreti): Mali sektörün dizginlenmesi, belli kurallara bağlanması, devletin ekonomik gidişata müdahale etmesi vs. J. Huffschmid gibi, M. Heinrich, attac türünden “anti-finansallaşmacı”lar veya “anti-malileşmeci”ler de buna dahildir. Bunlar da, her ne kadar krizi bazen kapitalist işlerlikte arasalar da genel olarak dış faktörlerde arıyorlar.

3- Bilumum çökertmeciler: Troçkistlerden Ernst Lohoff ve Norbert Trenkle’ye, E. Wallerstein gibi kapitalizme ömür biçenlerden, kapitalizmin kendi iç çelişkilerinden dolayı çökeceğini R. Luksemburg’a dayandırmaya çalışanlara kadar oldukça geniş bir yelpaze. Bunların bir kısmı ekonomik krizi sisteme özgü görürken, bir kısmı da krizin nedenlerini dışsal olarak görmekte. Örneğin Marksist kavramları kullananlar, Marks’ın kapitalizm ve ekonomik kriz anlayışını reddederek kapitalizmin çökeceğinden bahsederlerken, Ernst Lohoff ve Norbert Trenkle gibileri de kapitalizm zaten daha 1970’lerde çökecekti, ama mali sektör onun ömrünü uzattı görüşündeler.

Ekonomik kriz konusunda bir de dördüncü siyasi/sınıfsal anlayış var: Bu da Marksist-Leninist anlayıştır; Marksist-Leninist politik ekonominin ekonomik kriz konusundaki öğretisidir.

Mali piyasalara bağlı kapitalizm veya mali kapitalizm veya mali sermayenin başat olması anlayışı, Marks’ın Kapital’inin günümüz koşullarına göre geliştirilmesi değil, tam tersine reddidir. Mali kapitalizm, Marks’ın Kapital’inde içeriklendirdiği, yapılandırdığı, nesnel yasalarını ortaya koyduğu kapitalizm değildir. Marks döneminden bugüne kapitalizm gelişmiştir, yeni özellikleri ortaya çıkmıştır (emperyalistleşmiştir, uluslararasılaşmıştır), ama onu var eden nitel özellikleri değişmemiştir. Ama değişmiştir diyenler var. Bu nedenle mali piyasalara bağlı kapitalizmden veya mali kapitalizmden veya mali sermayenin başat olmasından bahsedilmektedir. İşte tam da bu anlayışın Marks’ın Kapital’de anlattığı kapitalizmle veya bugün için emperyalizmle bir ilgisi yoktur. Bundan dolayı A diyen B de diyecektir. Kaçınılmaz olarak diyecektir.

Sol” kriz teorilerinin (Sol Keynesçilik, Marksist kavramları kullanan MPBK-teorileri, başkaca Post-Marksist kriz anlayışları) her biri birer eklektizm abidesidir. Bunların eklektizmlerinin (dermeciliklerinin) esası, Marksist ve Keynesçi teori kırıntılarını birleştirmekten oluşmaktadır ve ortaya ne Keynesçi ne de Marksist olan bir anlayış çıkmaktadır. Bu teorilerde Marksizm’e özgü kavramlar, ifade tarzları, duruma göre biçimsel olarak kullanılıyor, içerik ise tamamen değiştiriliyor. Bazen Marksist kavramlar “eskidiği”; “hata içerdiği”, “tutarsız” olduğu, güncel gelişmelere cevap veremediği için literatürden çıkartılıyor ve yerleri Keynesçi eklemelerle dolduruluyor.

Marksist eğilimli MPBK-kriz teorilerinde bu anlayış oldukça yaygındır.

Bazı kriz teorisyenleri eklektikçi olduklarını açıktan kabul ederler. Bunlardan birisi de Jörg Huffschmid’dir. Bu kriz teorisyenleri, farklı ekollerden, ideolojilerden, kriz teorilerinden, örneğin Marksizm’den ve Keynesçilikten birtakım teori unsurlarını bir araya getirerek, birbirine ekleyerek ortaya bir “yeni” çıkartırlar ve bu eklektizmlerini de açıktan savunurlar.

Bazıları ise eklektizmlerini gizlemeye çalışırlar. Michael Heinrich ve Stefan Krüger gibi bazı MPBK-yazarları bu türden eklektikçilerdir. Bunların yaptıkları şu: Keynes bir teori oluşturmuştur. Bu teori kısmen de olsa Marksist teoriyle çelişkili değildir. Marksist teorinin boşlukları Keynesçi teoriden alınanlarla doldurulabilir. Bu “masum” söylemler aslında hiç de masum değiller. Açıkça söylenmeyen, Marksist teorinin içini Keynesçilikle boşaltmaktır; Marksist teoriyi Keynesçileştirmek ve burjuvazi tarafından kabul edilir hale getirmektir. Tabii ki bu, Marksist teoriyi geliştirme adına yapılmaktadır. Bazı kendi kendine Marksist-Leninistler de yeni durum, yeni gelişmeler söylemiyle Marksist teorinin içini boşaltıyorlar. “Yeni” adına savundukları ise çoğunlukla MPBK-yazarlarının pespaye teorileridir. Amaç Marksist teorinin içinin boşaltılmasıdır; konumuz açısından Marksist kriz teorisinin ortadan kaldırılmasıdır.

Sol” kriz teorilerindeki yukarıda bahsettiğimiz ortaklığın, benzeşmenin dışında da benzeşmeler vardır. Örneğin mali sektör. Bu “sol” kriz teorisyenleri, mali sektöre özel bir anlam yüklüyorlar ve aynı zamanda, kapitalizm türleri üretmekte de bayağı ustalaşmışlar.

Burada söz konusu olan, açıkça veya utangaçça Marksist teoriyi eskimiş, günümüz koşullarını açıklayacak durumda olmadığının, bu nedenle de yeni kavramlara; kapitalizmlere ihtiyaç duyulduğunun açıklanmasıdır.

Uluslararası komünist hareketin -ekonomik kriz konusuyla sınırlandırıyorum- bu konuyu nasıl ele alındığına bakarsanız bu hareketin ne denli korkunç bir ideolojik-teorik tasfiye içinde olduğunu görürsünüz. Yukarıdaki ve o türden daha düzinelercesinin ürettiği burjuva-liberal, sol-keynesçi, Post-Marksist kavramlar, görüşler, evet teoriler herhalde en ateşli bir biçimde komünist hareket içinde savunulmaktadır. Kendine Marksist-Leninist diyenler, Marksist-Leninist kavramları veya Marksist-Leninist politik ekonomi kavramlarını, teorik değerlerini, yeni gelişmeleri açıklamada kılavuz olan yöntemini bir kenara atmışlar; “yeni” peşinde çok kolayca yukarıda ifade edilen şu veya bu görüşü benimseyebilmişlerdir.

Marksizmi geliştirmek konusunda bu ve benzer unsurların bu kadar cüretkar olmasının nedeni ne olabilirdi? Bunu kendimize sormalıyız. Uluslararası komünist hareket, diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da SSCB’de sosyalizmin yenilgisinden sonra burjuva, küçük burjuva ideoloji ve farklı konular üzerine teorilerle mücadele edebilecek parti ve kadrolar yetiştirememiştir. Meydan bu unsurlara kalmış ve Marksizm, Marksizm-Leninizm adına bazıları da bu unsurların etkisinde kalarak Post-Marksistleşmişlerdir. İşin gerçeği budur.

Burjuva kamp ile en geniş anlamda “sol”un kriz değerlendirmesinde ortaklaştıkları noktalar

1-Mali sektör, maddi değerler üreten sektör (sanayi) üzerinde hakimiyet kurmuştur.

2-Mali politikalarla, yönlendirici müdahalelerle kriz yönetilebilir.

3-Mali sektör/ekonomi yetersiz kalan düzenlemelerden dolayı istikrarlı değildir.

4-Nihayet; mali ekonomi, maddi değerler üreten ekonomiden kopmuştur.

İdeolojide ve teoride tasfiyeciliğin, yozlaşmanın, burjuvalaşmanın, Post-Marksistleşmenin boyutlarını göstermek için yukarıdaki dört noktayı şöyle de formüle edebiliriz:

1-Mali sektör, maddi değerler üreten sektör (sanayi) üzerinde hakimiyet kurmuştur demek şu anlama gelir

Bu çevrelere göre, Marksist kriz teorisinin, Marksist-Leninist politik ekonominin analiz ettiği, açıkladığı gibi, artık kapitalist ekonomide sanayi üretimi, sanayi sermayesi eksenli bir çevrim kalmamıştır veya artık belirleyici değildir; genel ekonominin, bunun içinde de sanayinin seyrini, çevrimini belirleyen, mali sektördür/ekonomidir. Mali sermaye/sektör başat olmuştur! Açık ki, bu nedenden dolayı mali kapitalizmden vb. bahsedilmektedir.

Bu anlayış, bırakalım genel anlamda “sol”u, kendine Marksist, Marksist-Leninist diyenler tarafından da çok açık bir biçimde savunulmaktadır. Bu, düpedüz bir teorik ve ideolojik tasfiyeciliktir, Marksist kapitalizm ve kriz analizinin içini boşaltmak, burjuva kapitalizm ve kriz teorilerini savunmaktır.

2-Mali politikalarla, yönlendirici müdahalelerle kriz yönetilebilir demek şu anlama gelir

Birtakım mali politikalarla -örneğin bugün Türkiye’de hükümetin aldığı tedbirlerle; yani yönlendirici müdahalelerle- kriz yönetilebilir diyorsanız, bu, kapitalizmde ekonomik krizin bir yasallığı, sisteme özgülüğü yoktur; krizsiz kapitalizm mümkündür anlamına gelir. Bu durumda devamla şunu savunuyorsunuz: Krizsiz kapitalizm koşullarında yaşayabilmek için yapılması gereken, doğru mali politikalarla doğru yönlendirici müdahalelerdir. Bunu da ancak ve ancak devlet yapabilir. Veya yanlış mali politikalardan dolayı kriz patlak vermişse devlet, doğru mali politikalar ve yönlendirici müdahalelerle kriz yönetir.

Bu anlayışı sadece ve sadece burjuvazi savunmuyor. Kendine Marksist, Marksist-Leninist diyenler de bu anlayışı savunuyorlar. Peki, nasıl savunuyorlar? İster burjuva, isterse de “sol”, Marksist, Marksist-Leninist kamptan olsun her anti-finansallaşmacı, anti-malileşmeci anlayışın arka planında yatan bu düşüncedir. Bu düşünce, mali sektörün, fiktif (hayali) sermayenin, spekülatif sermayenin abartılmasının kaçınılmaz sonucudur.

Anti-finansallaşmacı, anti-malileşmeci düşünce, aynı zamanda, devleti göreve çağıran düşüncedir.

Yönlendirici müdahalenin ne olduğuna gelince:

Hangi akımdan olursa olsun burjuva ideologların, ekonomistlerin, ekonomi kurumlarının ekonomik kriz bağlamında yaptıkları açıklamanın ortak noktası şudur: Serbest piyasa ekonomisi, yani kapitalizm turp gibidir, sağlamdır, istikrarlıdır. Bankalar, şöyle veya böyle hareket ederlerse sorun olmaz veya bankalarımız sağlamdır. Bu türden açıklamaları bugünlerde Türk ekonomisi bağlamında sıkça duyuyoruz. Şunu da sıkça duyuyoruz; ancak dış etkilerden dolayı ekonomide sarsıntı olabilir veya oluyor vs. Sadece son kriz veya 2008 krizi bağlamında değil, daha önceki bütün krizlerde de bu türden açıklamalar yapılmıştır. Ekonomik kriz bağlamında bu türden açıklamalar, burjuvazinin, görünümü ne olursa olsun uluslararası standart açıklamalarıdır. Çözümün adresi açıktır: Devlet. Devlet, dış etkilere maruz kalan ekonomide istikrarı yeniden tesis edecek güce sahiptir. Devlet, ekonominin gidişatını toplumun yararına yenide yoluna kor türünden açıklamalar kriz dönemlerinde hiç eksik olmaz. Aslında bu türden açıklamalar burjuvazinin çaresizliğinin açıkça dile getirilmesidir. Kapitalizmde çevrimsel krizler; fazla üretim krizleri 1825’ten bu yana dönemsel olarak patlak verir. Madem devlet bu krizleri önleme gücüne sahip, peki, neden bu krizler patlak vermeden önce engellemiyor? 2008 krizine bakalım. Kasıp kavurdu; milyonlarca işçi sokağa atıldı, trilyon dolarla ifade edilen sermaye (üretim araçları) yok edildi. Bu kriz bazı ülkelerde yıllarca sürdü. Mademki devlet, krizi engelleyici güce sahip, peki neden engellemedi?

3-Mali sektör/ekonomi yetersiz kalan düzenlemelerden dolayı istikrarlı değildir demek şu anlama gelir

İstikrarlı, krizsiz bir ekonomi istiyorsanız mali sektörü, koyacağınız kurallar içinde hareket etmeye zorlamalısınız. Bunu da ancak ve ancak devlet gücüyle yapabilirsiniz. Bu sömürü düzenini yıkacağım, işçi sınıfını ve emekçileri devrim için örgütlüyorum demeden ve bu doğrultuda adım atmadan anti-malileşmeciyseniz; mali sektörü, onun dünya çapında hakimiyetini eleştiriyorsanız siz iflah olmaz bir oportünistsiniz, bir tasfiyecisiniz. Çünkü, öznel niyetinizden bağımsız olarak bu düşüncenizle aynı zamanda, maddi değerlerin üretildiği sektörün/ekonominin, yani bildik, “klasik”, Marks’ın Kapital’de analiz ettiği kapitalizmin istikrarlı olduğunu savunuyorsunuz. Siz bir devletçisiniz; bu düşüncenizle mali sektör krizinin “klasik” kapitalizme, sanayi sektörüne sirayet etmesi engellenmelidir, bu da ancak devlet müdahalesi ve katı kurallarla olabilir diyorsunuz.

Hemen bütün anti-finansallaşmacı akımların mali sektöre karşı mücadele ederek, dile getirdikleri savundukları “klasik” kapitalizmdir. Onların hiçbirisi düzeni yıkmaktan, sosyalizmden bahsetmiyor.

Bolca mali sektörden kaynaklı istikrarsızlıktan, kapitalizmin iç çelişkilerinden dolayı ha çöktü ha çökeceğinden bahsedenler, bunun hesabını yapanlar da var; onlar da son kertede, çöken kapitalizm yerine alternatiften bahsetmedikleri için “klasik” kapitalizm, mali sektörün dizginlendiği bir kapitalizm savunuculuğu yapmış oluyorlar.

Bunu açıklamaya çalışalım. Bakalım nasıl bir sonuçla karşı karşıya kalacağız.

Kapitalist ekonominin kalbini, sistemin özünü sanayiden; maddi değerlerin üretiminden mali sektöre; ekonominin malileşmesine taşıyan anti-finansallaşmacılar açısından krizin nedeni de böylece açıklanmış olur. Onların yaptıkları, görünüm ile nedeni birbirine karıştırmaktır. Sorunlara yaklaşımdaki yüzeyselliğin ta kendisidir. Bu türden yaklaşımlar üzerine Marks şunu der:

Ekonomi politiğin yüzeyselliği, diğer şeylerin yanı sıra kendisini, sınayi devresel dalgalanmaların salt bir belirtisi olan kredi hacmindeki genişleme ve daralmayı bunların nedeni olarak görmesiyle ortaya koyar.” (abç) (3)

Anti-malileşmecilerin kriz açıklaması nasıl? Örneğin gayrimenkul alanında, örneğin konut sektöründe bir şişmenin patlaması, bir banka iflası, hisse senetlerinde düşüş, borsaların tepetakla olması, ekonomik krizin belirtileri olmuyor, nedenleri oluyor. Neden böyle yapıyorlar sorusunun cevabı çok olabilir. Ama cevabın ne kadar çok olduğundan ziyade önemli olan veya cevaplardan birisi, bilinçli veya bilinçsiz olarak kapitalist sistemi temize çıkartmaktır; krizin esas yükünü çekmekle karşı karşıya bırakılan işçi sınıfı ve emekçi yığınların kendilerini ezen, sömüren kapitalist sistemi sorgulamalarının önünü almaktır veya onlara bu sorgulama bilincini taşımamaktır.

Anti-malileşmecilerin kriz açıklamaları, sermayenin yeniden üretimi sorununu, ekonomik krizde bu belirleyici süreci dışlıyor. Üretim araçları biçiminde sermaye kıyımı, yeni teknoloji bazında üretim veya sabit sermaye dönüşümü anti-malileşmeciler açısında hiç önemli değil. Oysa ekonomik krizin dönemselliğini Marksist kriz teorisi sabit sermaye dönüşümüyle açıklar.

Malileşmecilerin kriz açıklamalarında dikkati çeken başka bir anlayış da şu: Kredi şişmeleri/balonlaşmaları ve patlaması (“kriz”) sermaye birikim sürecinden hareketle açıklanmıyor. Bunun yerine yaşanmakta olan ekonomik seyir neden olarak gösteriliyor. Yani dış etkiler krizin nedeni olarak sunuluyor. Nedir bunlar? Hükümetin veya merkez bankasının yanlış faiz politikaları, bankaların hataları, döviz kurlarının yükselmesi, bankerlerin, aracıların, sermaye sahiplerinin para kazanma hırsı, kontrol mekanizmalarının gerektiği gibi çalışmamaları, dış ekonomik, siyasi baskı vs.

Her yerde ve her şeyde kriz görenlere krizin nedenini nasıl açıklayacaklarını sormalısınuız.

4-Nihayet; mali ekonomi, maddi değerler üreten ekonomiden kopmuştur demek şu anlama gelir

Kapitalist ekonomiyi, mali ekonomi ve maddi değerlerin üretildiği ekonomi olarak ikiye ayrıştıranların hepsini aynı kefeye koymak doğru olmaz. Bu ayrıştırmayı yapanların bir kısmı kapitalist ekonominin spekülatif sermaye ile bir kısmı da faiz gelirleriyle varlığını sürdürdüğünü iddia eder. Ama spekülatif sermaye - faiz geliri ayrımını her zaman yapmak da mümkün değildir. Sorun faizden, spekülatif sermayeden, hisse senedinden, tahvilden vs. ne anlaşıldığıyla ilgilidir.

Ama diyeceksiniz ki, bütün finansallaşmacıların, malileşmecilerin ve aynı zamanda bütün anti-finansallaşmacı ve anti-malileşmecilerin Lenin’le, Marks’la veya Marksizm, Marksizm-Leninizm ve Marksist-Leninist politik öğretiyle ne türden ilişkileri var? Bir türden ilişkileri var: Bütün finansallaşmacılar, malileşmeciler, neoliberalizmin savunucuları olarak gayet tabii ki, Lenin’i reddediyorlar. Bu, onların açısından ideolojik bir sorundur. Bütün anti-finansallaşmacı ve anti-malileşmecilerin içinde “sol”da gözükenler, Marksist kavramları kullananlar da, tasfiyeci olduklarından dolayı Lenin’i, Marks’ı veya Marksizm’i, Marksizm-Leninizm’i ve Marksist-Leninist politik öğretiyi reddediyorlar.

Bu alanda acımasız bir ideolojik çarpıtma var. Bunda sadece genel anamda kriz kavramını kullanmakla yetinmenin, kriz, kriz diye çığırtkanlıktan öte bir şey yapmamanın değil, esasen kriz analizi yapmamanın; varsa kriz koşullarına özgü mücadele programıyla hitap edilen sınıf ve sosyal tabakaların mücadeleyi omuzlamalarına önderlik etmemenin; kriz koşullarında kapitalizmi her alanda ideolojik olarak da teşhir etmemenin; bu mücadeleyi küçümsemenin veya krizin aynı zamanda bir ideolojik mücadele olduğunun bilincinde olmamanın rolü büyüktür.

Devam edecek

Ekonomik Model” Arayan Baş “Ekonomist”e Bak!

*

Kaynak/Açıklama:

1)Yeni Bir Fazla Üretim Krizine Doğru (VI) - Dünya ve Türkiye Ekonomisinin Güncel Seyri Üzerine;

ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2018/09/yeni-bir-fazla-uretim-krizine-dogru-vi.html

2)Bu makaleki veriler için bkz.:

-Güncel Kriz Teorileri (I) - Burjuva Kriz Teorileri (I)

ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/01/guncel-kriz-teorileri-i.html

-Güncel Kriz Teorileri (II)“Dinozor” Marks’ı Takip Edelim - Bir Burjuva Efsane: Mali Kriz! ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/02/dinozor-marksi-takip-edelim-bir-burjuva.html

-Güncel Kriz Teorileri (III)-Marksist Kriz Teorisi;

ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2019/06/guncel-kriz-teorileri-iii.html

3) K. Marks, Kapital I, Marks-Engels Toplu Eserleri; C. 23, s. 662