“EKONOMİK KURTULUŞ SAVAŞI” VERENE BAK!
BURJUVA POLİTİK EKONOMİNİN VE İDEOLOJİNİN SEFALETİ
Diktatör ekonomi konusunda iddiasını bir adım daha ileriye taşıdı. “Ekonominin kitabını yazdık” dedikten sonra “ekonomik kurtuluş savaşı” ilan etti. Herhalde bu savaş, yazdığı kitaptaki görüşlere göre gerçekleştirilmesi için ilan edilmiş olması gerekir. Bu durumda, yaptığı açıklamalar da gösteriyor ki, ilan edilen bu savaşın stratejisi belli. Ancak, neyin ne olduğu pek anlaşılmıyor. Bu bulanıklığa rağmen diktatörün savaş ilanından hemen sonra kızılca kıyamet koptu. Her kafadan birkaç ses çıkmaya başladı.
“Komutan” açıklıyor: “Türkiye, belki de tarihinde ilk defa kendi ihtiyaçlarına ve gerçeklerine uygun bir ekonomi politikası izleme fırsatı elde etmiştir.
Geçmişten beri her alanda olduğu gibi finansal kriz yönetimlerinde de çok büyük birikim ve tecrübe sahibi bir ülke olarak dünyanın içinden geçtiği şu kritik dönemin önümüzü açtığı fırsatları değerlendirmekte kararlıyız.
Ülkemizi, eskiden hep yaptıkları gibi denklemin dışına itmek isteyenlerin kur, faiz ve fiyat artışları üzerinden oynadıkları oyunu görüyor, kendi oyun planımızla devam etme irademizi ortaya koyuyoruz."
“Ülkemizi bunca tuzaktan, bunca badireden nasıl çıkardıysak, Allah'ın yardımı ve milletimizin desteğiyle bu ekonomik kurtuluş savaşından da zaferle çıkartacağız.”
“Yatırımı, üretimi ve ihracatı bunun için teşvik ediyoruz. İstihdamı bunun için gözümüz gibi koruyoruz. Büyümeyi bunun için önemsiyoruz. Felaket tellallarının gürültülerini bunun için dikkate almıyoruz. Mandacı iktisatçıların reçetelerine bunun için itibar etmiyoruz.
Tüm bunlarla beraber kurdaki yükselişi bahane ederek, hiçbir mantıklı izahı olmayan fahiş fiyat artışları yapan fırsatçılara da göz açtırmayacağız, hepsinin de tepesine tepesine bineceğiz.
Altını bir kez daha çizerek ifade etmek istiyorum. Bu politikayla biz ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, nasıl yaptığımızı, hangi risklerle karşı karşıya bulunduğumuz sonunda ne elde edeceğimizi gayet iyi biliyoruz.”
"Ülkemizi mandacı iktisatçıların arzuladığı şekilde küçültecek, zayıflatacak, insanlarımızı işsizliğe, açlığa, yoksulluğa mahkum edecek politikaları reddediyoruz. Üstelik bu reddimizi yeni de değil, uzunca bir süredir ortaya koyuyoruz. Bunun yerine sorunlarımızı kendi çözümlerimizle aşacak adımları atıyoruz.
Yeni küresel sistem arayışları ve ülkemizin sahip olduğu güçlü altyapı böyle bir mücadele için bize geçmişte hiç olmadığı kadar uygun bir zemin sunmaktadır. Uyguladığımız bu politikayla küresel finans çevrelerinin ülkemizi bunca zamandır ekonomik boyundurukları altında tutanların ve onların içerideki tetikçilerinin şimşeklerini üzerimize çektiğimizin de elbette farkındayız.
Ama ülkemizin ve milletimizin ekonomik kurtuluşu için böyle davranmamız, bu mücadeleyi vermemiz gerekiyor. Biz de işte bunu yapıyoruz, yapmaya da devam edeceğiz. İnşallah önümüzdeki aylardan itibaren bu politikanın insanlarımızın günlük hayatlarındaki olumlu yansımalarını görmeye başlayacağız."
Bir taraftan diktatörün ekonomistleri, "Bu olanların temel ve teknik bir sebebi yok. Psikolojik harp yaşanıyor" açıklamasını yaparlarken, diğer taraftan da “iş dünyası” "birlik ve beraberlik" çağrısı yapmanın yanı sıra “işin çığırından çıktığını ve savaşa dönüştüğünü” belirtmekten de geri kalmadı.
Bu savaşa MGK da müdahil oldu. “Türkiye'nin inşa ettiği sağlam altyapı üzerinde, hedeflerine uygun şekilde yatırım, üretim, istihdam ve ihracat odaklı ekonomi politikalarını hayata geçirme sürecinde karşılaştığı ve karşılaşabileceği sınamalar ile tehditler değerlendirilmiş, Cumhuriyetimizin 100. yılına her alanda olduğu gibi iktisadi olarak da güçlü şekilde ulaşma kararlılığı teyit edilmiştir" vurgusuyla diktatörün “ekonomik kurtuluş savaşı” devlet politikası ilan edildi.
Burjuva ve sol basında da diktatörün bu yeni çıkışı; “Baş komutan” edasıyla başlattığı “ekonomik kurtuluş savaşı” değerlendirildi...
Düşman belli: Diktatörün bu savaşına karşı çıkan bütün yerli ve yabancı olanlar. Yani burjuva muhalefet ve bu muhalefetin dış destekçileri. Dış destekçiyi tanımlamak oldukça tehlikeli olacağı için diktatör dış düşmanı tam tanımlamıyor. Spekülatörler, engel olmak isteyenler, bizi denklem dışı bırakmak isteyenler vb. türden genellemelerle geçiştiriyor.
Peki, diktatör bahsettiği türden bir “ekonomik kurtuluş savaşı” verebilir mi?
“Ekonomik kurtuluş savaşı”nın koşulları bellidir. Bu savaşı vermek için önce siyasal olarak bağımsız olmak gerekir. Emperyalizm koşullarında siyasal bağımsızlığı ancak ve ancak iki sınıf gerçekleştirebilir. Bunlardan birisi ulusal burjuvazidir. Bu sınıf antiemperyalist, Türkiye bağlamında aynı zamanda antifaşist demokratik bir devrim gerçekleştirerek belli bir zaman da olsa emperyalizmden bağımsız hareket edebilir. Böyle bir iktidar olmaksızın “ekonomik kurtuluş savaşı” bir hayaldir.
Diğeri ve en önemlisi işçi sınıfı, müttefikleriyle birlikte emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı demokrasi ve özgürlük mücadelesi sonucunda sosyalizme giden yolu açabilir. Bu gerçek kurtuluştur; gerçek “ekonomik kurtuluş savaşı”nın maddi, sınıfsal zeminidir.
Ancak, diktatör ne ilk ne de ikinci kategoriye dahildir. Türkiye’de ulusal burjuvazinin sınıf olarak böyle bir misyonu üstlenme dönemi çoktan geçmiştir. Ne diktatör Erdoğan’dan ne de diğer burjuva partilerden bir M. Kemal çıkmaz. O defter kapalı olduğuna göre geriye işçi sınıfı kalıyor; bu da hiç mümkün değil. Diktatör “ekonomik kurtuluş savaşı”nı içte esasen işçi sınıfına karşı zaten sürdürmektedir. Dolayısıyla burada söz konusu olan “ekonomik kurtuluş savaşı” diktatör Erdoğan’ın, iktidarının ilk yıllarında olduğu gibi tekelci burjuvaziyi de arkasına takarak emperyalist politikalarını, şimdiye kadarki işgallerini kalıcılaştırma savaşıdır; Türk ekonomisini güçlendirerek rekabet yeteneğini arttırma savaşıdır.
Diktatör, bir “ekonomist” olarak, “ekonominin kitabını yazmış” birisi olarak sınıflardan -bu durumda işçi sınıfı ve kapitalistler sınıfından- bağımsız bir ekonominin olamayacağını bilmesi gerekir. Ya ekonomi özel mülkiyettedir ve iktidar burjuvazinin elindedir veya da ekonomi toplumsal mülkiyettedir ve iktidar işçi sınıfının elindedir; ya burjuva diktatörlüğü veya da proletarya diktatörlüğü söz konusudur.
Diktatör Erdoğan ise şimdiye kadar veya iktidara soyunduğunda veya iktidarı boyunca genel anlamda sermayenin, özelde de tekelci sermayenin; diyelim ki MÜSİAD ve TÜSİAD’da örgütlenmiş sermayenin çıkarlarını koruma vaadi vermiş ve bu anlamda da görevini yerine getirmiştir. Diktatör 19 senelik iktidarı boyunca yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekmek için elinden geleni yapmıştır. Bakmayın siz onun IMF’ye, bazı uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarına yüklenmesine, bolca “ey”lerle dalaştığı “anti-amerikancı”lığına veya “anti-AB”ciliğine.
Bir zamanlar diktatörü sevmeyen emperyalist yoktu. Ne de olsa Batı kaynaklı sermayenin (ABD ve AB’nin) açıktan desteğiyle iktidara gelmişti. Ancak, belli bir zaman sonra, diyelim ki 2010’lardan bu yana aksileşmeye; çıkarlarımız demeye başladı; Türk tekelci sermayesinin siyasal önderliğini üstlendi. Bu önderlikten TÜSİAD da, MÜSİAD da memnundu. Erdoğan’ın ABD ve AB’nin çıkarlarından ziyade Türk burjuvazisinin çıkarlarını düşünür olması Batı dünyasında düşünülebilir bir gelişme değildi; her istediklerini bir biçimde kabul ettirdikleri Türkiye’den böyle bir şey hiç beklemiyorlardı. Bu gelişmenin sonucu belli: Rojova’da işgalleri, Güney Kürdistan’da devam eden işgal harekatları, Doğu Akdeniz, Libya, Güney Kafkasya, Karadeniz... Toplamda diktatörün attığı bu adımlar, Rusya ile ilişkileri (örneğin S-400 alımı) kabul edilir olmadığından ve Türkiye’de geri adım atmadığından dolayı gerginlikler çelişkilere dönüştü.
II. Dünya Savaşı sonundan bu yana Türk burjuvazisi ve tekelci sermayesi “24 ayar” Batı yanlısıdır. Amerikan emperyalizmi daha o zaman Türk ekonomisini kendine bağlamış, NATO’ya girişle siyasi ve askeri olarak da işi bitirmişti. O günden bu güne, ama özellikle T. Özal’ın iktidara gelmesiyle birlikte ekonominin kapıları emperyalist, uluslararası sermayeye ardına kadar açılmıştı. Şimdi “ekonomik kurtuluş savaşı” başlatan diktatör o geleneğin, Türkiye’de neoliberal uygulamaların devamcısı olmakla övünmektedir. Yabancı sermayeye peşkeş çekmediği, özelleştirme adı altında satmadığı bir değer kalmamıştır.
Doğru, diktatör “üçü bir arada” bir savaşın içinde:
1)
Siyasi alanda savaş (Buna psikolojik savaş da dahildir)
2) Ekonomik alanda savaş
3) Askeri alanda savaş.
Birbirini tamamlayan bu üç cephede aynı anda savaş. Üç cephede aynı anda savaş her “baş komutan”ın üstesinde geleceği bir iş değildir! Peki, kime karşı savaşıyor, diktatörün baş düşmanları kim?
İçeride siyasi, askeri ve ekonomi alanlarda işçi sınıfına, emekçilere, Kürt ulusuna; toplamda özgürlük ve demokrasi talebini yükseltenlere; artık böyle yönetilmek istemiyoruz diyenlere ve aynı zamanda burjuva muhalefete karşı savaş içinde.
Dışarıda hiçbir ülkeyi doğrudan karşısına almıyor; onlara karşı siyasi, askeri ve ekonomik savaş ilan etmiyor. Aslında ABD’ye karşı siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda doğrudan savaş ilan etmesi gerekir, ama alttan alıyor. Uluslararası tekellere karşı en azından bir “ekonomik kurtuluş savaşı” içinde olması gerekir, ama susuyor.
Bu üç alanda doğrudan saldırıya geçecek durumda değil. Yapamazdan ziyade yapmaz. Öncelikle şimdiye kadar Rojova’daki, Doğu Akdeniz’deki, Libya’daki, Güney Kafkasya’daki konumunu korumak ve kabul ettirmek için “diplomasi”ye önem veriyor. Rusya ile ilişkilerde, Karadeniz’de ABD/NATO’yu bir ikilem içinde bırakıyor; S-400 konusunda ve Rusya ile ilişkilerde geri adım atmıyor, ama Karadeniz’de Amerikan çıkarlarına koşulmaya da artık eskisi gibi hevesli gözükmüyor. Bunu mutlaka Rusya ve Çin de not ediyorlardır.
Diktatörün elindeki tek koz, içeride burjuva muhalefeti, özellikle de son birkaç ayda diktatör karşısında küheylan kesilen Kılıçdaroğlu nezdinde dış siyasi düşmanı döver gibi dövmeye çalışıyor. Açıklamaları ve bunu neye dayandırdığı malum. Biden’ın seçim öncesi Erdoğan’ın gitmesi için muhalefeti destekleyeceğiz açıklaması.
Batı, Türkiye’yi siyasi, ekonomik ve askeri olarak istediği konuma getiremiyor. Diktatör de siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda Batı sermayesinin çıkarlarına ters düşen hal ve hareketleriyle kendini kabul ettiremiyor.
Aslında Türkiye-ABD/AB ilişkilerinde ve çelişkilerinde değişen bir şey yok. Sadece Batı, RTE’den kurtulmak ve özlemini duydukları eski Türkiye’ye yeniden kavuşmak için seçimleri zorlayan adımlar atıyor.
Burjuva muhalefetin koro halinde “hemen şimdi” türünden seçim talebi dış desteksiz bir talep değildir. Buna karşın diktatör zamana oynuyor, işi idare ediyor; gol atmak için değil, gol yememek için orta sahada top çeviriyor, ne de olsa eski topçudur.
Diktatörün umursamaz tavrı bir beklentisinin olduğuna da bir işaret olabilir. Belki de yeni bir doğal gaz keşfedilmiştir ve bunu muştulamak için zamanın olgunlaşmasını bekliyordur!
Diktatörün bu süreçte yapabileceği tek şey, kurun ve enflasyonun kontrol dışına çıkmasını engellemek için; yani kontrollü bir kur ve enflasyon artışını devam ettirebilmek için “sıcak” para, sermaye bulmasıdır. Kur ve enflasyon artışının kontrolden çıkması enflasyon/kur krizine götürür. Böyle bir krizin patlak vermesinin maddi zemini yeteri kadar var. Ancak, bunu engellemek için diktatörün Batı dışında (örneğin, Çin, Rusya) sermaye arayışına çıkması ABD’nin hiç işine gelmez. Bu durumda ABD, Türkiye’yi kaybetmiş olacaktır. Türkiye’nin kaybı, NATO’nun da bölgemizde işlevsiz kalması demektir. Çin’in elini kolunu sallayarak karadan Kapıkule’ye dayanması demektir. Bu jeopolitik nedenlerden dolayı Batı sermayesi Türk ekonomisinin üstüne gitmeyi sınırlı tutacaktır.
Bu jeopolitik nedenden dolayı Batı’nın Türk ekonomisini baskılamasının sınırlı kalacağını diktatör de mutlaka hesaba katmıştır. Bu nedenle onun “ekonomik kurtuluş savaşı”nda dış düşman tanımlaması muğlaktır, birtakım spekülatörlerdir. Hepsi bu kadar. Dolayısıyla bu ekonomik savaşında uluslararası sermaye ve kurumları, örneğin bir zamanlar çokça “savaş açtığı” IMF düşman olarak tanımlanmamaktadır. Sadece bunlar değil, içte de tekelci sermayeye karşı açılmış bir savaş yok. İster MÜSİAD’da isterse de TÜSİAD’da örgütlü olsun; ister yandaş, isterse de yandaş olmayan büyük sermaye olsun, şimdiye kadar diktatör bu iki sermaye grubunun gönüllü-gönülsüz fazla ses çıkartmamalarını sağlayarak iktidarını sürdürdü.
Pandemi vesilesiyle teşviklerde yerli tekeller ihya edildi. Karlarına kar kattılar. Örneğin İstanbul Sanayi Odasının “Türkiye’nin 500 büyük Sanayi Kuruluşu” araştırmasına göre, 2020 yılında Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin esas faaliyetlerinden elde ettikleri kâr bir önceki yıla göre yüzde 55 artmış. Bankacılık sektörünün karı ise 2020’nin ilk 9 ayında 2019'un aynı dönemine göre yüzde 28,8 artarak 46 milyar 254 milyon liraya yükseldi.
Demek ki, diktatörün yerli sermayeye de savaş açması söz konusu değil.
Onun “ekonomik kurtuluş savaşı” işçi sınıfını, emekçi yığınları, zaten yoksullaşmış milyonları sabırlı olmaya, düşük ücrete, yüksek enflasyona razı olmaya çağırma taktiğiyle başladı ve şimdi sesini çıkartanlara karşı saldırıya geçme taktiğiyle devam etmektedir.
“Ekonominin kitabını yazan” diktatörün “ekonomik kurtuluş savaşı” sınıfsaldır; bir sınıfın diğer sınıfa karşı siyasal mücadelesinin ekonomi alanında sürdürülmesidir. Bu nedenle diktatör, başka bir yazıda ele alacağımız gibi, deniyoruz dediği ekonomi modelini uygulayabilmek için işçi sınıfı ve başkaca ücretlileri karın tokluğuna çalıştırmaya zorlayacaktır.
Diktatörün “ekonomik kurtuluş savaşı” işçi sınıfına ve emekçilere karşı köleleştirme, sindirme, uysallaştırma savaşıdır.
Devam edecek
Sade kriz mi, katmerli kriz mi (üçü bir arada, beşi bir arada) istersiniz?
*
Yukarıdaki makale bağlamında:
1)Diktatör Erdoğan’ın Kur Oyunu
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2021/10/diktator-erdoganin-kur-oyunu.html#more2)TÜSİAD, AKP ve Muhalefet Arasında...
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2021/10/tusiad-akp-ve-muhalefet-arasinda.html#more3)BATI (ABD/AB)-Türkiye Çatışması
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2021/11/bati-abdab-turkiye-catismasi.html4) Anlamayanlar da Anlasın Diye Çivi Yazisiyla “Ekonominin Kitabını Yazdık”
http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2021/11/anlamayanlar-da-anlasin-diye-civi.html#more